Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

MEHMET EMİN YURDAKUL’UN İZMİR'İN İŞGALİ ÜZERİNE KONUŞMASI

“Kardaşlar! Keşke asırların geceleri ve dünyaların mezarları gözlerime dolarak bir kör olsaydım. Sokak sokak dileneydim de milletimin kulağımı parçalayan bu felâket seslerini işitmese idim, bu karanlık günleri görmeseydim. Keşke göğün yıldırımları, yerin canavarları birleşerek beni kanlar içinde topraklara yuvarlasaydı da, vatanımın bu musibeti huzurunda bulunmasaydım. Ve bu azapları çekmeseydim. Zira bugün memleketin uğradığı felâket ve musibetler o kadar acıklı!

Evet Kardaşlar!
Biz mağlubiyetten vatan ve milletin acısından sonra bu gün İzmir’imizin Yunanlılar tarafından işgal edildiğini görüyoruz. Yunanlılar, öteden beri tarih ve saltanatımızın enkazı üzerine (Pan-Helenizm) bayrağını dikmek emelini besleyen bu düşmanlar, ellerinde hiç bir hak silâhı olmadığı halde bizim Anadolu’muzun bir güzel beldesini mabetleriyle, mektepleriyle yangına veriyorlar. Ve onun kahraman evlatlarını kadınlarıyla, çocuklarıyla öldürüyorlar.
Acaba bu zulüm ve vahşet niçin yapılıyor?

İzmir’i “Yunanistan” ve Türk’ü “Yunanlı” yapmak için mi? Hayır kardaşlarım!
İzmir, altı asırdan beri kırk ulu caminin beyaz minarelerinden ezan seslerini yedi gökte dalgalandıran bir Müslüman memleketidir. İzmir yine o kadar zamandan beri cesaret ve kahramanlıklarımıza, adaletlerimize şahit olmuş azametli dağların Oğuznameler, Şehnameler dinlediği bir Türk toprağıdır. Yıldırım Bayezid’lerin İkinci Sultan Murad’ın altun kılınçlarının şerefli bir yadigârı olan bu Osmanlı diyarı tarihen, medeniyeten, dinen ve ırken Türk’tür ve İslâm’dır. Ve daima da Türk ve İslâm kalacaktır.

Bu aziz toprak asırlardan beri birçok sarsıntılara göğüs germiş ve öyle haris gözleriyle kendisine bakanlara karşı söylediği şu olmuştur: “Düşman, geri... Benim yeşil dağlarım, çiçekli yaylalarımın altında derin uçurumlar karanlık mezarlar da vardır; benim evlatlarım ölmeyi bildikleri kadar öldürmeği de bilirler.”

Türk’e gelince: O’nun Allah’a secde için eğilen alnı hiç bir vakit esaret önünde eğilmedi, onun kılıç ve sapandan başka bir şeyle nasırlanmayan elleri asla zincirlere uzanamaz. Onu esir yaratmayan Tanrı kendisini hür olarak dünyaya getirirken bilir ve ister ki, beşiğine kanat geren Osmanlı sancağı mezarına da gölge vursun. O halde böyle bir memleket ve milletin tarihi devresini bilmiyorum ki hangi kuvvet değiştirecek?

Demir ve ateş! Kardaşlar ben bunlarla hiç bir vatan ve ırkın öldüğünü işitmedim. Şerefli bir tarih ve medeniyete, sağlam bir fazilet ve ahlâka, zengin bir şiir ve edebiyata, dinî ve millî an’anelere, ırkî ve vatanî hatıralara sahip olan bir milletin mahvolduğunu tarih göstermiyor. Altın tahtları, granit kaleleri yakıp yıkan fâtihlerin kılıçları her zaman millî ruhların önlerinde aciz kalmıştır. İşte size Almanlar, Ruslar ve Avusturyalılar tarafından parçalanan Lehistan! İşte size Prusya kartalının pençesine düşen Alsas ve Loren... Dünün o esir toprakları bugün beyaz kartallı ve üç renkli bayraklarını yine saraylarının ve mabetlerinin üzerinde dalgalandırıyorlar.

Zira Lehistan Islav ve Cermen değildi. Onun o Miçkiyeviçleri vardı ki, Lehlilerin o millî ruh ve vicdanlarında bir ölmez Polonya yaşatıyordu. Zira Alsas ve Loren Alman olamazdı. Onun Ren Nehri’nin suları ona (Marseyyez)leri terennüm ediyordu. Bu (Ölümden Sonra Dirilme) mucizesini yapan ekremli ruh ise Türk’te onun nur ve mabedinden ateşinin ilhâmını almıştır. O da ölümlerden kuvvet alacak, vatan mabedini, hak ve hürriyetini namusuyla kanıyla, bu günkü çocuklarıyla ve yarınki torunlarıyla koruyacak ve harisin gözleri, onun memleketinde kanlara boyanmış taş yığınlarından ve silâhları ellerinde ölmüş mevtalardan başka bir şey göremeyecektir!

Ah kardaşlarıma matem mi, yine ölüm mü, yine hicran mı? Ah yine mi birçok asırların ve san’atkârların elleriyle vücuda gelmiş olan memleketler, birçok hatıralı ocaklarımız yıkılacak. Yine mi birçok tarlalarımız ve tezgâhlarımız işsiz ve ıssız kalacak? Yine mi büyük aşk ve rüyaların kahramanları olan delikanlılarımız toprak olacak? Yine mi birçok masum ve günahsız zavallılarımız zulmün vahşetin, hırsın gururun, kinin, intikamın kurbanı olacak? Yine mi vahşi kuvvet hakla, faziletle boğuşacak?

Kardaşlar! Ben şu iki mukaddes mabedin arasında bizi birbirimizi sevmek için yaradan Allah’ın bu saltanatının eşiğinde bu hale nefret ediyorum. Yüreğim heyecanlar ve gözlerim yaşlar içinde olduğu halde Garb’a doğru dönerek haykırmak ve şunları söylemek istiyorum:


Ey Avrupa, Ey Amerika! Bunun sorumluluğu sizin olacaktır. Biz Türkler düştüğümüz muharebeye, uğradığımız mağlubiyete rağmen sizi büyük tanıyorduk. Ve sizden hak ve adalet bekliyorduk. Sizin o müttefikleriniz ve o şairleriniz vardı ki, bunlar mesihlerin yardımcıları gibi bir damlacık insan kanında ve gözyaşında tufanlar, kıyametler görürlerdi. En hakir bir insanın ölümünü bir yıldızın düşmesinden daha acıklı bulurlardı. Muharebenin, bu ölüm ikincisinin her adımda saçtığı felaketleri ve biçtiği matemleri telin ederlerdi. Istırap çeken, ağlayan, öldürülen, aşağılanan, esir olan insanlığı kurtarmak ve onu fena yollardan nura, iyiye, doğruya, barışa, hakka, hakikate götürmek isterlerdi. İnsaniyetin o aşk ve adalet mabedini kurmak isterlerdi ki, bunun mihrabının önüne dünyanın bütün sefil ve mazlumları gelsinler; dertlerini, azaplarını, feryatlarını, gözyaşlarını döksünler ve buradan ümit, teselli, kuvvet, hak ve hayat alsınlar. Biz de onlardan biri idik, muharebeden sonra sizi karşımızda görünce, insanlık ve hürriyet adına muharebe ettiğinizi işitince, barışın hak ve adalet temin edeceğine ve artık altın devirlerinin doğacağına inandık. Size uzattığımız ellerle, yükselttiğimiz feryatlarla yalnız vatan ve mabedimizde hür yaşamak hakkından başka bir şey istemeden büyük bir sabırla bekledik.

Lâkin heyecan bugün Türk ve Müslüman İzmir’in Yunanlılar’a açılması ve bir buçuk milyon Türk ve Müslümanın hukuk ve hürriyetinin iki yüz yirmi bin Rum’a feda edilmesi bizi ümidimizin harabesi karşısında bıraktı.

Ey Şekspirlerin, Prodomların, Leonikefollar’ın, Dantelerin milletleri! Hani nerde sizin o insanlık, adalet rüyalarınız? Buna karşı ne diyeceksiniz? Soruyorum size... Şu yirminci asır Romalıların önünde alınlarına zafer taçları giyerek kanları ve gözyaşlarını çiğneyen Jül Sezarların devri midir? Değilse, Türk’ün hukuku, Türk’ün hürriyeti niçin tanınmıyor; Türk’ün vatanı ve Türk’ün mabedi niçin çiğneniyor?

Bununla beraber kardaşlar! Biz bütün felaket ve musibetlere, her şeye karşı memleket ve milletimizin hayat ve kurtuluşundan ümidimizi kesmeyelim. Bilelim ki, gökler fırtınasız, baharlar hazansız olmadığı gibi hiç bir vakit insanlar da dertsiz kalmamışlar. Istırap, insanlığın kaderidir. Mağlubiyet her milletin hayatında mukadderatın eleminden içtiği bir zehirdir. Lâkin fırtınalardan sonra parlak güneşler, hazanlardan şu güzel çiçekler göründüğü gibi, dertlerden sonra da saadet günleri gelir. Eğer biz felaketten, mağlubiyetten ders almayı bilirsek şüphe yok ki bizim içtiğimiz zehir bir ilaç olacaktır.

Kardaşlar! Yunanlıları İzmir’den çıkarmak, eski ve yenidünyalara hukuk ve hürriyetinizi tanıtmak istiyor musunuz? Öyle ise, en önce aramıza girmiş olan nifakı öldürelim. Kardaşlığa doğru bir daha geriye çekilmeyecek olan ellerimizi uzatalım, hepimizin alınlarımızda vatanı kurtarmak mefkûresi ve kalplerimizde milleti yaşatmak aşkı olduğu halde hakanımızın tahtının etrafında birleşelim. Her birimiz hepimizin ve hepimiz her birimizin olalım ve yalnız iki kuvvete iman edelim: Kendimize ve Cenab-ı Hakka!”

SON EKLENENLER

Üye Girişi