Realizm, olguculuğun (pozitivizmin) etkisi altında, hayali ve duyguyu yenme akımıdır.
Realizm, gerek akıl, gerek hayal yolundan eşyanın ve doğanın gerçeğine ulaşmanın mümkün olamayacağına inanmaktadır. Akim bulduğu ölçüler nesnel(objektif) değildir. Hayal ise zaten doğası bakımından gerçeğin zıttıdır. Bu nedenle insan kalbine ve toplum psikolojisine bu kanallardan girmek doğru olamaz. Çünkü verdikleri sonuç yanlıştır. O halde sanatta yapılması gereken şey, ilmin metotlarını kullanmaktır. Şimdi bunun nasıl olacağını belirtmeye çalışalım:
a) Çevrenin insan üzerindeki etkisi:
Realistlere göre, çevrenin insan üzerindeki etkisi çok büyüktür. Toplumun gösterdiği akış, birey (fert) olarak yaşayan insanı, birtakım âdet ve örfleriyle baskı altında tutmaktadır. İnsanın, istese de istemese de toplumun akışına uymak zorunda olduğu, bir gerçektir. O halde her şeyden önce sanatçı olayı, olayı yaratan kişilerin çevresini, iyi bir gözlemle tanımak zorundadır.
Çevremize bağlı maddî şeylerin insan üzerindeki etkisi umursanmayacak şey değildir, örneğin düzenli bir eşya, insanın ruhunda bir rahatlık meydana getirir.
Bu böyle olmakla beraber, insanın da maddi çevre üzerinde etkileri vardır. Bir odadaki eşya düzeni ya da düzensizliği, sahibinin psikolojisindeki düzeni veya dağınıklığı göstermesi bakımından çok önemlidir. Ruhsal bakımdan dağınık olan bir kimsenin giyimiyle, rahatlık ve düzenlilik içinde bulunan bir kimsenin giyimi arasında büyük ayrılıklar vardır. Her ikisinin de giysileri, aynı kumaştan aynı terzi eliyle yapılmış Olsa bile, giyimlerindeki ayrılık göze çarpar. Birisininki daha düzgün, ütülü ve temizken, ötekininki daha dağınık, lekeli ve ütüsüzdür. Bu giyiniş ayrılıkları, onların ruhsal bakımdan dağınık ya da toplu olduklarını gösterir.
Bu açıklamalardan şu çıkıyor ki realistler, klasiklerin «Çevrenin ve eşyanın, İnsan davranışları üzerinde hiç bir etkisi yoktur.» şeklindeki düşüncelerine karşıdırlar.
Bu nedenle realistler, eşyadan iklime kadar her şeyin insan psikolojisine etki yaptığım kabul ediyorlar. Onun için gerek çevrenin, gerek insanın dış yapısının tasvirine çok önem veriyorlar. Realistler, insanın dış yapısındaki önemli ayrılıkların, o insanın psikolojisinde büyük yankılar yapacağını kabul ediyorlar. Bir insanın çirkinliğinin, kaba yapılı oluşun , organlarındaki eksikliklerin, onu, çeşitli davranışlara sürükleyeceğini ileri sürüyorlar. Bu bakımdan da dış yapının tarafsız tasviri çok önem taşıyor.
Kişinin de toplum üzerinde bir etkisi vardır. Sanatçının bunu da görmesi ve karşılıklı olan bu etkinin şiddetini ve derecesini gerçek ölçüleriyle görmesi gerektir.
Sanatçı, belgelere dayanan bu görüşlerini tarafsız bir tasvirle ele almalı, tarafsız bir anlatımla onun gerçekliğini ortaya koymalıdır.
b)Realizmde anketçilik:
Realistler, olayın doğruluğunu ve şaşmazlığını sağlayabilmek için, o olayın nedenlerini anlamak amacıyla anket açmışlar, özellikle birçok kadınlardan hâtıra defterleri istemişlerdir. Ayrıca samimi itiraflarını, bildiren mektup göndermelerini telkin etmişlerdir. Bu alandaki davranışlar bakmamdan Concourt'ların, Flaubert'in hatırdan çıkarılmaması gerekir. Alphonse Daudet'nin, yazacağı eserlere gereç hazırlamak bakımından tuttuğu ve sonradan, yayın alanına çıkan küçük not defterleri, herkesçe bilinen bir şeydir. Yine Tolstoy'un bir muharebenin akışını, realist ve tarafsız bir görüşe bağlayabilmek için, günlerce at üstünde, elinde askerî harita olmak üzere, muharebe meydanında dolaştığı herkesçe bilinir.
Bütün bunlar gösteriyor ki, realistler, olaylara kendi hayallerinin arzusuna ve gücüne göre şekil vermiyorlar, olayın çevresini kendileri görmeye çalışıyorlar. Bu nedenlerdir ki Flaubert'in Madame Bovary adındaki romanının gerek olayı, gerekse bu olayla ilgili kahramanlarının tümü gerçektir. Yani Madame Bovary'nin olayı olmuş bir olaydır, kahramanları da gerçekten yaşamış kimselerdir. İkincil olaylara, bunlara bağlı kişiler de gerçektir,
c)Realizmde karakter ve töre:
Realist bir sanatçı olduğu somadan anlaşılan ve birçok realist sanatçıya ışık tutan H. De Balzac ve Tolstoy, romantikler gibi karakter üzerinde durmuşlardır. Balzac'ın karakter yaratmaktaki dehası, 1800 - 1850 Fransa'sını bütün canlılığıyla sanatta yaşatmıştır.
Goncourt Kardeşler'le bunlara paralel sanatçılar ise, karakter üzerinde durmamışlar, daha çok töreye bağlı kalmışlardır. Böylece realist sanatçılar arasında iki ayrı görüş meydana gelmiştir. Bu iki ayrı görüşe bağlı sanatçılardan töreciler, daha büyük önem kazanmış, realizmi gerçek anlamıyla bunlar temsil etmişlerdir.
Karakter, romantizmde de gördüğümüz gibi, bir insanı öteki insanlardan ayıran özelliklerdir. Yani birinin ruhsal davranışlarının ötekilerinkinden ayrılığı, onun karakterini meydana koyar.
Töre ise, bir insanın, belli bir sınıf insanlarıyla olan benzerliklerini belirtir. Tabiî bu sınıf, o insanın bağlı bulunduğu sınıftır.
Karakterle uğraşmak, yani onu tasvir etmek, kuvvetli insanları belirtmek;, töreye bağlı kalmak da orta yetenekli insanları göstermek demektir.
Realizmde töreciler, buradan harekete geçerek yüksek ve kuvvetli kişilerle ilgilenmemiş, daha çok silik ve aşırı özellikleri olmayan kişilerin yaşamlarını ele almıştır, örneğin törecilerin gözünde Napolyon'un hiç bir değeri yoktur. Buna karşılık küçük bir subay ve hatta er, büyük bir önem taşımaktadır.
d) Realizmde gözlem (müşahede):
Realistler, çevrenin çok kuvvetli ve nesnel bir gözlemle incelenmesini isterler. Yalnız burada dikkat edilecek nokta, bu gözlem, yazarın kişisel ölçülerine göre olmayacaktır. Çevrenin gözlemi, olayın içindeki kahramanın gözlemine bağlı kalacaktır. Yani eserin kahramanı, bulunduğu çevreyi nasıl ve hangi yönleriyle görüyorsa, yazar, .onun bu görünüşüne bağlı kalacak; kendi görüşüne göre o çevreyi tasvir etmekten şiddeti* kaçınacaktır. Çünkü çevrenin etkisi altında olayı yaratan kişinin gerçek davranışlarım sanata gerçek olarak aktarmak, ancak böyle bir tutumla mümkün olur.
e) Realizmde tasvirin önemi:
Realistler, tasvire, romantiklerden daha çok önem vermişlerdir. Yalnız tasvirin tarafsız olması şarttır. Roman kahramanının şu, ya da bu şekilde davranışları üzerinde, çevrenin büyük etki gösterdiği bir gerçek olarak kabul edilince, bu etkinin hangi bakımdan olduğunu ve kahramanın bu etki karşısında, davranışlarına nasıl bir yön verdiğini gösterebilmek için tasvire ihtiyaç vardır. Ancak tasvir yardımıyla, olayları kavrama gücümüz, nedenden sonuca doğru kayarak kişilerin psikolojik yapısına inebilir. Çünkü kişinin davranışları, çevresiyle sıkı sıkıya bağlantılıdır- Kişinin âdet ve örfler karşısındaki tutumunu, yani bunlar karşısındaki esaretini, ya da bağımsızlığını belli bir nedene bağlamak zorunu vardır. Bu sorunları ortaya koyacak ve bir sonuca bağlayacak şey, tasvirdir.
f) Realizmde, dramın ve olayın en aza inmesi :
Realizm, Neron, Napolyon gibi kişilerle ve bunların meydana getirdikleri çılgınlıklarla ilgilenmemiştir. Büyük maceralar, «önüne geçilmez tutkular realizmde yer bulmamıştır. Realist sanatçılar, daha çok çevrelerinin örf ve âdete bağlı yaşam koşullarına uymuş, zamanlarının ortak güçsüzlüklerini, düşüncelerini, tasalarını taşıyan önemsiz insanları ele almışlardır.
Dram, bir tutkuya bağlı olarak meydana gelen bir olaydır. Neron, Napolyon ve benzeri gibi kişiler, bir takım olayları kendi tutkularıyla yaratmışlardır. Halbuki önemsiz insanın yarattığı bir olay yoktur. O, çevresinin etkisiyle hareket eder. Çevresi onu nasıl sürüklerse o da öyle gider, öyleyse olay yaratmak, örf ve âdete aykırı bir davranıştır; bu nedenle yaratılmış olay, realist sanatçıya da konu olamaz. Çünkü bir insanın en- alımlı tarafı, tutkusunun ayaklandığı ve ruhsal bit bunalım içinde bocaladığı andaki olmasını istediği iş değildir. Onun en alımlı tarafı, belli bir davranışını gösteren her günkü alışkanlıklarıdır. Bu nedenledir ki realizm, doğrudan doğruya günlük yaşamanın içine girmiştir.
Realizm edebî üslûba çok büyük bir önem vermiş, anlatımın sağlam ve ölçülü olması için elden gelen çabayı esirgememiştir. Natüralistlerde olduğu gibi, kahramanı, bağlı bulunduğu sınıfın diliyle konuşturmamış, fikirlerin ve duyguların belirtilmesinde sözcüğün edebiyattaki değerinden faydalanmaya çalışmıştır. Zaten tasvire çok önem veren bir sanat anlayışının, çevre ile düşünce arasındaki bağıntıyı belirtebilmek için, özentili bir dil kullanacağı doğaldır. Bu böyle olmakla birlikte, dile felsefî bir anlatım niteliği verilmiş değildir. Anlatım açıktır.
Yukarda anlatılanlardan başka şunların da bilinmesinde yarar vardır:
1) Realist romanlarda, yazar, romanın dışında kalmıştır. Yani romantizmde olduğu gibi, yazar kendi kişiliğini, romanın kahramanına temsil ettirmemiştir. (Romantik eserin özünde, yazarının düşünceleri yaşar. Olay olduğu gibi değil, yazarın olmasını istediği şekilde meydana gelir. Romantik romanlarda çarpışan fikirler, yazarın kendi fikirleridir). Realist eserlerin ruhunda ve kahramanların kişiliklerinde sanatçıdan bir iz bulunmaz. Her şey nesnel ve belgelere bağlı bir görüşle işlenmiştir.
2.Esere hayal unsurlarını karıştırmak suretiyle onun örgüsünü gerçek dışı birtakım gereçlerle işlemek, sanatçıyı realizmin dışına iter. Realizmin karşısında hayalin hiç bir değeri yoktur. Çünkü hayal, gerçeğin düşmanıdır. Hayal her şeyi 'yumuşak bir havla örtmekte, gerçeğin sert yüzünü kapatmaya çalışmaktadır. Halbuki gerçek, çirkin de olsa, o haliyle görünmelidir.
3.Realizmde sanatın gerek ahlâk, gerek din ve gerekse sosyal bakımlardan hiç bir amacı yoktur. Yazan bir ahlâkçı olarak düşünmek yanlıştır. Çünkü onun yaptığı şey, sadece tarafsız bir gözlemdir. Onun için sanatçıyı, günlük yaşamın içine giren, orada ne varsa sanata çağıran bir kimse olarak düşünmelidir. Açık olarak ortaya konan bir şeyin çirkinliği varsa, bu, o şeye aittir.
Realizm, romantizme karşı bir tepkidir. Çünkü romantikler hayal gücüne dayanmışlar, yaşamı olduğu gibi görmekten kaçınmışlar, kendi isteklerine göre bir yaşam kurmaya çalışmışlardır. Halbuki yaşam, ne klâsiklerin akıcılığına göre şekil alıyor, ne de romantiklerin hayal kanatlarının üstünde uçuyor. Yaşam, kendi kanun ve düzenine göre, hiç kimsenin arzusuna boyun eğmeden kendi yatağında akıp gidiyor. Bu nedenlerledir ki realistler, yazarın, romanın yapısını meydana getiren olayları, kendi isteğine göre zorlayıp biçimlendiremeyeceğini savunmaktadırlar.
Realizm 1850 - 1880 yılları arasında ömür sürmüş bir edebî akımdır. Yaratıcıları Honore De Balzac, Tolstoy; karakterize edenler Flaubert, Goncourt Kardeşler, Alphonse Daudet ve Maupassant'dır. Bu arada E. Zola'yı da realistler arasına koyanlar vardır. E. Zola, realizmin kuruluşunda payı olmakla beraber, naturalist bir sanatçıdır.
- Önceki
- Sonraki >>