PARNASİZM
(Les Parnassiens)
Parnasse eski Yunan mitologyasında geçen çok yüksek bir dağdır. Efsaneye göre burası, güzellik ve sanat ilâhı Apollon'un ve ona ilham veren perilerin (Nympha'lar) durağıdır. 1860-1885 yılları arasında yeni bir akım meydana getiren Fransız şairleri, biraz da eski Yunan zevkine ve Apollon'un kusursuz güzelliğine bağlılıklarını anlatmak için kendilerine Parnassien adını seçmişlerdir.
Parnas ekolünü hazırlayan sosyal sebepler, Realizm'de gördüklerimize az çok benzemektedir. Realistlerdin romanda yaptığını, Parnasçılar şiirde yapmışlardır. Zaten bu iki akım, birbirlerine paralel olarak aynı zamanlarda belirmiş ve yaşamıştır. Benzeşen yanları Romantizm'e karşı ve Pozitivizm'e bağlı bulunmalarıdır. Ancak, şiir ile romanın üslûp, amaç ve nitelikleri tamamıyla değişik olduğu için Parnasçılar'ın tıpatıp Realist ilkelere bağlandıkları söylenemez. Birleştikleri nokta, özellikle şekil ve üslûp yetkinliğidir.
Şiir sanatına bağlı bir akım olan Parnas ekolünün estetik görüşleri de ancak şiiri ilgilendirir.
Parnasçılar'ı Romantiklerden ayıran önemli fark, tıpkı Realistler gibi, şiirin bir amacı olmasını reddedip "Sanat, sanat içindi?' ilkesine sımsıkı bağlanmalarıdır. Onlarca kurulmuş bir sistem değildir bu; şairin kadere boyun eğmesidir. Çünkü hayat çetin ve bayağıdır. Bahtımız karanlıktır, bizi teselli edebilecek tek şey güzelliktir. Sanat, her zaman değişen felsefî görüşleri, ahlâkî düşünceyi ve bir takım öğütleri, tutkuları "gevelemekken vazgeçmedikçe güzelliğe erişemez. Sanatın tek amacı, güzellik ve yetkinliktir. Üslûpta tam yetkinliğe, mükemmele ulaşmak isteyen şair, "anlayışsız ve sefil" kalabalıktan kendini sıyırmak ve her zaman güzeli tercih etmelidir. Bu akımın üstadı olan Leconte de Ldsle, "Büyük bir sanat eseri, milyonlarca siyasî makaleden daha değerlidir.” diyordu. Bu yüzden millî ve sosyal meselelere bağlı şiir temalarından kaçıyor "antik" (eski zevke bağlı) seçkinler zümresine seslenmeğe çalışıyorlardı. Böylece Romantiklerin halka yaklaştırdıkları şiir, yeniden fildişi kuleye çekiliyordu. Türk edebiyatında Servet-i Fünuncular'ın sanat için sanat ilkesine sımsıkı bağlanmalarının önemli bir sebebi de Parnasçılar'a özenmiş bulunmalarıdır.
Parnasçılar'ın Romantizm'e bir başka tepkileri, yeni ve özel bir Klasisizm'e dönmek isteyişleridir. Hıristiyan dinine ve millî duygulara önem vermedikleri için yeniden pagan (putçu) çağlara, Yunan ve Lâtin mitologyasına eğildiler. Onunla kalmayarak doğu'nun, Hind'in ve İskandinavya'nın efsanelerini şiire yansıtmaya çalıştılar. Bu halleriyle hem Klâsik hem Romantik sayılacak tarzda şiir ufkunu genişlettiler.
Romantizm'in içli ve samimi şiir (la poesie intime) ilkesinin karşısına Parnasçılar saf şiir (la poesie püre) ilkesini çıkardılar. Romantik lirizmi, coşkunluğu, hisliliği, kapalı derin duygular söylemeyi reddederek akla seslenen açık ve bilhassa üslûbuna çok özenilmiş şiiri savundular.
Romantizm'in duygu, hayâl, mecaz ve ahenk gibi muhteva unsurlarını çok geliştirdikleri halde biçime büyük değer vermeyişlerini yani üslûptaki ihmalkârlıklarını ısrarla kınadılar. Onlarca şiir, her şeyden önce biçim güzelliği demekti. Şiirde heyecan ve şatafatlı söyleyişten ziyade ritm ve pitoresk (resme uygunluk, resme uyar manzara) gözetilmek gerekiyordu.
Bunu sağlamak için, şiir vezinden ve kafiyeden ibarettir diyecek kadar aşırı gittiler. Theodore de Banville "Kafiye, şairlerin hülyalarım perçinleyen ve süsleyen altın çividir." diyordu. Bu yüzden aliterasyona çok yer verildi. Ahengin yerine ritm getirildi. Nazım şekli olarak en çok "sonnet" kullanıldı. Vezinde yenilikler yapıldı. Dış âlem tasvirine, manzaraya, dil güzelliğine ve kelime seçimine büyük önem verildi.
Fakat Parnasçı şiir, şüphesiz biçimden ibaret olamazdı. Bu sadece, sanata du yulan saygıyı ve titizliği arttırmıştır. Usta şairler kendilerini katmadan tarafsız göz lem yolu ile dış âlemin tasvire dayalı mükemmel lirizmini de aks ettirmişlerdir.
İddialarının üstünde olarak yaptıkları değerli iş, şiirli duygularını ölçülü, düzenli bir ritm içinde sunmak gücünü göstermeleridir. Mecazlara az yer veriyor, i kat bunları sağlam ve mükemmel kullanıyorlardı. Bütün renk ve şekilleri ile manzarayı bir tual veya mermer üstündeymiş gibi tesbit ediyorlardı. Kalemi bir fin gibi kullanıyor, şiirde sübjektifliği reddederek objektif olmaya çalışıyorlardı.
PARNASİZM
Parnasizm, «Sanat sanat içindir.» anlayışına dayanarak plastik güzelliğe önem veren ve dış âlemin tasviriyle egzotik şeylere, yani yabancı ülkelerin manzaralarına ve geleneklerine merak sardıran bir edebî akımdır.
Parnasizm, nesirden çok şiir sanatı üzerinde gelişmiştir. Bu akım, sanatı toplum yaşamından ayırmış, onu, eşyanın ve dış doğanın görünüşüne bağlanmıştır. Ahlâkın gerdiği utanç perdesini yırtıp parçalamış, gözünü bu perdenin arkasındaki plastik güzelliğe dikmiştir. Bunun yanında, yabancı ülkelerin gelenek ve sırlarına, manzaralarına merak sardırmış, oraların bu özelliklerini mısralarında yaşatmaya çalışmıştır. Şimdi parnasizmin temel dayanaklarını sırasıyla görelim:
a) Plastik güzellik:
Parnasizmin plastik güzellikten anladığı şey, vücutların dış yapı estetiğidir. Parnasizm, ahlâk kurallarını ve sakınmaları bir kenara atmış, vücudu soymuş ve onun heykelindeki ahengi seyre dalmıştır. Vücudun dış yapısındaki çizgilerin ahengini, renkler arasındaki uygunlukları sanatın diline getirmiş ve bu renklerle çizgilerden bir vücut heykeli yaratmaya çalışmıştır. Duygu ve tutku gibi içyapıya ait değerleri sanatın dışına atıp, insanı sadece dış yapısının çizgileri ve renkleri içinde düşünen parnasizm, şiire, dıştan bir tamlık ve sağlamlık vermek için büyük çaba harcamıştır.
b) Şiirde dış yapı sağlamlığı:
Eşyanın dışına bakan parnasizm, şiirin de dışına önem vermiştir. Mısrada anlamdan çok, sözcüklerin mısra içinde sıralanışları sırasında meydana getirdikleri ritim ve ses ahengi önemlidir. Yunan ve Latin heykellerinde göze çarpan şey, nasıl duygu değil de mermerin lekesiz beyazlığı ise, mısradan alacağımız şey de duygu değil, sözcüklerin yarattığı ahenk ve ritimdir. Bu düşüncenin etkisi altında parnasizm, sözcüklerin mısraa yerleştirilmesinde çok ince ve titiz davranmıştır. Bu nedenledir ki parnaslar, mısraı, güzel bir şekilde yan yana getirilmiş bir sözcük dizisi olarak düşünmüşler, onun özünde bir duygu aramamışlardır.
Parnaslar, eski Yunan şiirine yön çevirdikleri zaman, Yunan şairlerinin de duyguya önem vermediklerini, mısraı meydana getiren sözcükler arasındaki ses armonisini önde tuttuklarını gördüler.
c) Egzotik şeylere merak:
Parnaslar, içinde yaşadıkları toplumun özüne bakmadıkları için, onları daha çok doğanın dış manzarası ilgilendirmiş, bu arada yabancı ülkelerin, sanata elverişli manzaraları ve gelenekleriyle ilgilenmişler, buralardaki güzellikleri sanata, yani şiire getirmişlerdir.
Parnasizm, aslında romantizme karşı bir tepkidir. Onun hastalıklı tutumu, karakterlerin peşinden sürüklenişi, sanatı toplumun kucağına teslim edişi, parnas sanatçıların hoşuna gitmiyordu. Bu sanatçılar, nerede dıştan bir güzellik görüyorlarsa oraya koşuyorlardı. Bunun için yabancı ülkelerin manzaraları, özellikle Yunanlıların sanat ülkesi, bu sanatçılar için bitmez tükenmez bir kaynak oluyordu
d) Tarihteki olaylara özlem:
Parnaslar, kendi çağlarındaki sosyal çöküntüler karşısında, kendi tarihlerindeki yükselişlere karşı bir özlem duymuşlar, bu olayları dış yapılarıyla mısraın ahengi içinde yeniden canlandırmaya çalışmışlardır. Bir savaş meydanındaki at nah seslerini, kılıç şakırtılarım, top gürültülerini şiirin sesinde duyurmaya özenmişlerdir. Aynı tutumu, parnas bir şairimiz olan Yahya Kemal Beyatlı'da da görüyoruz. Konunun karakterine göre mısrada, ya da şiirin tümünde ses meydana getirmek, parnasizmin baş tasasıdır.
Başlıca bu dört temele dayanan parnasizm, güzelliği duygusuz mutluluğun bir sembolü olarak düşünmüş, güzelliğe duygu karıştığı zaman huzursuzluğun doğacağını ileriye sürmüştür. Huzursuzluk, mutluluğun düşmanıdır. Mutluluğun olmadığı yerde de güzellik barınamaz.
Parnasizm, nazım sanatını ölçü ve kafiyeden başka bir şey olarak düşünmemiştir. Bunun için de kafiyeyi tekerleme haline getirinceye kadar uğraşmıştır. Kafiyeye bu derece önem vermelerinin nedeni vardır. Kafiye, mısralar arasında beliren ahenk ve ritmin en son kabartısıdır. Mısralar arasındaki sesler kafiyelerde armonize olur.
Realizmin ve natüralizmin pozitif görüşünü, parnasizm de kabul etmekle, doğanın ve insanın dış yapılışını nesnel (müşahhas) bir gözleme dayanmaktadır.
Bir bakıma paranasizm, realizmin nazımda aldığı biçimdir. Çünkü parnasizmde realizmin birçok motiflerini görmek mümkündür.
Parnasizm, bizim edebiyatımıza Servet-i Fünun akimiyle girmiştir. Fakat tam olarak Batı parnasizminin karakteri ve ölçüsünde değildir.
Batı'da paransizmin ilk habercisi Th. Gautler'dir. Onu izleyenler, Banville ve Listenin çevrelerinde toplanan kırk kadar şairdir.
Realistler gibi kötümser, ümitsiz, ruhsuz ve duygusuz olmaya çalışan Parnasçıların şiire en büyük hizmetleri ona duydukları saygıdır.
Başlıca Parnasçılar
Parnas ekolü, Romantizm ile Sembolizm arasına yayılmış bir akımdır. Henüz bir çığır halinde belirmeden önce onu hazırlayan Theophile Gautier (1811-1872 Theodore de Banville (1823-1891) gibi şairler Romantikler arasından çıkmıştır.
Bu akımın öncüsü Leconte de Üsle (1818-1894) yine Romantik atmosferde yetişmiştir. Leconte de Lisle’i üstat sayarak, Parnasse Contemporain dergisi etrafı da toplanan ve Parnas akımını yaşatan öbür ünlü şairler ise François Coppt (1842-1907), Jose-Maha de Hederia (1842-1905) ve Suliy Prud’homme'dur.
Parnas ekolünün Türk edebiyatında ilk izleri Servet-i Fünun şairlerinde görülür. Cenap Şahabeddin, bu akımı bizde ilk önce tanıtmış ve temsil etmeye çalışmıştır. Tevfik Fikret, bilhassa François Coppee'yi benimsemiştir. Yahya Kemal' de ilk şiir denemelerinde bilhassa "Nev-Yûnanîlik' diye açmak istediği çığırın "Biblos Kadınları, Sicilya Kızları" verimlerinde bu akımın havası hissedilmektedir. Sonnet nazım şekli de Türk edebiyatına Parnasçılar kanalıyla gelmiş olup Servet-i Funûn'da, Fecr-i Âti'de ve daha sonra kullanılmıştır.