Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

TANZİMAT DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI

1860’da ilk özel Türk gazetesi olan “Tercüman-ı Ahval”in çıkışı ile başlayan, Batı Uygarlığı’nın etkisinde gelişen Türk Edebiyatı’nın ilk aşamasıdır. İsmini başladığı dönemin dönüm noktası olan “Tanzimat Fermanı”ndan almıştır. Tanzimat’la ortaya çıkan “orta sınıf”, kullandığı günlük konuşma diline çok yakın bir dili olan kendi edebiyatını yaratır ve onu toplumun hizmetine sunar. Bu yeni edebiyat beraberinde yeni görüşleri ve o güne kadar Türk Edebiyatı’nda görülmemiş olan yeni edebî türleri getirir,“yenileşme” olgusunu edebiyat yolu ile halka benimsetmeye, halkı eğitmeye çalışır.“Eski-Yeni” ikiliğinden kurtulamayarak hedefine tam olarak ulaşamamakla beraber bu edebiyat dönemi Türk Edebiyatı’nda yepyeni bir sayfa açmayı başarmıştır. Peki… Bu edebiyatın getirdiği yenilikler nereden gelmiştir? Bu edebiyata adını veren fermana neden ihtiyaç duyulmuştur? Hedefe ulaşmayı engelleyen bu “ikilik” neydi? Edebiyat’ın en büyük kaynağı beşeriyettir! Bu nedenle Tanzimat Edebiyatını anlamak için önce Tanzimat Dönemi’ndeki sosyal olguları ve yapılanları anlamak en akıllıca iştir!  

 

TANZİMAT DÖNEMİ

Tanzimat Osmanlı Tarihi’nde, batılılaşma yolunda köklü değişimlerin yaşandığı dönemin adıdır. Kronolojik olarak bu dönem 3 Kasım 1839 Tanzimat Fermanı’nın ilanı ile başlar ve 1876’da, 1.Meşrutiyet’in ilanı ile son bulur. Osmanlı Devleti 18.yüzyılın başından beri duyduğu yenileşme gereksinimini Lâle Devri’nden başlayarak giriştiği çeşitli reformlarla karşılamaya çalışmıştır. Ancak bunlar ya Patrona Halil (1730) ya da Kabakçı Mustafa (1807) İsyanları gibi tepkilerle karşılaşmış ve sonuçta reformlardan beklenen yararlı gelişmeler gerçekleşememiştir. Öte yandan batının büyüyen gücü ve artan baskısı, üst üste uğranılan askerî yenilgiler, sürüp giden iç düzensizlik, devletin yönetim yapısındaki ve geleneksel Tımar (toprak işletme) sistemindeki bozulmalar, zanaat ve ticaret faaliyetlerindeki gerilemeler Osmanlı Devleti’ni bir kaosa sürüklemiş ve kapsamlı, köklü bir yenilik programının hazırlanıp uygulanmasına olanak bırakmamıştır. Tanzimat’ın ilk adımları II. Mahmud dönemindeki atılımlarla plânsız ve acil çözüm amaçlı da olsa atılmıştı ve bunlar Tanzimat’ın habercisi niteliğine sahip olmuşlardı. II. Mahmud’un vefatı üzerine, 1 Temmuz 1839’da oğlu Abdülmecid tahta geçtiğinde, II. Mahmud döneminde patlak veren Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı’nın etki ve amaçları halen devam etmekteydi.  

  • 28 Temmuz 1808 II. Mahmud tahta geçer.
  • 14 Haziran 1826 Yeniçeri ocağının sonu
  • 1827 Tıphane-i Amire kurulur. *1831 İlk saray konservatuarları kurulur.
  • 1 Kasım 1831 ilk gazete Takvim-i Vakayi
  • 1834 Mekteb-i Harbiye kurulur. 
  • 1835-1845 arasında ilk halk konserleri  Bu kaos ortamında halkın ve batılı devletlerin desteğini kazanmak isteyen Abdülmecid, onu reform yapmanın gerekliliğine inandırmak için yanına gelen Mustafa Reşid Paşa’ya güvenir ve bu konuda ona yetki verir. (Mustafa Reşid Paşa)  
  • 1832 Mısır Valisi M. Ali Paşa’nın isyanı
  • Mayıs 1833 Mısır İsyanı’nın Avrupalıdevletleri rahatsız etmesi, M. Ali Paşa’nın uzlaşmaya zorlanması.
  • 8 Temmuz 1833 Osmanlı Devleti’nin güvenliği için Rusya ile Hünkâr İskelesi Ant. İmzalaması(Avrupa’nın hoşuna gitmez).
  • 24 Haziran 1839 Osmanlı Devleti’nin Nizip’te mağlup olması.*1 Temmuz 1839 Osmanlı Donanması’nın Mısır’a kaçırılması, Abdülmecid’in tahta çıkışı 
  • NOT: Bu kaos 24 Mayıs 1841’de İngiltere’nin yardımıyla çözümlenir. Mısır veraset sistemiyle M. Ali Paşa’ya bırakılır.    

 

BÜYÜK GÜN, 3 KASIM 1839

Mustafa Reşid Paşa, Tanzimat Fermanı’nı ya da diğer bir deyişle Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu’nu ilân etmeden önce vasiyetnamesini bile yazmış ve o gün çoluk çocuğuyla helalleşerek fermanın okunacağı yere gitmiştir.Bu yer, Gülhane Köşkü’nün önüdür ve Gülhane parkı olarak da anılır. Sarayburnu’ndan Topkapı Sarayı’nınDuvarlarına kadar uzanır. Tanzimat Fermanı, Gülhane Hatt-ı Hümayunu adını bu alanın denize yakın tarafında bulan sıra sıra gül bahçelerinden almıştır.  

 

TANZİMAT FERMANI’NIN TAM METNİ

“Benim Vezirim

Herkesin bildiği gibi, devletimizin meydana çıkışının başlangıcından beri Kur’an yargılarına ve şeriat kanunlarına yetkin biçimde uyulduğundan, saltanatımızın kuvveti, durumu ve bütün tebaasının dirlik ve güvenliği son dereceye varmışken, yüz elli yıl var ki, birbirini kovalayan gaileler ve çeşitli sebeplerden dolayı ne şeriat ve ne de kanunlara uyulmak yüzünden eski kuvvet ve mamurluk tam tersine zayıflık ve fakirliğe dönüşmüştür. Hâlbuki şer’î kanunlarla idare olunmayan memleketlerin payidar olamayacağı belli bir şeydir. Cülûsumuzdan beri eserleri hayırlı düşüncelerimiz sadece memleketin imarı, halkın ve fakirlerin refaha kavuşturulması faydalı meselesine inhisar etmiştir. Memleketimizin coğrafî durumuna, mümbit topraklarına ve halkın kabiliyet ve istidadına göre lüzumlu şeylerin teşebbüs olunduğu takdirde, beş-on yıl içinde Allah’ın yardımıyla istenilen şeylerin hâsıl olacağı belli olmakla beraber Allah’ın yardım ve inayetine itimat edip Peygamberimizin ruhani imdadına dayanarak bundan sonra devletimizin ve memleketimizin iyi şekilde idaresi için bazı yeni kanunlar konulması lüzumlu ve önemli görülmüştür. Bu kanunların esas maddeleri de can emniyeti ile ırz, namus ve malın korunması, vergi tahini, lâzım olan askerin toplanış tarzı ve kullanılma süresi meselelerinden ibaret olup şöyle ki: Dünyada candan aziz bir şey olamadığından, bir insanın onu tehlikede gördükçe yaradılış itibariyle hıyanete eğilimli olamasa bile, can ve namusunu korumak için elbette bazı şeylere başvurmayı, bunun da memlekete zararlı olageldiği herkesçe kabul edilmiş olduğu gibi tam tersine can ve namusundan emin olduğu takdirde sadakat ve doğruluktan ayrılmayacağı ve işi gücü hemen devlet ve millete iyi hizmetten ibaret olacağı da belli ve meydandadır. Mal emniyetinin bulunmayışı halinde ise, herkes ne devlet ve ne de millete ısınmayıp, ne de memleketin imarına bakmayıp daima endişe ve ızdıraptan kurtulamayacağı gibi aksi takdirde, yani mal ve mülkü tam emniyet içinde olduğu halde hemen kendi işi ile ve geçim imkânlarını genişletmekle uğraşacağı ve kendisinde günden güne devlet ve millet gayreti ve vatan sevgisi artıp ona göre iyi harekete çalışacağı şüphe götürmez. Vergi  tayini meselesi ise, bir devlet memleketi korumak için elbette askere ve başka lüzumlu masraflara muhtaç bulunup, bu ise para ile idare olunacağına ve para da tebaanın vergisi ile hâsıl olacağına göre bunun da çaresine iyi bir şekilde bakmak çok önemli olup, gerçi ilk zamanlarda gelir sanılmış olan tekelden toplayış belâsından hamdolsun memleketimiz halkı bundan evvel kurtulmuşsa da, memleketi tahrip vasıtası olup hiçbir zaman faydalı sonuçlar vermeyen zararlı iltizam usulü hâlâ mevcut ve bu da bir memleketin siyasi ve mali işlerini bir adamın kendi bildiği gibi kullanmak üzere eline ve zorbalık ve kahredicilik pençesini teslim demek olup, o da zaten eğer bir kimse değilse hemen kendi çıkarına bakarak bütün işi gücü başkasına haksızlık ve zulümden ibaret olduğundan bundan sonra memleket halkından her ferdin malına ve kudretine göre uygun bir vergi tayin edilerek, kimseden fazla bir şey alınmaması ve devletimizin karada ve denizde askerî ve diğer masrafları da lâzım gelen kanunlarla sınırlandırılıp açıklanarak, bunun ona göre yapılması gereklidir. Asker meselesi de yukarıda anlatılan önemli maddelerden olup gerçi vatanın muhafazası için asker vermek ahalinin boynuna borç ise de şimdiye süre geldiği gibi bir memleketin mevcut nüfusu sayısına bakılmayarak kiminden tahammül derecesinden fazla ve kiminden noksan asker istemek hem düzensizliğe ve hem de pek faydalı şeyler olan ziraat ve ticaretin bozulmasına sebep olduğu gibi, askerliğe gelenlerin ömürlerinin sonuna kadar kullanılmaları da hem bıkkınlığa ve tahammülsüzlüğe, hem de neslin çoğalmamasına sebep olduğundan her memleketten gerektiğinde istenecek asker için bazı iyi usuller ve dört veya beş sene kullanıldıktan sonra bir değiştirme usulü konulması gerekir. Netice olarak bu nizamî kanunlar meydana konulmadıkça kuvvet ve mamurluk, dirlik ve rahatlık elde edilmesi mümkün olmayıp, hepsinin esası bu anlatılan meselelerden ibaret olduğundan,  bundan sonra suç işleyenlerin davalarını şer’i kanunlara göre açık olarak incelenip görülerek hüküm verilmedikçe, hiç kimsenin hakkında gizli ve açık idam işlemi caiz olmamak ve hiç kimse tarafından başkasının ırz ve namusuna el uzatılmamak ve herkesin mal, mülküne tam serbestlikle sahip ve mutasarrıf olarak hiçbir taraftan müdahale edilmemek ve saltanatımızın tebaası olan Müslümanlar ve öbür milletler bu şahane müsaademize istisnasız mazhar olmak üzere can, ırz, namus ve mal meselelerinde şeriatın hükmü gereğinden olarak memleketimizin bütün ahalisine tarafımızdan tam garanti verilmiş ve öbür hususlara da oy birliği ile karar verilmesi lâzım gelmiş olduğundan, Meclis-i Ahkâm-ı Adliye üyeleri gereği derecesinde çoğaltılıp ve devletimizin vükelâ ve ricali de tayin olunacak bazı günlerde toplanarak ve hepsi düşünce ve mütalâalarını hiç çekinmeden serbestçe söyleyerek, bu mal ve emniyeti ve vergi hususlarına dair lâzım gelen kanunlar bir taraftan kararlaştırılıp askeri Tanzimat meselesi de Serasker Kapısı Donanma Meclisinde konuşulup her kanun kararlaştırıldıkça, her şeyin Allah’a ait olduğu nispette, işlerde esas tutulmak üzere Hatt-ı Hümayunumuzla tastik olunmak için tarafımıza arz olunsun. Bu şeri’ate uygun kanunlar yalnız din ve devleti, memleket ve milleti canlandırmak için konulacağından, tarafımızdan bunlara aykırı davranış vaki olmayacağına ahd ve misak olunup Hırka-i Şerif odasında bütün yüksek memurlar vükelâ hazır oldukları halde Allah’a yemin edilerek ulema ve vezirlerden ve neticede her kim olursa olsun şer’i kanunlara aykırı hareket edenlerin sabit olan kabahatlerine göre cezalarının lâyık oldukları şekilde ve hiç bir rütbeye, hatır ve gönüle bakılmadan yerine getirilmesi için özel bir ceza kanunu da düzenlensin. Bütün memurların şimdiki halde yeter derecede maaşları bulunup eğer henüz bulunmayanları varsa onlar da yoluna konulacağından, ş er’an menfur olup memleketin harap olmasının en büyük sebebi olan tek çirkin rüşvet işinin bundan sonra vukua gelmemesinin de kuvvetli bir kanunla tekit edilmesine bakılısın. Bu anlatılan şeyler eski usulü baştan başa değiştirmek ve yenilemek olacağından şahane irademiz İstanbul ve bütün memleketimiz ahalisine ilân edilip duyurulacağı gibi dost devletlerin de bu usule inşallah şahit olmaları için İstanbul’da oturan bütün elçilere de resmen bildirilsin. Hemen Ulu Tanrı’mız hepimizi muvaffak buyursun ve bu konulan kanunlara aykırı hareket edenler Ulu Tanrı’nın lânetine uğrasınlar ve edebiyen kurtuluş bulmasınlar, âmin.

”Ferman biçimsel olarak geleneksel padişah fermanlarından farksızdı, fakat içerik olarak pek çok yeniliğe sahipti. Bu yeniliklerin en önemlisi ilk defa bir padişahın yetkilerini sınırlıyor ve yargının üstünlüğünü tanıyor olmasıydı. Doğu’ya Batı’yı getirme çabası olarak da nitelendirebileceğimiz Tanzimat Fermanı’nın ana ilkeleri şöyle özetlenebilir:

  1. Mahkemeler açık olarak yapılmalıdır, bunun sonucunda da mahkeme kararı olmadan hiç kimsenin özgürlüğüne dokunulamayacağı gibi, herhangi bir cezanın uygulanması da mümkün olmayacaktır. Mahkeme edilmeden kimse idam edilmeyecek, zehirleme yöntemi tamamen kaldırılacaktır.
  2. Hiç kimsenin canına, malına ve namusuna dokunulmasına mezhep farkı gözetmeksizin izin verilmeyecek ve buna devlet tarafından tam bir güvenlik garantisi verilecektir.
  3. Hıristiyan ve Müslüman vatandaşlar arasında mutlak bir hukuksak eşitlik sağlanacaktır.
  4. Ulema ve vezirler suç işledikleri takdirde rütbe ve sıfatları göz önüne alınmayarak ceza kanunları hükümlerince yargılanacaklardır.
  5. II. Mahmud döneminde kurulmuş olan Meclis-i Vâlâyi Ahkâm-ı Adliye’nin üyeleri çoğaltılacak ve devlet büyükleri ve yüksek memurlar da belli zamanlarda toplanarak kanunlar ve ayrıca bir ceza kanunu hazırlayacaklardır.
  6. Hiç kimseden kanunsuzca vergi alınmayacak ve vergiler belirlenirken gelir miktarları göz önünde tutulacaktır.
  7. Bir maaşı olmayan memurlara maaşlar bağlanacaktır.
  8. Süresiz ve keyfî askerlik usulü kaldırılarak yerine herkesi kapsayan bir yönetim uygulanacaktır. Askerlik hizmeti için belli bir süre ve bir yerin nüfusu oranında yükümlülükler konulacaktır.
  9. Rüşvet kesin olarak kalkacak ve buna cesaret edenler şiddetle cezalandırılacaktır.
  10. Devlet işleri hakkında yapılacak toplantılarda, katılımcılar fikirlerini özgürce ve çekinmeden söyleyebileceklerdir. Hükümdar, bizzat kendisi bu kurallara uymayı ve bunlara aykırı davranmamayı kabul ettiği gibi, bilginler ve devlet büyükleri de bu konuda yemin edeceklerdir.  

 

TANZİMAT FERMANI’NIN UYGULAMA AŞAMALARI

İlân etmeden önce Mustafa Reşid Paşa’ya vasiyetname bile yazdıran Tanzimat Fermanı’nın uygulanma aşaması pek kolay olmamıştır. Zaman zaman duraklamalara ve verilen çeşitli ödünlere karşın yenilikler bakımından oldukça ilerleme kaydedilmiştir. Yenilik yapılan çeşitli alanlar ve en önemli yenilikler şunlardır: 

 

A-Hukuksal Alandaki Yenilikler

  • 1840’da İlk Ceza Yasası çıkarılır ve ilk ticaret mahkemesi açılır.
  • 1847’de toprak mülkiyeti ve kullanımıyla ilgili ilk yasa çıkarılır.
  • Yargı örgütünde büyük yenilik ve değişiklikler yapılır.
  • 1868’de Divan-ı Ahkâm-ı Adliye ve Şurâ-yı Devlet (bugünkü Yargıtay ve Danıştay’ın temelleri) kurulur. 

 

B-Yönetim Alanındaki Yenilikler

  • II. Mahmud’un kurmuş olduğu bakanlıklara (Evkaf, Dâhiliye, Hariciye, Maliye) yenileri eklenmiştir (Ticaret ve Ziraat, Maarif, Adliye, Bahriye, Harbiye).
  • Yerel Meclisler kurulmuştur
  • Taşra yönetimi Vilayet (İl), Sancak, Kaza (İlçe), Nahiye (Bucak) ve Köy olarak örgütlenmiştir.
  • 1854’te İstanbulda, İlk kez Belediye Örgütü Kurulmuştur. 

 

C-Askerlik Alanındaki Yenilikler

  • 1843’te yeni ordu kurulmuştur.
  • 1848’de yeni askerlik düzeni uygulanmaya başlanmıştır.

 

D-Eğitim Alanındaki Yenilikler

  • Tanzimat’ı uygulayacak yeni bir insan tipinin oluşturulmasına çalışılmıştır.
  • 1845’te Rüşdiyeler(Orta Okul) Darü’l-Fünun’a öğrenci yetiştiren orta dereceli okullar olarak kabul edilmiştir.
  • 1850’de Darü’l-Maarif öğrenime başlar.
  • 1851’de akademik karakterde ilk ilmî dernek olan Encümeni Dâniş açılmıştır.
  • 1857’de Paris’te Mekteb-i Osmanî adında bir okul acılmıştır.
  • 1858’de Kız Rüşdiye Mektebleri(Orta Okul) acılmıştır.
  • 1863’te Darü’l-Fünun’da halka açık serbest konferans şeklinde derslere başlanmıştır.
  • 1864–1876 yılları arasında Paris’e öğrenci yollanmıştır(Tanzimat Edebiyatı’nı oluşturan şair ve yazarların Batı’dan etkilenmelerini sağlamıştır).
  • 1868’de Mekteb-i Sultanî(bugünkü Galatasaray Lisesi) açılmıştır.
  • 1869’da Maarif-i Umumiye Nizamnamesi(Millî Eğitim Tüzüğü) ile ilk ve orta öğretim düzenlenmiştir.
  • 1870’te Darü’l-Fünun-ı Osmanî açılmıştır, Darü’l-Muallimat açılmıştır.
  • 1872’de Darü’l-Maarif İdadisi(lisesi) kurulmuştur.
  • 1874’te Darü’l-Fünun-ı Sultanî(Hukuk, Mülkiye, Edebiyat fakültelerinden oluşur) açılır. 

 

E-Ekonomi Alanındaki Yenilikler

  • Bu alanda büyük atılımlar gerçekleşememiştir. Dış baskılar nedeniyle çağdaş bir ekonomik yapı oluşturma yolunda ilerlemeler kaydedildi ancak ülke yarı sömürge durumuna düştü.
  • Ferman ile sözü verilen adil vergi düzenini kurmak adına 1839’da iltizam usulü kaldırıldı, ancak yeni düzenin Sağlanamaması nedeniyle 1841-1870 yılları arasında iltizam usulü yeniden getirildi.
  • 1838’de İngiliz tüccarlarına geniş ayrıcalıklar veren  “Baltalimanı Ticaret Antlaşması” başta olmak üzere Avrupa ülkeleriyle çeşitli ticarî antlaşmaların imzalanması ülkeyi yabancı sanayi ürünleri için açık pazar durumuna getirmiştir.
  • 1854’te ilk kez dış borç alınmıştır, Avrupa ülkelerine borçlanma dönemi başlamıştır. (bu durum 1881’de Osmanlı Devleti’nin tüm kaynaklarını Avrupa ülkelerinin denetimine bırakan Düyun-ı Umumiye’nin kuruluşuna zemin hazırlamıştır. 

 

F-Siyasal Alandaki Yenilikler

  • Bu dönemde yapılan siyasal yenilikler ve verilen haklar Avrupa ülkeleri tarafından yeterli bulunmamış ve Islahat Fermanı adında yeni bir fermanın çıkarılması gerekmiştir (1856).
  • Gelişen milliyetçilik akımlar, bu yöndeki siyasal nitelikli ayaklanmaları hızlandırmıştır, azınlıklar kendilerine tanınan yeni ve daha kapsamlı haklara rağmen daha fazlasını, hatta bağımsızlıklarını istemişler ve bu yöndeki kopmalar artmıştır.
  • Tutucu kesimin Tanzimat’a olan tepkilerine, 1860’da basının ortaya çıkmasıyla aydınların Tanzimat’ın yetersizliği ve eksikleri konusundaki eleştirileri eklenmiştir. Sonuç olarak Tanzimat Osmanlı İmparatorluğu’nda Hemen her alanda büyük değişimlerin yaşandığı bir dönemdir. Ancak bu değişimlerin bedelleri oldukça yüksek olmuştur. Modernleşme ve yenileşme yolunda, ülke yarı sömürge durumuna düşmüştür, yapılan yeniliklerin çoğu kağıt üzerinde kalmıştır.  

 

TANZİMAT EDEBİYATI HAKKINDA BAZI BİLGİLER

  • Tanzimat Edebiyatı daha önce de belirtildiği gibi Batı Uygarlığı’nı örnek alan bir edebiyattır ve Batı Edebiyatı’ndan yapılan çeviriler bu konuda belirleyici rol oynamıştır.
  • Türk Edebiyatı’na hikâye, roman, tiyatro, makale, fıkra, hatıra, eleştiri gibi yeni nesir türleri Tanzimat Edebiyatı ile birlikte girmiştir, nesir bu dönem ile birlikte önem kazanmış ve gelişmiştir.
  • Özellikle Fransız İhtilâli’nin (1789) etkisiyle dünyaya yayılan “Hürriyet, Eşitlik, Sosyal Adalet, Meşrutiyet, Dünya Kardeşliği, Vatan Millet ve Halk Sevgisi” gibi konular bu edebiyatın temel konularıdır.
  • Divan Edebiyatı adı verilen bir önceki edebiyat dönemine karşı cephe alınmıştır ve bu eski edebiyat yıkılmaya çalışılarak yerine yeni edebiyatı getirmek bu dönem şair ve yazarlarının temel amacı olmuştur.
  • Halkı eğitmek, halka okuma sevgisi kazandırmak amacıyla Tanzimat Edebiyatı’nın dili günlük konuşma diline yakındır. Gazeteciliğin gelişmesi ve tiyatroların varlığı edebiyat dilinin sadeleşmesinde büyük rol oynamış ve buAşamayı hızlandırmıştır.
  • Tanzimat edebiyatçıları yeniliği bu kadar benimsemelerine rağmen “eski”den bir türlü kopamamışlardır. Bunun sonucunda da Tanzimat Edebiyatı’nda yalnızca içeriksel değişimler geniş çaplı ve köklü olmuştur, biçimsel değişimler pek yapılamamıştır.
  • Tanzimat edebiyatçılarının eskiden kopamamaları bu edebiyatta bir “ikilik” (düalite) yaratmıştır. İkiliğin sebebi Batı-Doğu çelişkisidir. Medreselerin karşısında batılı tarzda yeni okulların, Fıkıh’a dayanan Şerî Hukuk’un karşısında yeni hukuk kurumlarının, Şeriat Mahkemelerinin karşısında “Nizamiye” denilen yeni mahkemelerin yer alması sosyal ikiliklerdendir. Edebiyatta ise “eski”yi savunanlar ve “yeni”yi isteyenler arasında yazılı tartışmalar yaşanır. Dil de daima ikilemdedir (Tanzimat’ın ilk dönem edebiyatçıları dili sadeleştirirken ikinci dönem edebiyatçıları yeniden ağırlaştırmıştır). Ayrıca eski nazım kalıpları içerisinde yeni kavram ve fikirlerin ortaya konması da ikiliğin edebiyata yansıma biçimlerindendir. İkiliğin en büyük temsilcisi Ziya Paşa’dır. Önce “Şiir ve İnşa” adlı eserinde hece ölçüsünün kullanılması gerektiğini söyler ve sade bir dil kullanır, daha sonra ise “Harâbât” adlı eserinde aruz ölçüsünü savunur ve ağır bir dil kullanır. 

 

Tanzimat Edebiyatı kendi içinde üç bölüme ayrılır:

1- Hazırlık Dönemi: Bu dönem Tanzimat Fermanı’nın ilanı ile başlar. Âkif Paşa, Sadullah Paşa, Münif Paşa ve Ethem Paşa Batı Edebiyatı’ndan çeviriler yaparak yeni edebiyatın oluşumuna zemin hazırlamışlardır.

2-Birinci Dönem:

  • 1860’da ilk özel gazete olan Tercüman-ı Ahval’in çıkışı ile başlar. Tanzimat Edebiyatı da bu tarih ile beraber başlatılır.
  • “Toplum için Sanat” görüşü benimsenmiştir. Bu dönemin edebiyatçıları mücadeleci ruhlu ve aynı zamanda politikacıdırlar.
  • Tanzimat Edebiyatı’nın genel hedeflerinin belirlendiği, şair ve yazarlarca benimsendiği, yeni konuların en çok işlendiği dönemdir. Dilde sadeleşme esas alınmıştır.
  • Namık Kemal, Şinasi, Ziya Paşa, Ahmed Mithat, Şemseddin Sami, Ahmet Cevdet Paşa, Ahmet Vefik Paşa bu dönemin en önemli temsilcileridir.

3-İkinci Dönem:

  • Gazetelerde yönetime ilişkin eleştirilerin yer alması üzerine, yeni padişah II. Abdülhamid’in aydınları İstanbul’dan uzaklaştırdığı, politik ve sosyal düşüncelerin yasaklandığı sansürler dönemidir.
  • Baskılar, bu dönem edebiyatçılarının toplumsal konuları bir yana bırakarak bireysel konulara yönelmesini ve “Sanat için Sanat” görüşünün benimsenmesine yol açmıştır. Buna bağlı olarak edebiyat dili yeniden ağırlaşmıştır.
  • Recaizade Mahmud Ekrem, Samipaşazade Sezai, Nabizade Nâzım, Abdülhak Hamit Tahran, Şemsettin Sami, Muallim Naci bu dönemin en önemli temsilcileridir. 

TANZİMAT EDEBİYATÇILARINI ETKİLEYEN FİKİR AKIMLARI

  • Klasisizm    
  • Romantizm    
  • Realizm    
  • Natüralizm 

 

YENİ OSMANLILAR (JÖN TÜRKLER) CEMİYETİ

Tanzimat edebiyatçıları (aydınlar) yönetimin otorite ve baskısını arttırdığı dönemde hem dağınık görünümleriniortadan kaldırmak hem de “Osmanlı ülkelerinde bulunanların özgürlük, hak ve eşitliklerinin kanunların teminatı altına alınması, derhal özgür seçimlere gidilmesi, bir anayasanın ilanı,bir meclisin kurulması” gibi amaçlarını planlı bir şekilde hükümete kabul ettirmek amacıyla 1865’te İstanbul da “Yeni Osmanlılar” adıyla bir dernek kurarlar. Namık Kemal, Ziya Paşa, Şinasi, Ali Suavi, Agâh Efendi, Ebüziyya Tevfik, Mehmet Bey, Refik Efendi, Sadullah Paşa, Fuat Paşa, Mithat Paşa, Mustafa Fazıl Paşa cemiyetin önemli üyelerindendir.Fransızca’da “Jeunes Turcs” (Jön Türkler) dıyla da anılmışlardır. Liberte, Tasvir-i Efkâr, Muhbir, Hürriyet, İbret Jön Türklerin özgürlük ve demokrasi hakkındaki düşüncelerini yansıtan gazetelerin başlıcalarıdır. 

 

EDEBİYAT KRONOLOJİSİ

  • 1826 Şinasi’nin doğumu*1829 Ziya Paşa’nın Doğumu
  • 1 Kasım 1831 İlk gazete Takvim-i Vakayi çıkarılır.
  • 1839 Ali Suavi’nin doğumu*21 Aralık 1840 Namık Kemal’in doğumu
  • 1 Mart 1847 Recaizade Mahmud Ekrem’in doğumu
  • 1850 Muallim Naci’nin doğumu*1852 Abdülhak Hamit Tarhan’ın doğumu
  • 1859 Fransızca’dan yapılan ilk şiir tercümesi risalesi
  • “Terceme-i Manzume”nin Şinasi tarafından neşri.
  • 1860 İlk basılı yerli tiyatro, Şinasi’nin “Şair Evlenmesi”nin tefrika edilmesi
  • 22 Ekim 1860 Tercüman-ı Ahval gazetesinin çıkarılması
  • 1862 İlk roman tercümesi “Terceme-i Telemak”ın Yusuf Kamil Paşa tarafından yapılması. Eserin orijinali Fransız yazar Fenelon’a aittir.
  • 1864 İlk Nazariyat kitabının basılması (Mecmu’atü’l- Makamat, Haşim Bey)
  • 1866 Halid Ziya Uşaklıgil’in doğumu*1870 Cenab Şahabettin’in doğumu
  • 13 Eylül 1871 Şinasi’nin ölümü
  • 1873 Mehmed Akif Ersoy’un doğumu, Türkçe ilk modern tıp lugatı (sözlüğü) olan “Lügat-ı Tıbbiye”nin neşredilmesi
  • 23 Mart 1876 Ziya Gökalp’in doğumu
  • 1878 Ali Suavi’nin öldürülmesi
  • 1880 Bir köy romanı olan“Bahtiyarlık”ın (Ahmet Mithat) neşri
  • 17 Mayıs 1880 Ziya Paşa’nın ölümü
  • 1885 Abdülhak Hamit Tarhan “Makber” i neşreder. 

 

KAYNAKLAR:

  • Temel Britannica Ansiklopedisi
  • Seyit Kemal Karaalioğlu “Resimli Motifli Türk Edebiyatı Tarihi”
  • M.E. B. Lise Türk Edebiyatı Tarihi 2 Kitabı
  • Nihad Sami Banarlı “Resimli Türk Edebiyatı 

 

Tanzimat Edebiyatının Oluşumu-2

Hazırlık Dönemi (1839-1860)

Batı Etkisindeki Türk Edebiyatı döneminin ilk halkası olan Tanzimat edebiyatı 1860’ta başlar. Ancak Tanzimat edebiyatını anlatmadan önce bir tür hazırlık dönemi olan 1839-1860 yıllarına kısaca bir göz atmalıyız.

Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla yönetimde ve toplumsal yaşamda değişimler başlar. Mustafa Reşit Paşa başta olmak üzere, Tanzimat yöneticilerinin çevresinde gelişen yenilikler yavaş yavaş halkta da etkisini gösterir. Tanzimat’la birlikte ortaya yayılan yenilikçi hava, edebiyatta, sanatta da etkisini göstermeye başlar. Bu dönemde aydın ve sanatçılar Fransızca öğrenirler. Bunda Tercüme Odası’nın çok büyük etkisi vardır. Tanzimat döneminde yetişen birçok aydın Tercüme Odası’ndan çıkmıştır. Burada Fransızca öğrenen gençler Batı edebiyatını, özellikle Fransız edebiyatını daha yakından tanıma olanağı bulur. Tercüme Odası, yalnızca dil öğretmekle kalmaz, aydınları aynı düşüncenin etrafında toplayan bir kurum özelliği kazanır. Batılılaşma düşüncesinin, siyasi mücadeleyle birlikte yürümesi, yeniliklerin bütün sanat hayatını sarması, düzyazının öne çıkması, sade dil kullanma gibi kavramlar bu odada zamanla kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Mustafa Refik, Ethem Pertev Paşa, Sadullah Paşa gibi aydınlar bu ortamda kimliklerini ve kişiliklerini bulurlar. Ayrıca Ahmet Cevdet Paşa, Münif Paşa ve İbrahim Şinasi de dönemin önde gelen isimlerinden olur.

Bu dönemde Batılı gazete ve kitaplar yavaş yavaş ülkemize girmeye başlar. Genç aydınlar 18. yüzyılın büyük Batı yazarlarını asıllarından okuyorlar, fikirlerini aralarında tartışıyorlardı. Bu durum, onların yetişmesine büyük katkı sağladı ve yavaş yavaş bu eserlerin Türkçeye de çevrilmesi fikri doğdu. Batı’dan ilk çeviriler yapıldı. Ethem Pertev Paşa, Hugo’dan; Şinasi, Lamartine ve La Fontaine’den; Yusuf Kamil Paşa, Fenelon’dan çeviriler yaptı. Ayrıca tiyatro alanında çalışmalar yapılır. Abdülmecit döneminde, Batıdan gelen tiyatro kumpanyaları temsiller verdi.

19. yüzyıl başlarında 1860’a kadar süren, çevirilerle belirginleşen bu dönemde, Tanzimat’ı olgunlaştıran ilk verilere rastlanır. Sözlük, düzyazı alanında Mütercim Âsım, gezi ve makalede Sadık Rıfat Paşa, Mustafa Asım Efendi; çeviride Münif Efendi, Yusuf Kâmil Paşa; şiirde Âkif Paşa, Ethem Pertev Paşa hazırlık dönemine, yani Tanzimat edebiyatının oluşumuna büyük katkı sağlayan önemli sanatçılardır.

Kısacası bu dönemde, dilin kitlesel işlevi kavranıyor, halk edebiyatına bir eğilim başlıyor. Çevirilerde geleceğin serbest şiir düzenini koşullayan yenilikler görülüyor. Konu bütünlüğüne gidiliyor, en azından ilk örnekler veriliyor. Sonuçta 1839’dan 1860’a dek süren bu dönem, Tanzimat edebiyatının oluşumunda bir tür hazırlık dönemi niteliği kazanır.

Tanzimat Edebiyatı

1860’ta çıkarılan, edebiyatımızdaki ilk özel gazete olan Tercüman-ı Ahval, Türk edebiyatında yenileşme sürecinin başlangıcı olur. Birçok edebî eserin yayınlanmasına olanak sağlayan bu gazetenin yayın hayatına başladığı yıl Tanzimat edebiyatının başlangıç tarihi olarak kabul edilir. 1896’ya dek sürer. Bu edebiyat dönemi Tanzimat edebiyatı; eski kuruluşlarla düşüncelerin karşısına toplumsal ve siyasal düzeltmelerle çıkar. Basımevlerinin gelişmesi, gazeteciliğin Batı’dan geniş ölçüde esinlenmesi, güçlü edebiyatçıların yetişmesi etkili bir kamuoyu yaratır.

Tanzimat edebiyatı, Batı’ya yönelmiş bir Türk edebiyatıdır. Bu dönemin şair ve yazarları, edebiyat yolu ile ulusu uyandırıp yükseltmek; gerilik, kötülük ve baskıları yok etmek gayesini taşırlar. Topluma karşı kendilerini sorumlu sayarlar. Toplum hayatımızın hızla değişme ve gelişme akımlarının itici fikir gücü Tanzimat’la başlar. Tanzimat’tan sonra orta sınıf oluşur; bu orta sınıf kendi edebiyatını yaratır ve yeni bir edebiyat ortaya çıkar.

Tanzimat edebiyatında sanat, toplumun görevinde bir araç olarak kullanılır. Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Recaizade M. Ekrem Abdülhak Hâmit, Samipaşazade Sezai bu dönemin önde gelen sanallarındandır. Tanzimat edebiyatı iki döneme  ayrılır. Buna göre Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal I. dönem tanzimat sanatçılarındandır. Recaizade M. Ekrem, Abdülhak Tarhan Samipaşazade Sezai de II. dönem sanatçılarındandır.

Tanzimatla birlikte edebiyatımızın o güne dek tanımadığı roman, öykü, makale, eleştiri, sohbet, inceleme vb. türleri işlenir, çeviri edebiyatı, gazetecilik, bu dönemde görülür. Günlük yaşamla ilgili olaylara, toplumcu görüşlere yer verilir. “Mesnevi”nin yerini roman, “ortaoyunu”nun yerini metinli tiyatro alır.

Tanzimat döneminde yeni açılan mekteplerde öğretimin Türkçeye dönmesi, gazeteciliğin başlaması ve Batı etkisiyle yepyeni bir ortam doğmuştur. Tanzimat edebiyatı dediğimiz edebî yenileşme ister istemez toplum bünyesinde ki bu değişmelere, uyanan yeni fikir akımlarına paralel olarak ortaya çıkmış, yeni bir medeniyet değişiminin sonucu olarak gelişmiştir. Tanzimat dönemiyle birlikte edebiyatımızda sosyal ve siyasal konular günlük olaylar tartışma alanına çekilmiştir

(II.bölüm zambak y.)

 

TANZİMAT DÖNEMİNİN OLUŞUMU-3

Tanzimat'la başlayan halka yönelme hareketi, yirminci yüzyılın başın­da sistemli bir biçimde izleksel imgeleri yoğun olan ulusalcı bir söyleme dönüşür. Amaç; her türlü yenileşmeye kapalı olan siyasi, sosyal ve kültü­rel yapımızı düzenlemektir. Bunun için bütün tekliflerin temelinde yeni in­sanı yetiştirecek temleri görürüz- Bu yeni insan, Batılı kavramlarla dona­tılmış bir muhteva ve dil parantezine alınmıştır. Tercüman-ı Ahval Mukad­dimesi bunun manifesto sudur. Öyle ki bu dönemin dili, kültürel bir açılı­mın taşıyıcısı konumundadır. Bunun için yönelişlerin merkezi halk ve bu yönelişlerin yönlendirici kaynağı dildir. Ancak Tanzimat edebiyatı süre­since "dilin mimarisi kurulamamış, bu yüzden de değişen en çok muhte­va olmuştur." (Doğan 1999.33) Bu yönelişlerin temelini oluşturan dil so­runsalı yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde "Yeni Lisan" hareketiyle bilinçli bir varoluş çizgisini yakalar ve bu çıkış, bir bakıma düşünsel ve sanatsal anlamda Cumhuriyetin temelini oluşturur. Lisandaki bu açılım, insanımı­zın şimdisi ve geçmişiyle bütünleşir. Ancak modernizmin biçimlendirdiği ve öznenin başkaldırısı şeklinde değerlendirilebilecek bir tavrı görmek için Nazım Hikmet'i beklememiz gerekecektir. Ona kadar Türk şiiri mite-poetik bir atmosfer içerisinde şekillenmiştir. Kuruluş devri Türk şiirinin öyküsü, daha çok çözülen bir kimliğin yerine öncekiyle bağlarını kopar­mış yeni bir kimliğin konuşlandırılması serüvenidir.

Yeni bir devletin şekillenmeye ve kurulmaya başladığı bu tarihler arasındaki en büyük sorunlarımızdan birisi de, "yeni devletin kültür poli­tikası ne olmalıdır?" sorusunun cevabında yatmaktaydı. Her kuruluş dönemi, kendisiyle birlikte bir tür bir sorgulamayı getirir. "Asker, sivil okumuş ara tabakanın bireyleri bu sorunun karşılığını dil ve tarih bil­incinde buldular. "Kurdakul 1987:9) Bu tür bir sorgulamanın gelip dayandığı hususun temelinde öncelikli olarak dil ve insan sorunu yat­maktadır. Çünkü yaşanılan ülkenin müşterek dili uzun bir süre aydınları tarafından ihmal edilmişti. Bu nedenle, son iki yüzyıllık serüvenimiz; yeni insanı yetiştirecek dil sorgulamasının üzerine oturtulmuştur.

Böylesine bir neslin arkasından gelen milli edebiyatçılar, kendilerini Türk tarihinin en büyük buhranı içerisinde bulurlar. Toplumsal hayatın bu kaotik yapısı içerisinde sanat adına düşünmek ve konuşmak imkânsız gibidir. Bunun için sanatın sosyal fayda prensibe sadık kalarak milli bir mefkûre yaratırlar. Milli edebiyatçıların en büyük şansı, kendilerinden önceki elli yılın imparatorluğu kurtarma arayışla geçmiş olmasıdır. Bu arayışların tümü, "üç tarz-ı siyaset" başlığıyla belirginleşir. İmparator­luğu kurtarma gayretinden kaynaklanan bu arayışlar, zamanla yerini imparatorluk sonrasının milli devlet idealine bırakmıştır. Bu dönem çalışmalarının ana ekseninde yarını kucaklayan bir yan daima mevcuttur. Bunun için imparatorluğun yıkılması aydınlar arasında sürpriz sayılmaz. Hemen eldeki mevcut imkânları kullanarak elli yıl öncesinden önerilen çözüm yollarından en uygun olanlarını yeni dönem için teklif etmeye başlarlar. Kısacası gelinen ve takip edilmesi gereken yo bellidir. Bu nok­tada, Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin en hazırlıklı olanlarıdır. Eski kültürün homojen yapısının tükenişini görünce bu kültür dokusuyla bir yere varılamayacağını anlarlar. Onlar için bir tek çıkış yolu vardır: milli kültür.

Ziya Gökalp, bir şair olarak Türk milletinin her kesimini kucaklayan bir dil ve kültür felsefesi yaratmaya çalışır. Bu çalışmanın temelinde, yıkılan bir imparatorluğun küllerinden onun kurucusu olan ve geçmişte defalarca milli hayatını muhtelif adlarla sürdürmüş bir milletin milli hafızasını yeniden toparlamak düşüncesi yatmaktadır. Bunun için şiirini tarihsel dokunun oluşturduğu "mukaddes vücudun" (Gökalp 1976:8) labirentine yöneltir. Dönemin şiir çalışmalarının büyük bir kısmı, bu doğrultuda şekillenir. Milli edebiyatın şair kadrosu, izleksel ve biçimsel yanlarıyla Türk milli hayatını yeniden canlandırmak görevini üstlenir. Şiirin imgesel varlığında büyük bir değişim yaşanır. Şerif Aktaş'ın ifadesiyle: "Şiirde bir duyuş tarzı ortaya çıkar. Bu duyuş tarzının özünde mil­lete vücut veren değerler bütünün farklı cephelerden ele alma, şiire has söyleyiş tarzıyla işleme arzusu yatmaktadır. Söz konusu değerler, tarihte, halk arasında, yaşanmış her türlü tecrübede, tarihî mekânda, bu mekânda ortaya konulan eserlerde, bize has yaşama tarzı bütünü içerisindedir. " (Aktaş 1996: 138) Bu ulusalcı duyum, Beş Hececiler ile Mehmet Emin Yurdakul'da kendisini iyiden iyiye hissettirir. Beş Hececiler, şiir kalitesi bakımından daha niteliklidir. Faruk Nafiz Çamlıbel, şiir olarak bu sarsıntılar arasında şiirini tesadüflerin şiiri yapmaz. Sesine sahip olmasını bilir. Beş Hececilerin bu dönemde başlayan şiir maceraları, asıl açılımını Cumhuriyet'ten sonra bireysel düzeyde sürdürecektir.

  (Dr. Ramazan Korkmaz, Dr. Tarık Özcan, Yeni Türk Eclb. El Kitabı, Grafiker Yay., Ank. 2007)

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi