Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

 

Tanzimat Edebiyatının Oluşumu-2

Hazırlık Dönemi (1839-1860)

Batı Etkisindeki Türk Edebiyatı döneminin ilk halkası olan Tanzimat edebiyatı 1860’ta başlar. Ancak Tanzimat edebiyatını anlatmadan önce bir tür hazırlık dönemi olan 1839-1860 yıllarına kısaca bir göz atmalıyız.

Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla yönetimde ve toplumsal yaşamda değişimler başlar. Mustafa Reşit Paşa başta olmak üzere, Tanzimat yöneticilerinin çevresinde gelişen yenilikler yavaş yavaş halkta da etkisini gösterir. Tanzimat’la birlikte ortaya yayılan yenilikçi hava, edebiyatta, sanatta da etkisini göstermeye başlar. Bu dönemde aydın ve sanatçılar Fransızca öğrenirler. Bunda Tercüme Odası’nın çok büyük etkisi vardır. Tanzimat döneminde yetişen birçok aydın Tercüme Odası’ndan çıkmıştır. Burada Fransızca öğrenen gençler Batı edebiyatını, özellikle Fransız edebiyatını daha yakından tanıma olanağı bulur. Tercüme Odası, yalnızca dil öğretmekle kalmaz, aydınları aynı düşüncenin etrafında toplayan bir kurum özelliği kazanır. Batılılaşma düşüncesinin, siyasi mücadeleyle birlikte yürümesi, yeniliklerin bütün sanat hayatını sarması, düzyazının öne çıkması, sade dil kullanma gibi kavramlar bu odada zamanla kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Mustafa Refik, Ethem Pertev Paşa, Sadullah Paşa gibi aydınlar bu ortamda kimliklerini ve kişiliklerini bulurlar. Ayrıca Ahmet Cevdet Paşa, Münif Paşa ve İbrahim Şinasi de dönemin önde gelen isimlerinden olur.

Bu dönemde Batılı gazete ve kitaplar yavaş yavaş ülkemize girmeye başlar. Genç aydınlar 18. yüzyılın büyük Batı yazarlarını asıllarından okuyorlar, fikirlerini aralarında tartışıyorlardı. Bu durum, onların yetişmesine büyük katkı sağladı ve yavaş yavaş bu eserlerin Türkçeye de çevrilmesi fikri doğdu. Batı’dan ilk çeviriler yapıldı. Ethem Pertev Paşa, Hugo’dan; Şinasi, Lamartine ve La Fontaine’den; Yusuf Kamil Paşa, Fenelon’dan çeviriler yaptı. Ayrıca tiyatro alanında çalışmalar yapılır. Abdülmecit döneminde, Batıdan gelen tiyatro kumpanyaları temsiller verdi.

19. yüzyıl başlarında 1860’a kadar süren, çevirilerle belirginleşen bu dönemde, Tanzimat’ı olgunlaştıran ilk verilere rastlanır. Sözlük, düzyazı alanında Mütercim Âsım, gezi ve makalede Sadık Rıfat Paşa, Mustafa Asım Efendi; çeviride Münif Efendi, Yusuf Kâmil Paşa; şiirde Âkif Paşa, Ethem Pertev Paşa hazırlık dönemine, yani Tanzimat edebiyatının oluşumuna büyük katkı sağlayan önemli sanatçılardır.

Kısacası bu dönemde, dilin kitlesel işlevi kavranıyor, halk edebiyatına bir eğilim başlıyor. Çevirilerde geleceğin serbest şiir düzenini koşullayan yenilikler görülüyor. Konu bütünlüğüne gidiliyor, en azından ilk örnekler veriliyor. Sonuçta 1839’dan 1860’a dek süren bu dönem, Tanzimat edebiyatının oluşumunda bir tür hazırlık dönemi niteliği kazanır.

Tanzimat Edebiyatı

1860’ta çıkarılan, edebiyatımızdaki ilk özel gazete olan Tercüman-ı Ahval, Türk edebiyatında yenileşme sürecinin başlangıcı olur. Birçok edebî eserin yayınlanmasına olanak sağlayan bu gazetenin yayın hayatına başladığı yıl Tanzimat edebiyatının başlangıç tarihi olarak kabul edilir. 1896’ya dek sürer. Bu edebiyat dönemi Tanzimat edebiyatı; eski kuruluşlarla düşüncelerin karşısına toplumsal ve siyasal düzeltmelerle çıkar. Basımevlerinin gelişmesi, gazeteciliğin Batı’dan geniş ölçüde esinlenmesi, güçlü edebiyatçıların yetişmesi etkili bir kamuoyu yaratır.

Tanzimat edebiyatı, Batı’ya yönelmiş bir Türk edebiyatıdır. Bu dönemin şair ve yazarları, edebiyat yolu ile ulusu uyandırıp yükseltmek; gerilik, kötülük ve baskıları yok etmek gayesini taşırlar. Topluma karşı kendilerini sorumlu sayarlar. Toplum hayatımızın hızla değişme ve gelişme akımlarının itici fikir gücü Tanzimat’la başlar. Tanzimat’tan sonra orta sınıf oluşur; bu orta sınıf kendi edebiyatını yaratır ve yeni bir edebiyat ortaya çıkar.

Tanzimat edebiyatında sanat, toplumun görevinde bir araç olarak kullanılır. Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Recaizade M. Ekrem Abdülhak Hâmit, Samipaşazade Sezai bu dönemin önde gelen sanallarındandır. Tanzimat edebiyatı iki döneme  ayrılır. Buna göre Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal I. dönem tanzimat sanatçılarındandır. Recaizade M. Ekrem, Abdülhak Tarhan Samipaşazade Sezai de II. dönem sanatçılarındandır.

Tanzimatla birlikte edebiyatımızın o güne dek tanımadığı roman, öykü, makale, eleştiri, sohbet, inceleme vb. türleri işlenir, çeviri edebiyatı, gazetecilik, bu dönemde görülür. Günlük yaşamla ilgili olaylara, toplumcu görüşlere yer verilir. “Mesnevi”nin yerini roman, “ortaoyunu”nun yerini metinli tiyatro alır.

Tanzimat döneminde yeni açılan mekteplerde öğretimin Türkçeye dönmesi, gazeteciliğin başlaması ve Batı etkisiyle yepyeni bir ortam doğmuştur. Tanzimat edebiyatı dediğimiz edebî yenileşme ister istemez toplum bünyesinde ki bu değişmelere, uyanan yeni fikir akımlarına paralel olarak ortaya çıkmış, yeni bir medeniyet değişiminin sonucu olarak gelişmiştir. Tanzimat dönemiyle birlikte edebiyatımızda sosyal ve siyasal konular günlük olaylar tartışma alanına çekilmiştir

(II.bölüm zambak y.)

 

TANZİMAT DÖNEMİNİN OLUŞUMU-3

Tanzimat'la başlayan halka yönelme hareketi, yirminci yüzyılın başın­da sistemli bir biçimde izleksel imgeleri yoğun olan ulusalcı bir söyleme dönüşür. Amaç; her türlü yenileşmeye kapalı olan siyasi, sosyal ve kültü­rel yapımızı düzenlemektir. Bunun için bütün tekliflerin temelinde yeni in­sanı yetiştirecek temleri görürüz- Bu yeni insan, Batılı kavramlarla dona­tılmış bir muhteva ve dil parantezine alınmıştır. Tercüman-ı Ahval Mukad­dimesi bunun manifesto sudur. Öyle ki bu dönemin dili, kültürel bir açılı­mın taşıyıcısı konumundadır. Bunun için yönelişlerin merkezi halk ve bu yönelişlerin yönlendirici kaynağı dildir. Ancak Tanzimat edebiyatı süre­since "dilin mimarisi kurulamamış, bu yüzden de değişen en çok muhte­va olmuştur." (Doğan 1999.33) Bu yönelişlerin temelini oluşturan dil so­runsalı yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde "Yeni Lisan" hareketiyle bilinçli bir varoluş çizgisini yakalar ve bu çıkış, bir bakıma düşünsel ve sanatsal anlamda Cumhuriyetin temelini oluşturur. Lisandaki bu açılım, insanımı­zın şimdisi ve geçmişiyle bütünleşir. Ancak modernizmin biçimlendirdiği ve öznenin başkaldırısı şeklinde değerlendirilebilecek bir tavrı görmek için Nazım Hikmet'i beklememiz gerekecektir. Ona kadar Türk şiiri mite-poetik bir atmosfer içerisinde şekillenmiştir. Kuruluş devri Türk şiirinin öyküsü, daha çok çözülen bir kimliğin yerine öncekiyle bağlarını kopar­mış yeni bir kimliğin konuşlandırılması serüvenidir.

Yeni bir devletin şekillenmeye ve kurulmaya başladığı bu tarihler arasındaki en büyük sorunlarımızdan birisi de, "yeni devletin kültür poli­tikası ne olmalıdır?" sorusunun cevabında yatmaktaydı. Her kuruluş dönemi, kendisiyle birlikte bir tür bir sorgulamayı getirir. "Asker, sivil okumuş ara tabakanın bireyleri bu sorunun karşılığını dil ve tarih bil­incinde buldular. "Kurdakul 1987:9) Bu tür bir sorgulamanın gelip dayandığı hususun temelinde öncelikli olarak dil ve insan sorunu yat­maktadır. Çünkü yaşanılan ülkenin müşterek dili uzun bir süre aydınları tarafından ihmal edilmişti. Bu nedenle, son iki yüzyıllık serüvenimiz; yeni insanı yetiştirecek dil sorgulamasının üzerine oturtulmuştur.

Böylesine bir neslin arkasından gelen milli edebiyatçılar, kendilerini Türk tarihinin en büyük buhranı içerisinde bulurlar. Toplumsal hayatın bu kaotik yapısı içerisinde sanat adına düşünmek ve konuşmak imkânsız gibidir. Bunun için sanatın sosyal fayda prensibe sadık kalarak milli bir mefkûre yaratırlar. Milli edebiyatçıların en büyük şansı, kendilerinden önceki elli yılın imparatorluğu kurtarma arayışla geçmiş olmasıdır. Bu arayışların tümü, "üç tarz-ı siyaset" başlığıyla belirginleşir. İmparator­luğu kurtarma gayretinden kaynaklanan bu arayışlar, zamanla yerini imparatorluk sonrasının milli devlet idealine bırakmıştır. Bu dönem çalışmalarının ana ekseninde yarını kucaklayan bir yan daima mevcuttur. Bunun için imparatorluğun yıkılması aydınlar arasında sürpriz sayılmaz. Hemen eldeki mevcut imkânları kullanarak elli yıl öncesinden önerilen çözüm yollarından en uygun olanlarını yeni dönem için teklif etmeye başlarlar. Kısacası gelinen ve takip edilmesi gereken yo bellidir. Bu nok­tada, Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin en hazırlıklı olanlarıdır. Eski kültürün homojen yapısının tükenişini görünce bu kültür dokusuyla bir yere varılamayacağını anlarlar. Onlar için bir tek çıkış yolu vardır: milli kültür.

Ziya Gökalp, bir şair olarak Türk milletinin her kesimini kucaklayan bir dil ve kültür felsefesi yaratmaya çalışır. Bu çalışmanın temelinde, yıkılan bir imparatorluğun küllerinden onun kurucusu olan ve geçmişte defalarca milli hayatını muhtelif adlarla sürdürmüş bir milletin milli hafızasını yeniden toparlamak düşüncesi yatmaktadır. Bunun için şiirini tarihsel dokunun oluşturduğu "mukaddes vücudun" (Gökalp 1976:8) labirentine yöneltir. Dönemin şiir çalışmalarının büyük bir kısmı, bu doğrultuda şekillenir. Milli edebiyatın şair kadrosu, izleksel ve biçimsel yanlarıyla Türk milli hayatını yeniden canlandırmak görevini üstlenir. Şiirin imgesel varlığında büyük bir değişim yaşanır. Şerif Aktaş'ın ifadesiyle: "Şiirde bir duyuş tarzı ortaya çıkar. Bu duyuş tarzının özünde mil­lete vücut veren değerler bütünün farklı cephelerden ele alma, şiire has söyleyiş tarzıyla işleme arzusu yatmaktadır. Söz konusu değerler, tarihte, halk arasında, yaşanmış her türlü tecrübede, tarihî mekânda, bu mekânda ortaya konulan eserlerde, bize has yaşama tarzı bütünü içerisindedir. " (Aktaş 1996: 138) Bu ulusalcı duyum, Beş Hececiler ile Mehmet Emin Yurdakul'da kendisini iyiden iyiye hissettirir. Beş Hececiler, şiir kalitesi bakımından daha niteliklidir. Faruk Nafiz Çamlıbel, şiir olarak bu sarsıntılar arasında şiirini tesadüflerin şiiri yapmaz. Sesine sahip olmasını bilir. Beş Hececilerin bu dönemde başlayan şiir maceraları, asıl açılımını Cumhuriyet'ten sonra bireysel düzeyde sürdürecektir.

  (Dr. Ramazan Korkmaz, Dr. Tarık Özcan, Yeni Türk Eclb. El Kitabı, Grafiker Yay., Ank. 2007)

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi