Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Realizm, olguculuğun (pozitivizmin) etkisi altın­da, hayali ve duyguyu yenme akımıdır.

Realizm, gerek akıl, gerek hayal yolundan eşyanın ve doğanın gerçeğine ulaşmanın mümkün olamayacağına inanmaktadır. Akim bulduğu ölçüler nesnel(objek­tif) değildir. Hayal ise zaten doğası bakımından gerçe­ğin zıttıdır. Bu nedenle insan kalbine ve toplum psikolo­jisine bu kanallardan girmek doğru olamaz. Çünkü ver­dikleri sonuç yanlıştır. O halde sanatta yapılması gere­ken şey, ilmin metotlarını kullanmaktır. Şimdi bunun na­sıl olacağını belirtmeye çalışalım:

a) Çevrenin insan üzerindeki etkisi:

Realistlere göre, çevrenin insan üzerindeki etkisi çok büyüktür. Toplumun gösterdiği akış, birey (fert) olarak yaşayan insanı, birtakım âdet ve örfleriyle baskı altında tutmaktadır. İnsanın, istese de istemese de top­lumun akışına uymak zorunda olduğu, bir gerçektir. O halde her şeyden önce sanatçı olayı, olayı yaratan kişi­lerin çevresini, iyi bir gözlemle tanımak zorundadır.

Çevremize bağlı maddî şeylerin insan üzerindeki et­kisi umursanmayacak şey değildir, örneğin düzenli bir eşya, insanın ruhunda bir rahatlık meydana getirir.

Bu böyle olmakla beraber, insanın da maddi çevre üzerinde etkileri vardır. Bir odadaki eşya düzeni ya da düzensizliği, sahibinin psikolojisindeki düzeni veya dağı­nıklığı göstermesi bakımından çok önemlidir. Ruhsal ba­kımdan dağınık olan bir kimsenin giyimiyle, rahatlık ve düzenlilik içinde bulunan bir kimsenin giyimi arasında büyük ayrılıklar vardır. Her ikisinin de giysileri, aynı ku­maştan aynı terzi eliyle yapılmış Olsa bile, giyimlerindeki ayrılık göze çarpar. Birisininki daha düzgün, ütülü ve temizken, ötekininki daha dağınık, lekeli ve ütüsüzdür. Bu giyiniş ayrılıkları, onların ruhsal bakımdan dağınık ya da toplu olduklarını gösterir.

Bu açıklamalardan şu çıkıyor ki realistler, klasikle­rin «Çevrenin ve eşyanın, İnsan davranışları üzerinde hiç bir etkisi yoktur.» şeklindeki düşüncelerine karşıdırlar.

Bu nedenle realistler, eşyadan iklime kadar her şe­yin insan psikolojisine etki yaptığım kabul ediyorlar. Onun için gerek çevrenin, gerek insanın dış yapısının tasvirine çok önem veriyorlar. Realistler, insanın dış ya­pısındaki önemli ayrılıkların, o insanın psikolojisinde bü­yük yankılar yapacağını kabul ediyorlar. Bir insanın çirkinliğinin, kaba yapılı oluşun , organlarındaki eksik­liklerin, onu, çeşitli davranışlara sürükleyeceğini ileri sü­rüyorlar. Bu bakımdan da dış yapının tarafsız tasviri çok önem taşıyor.

Kişinin de toplum üzerinde bir etkisi vardır. Sanat­çının bunu da görmesi ve karşılıklı olan bu etkinin şid­detini ve derecesini gerçek ölçüleriyle görmesi gerektir.

Sanatçı, belgelere dayanan bu görüşlerini tarafsız bir tasvirle ele almalı, tarafsız bir anlatımla onun ger­çekliğini ortaya koymalıdır.

b)Realizmde anketçilik:

Realistler, olayın doğruluğunu ve şaşmazlığını sağ­layabilmek için, o olayın nedenlerini anlamak amacıyla anket açmışlar, özellikle birçok kadınlardan hâtıra def­terleri istemişlerdir. Ayrıca samimi itiraflarını, bildiren mektup göndermelerini telkin etmişlerdir. Bu alandaki davranışlar bakmamdan Concourt'ların, Flaubert'in ha­tırdan çıkarılmaması gerekir. Alphonse Daudet'nin, ya­zacağı eserlere gereç hazırlamak bakımından tuttuğu ve sonradan, yayın alanına çıkan küçük not defterleri, her­kesçe bilinen bir şeydir. Yine Tolstoy'un bir muharebe­nin akışını, realist ve tarafsız bir görüşe bağlayabilmek için, günlerce at üstünde, elinde askerî harita olmak üze­re, muharebe meydanında dolaştığı herkesçe bilinir.

Bütün bunlar gösteriyor ki, realistler, olaylara ken­di hayallerinin arzusuna ve gücüne göre şekil vermiyor­lar, olayın çevresini kendileri görmeye çalışıyorlar. Bu nedenlerdir ki Flaubert'in Madame Bovary adındaki ro­manının gerek olayı, gerekse bu olayla ilgili kahramanla­rının tümü gerçektir. Yani Madame Bovary'nin olayı ol­muş bir olaydır, kahramanları da gerçekten yaşamış kimselerdir. İkincil olaylara, bunlara bağlı kişiler de gerçektir,

c)Realizmde karakter ve töre:

Realist bir sanatçı olduğu somadan anlaşılan ve bir­çok realist sanatçıya ışık tutan H. De Balzac ve Tolstoy, romantikler gibi karakter üzerinde durmuşlardır. Balzac'ın karakter yaratmaktaki dehası, 1800 - 1850 Fransa'­sını bütün canlılığıyla sanatta yaşatmıştır.

Goncourt Kardeşler'le bunlara paralel sanatçılar ise, karakter üzerinde durmamışlar, daha çok töreye bağlı kalmışlardır. Böylece realist sanatçılar arasında iki ay­rı görüş meydana gelmiştir. Bu iki ayrı görüşe bağlı sa­natçılardan töreciler, daha büyük önem kazanmış, realiz­mi gerçek anlamıyla bunlar temsil etmişlerdir.

Karakter, romantizmde de gördüğümüz gibi, bir in­sanı öteki insanlardan ayıran özelliklerdir. Yani birinin ruhsal davranışlarının ötekilerinkinden ayrılığı, onun karakterini meydana koyar.

Töre ise, bir insanın, belli bir sınıf insanlarıyla olan benzerliklerini belirtir. Tabiî bu sınıf, o insanın bağlı bu­lunduğu sınıftır.

Karakterle uğraşmak, yani onu tasvir etmek, kuv­vetli insanları belirtmek;, töreye bağlı kalmak da orta yetenekli insanları göstermek demektir.

Realizmde töreciler, buradan harekete geçerek yük­sek ve kuvvetli kişilerle ilgilenmemiş, daha çok silik ve aşırı özellikleri olmayan kişilerin yaşamlarını ele almış­tır, örneğin törecilerin gözünde Napolyon'un hiç bir de­ğeri yoktur. Buna karşılık küçük bir subay ve hatta er, büyük bir önem taşımaktadır.

d) Realizmde gözlem (müşahede):

Realistler, çevrenin çok kuvvetli ve nesnel bir göz­lemle incelenmesini isterler. Yalnız burada dikkat edile­cek nokta, bu gözlem, yazarın kişisel ölçülerine göre ol­mayacaktır. Çevrenin gözlemi, olayın içindeki kahramanın gözlemine bağlı kalacaktır. Yani eserin kahramanı, bulunduğu çevreyi nasıl ve hangi yönleriyle görüyorsa, yazar, .onun bu görünüşüne bağlı kalacak; kendi görüşü­ne göre o çevreyi tasvir etmekten şiddeti* kaçınacaktır. Çünkü çevrenin etkisi altında olayı yaratan kişinin ger­çek davranışlarım sanata gerçek olarak aktarmak, an­cak böyle bir tutumla mümkün olur.

e) Realizmde tasvirin önemi:

Realistler, tasvire, romantiklerden daha çok önem vermişlerdir. Yalnız tasvirin tarafsız olması şarttır. Ro­man kahramanının şu, ya da bu şekilde davranışları üzerinde, çevrenin büyük etki gösterdiği bir gerçek ola­rak kabul edilince, bu etkinin hangi bakımdan olduğunu ve kahramanın bu etki karşısında, davranışlarına nasıl bir yön verdiğini gösterebilmek için tasvire ihtiyaç var­dır. Ancak tasvir yardımıyla, olayları kavrama gücü­müz, nedenden sonuca doğru kayarak kişilerin psikolo­jik yapısına inebilir. Çünkü kişinin davranışları, çevre­siyle sıkı sıkıya bağlantılıdır- Kişinin âdet ve örfler karşı­sındaki tutumunu, yani bunlar karşısındaki esaretini, ya da bağımsızlığını belli bir nedene bağlamak zorunu vardır. Bu sorunları ortaya koyacak ve bir sonuca bağlayacak şey, tasvirdir.

f) Realizmde, dramın ve olayın en aza inmesi :

Realizm, Neron, Napolyon gibi kişilerle ve bunla­rın meydana getirdikleri çılgınlıklarla ilgilenmemiştir. Büyük maceralar, «önüne geçilmez tutkular realizmde yer bulmamıştır. Realist sanatçılar, daha çok çevreleri­nin örf ve âdete bağlı yaşam koşullarına uymuş, zamanla­rının ortak güçsüzlüklerini, düşüncelerini, tasalarını ta­şıyan önemsiz insanları ele almışlardır.

Dram, bir tutkuya bağlı olarak meydana gelen bir olaydır. Neron, Napolyon ve benzeri gibi kişiler, bir takım olayları kendi tutkularıyla yaratmışlardır. Halbu­ki önemsiz insanın yarattığı bir olay yoktur. O, çevresi­nin etkisiyle hareket eder. Çevresi onu nasıl sürüklerse o da öyle gider, öyleyse olay yaratmak, örf ve âdete ay­kırı bir davranıştır; bu nedenle yaratılmış olay, realist sanatçıya da konu olamaz. Çünkü bir insanın en- alımlı tarafı, tutkusunun ayaklandığı ve ruhsal bit bunalım için­de bocaladığı andaki olmasını istediği iş değildir. Onun en alımlı tarafı, belli bir davranışını gösteren her günkü alışkanlıklarıdır. Bu nedenledir ki realizm, doğrudan doğ­ruya günlük yaşamanın içine girmiştir.

Realizm edebî üslûba çok büyük bir önem vermiş, anlatımın sağlam ve ölçülü olması için elden gelen çaba­yı esirgememiştir. Natüralistlerde olduğu gibi, kahrama­nı, bağlı bulunduğu sınıfın diliyle konuşturmamış, fikir­lerin ve duyguların belirtilmesinde sözcüğün edebiyat­taki değerinden faydalanmaya çalışmıştır. Zaten tasvire çok önem veren bir sanat anlayışının, çevre ile düşünce arasındaki bağıntıyı belirtebilmek için, özentili bir dil kullanacağı doğaldır. Bu böyle olmakla birlikte, dile fel­sefî bir anlatım niteliği verilmiş değildir. Anlatım açıktır.

Yukarda anlatılanlardan başka şunların da bilinmesinde ya­rar vardır:

1) Realist romanlarda, yazar, romanın dışında kal­mıştır. Yani romantizmde olduğu gibi, yazar kendi kişi­liğini, romanın kahramanına temsil ettirmemiştir. (Ro­mantik eserin özünde, yazarının düşünceleri yaşar. Olay olduğu gibi değil, yazarın olmasını istediği şekilde meyda­na gelir. Romantik romanlarda çarpışan fikirler, yaza­rın kendi fikirleridir). Realist eserlerin ruhunda ve kah­ramanların kişiliklerinde sanatçıdan bir iz bulunmaz. Her şey nesnel ve belgelere bağlı bir görüşle işlenmiştir.

2.Esere hayal unsurlarını karıştırmak suretiyle onun örgüsünü gerçek dışı birtakım gereçlerle işlemek, sanatçıyı realizmin dışına iter. Realizmin karşısında ha­yalin hiç bir değeri yoktur. Çünkü hayal, gerçeğin düş­manıdır. Hayal her şeyi 'yumuşak bir havla örtmekte, gerçeğin sert yüzünü kapatmaya çalışmaktadır. Halbuki gerçek, çirkin de olsa, o haliyle görünmelidir.

3.Realizmde sanatın gerek ahlâk, gerek din ve ge­rekse sosyal bakımlardan hiç bir amacı yoktur. Yazan bir ahlâkçı olarak düşünmek yanlıştır. Çünkü onun yap­tığı şey, sadece tarafsız bir gözlemdir. Onun için sanat­çıyı, günlük yaşamın içine giren, orada ne varsa sana­ta çağıran bir kimse olarak düşünmelidir. Açık olarak ortaya konan bir şeyin çirkinliği varsa, bu, o şeye aittir.

Realizm, romantizme karşı bir tepkidir. Çünkü ro­mantikler hayal gücüne dayanmışlar, yaşamı olduğu gi­bi görmekten kaçınmışlar, kendi isteklerine göre bir ya­şam kurmaya çalışmışlardır. Halbuki yaşam, ne klâsikle­rin akıcılığına göre şekil alıyor, ne de romantiklerin ha­yal kanatlarının üstünde uçuyor. Yaşam, kendi kanun ve düzenine göre, hiç kimsenin arzusuna boyun eğmeden kendi yatağında akıp gidiyor. Bu nedenlerledir ki realist­ler, yazarın, romanın yapısını meydana getiren olayları, kendi isteğine göre zorlayıp biçimlendiremeyeceğini savunmaktadırlar.

Realizm 1850 - 1880 yılları arasında ömür sürmüş bir edebî akımdır. Yaratıcıları Honore De Balzac, Tols­toy; karakterize edenler Flaubert, Goncourt Kardeşler, Alphonse Daudet ve Maupassant'dır. Bu arada E. Zola'yı da realistler arasına koyanlar vardır. E. Zola, realiz­min kuruluşunda payı olmakla beraber, naturalist bir sanatçıdır.

SON EKLENENLER

Üye Girişi