Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

TEKRİR (ITNÂB)-İSLAM ANS

(الإطناب)

Bir düşüncenin gereğinden fazla sözle ifade edilmesi anlamında belâgat (meânî) terimi.

Sözlükte “Uzun çadır ipi, sinir, ağaç kökü damarı” anlamlarına gelen tunb isminden veya “atın sırtının ve ayaklarının uzun olması” demek olan taneb kökünden if‘âl babında masdar olup “develerin uzun dizi halinde gitmesi, bir yerde uzun süre ikamet etme, rüzgârın şiddetle esmesi, sözü abartma ve uzatma” gibi anlamlara gelir.

TÜRK EDEBİYATI. Türk edebiyatında ıtnâb bahsi, belâgat kitaplarıyla benzeri teorik eserlerde Arap edebiyatında olduğu gibi hem müsbet hem de menfi olarak iki yönlü ele alınmıştır. Genellikle “sözü gereksiz yere uzatmak, lafı dolaştırmak” biçiminde menfi mânasıyla anlaşıldığı ve ilgisi dolayısıyla çok defa “haşiv” yahut onun zıddı olan “îcâz” ile beraber işlendiği görülmektedir. Ancak anlamı bütün yönleri kapsayacak genişlikte kuvvetle belirtmek için yapılan ve gerekli görülen uzatmalar da ıtnâb konusuyla ilgili bulunmuş, böylece ortaya makbul olan ve makbul olmayan ıtnâb çıkmıştır. M. Kaya Bilgegil bu terimi “söz katma” tabiriyle karşılamıştır. Türkçe belâgat kitaplarında ıtnâbın üçe ayrılarak incelendiği görülmektedir.

1. Itnâb-ı Makbûl. Mânayı açıklığa kavuşturma, pekiştirme, mübalağa ve tasvir amacına yönelik bir fayda elde etmek üzere sözü uzatma ve tekrarlamadır. Câiz görülen bu ıtnâb bir yahut birden fazla unsurla gerçekleştirilebilir. “Onu (gözümle) gördüm, dediğini (kulağımla) işittim” cümlelerinde parantez içinde yer alan kelimeler tekit, Nedim’in, “Sen kim gelesin meclise bir yer mi bulunmaz / (Baş üzre yerin var) / Gül goncesisin kûşe-i destâr senindir” mısraları arasında paranteze alınmış olanı tafsil, yine onun, “Bir nîm neş’e say bu cihânın bahârını / Bir sâgar-ı keşîdeye tut lâlezârını” beytindeki “bahâr, lâlezâr” kelimeleri umum-husus münasebetiyle tavzih için yapılmış makbul ıtnâba örnektir. Ayrıca “haşv-i melîh” denen ve söze ara söz, ara cümle veya dua kabilinden bir ilâve ile mânasını, tesirini yahut güzelliğini arttırmak maksadıyla yapılan uzatmalar da bu kısma girmektedir. Muallim Nâci’nin, “Allah ki mûcid-i cihândır / Bin türlü nikābdan ıyândır” beytinde haşv-i melîh kabul edilen “mûcid-i cihândır” sözü ıtnâb-ı makbûle de örnek teşkil eder. Tevfik Fikret’in, “Müşfik evlâdın bulur koynunda (her) gün (her) zamân / (Başka) şefkat (başka) kuvvet (başka) ni‘met (başka) cân” beytindeki gibi bir duyguyu veya düşünceyi muhatabın zihnine iyice yerleştiren; Necip Fazıl’ın, “Bu yağmur bu yağmur bu kıldan ince / Nefesten yumuşak yağan bu yağmur” beytinde tekrarlanan “yağmur” kelimesinde olduğu gibi dikkati bir noktaya toplayan, yahut Ziyâ Paşa’nın, “Ey varlığı varı var eden var / Yok yok sana yok demek ne düşvâr” beytindeki sakındırma (ihzâr) ile ve Ali Haydar Bey’in, “Büyüksün ilâhî büyüksün büyük / Büyüklük yanında kalır pek küçük” mısralarındaki heyecana bağlı olan ifadeler bu kısma dahildir. Ayrıca tekdir ve teessürü belirttiği için “tekrîr” adıyla anılan tekrarlarla meydana gelen ıtnâb da makbul sayılmıştır.

2. Itnâb-ı Mümil. “Bıktıran, usandıran uzun söz” demek olan bu tabirle ya manzumede vezin doldurma veya gereksiz yere sözü uzatma, söze lüzumsuz kelime veya cümle katma işi kastedilmiştir. Bazı kitaplarda “ıtnâb-ı muhil” şeklinde de zikredilen bu terim haşiv, haşv-i kabîh yahut tekrar yoluyla meydana gelen bir üslûp zaafına işarettir. Sünbülzâde Vehbî’nin, “Harfgîr olma zerâfet satma / Sözüne kizb ü dürûğu katma” beytinde “yalan” mânasına gelen “kizb” ve “dürûğ” kelimeleri haşv-i kabîh olarak ıtnâb-ı mümille örnek gösterilmiştir. “Tatvîl” olarak da adlandırılan bu durumu ifade için II. Meşrutiyet’ten sonra daha çok “iksâr” (إكثار) kelimesinin kullanıldığı görülmektedir. Böyle konuşan ve yazanlara da “müksir” denilmiştir.

3. Itnâb-ı Ma‘nevî. Belâgat kitaplarında “haşv-i ma‘nevî” şeklinde de yer alan bu ıtnâb türü “ifadede mânanın farklı lafızlarla tekrarı” şeklinde tarif edilmiştir. “(İtaat kıl) sözüme (olma âsî)” mısraı buna örnektir.

Bazan gerekli ve çok defa câiz görülse bile ıtnâbın şair ve edipler arasında pek makbul sayılmadığı Nef‘î’nin, “Duâ ile sözü hatm edelim zîrâ hakîkatte / Sözün gevher olursa yeğdir ıtnâbından îcâzı” beytinden anlaşılmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:
Muallim Nâci, Istılâhât-ı Edebiyye, İstanbul 1307, s. 36-56; Ahmed Cevdet Paşa, Belâgat-ı Osmâniyye, İstanbul 1299, s. 116-121; Mehmed Rifat, “İlm-i Meânî”, Mecâmiu’l-edeb, İstanbul 1308, s. 224-236; Reşîd [Rey], Nazariyyât-ı Edebiyye, İstanbul 1328, I, 27-34; Pakalın, I, 765; II, 106; Mustafa Nihat Özön, Edebiyat ve Tenkid Sözlüğü, İstanbul 1954, s. 127; Tâhirülmevlevî, Edebiyat Lügatı (nşr. Kemal Edib Kürkçüoğlu), İstanbul 1973, s. 50-51, 76; M. Kaya Bilgegil, Edebiyat Bilgi ve Teorileri, İstanbul 1989, s. 118-123; İskender Pala, Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü, Ankara 1989, I, 517; Nusrettin Bolelli, Belâgat: Arap Edebiyatı Bilgi ve Teorileri, İstanbul 1993, s. 72-82; “İtnâb”, TDEA, V, 36.

Mustafa Uzun   

cilt: 19; sayfa: 220

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi