Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 SEZİGİCİLİK AKIMI - HENRİ BERGSON

        20. yy.ın kendine özgü bir filozofu olan Henri Bergson (Paris,18.10.1859 - Paris, 4.11941) 1889 yılında “Essai sur tes données immédiates de ta conscience” (Bilincin Doğrudan Verileri Üstüne Deneme) adlı kitabıyla doktorasını verdi. Öteki önemli yapıtları ise şunlardır: “Matière et Mémoire, essai sur ta retation du corps à l’esprit 1896” (Madde ve Bellek, Bedenin Zihinle İlişkisi Üstüne Deneme); komiğin anlamını ele aldığı “Le Rire, 1900” (Gülme); biyolojik yaşamın doğasını incelediği “L’Evolution créatrice 1907” (Yaratıcı Evrim); “Réflexions sur te temps, l’espace et ta vie, 1920” (Zaman, Uzay ve Yaşam Üstüne Düşünceler); görelilik kuramı üzerinde durduğu “Durée et simultan A propos de la théorie d’Einstein, 1922” (Süre ve Eşzamanlılık, Enstein’ın Kuramı Üstüne); “Les deux sources de la morale et de ta religion, 1932” (Dinin ve Ahlakın İki Kaynağı); bilincin bedenden bağımsız olduğu konusundaki tezini savunmak amacıyla yazdığı çeşitli denemeler ve verdiği konferansları içeren “Energie spirituelle, 1919” (Zihinsel Enerji); metafiziğini en iyi açıklayan metinlerin bulunduğu “La pensée et le nouvant, 1934” (Düşünce ve Devingen.)

       Sistemini kurmaya girişmeden önce Bergson, ampirizmi, rasyonalizmi ve rölativizmi yeniden gözden geçirir ve bu dizgelere karşı çıkar; bunun yanında Darwincilik, Lamarckçılık ve entelektüalizmi de eleştirir. Onun öğretisi, gerçekçilikten yalnızca katı cisimleri; düşünceden yalnızca kavramları, bilinçten de yalnızca biçimi göz önünde tutan görüşleri, yani deneyciliği, usçuluğu ve göreciliği bir yana bırakarak, hem zekânın bir eleştirisini, hem de insan deneyinin başlangıcını sezgiyle kavramaya yönelik bir yöntemdir. Psikolojik bir temele dayanan Bergsoncu sezgi, gerçekçiliğin eklemlenmeleri ve farklılaşmaları üzerinde önemle durur ve sıçramalarla ilerler. Bu gerçeklik, öğelerin birbirine eklenmesinin bir sonucu olmayan ve geliştikçe bireylere bölünerek ortaya çıkan bir gerçekliktir. Bergson’a göre eşya, bu çeşit bir eklemlenmenin sonucudur. Terimleri iç içe giren bir art arda geliş ve niteliksel bir ilerleme olan süre (durée), Bergson’a göre, bireysel ya da toplumsal yaşamı koruma zorunluluklarının gözden kaybettirdiği ve düşüncede yeniden ele geçirilen salt dolayımsızlıktır.

Bergson’a göre bilimler kendi içlerinde büyük ve ciddi bir yetersizliğe ve eksikliğe sahipler. Çünkü onlar hiçbir zaman evrenin tam ve upuygun bir görünümünü yansıtamamaktadırlar.  Örneğin bilimsel devinim kavramı temelden tutarsızdır. Bu yüzden bilimler bazı öteki disiplinler tarafından tamamlanmayı gereksinirler. Bu tamamlayıcı disiplinin metafizik olduğu söylenebilir; ancak klasik metafizik de bilimler gibi zihnin bir yaratısı olduğundan tıpkı onlar gibi aynı yetersizlikle özürlüdür. Klasik metafizikler varlığı en son temel olarak, oluşu da (değişme) onun bir türevi olarak görürler. Böylece onlar ne zamanı, ne de değişmeyi anlayabilirler. Metafiziğin kurmaları da (Demokritos ‘un yok edilemeyen atomları, Platon’un öncesiz ve sonrasız formları, Kant’ın değişmez kategorileri gibi) tıpkı bilimlerin konstrüksiyonları gibi yetersizdir ve evreni betimlemekten uzaktır. Bergson’a göre, klasik metafiziğin yanlış olarak varsaydığı ya da sandığı bir başka nokta da, her şeyi kuşatan, kavrayan bir “dizge” nin, içinde yalnız edimsel (aktüel) olanı değil, fakat aynı zamanda olanaklı (possible) olanı da bulunduran bir dizgenin kurulabileceğine olan inançtır. Bu metafizikçilere göre “edimsellik alanı”nın ötesinde ve üstünde bir “olanaklılık alanı” yer almaktadır. Olanaklılıklara inanma ise, varlığın, zihnin bir illüzyonu olduğu kanısından kaynaklanmaktadır. Klasik metafizikçiler buna benzer bir sürü sözde problemler üretmişlerdir. Bu durum karşısında Bergson, metafiziği yeniden tanımlamaya, belirlemeye girişti ve ona yeni bir yöntem kazandırdı: Zihni (intellect) kullanma yerine, sezgiyi (intuition) kullanma. İşte “Metafiziğe Giriş” adlı yapıtının ana konusu budur. Bergson, bu düşüncelerini geliştirerek daha sonra şöyle bir sonuca varır; sezgi, yalnızca salt gerçekliğin (hakikatin) bilgisini sağlar; zihin ise yalnızca görünüşlerin bilgisiyle sınırlandırılmıştır. Buradan da şu sonuç çıkar; metafizik, doğa bilimlerinin üstünde bir disiplindir. Gerçekten de felsefe açısından bakıldığında bilimler, bilme bakımından, cognitiv olarak değersizdirler; çünkü onlar salt gerçeklik hakkında hiçbir şey söyleyemezler. Bu yüzden Bergson’a göre, metafizik ile bilimler eşgüdümlü olmalı, birbirine koşut biçimde ayarlanmalıdır ve değerce de eşit olmalıdır. Çünkü her ikisi de salt gerçeklik alanı ile ilgilidir; bilimler, madde planıyla; metafizik ise tin alanıyla ilgilenir. Dahası her alanın elde ettiği bilgi, sınırsız bir yayılıma da sahiptir ve ideal bir sınırda birbirleriyle bütünleşebilirler. Bergson’un amacı bilimin denetlenmesine kendisini adayacak ve bilimin ilerlemesinde kendisini yetkili söz sahibi kılacak bir felsefeyi formüle etmek suretiyle felsefe disiplininin bilimle ortak bir sınıra sahip olmasını sağlamaktı. Sezgi yöntemini benimseyen metafizik, böylece bilimlere, sürüp gitme, oluş, hatta evrim hakkında doğru bilgi ve veri sağlayarak, bilimlere eklemlenip onları tamamlamış olacaktır.


      Bergson felsefesinde temel sorun “zaman” kavramıdır. Zaman genellikle ölçülen ya da ölçülebilen süre, uzaysal boyutları olmayan sürem demektir ve olayların birbirini izlediği sonsuz bir ortam olarak düşünülen soyut, temel bir kavramdır. Ona göre eski felsefenin anladığı bu türde bir zaman, bilimin ölçülebilen bir uzayı (mekân) olarak nitelediği olgudur. Oysa böyle bir görüş zaman kavramının içerdiği sorunu çözmeye yetmez. Örneğin Kant’ta “zaman”, bütün sezgiler için temel işlevi gören zorunlu bir tasarımdır. Genel olarak fenomenlerden (görüngülerden) zamanı dışlamak olanaksızdır, ama zaman içinde görüngüleri pekalâ soyutlayabiliriz.Demek oluyor ki zaman apriori olarak vardır; görüngüler ancak mekân içinde gerçeklik kazanırlar. Tüm görüngüler ortadan kalkabilir ama zamanın kendisi, görüngülerin genel olarak koşulu olmak bakımından, asla ortadan kaldırılamaz. Kant’ a göre, mekân  ve zaman deneyin iki ayrı türüne aittirler. Mekân yalnızca dışduyuyu (sinnlichkeit) etkileyen şeyi verdiği için, Kant’ta zaman, mekâna oranla bir ayrıcalığa sahiptir. Bu yüzden zaman, genel olarak bütün görüngülerin apriori biçimsel koşuludur. Kant, zamanı, katışıksız sezgi olarak, içduyu verilerine özgü hale getirmekle, gerçekte zamanın hakiki sezgi kipi olarak gelişebileceği alanı genişletmiş oldu (Kant, Kritik der reinen Vernunft, I, I). Demek ki Newton’un saltık zaman ve uzayın metafizik biçimler olduğu görüşünden etkilenen Kant’a göre zaman bir kavram değil, görünün (anschauung) apriori biçimidir. Olgular ancak bu apriori biçim içinde gerçeklik kazanırlar. Bir başka deyişle görünün apriori biçimi anlamında zaman, olguların olanaklılığının koşuludur.

Bergson’a göre zaman ise, insan bilincinin bir oluşumu ve yaratıcı gelişimidir. Bu nedenle insan bilincinin dışında değil, gelişim süreci içindedir. İnsan bilinci ise belleğin oluşturduğu ayrı bir varlıktır. Belleğin kökeni de geçmişin şimdiki sürede uzamasıdır. Bellek bu özelliği yüzünden, durağan değildir; geçmişten bugüne doğru uzayan kesintisiz bir akıştır. Nitekim insanın bilinçli varlığının özünü, geçmişin şimdiki sürede uzaması demek olan bellek kurar, geçmişin geriye dönmesi söz konusu değildir. Zaten deney de bunu doğrudan doğruya göstermektedir. Bergson’da zaman, hakiki ve psikolojik zaman ile matematiksel zaman olmak üzere ikiye ayrılır; matematiksel zamanın çevirimi uzayda, hakiki ve psikolojik zamanın çevirimi ise bilinçte gerçekleşir.

(…..)


20. Yüzyıl Düşünce Akımları- Nejat Bozkurt- Morpa Kültür Yayınları-2003

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi