ROMANTİZM
Romantizm, XVIII. yüzyılın ikinci yarısında, klasizme bir tepki olarak meydana gelmiştir. Romantizmin doğmasına, Fransa'daki siyasal çevre, sosyal dertler, rejim baskısı birer neden olmakla beraber, klasizmin sanatçıyı sıkan ve kavuran kuralcılığı önemli rol oynamıştır. Romantizm'e göre Klasizm, sanatçıyı kıskıvrak bağlamış, düşünce ufkunu daraltmış, yaratma gücünü frenlemiştir. Fransa'da devlet idaresinin, halk üzerindeki derinliğine baskısı almış yürümüş; vergiler, idamlar, sürgünler, rüşvetler, dalkavukluklar şirazesinden çıkmış; açlık ve perişanlık milletin ensesine çökmüş; insanlık haysiyeti kökünden kazınmaya başlamışken, klasizm, hâlâ kendi kuralları içinde ideal insanlığın peşinde koşuyordu.
Sanatçı, bir milletin özünden çıktığı gibi, sanat da o milletin olgularından doğar. Halbuki klasik sanatçılar, halka sırtlarını çevirmişler, aristokrat sınıfın inceliğine bağlı kalarak ruh kuyularının ağzına oturmuş, dibini gözetliyorlardı. Durum böyleyken romantik sanatçılar, sanatın ihtilâl bayrağını açtılar. Klasizmin 1660'dan beri sürüp gelen bütün kurallarını köklerinden söküp atmağa başladılar. Daha önce İngiltere ve Almanya'da başlayan bu hareket, Fransa'da hızlandı, genişliğine ve derinliğine gelişti.
Victor Hogo, Lamartine, Vigny, Dumas Pere, Musset, Georg Sand, Saint-Beuve gibi sanatçılar, birbirlerinden ayrı karaktere sahip olmalarına rağmen, büyük bir istek ve heyecan içinde, romantizmin binasını kurmaya çalıştılar. Victor Hugo'nun önderliğini yaptığı romantizmin temel niteliklerini, sırasıyla görelim:
a) Doğa (tabiât) sevgisi:
Romantizm, klasizmde olduğu gibi doğayı sadece aklın denetimine bağlı ruhsal davranışlar topluluğu olarak düşünmemiştir. O, Allah tarafından yaratılmış ne varsa hepsini doğanın içinde düşünmüş ve görmüştür. Dağlar, taşlar, denizler, eşyalar, hayvanlar ve insanlardan meydana gelen büyük kompozisyona gözünü çevirmiştir. Doğada ve yaşamda ne varsa korkusuzca sanata çağırmış, onların yapısından kendi anlayışına göre şekiller çıkarmıştır.
b) Hıristiyanlık duygusu:
Romantizm, Hıristiyanlığa klâsikler gibi dogmatik gözle bakmamış, onun- şiire çok uygun düşen lirizmini kendi içinde duymaya çalışmıştır. Akim koymuş olduğu din kurallarını bir kenara itmiş, Hıristiyanlığın içine, duygu kanalıyla girmiştir. Çünkü bu din, bütün insanlara ıstırabı, yaşamın ayrılmaz bir parçası olarak gösteriyor, buna tahammül etmenin sırlarını haber veriyordu. Hıristiyanlığa göre insanda iki varlık bulunmaktadır:
1.Ölümlü olan vücut varlığı,
2.Ölümsüz olan ruh varlığı.
Ölümlü olan vücut varlığı, tutkuların ve iştahların esiri olan varlıktır ki yok olmaya ve çürümeye mahkûmdur. O, dinsel mitolojiye göre topraktan gelmiş, anası olan toprağa dönmek zorundadır.
Ölümsüz olan ruh varlığı ise, hayallerin ve heyecanların kanatları üstünde göğe doğru çekiliş halindedir..
Bu iki varlık arasındaki zıtlık, dramın orta direği oluyor. Yaşamda sanatçının içine akan ıstırap, avuntusunu yaşayan varlıkta buluyor ve ruhun derinliklerinde ilâhî bir yüz kazanıyordu. Hıristiyanlıktaki lirizm, şiirdeki lirizmle bir ahenk meydana getiriyor, böylece bir iman halinde ruhlara akıyordu.
c) Karşıtlık (Zıtlık):
Romantizm, doğada ve yaşamda birbirine karşıt ne kadar şey varsa, hepsini sanata getirmiştir. Sanatın gücü de bu karşıtlığa dayanmaktadır.
Gerçek aşkla fahişelik; başkalarını düşünmekle bencilik;. ilkbaharla sonbahar; ilk aydınlık (fecir) la akşam karanlığı gibi karşıtlıklar romantizmde yer "tutmuştur.
d)Karakter:
Klasizmde esas olan karakter değil Tip'ti. Romantizm, bunun tam tersine, karakteri esas olarak kabul etmiştir. Bir kimsenin başkalarınınkine benzeyen dış yapısı, romantikler için en alımlı tutamak olmuş, klasiklerin zıttına olarak kuvvetli tasvirlerle sanata getirilmiştir. İçgüdülere bağlı olan davranışlar, romantizmde öne çıkmış, derinliğine tasvirlerle insanların ruhsal ayrılıkları belirtilmiştir. Kişilik, bütün insanları birleştiren akıldan değil, insandan insana değişen ve her insanın özüne göre şekil alan duygudan gelir.
e)Marazîlik (hastalıkla ilgilik):
Romantizmin niteliklerinden birisi de marazı oluşudur. Yani hastalıkla ilgili bir edebiyattır. Bu şu demektir : Romantik sanatçılar, daha çok san renkten hoşlanmışlar, gözlerini bu renk üzerinde dinlendirmişlerdir. Yeşil yapraktan çok sonbaharın dökülen sarı yapraklan; seherden çok akşamın sarı ufku; aydınlıktan çok gölge; ateşli bir dudaktan çok veremli bir göğüs romantik sanatçılara daha uygun gelmiş ve bir melankoli içinde bu konuları işlemişlerdir.
Bu edebiyatın marazî oluşundaki nedenlerden biri de Fransa'daki büyük kanlı ihtilâlın birtakım felâketler içinde kaybolması ve bir yangın yeri gibi hiçlik göstermesidir. Ümidi kırılan sanatçı, avuntusunu doğada bulmuş, göl ve nehir kenarlarına çekilerek bazan içini dinlenmiş, bazan da doğanın canlılığından yaşam bulmağa çalışmıştır. Bu nedenle romantik eserlerin duygusal yönü çok güçlü olmuştur.
f)Dramatik oluş:
Romantizme göre, her şey, sonsuz bir yokluğa doğru gitmektedir. Şimdi olan biraz sonra yoktur. Bir bakışıyla birçok gönülleri içinden sarsan gözler, ateşli öpüşleriyle sinirlere ateş salan dudaklar, zamanla ferlerini ve ateşlerini kaybediyorlar; bütün güçleriyle yaşamın dallarına tutunsalar bile, yine dermanları tükeniyor, tutundukları dallan bırakmak zorunda kalıyorlar. Birtakım saltanatlar, çılgınca aşklar, feryatlar, isyanlar, zindanlar, kur-tuşlar, sevinçler vb... durmadan yokluğa doğru akıp gidiyorlar. Bütün bunlar, sanatçıyı düşündürüyor ve yaşamı büyük bir dram olarak onun karşısına dikiliyor. Zaten Hıristiyanlık, insanı, ölümlü ve ölümsüz iki varlığa ayırmakla dramın sahnesini kurmuş bulunuyordu.
g)Ulusal tarih ve yerli renk:
Romantik sanatçılar, klasiklerin tersine, Ortaçağ'a dönmüşler, derebeylerin ve şövalyelerin tutkularım, esrarlı şato eğlencelerini, korkunç zindanlarını, türlü entrikalarını, cellâtlarım, ögünçlü öğünçsüz yaşantılarının tümünü sanatın içine doldurmuşlardır. Bunlardan başka, olayın geçtiği yerin ve zamanın bütün renkleri, kuvvetli tasvirler içinde romantik sanatı süslemiştir.
h)Tasvircilik:
Klasizm, tasvire önem vermemiş, onu, hayallerin anlatımına yarayan bir araç olarak görmüştür. Akim karşısında hayalin yeri olamayacağından, onun anlatım aracı olan tasviri de sanata sokmamıştır. Romantikler tasvire sıkı sıkıya sarılmışlar, anlatımın en güçlü nitelikleri arasına koymuşlardır. Çünkü karekterin çiziminde tasvirin sihirli kudretine şiddetle ihtiyaç vardı. Bu bakımdan romantikler, ruh çözümlemelerine ve dış portrelere çok önem vermekle birlikte, olayların zembereğini gösterebilmek için onun derinliğine inişlerde tasviri merdiven olarak kullanmışlardır. Bu nedenle anlatım güç, sanat da renk kazanmıştır.
ı) Doğanın sahneye girmesi:
Klasizm yere ve zamana önem vermediği için, sahnede dekor diye bir tasaya düşmemiştir. Hattâ dekor, eserin ruhunu bozar, korkusuna kapılmıştır.
Romantikler bunu böyle düşünmemişler, doğayı olayın ayrılmaz bir parçası saymışlar, bir nehir ya da göl kenarım, sahneye konunun dekoru olarak getirmekle beraber, âdetler örfler ve giyimler tiyatroda önem kazanmıştır.
i) Romantizmde dil:
Romantizmde nasıl iyi kötüyle, güzel çirkinle yan-yana yaşayacaksa, dilde de bir sınırlama olmayacaktır. Nasıl doğa ve yaşam, olduğu gibi sanatın kapısından rahatça giriyorlarsa, bir dildeki her biri bir fikrin anlatıcı sı olan bütün sözcüklerin de sanata girmelerinde bir sakınca yoktur. Şu halde güzel ve çirkin sözcük diye bir ayrım yapılamaz. Eğer bir şeyi, sanat, gereç olarak kullanmışsa, o şey kötü değildir. Bu görüşe bağlı olarak her türlü fikir ve duyguyu anlatmada gerekli olan sözcük, romantizmin dilinde yer almış; anlatım, konunun karakterine göre daha renkli duruma gelmiştir. .
Romantizmin bu nitelikleri yanında şunların da bilinmesi gerektir:
Romantizm ilk denemelerini tiyatro alanında yapmış, daha sonra romana dönmüştür. Bu arada şiir de kendi yerini korumuştur, Victor Hugo, Hernani adındaki tiyatrosunu yazıp sahneye koyduğu zaman, klâsik sanatçılarla romantik sanatçılar arasında önemli bir çatışma oldu. Buna edebiyat dünyasında Hernani Savaşı denir. Bu çatışmada romantizm, klâsizme karşı, sanatın bağımsızlık bayrağını açmış oldu.
Romantizm, roman alanında daha çok eser verdi ve daha büyük basan elde etti.
Romantizmde yukarıda söylendiği gibi karşıtlar çarpıştırılmıştır. Örneğin büyük bir vatanseverle vatansız bir adan, canavar ruhlu bir evlâtla müşfik bir anne, esen( sıhhatli) bir vücudun kahramanlarıyla veremli bir göğsün iniltileri romantik eserlerde çarpıştırılmıştır.
Romantizm, alt basamaktaki halka hitap etmemiş, konularını bunlardan almamış, daha çok orta sınıfla yukarı sınıfın çatışma ve uğraşılarından seçmiştir. Anlatım, klasizme göre daha ağır ve daha sanatlıdır, üslûp özentili ve şairane tasvirlerle süslüdür.
- Önceki
- Sonraki >>