Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

ROMANTİZM

Romantizm, XVIII. yüzyılın ikinci yarısında, klasiz­me bir tepki olarak meydana gelmiştir. Romantizmin doğmasına, Fransa'daki siyasal çevre, sosyal dertler, re­jim baskısı birer neden olmakla beraber, klasizmin sa­natçıyı sıkan ve kavuran kuralcılığı önemli rol oynamış­tır. Romantizm'e göre Klasizm, sanatçıyı kıskıvrak bağ­lamış, düşünce ufkunu daraltmış, yaratma gücünü frenlemiştir. Fransa'da devlet idaresinin, halk üzerindeki derin­liğine baskısı almış yürümüş; vergiler, idamlar, sürgün­ler, rüşvetler, dalkavukluklar şirazesinden çıkmış; açlık ve perişanlık milletin ensesine çökmüş; insanlık haysiye­ti kökünden kazınmaya başlamışken, klasizm, hâlâ ken­di kuralları içinde ideal insanlığın peşinde koşuyordu.

Sanatçı, bir milletin özünden çıktığı gibi, sanat da o milletin olgularından doğar. Halbuki klasik sanatçılar, halka sırtlarını çevirmişler, aristokrat sınıfın inceliğine bağlı kalarak ruh kuyularının ağzına oturmuş, dibini gö­zetliyorlardı. Durum böyleyken romantik sanatçılar, sana­tın ihtilâl bayrağını açtılar. Klasizmin 1660'dan beri sü­rüp gelen bütün kurallarını köklerinden söküp atmağa başladılar. Daha önce İngiltere ve Almanya'da başlayan bu hareket, Fransa'da hızlandı, genişliğine ve derinliğine gelişti.

Victor Hogo, Lamartine, Vigny, Dumas Pere, Musset, Georg Sand, Saint-Beuve gibi sanatçılar, birbirlerinden ayrı karaktere sahip olmalarına rağmen, büyük bir is­tek ve heyecan içinde, romantizmin binasını kurmaya çalıştılar. Victor Hugo'nun önderliğini yaptığı romantiz­min temel niteliklerini, sırasıyla görelim:

a) Doğa (tabiât) sevgisi:

Romantizm, klasizmde olduğu gibi doğayı sadece ak­lın denetimine bağlı ruhsal davranışlar topluluğu olarak düşünmemiştir. O, Allah tarafından yaratılmış ne varsa hepsini doğanın içinde düşünmüş ve görmüştür. Dağlar, taşlar, denizler, eşyalar, hayvanlar ve insanlardan mey­dana gelen büyük kompozisyona gözünü çevirmiştir. Do­ğada ve yaşamda ne varsa korkusuzca sanata çağırmış, onların yapısından kendi anlayışına göre şekiller çıkar­mıştır.

b) Hıristiyanlık duygusu:

Romantizm, Hıristiyanlığa klâsikler gibi dogmatik gözle bakmamış, onun- şiire çok uygun düşen lirizmini kendi içinde duymaya çalışmıştır. Akim koymuş olduğu din kurallarını bir kenara itmiş, Hıristiyanlığın içine, duy­gu kanalıyla girmiştir. Çünkü bu din, bütün insanlara ıs­tırabı, yaşamın ayrılmaz bir parçası olarak gösteriyor, buna tahammül etmenin sırlarını haber veriyordu. Hıris­tiyanlığa göre insanda iki varlık bulunmaktadır:

1.Ölümlü olan vücut varlığı,

2.Ölümsüz olan ruh varlığı.

Ölümlü olan vücut varlığı, tutkuların ve iştahların esiri olan varlıktır ki yok olmaya ve çürümeye mahkûm­dur. O, dinsel mitolojiye göre topraktan gelmiş, anası olan toprağa dönmek zorundadır.

Ölümsüz olan ruh varlığı ise, hayallerin ve heyecan­ların kanatları üstünde göğe doğru çekiliş halindedir..

Bu iki varlık arasındaki zıtlık, dramın orta direği oluyor. Yaşamda sanatçının içine akan ıstırap, avuntusu­nu yaşayan varlıkta buluyor ve ruhun derinliklerinde ilâhî bir yüz kazanıyordu. Hıristiyanlıktaki lirizm, şiirde­ki lirizmle bir ahenk meydana getiriyor, böylece bir iman halinde ruhlara akıyordu.

c) Karşıtlık (Zıtlık):

Romantizm, doğada ve yaşamda birbirine karşıt ne kadar şey varsa, hepsini sanata getirmiştir. Sanatın gü­cü de bu karşıtlığa dayanmaktadır.

Gerçek aşkla fahişelik; başkalarını düşünmekle bencilik;. ilkbaharla sonbahar; ilk aydınlık (fecir) la akşam karanlığı gibi karşıtlıklar romantizmde yer "tutmuştur.

d)Karakter:

Klasizmde esas olan karakter değil Tip'ti. Roman­tizm, bunun tam tersine, karakteri esas olarak kabul et­miştir. Bir kimsenin başkalarınınkine benzeyen dış ya­pısı, romantikler için en alımlı tutamak olmuş, klasikle­rin zıttına olarak kuvvetli tasvirlerle sanata getirilmiş­tir. İçgüdülere bağlı olan davranışlar, romantizmde öne çıkmış, derinliğine tasvirlerle insanların ruhsal ayrılıkları belirtilmiştir. Kişilik, bütün insanları birleştiren akıldan değil, insandan insana değişen ve her insanın özüne gö­re şekil alan duygudan gelir.

e)Marazîlik (hastalıkla ilgilik):

Romantizmin niteliklerinden birisi de marazı oluşu­dur. Yani hastalıkla ilgili bir edebiyattır. Bu şu demek­tir : Romantik sanatçılar, daha çok san renkten hoşlan­mışlar, gözlerini bu renk üzerinde dinlendirmişlerdir. Yeşil yapraktan çok sonbaharın dökülen sarı yapraklan; seherden çok akşamın sarı ufku; aydınlıktan çok gölge; ateşli bir dudaktan çok veremli bir göğüs romantik sa­natçılara daha uygun gelmiş ve bir melankoli içinde bu konuları işlemişlerdir.

Bu edebiyatın marazî oluşundaki nedenlerden biri de Fransa'daki büyük kanlı ihtilâlın birtakım felâketler için­de kaybolması ve bir yangın yeri gibi hiçlik göstermesi­dir. Ümidi kırılan sanatçı, avuntusunu doğada bulmuş, göl ve nehir kenarlarına çekilerek bazan içini dinlenmiş, bazan da doğanın canlılığından yaşam bulmağa çalışmış­tır. Bu nedenle romantik eserlerin duygusal yönü çok güçlü olmuştur.

f)Dramatik oluş:

Romantizme göre, her şey, sonsuz bir yokluğa doğ­ru gitmektedir. Şimdi olan biraz sonra yoktur. Bir bakışıyla birçok gönülleri içinden sarsan gözler, ateşli öpüşleriyle sinirlere ateş salan dudaklar, zamanla ferlerini ve ateşlerini kaybediyorlar; bütün güçleriyle yaşamın dalla­rına tutunsalar bile, yine dermanları tükeniyor, tutunduk­ları dallan bırakmak zorunda kalıyorlar. Birtakım salta­natlar, çılgınca aşklar, feryatlar, isyanlar, zindanlar, kur-tuşlar, sevinçler vb... durmadan yokluğa doğru akıp gi­diyorlar. Bütün bunlar, sanatçıyı düşündürüyor ve yaşamı büyük bir dram olarak onun karşısına dikiliyor. Zaten Hıristiyanlık, insanı, ölümlü ve ölümsüz iki varlığa ayır­makla dramın sahnesini kurmuş bulunuyordu.

g)Ulusal tarih ve yerli renk:

Romantik sanatçılar, klasiklerin tersine, Ortaçağ'a dönmüşler, derebeylerin ve şövalyelerin tutkularım, es­rarlı şato eğlencelerini, korkunç zindanlarını, türlü entri­kalarını, cellâtlarım, ögünçlü öğünçsüz yaşantılarının tü­münü sanatın içine doldurmuşlardır. Bunlardan başka, olayın geçtiği yerin ve zamanın bütün renkleri, kuvvetli tasvirler içinde romantik sanatı süslemiştir.

h)Tasvircilik:

Klasizm, tasvire önem vermemiş, onu, hayallerin an­latımına yarayan bir araç olarak görmüştür. Akim kar­şısında hayalin yeri olamayacağından, onun anlatım ara­cı olan tasviri de sanata sokmamıştır. Romantikler tas­vire sıkı sıkıya sarılmışlar, anlatımın en güçlü nitelik­leri arasına koymuşlardır. Çünkü karekterin çiziminde tasvirin sihirli kudretine şiddetle ihtiyaç vardı. Bu ba­kımdan romantikler, ruh çözümlemelerine ve dış portre­lere çok önem vermekle birlikte, olayların zembereğini gösterebilmek için onun derinliğine inişlerde tasviri mer­diven olarak kullanmışlardır. Bu nedenle anlatım güç, sanat da renk kazanmıştır.

ı) Doğanın sahneye girmesi:

Klasizm yere ve zamana önem vermediği için, sah­nede dekor diye bir tasaya düşmemiştir. Hattâ dekor, eserin ruhunu bozar, korkusuna kapılmıştır.

Romantikler bunu böyle düşünmemişler, doğayı ola­yın ayrılmaz bir parçası saymışlar, bir nehir ya da göl kenarım, sahneye konunun dekoru olarak getirmekle be­raber, âdetler örfler ve giyimler tiyatroda önem kazan­mıştır.

i) Romantizmde dil:

Romantizmde nasıl iyi kötüyle, güzel çirkinle yan-yana yaşayacaksa, dilde de bir sınırlama olmayacaktır. Nasıl doğa ve yaşam, olduğu gibi sanatın kapısından ra­hatça giriyorlarsa, bir dildeki her biri bir fikrin anlatıcı sı olan bütün sözcüklerin de sanata girmelerinde bir sa­kınca yoktur. Şu halde güzel ve çirkin sözcük diye bir ayrım yapılamaz. Eğer bir şeyi, sanat, gereç olarak kul­lanmışsa, o şey kötü değildir. Bu görüşe bağlı olarak her türlü fikir ve duyguyu anlatmada gerekli olan sözcük, romantizmin dilinde yer almış; anlatım, konunun karak­terine göre daha renkli duruma gelmiştir. .

Romantizmin bu nitelikleri yanında şunların da bilinmesi gerektir:

Romantizm ilk denemelerini tiyatro alanında yap­mış, daha sonra romana dönmüştür. Bu arada şiir de kendi yerini korumuştur, Victor Hugo, Hernani adındaki tiyatrosunu yazıp sahneye koyduğu zaman, klâsik sanat­çılarla romantik sanatçılar arasında önemli bir çatışma oldu. Buna edebiyat dünyasında Hernani Savaşı denir. Bu çatışmada romantizm, klâsizme karşı, sanatın bağım­sızlık bayrağını açmış oldu.

Romantizm, roman alanında daha çok eser verdi ve daha büyük basan elde etti.

Romantizmde yukarıda söylendiği gibi karşıtlar çarpıştırılmıştır. Örneğin büyük bir vatanseverle vatansız bir adan, canavar ruhlu bir evlâtla müşfik bir anne, esen( sıhhatli) bir vücudun kahramanlarıyla veremli bir göğsün iniltileri romantik eserlerde çarpıştırılmıştır.

Romantizm, alt basamaktaki halka hitap etmemiş, konularını bunlardan almamış, daha çok orta sınıfla yu­karı sınıfın çatışma ve uğraşılarından seçmiştir. An­latım, klasizme göre daha ağır ve daha sanatlıdır, üs­lûp özentili ve şairane tasvirlerle süslüdür.

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi