SONE ÖRNEKLERİ
- Özel bir uyak düzeni olan nazım şeklidir.
- Genel olarak "kısa şiir, türkü" anlamına gelir.
- İki dörtlük ve iki üçlükten oluşur.
- İlk dörtlük "abba" biçiminde de olabilir.
- Türk edebiyatında birçok şair sone tarzı şiirler yazmıştır. Ayrıca Batılı şairlerden sone çevirileri de yapılmıştır.
- Önce İtalyan edebiyatında kullanılmış, sonra Fransız edebiyatına, oradan da diğer Avrupa edebiyatlarına geçmiştir.
- Edebiyatımızda Cenap Şahabettin'in sone şeklinde şiir yazdığını görüyoruz. Servet-i Fünûn şairlerinin hemen hepsi bu nazım şeklini benimser.
- Sone kafiye sistemi üçe ayrılır.
- İtalyan tipi: Kafiye şeması abba, abba, ccd, ede
- Fransız tipi: Kafiye şeması abba, abba, ccd, eed
- (İtalyan ve Fransız tipi sone arasındaki tek fark son üçlüğün düzenindedir.)
- İngiliz tipi: Mısra sayısı değişmemekle beraber ilk on iki mısra tek bir bend, son iki mısra da ayrı bir bend halinde yazılırlar. Kafiye şeması: abab cdcd efe fgg.
- Türk edebiyatında soneyi ilk kez Süleyman Nesip kullanmıştır.
1. SONE (Sonnet):
Sone, ilk iki kıt'ası dörtlük, son iki kıtası da üçlük olan on dört mısralık Fransız nazım şeklidir. Bunun bir de İtalyan şekli vardır. Aşağıda Tevfik Fikret'in sonelerinden bir örnek verilmiş, yanında da kafiyeleniş biçimi gösterilmiştir:
HAYATA KARŞI BEŞER
— Lanet bize ey hayat; sen masum ve mübeccelsin! —
Gür saçlarında hep şu baharın güneşleri, a
Şefkatli gözlerinde bütün gök, bütün deniz. b
Bir ebr-i gonce-hize bürünmüş ve muhteriz, b
Lâkin her iştiyaka gülen nazlı bir peri. a
— Tâ Rabbımızla gökteki hengâmeden beri a
Biz daima güneşte siyah bir göz, en temiz b
Vicdanda gizli bir leke farketmek isteriz; b
Âsi biziz, biziz yine şâk-i müfteri.— a
Ey hüsn-i mültefit, bize aldanma, biz denî c
Bir aşk-ı bî-sebat ile iğfal eder seni c
İğfal eder, mülevves eder, sonra neş'esiz d
Bir ânı mahvın oldu mu, levm eyleriz... Sakın e
İncinme kendi kendine, içlenme ey kadın, e
Mel'ûn eden de biz, seni tel'in eden de biz. ......... d
TEVFİK FİKRET
Yandaki şemadan da anlaşıldığı gibi, sonede kafiyeleniş şöyledir : ilk iki dörtlüğün birinci ve dördüncü mısraları birbirleriyle kafiyelidir. Yine bu iki dörtlüğün ikinci ve üçüncü mısraları kendi aralarında kafiyelidir. Üçlüklerdeyse durum böyle değildir. Birinci üçlüğün ilk iki mısraı birbirleriyle, sön üçlüğün de ilk iki mısraı kendi aralarında kafiyelidir. Bu iki üçlüğün son mısraları da birbirleriyle kafiyelidir.
Sone Örneği:
Dağılır yele karşı altın saçları
Uçuşurdu bin bir büklüm içinde.
Bir hoş ışık vardı gözlerinde
Pırıl pırıl, sönmüş o zamandan beri.
Bir iyilik sarardı yüzünü bazan
Bilmem, belki bana öyle gelirdi.
Ben, o sevdadan can atan deli
Nasıl yanıp tutuşmazdım o zaman.
Yürüdü mü yerden kurtulurdu sanki
Melekler öyle yürüse gerek. Sözleri
Bir başka türlüydü insan sözlerinden.
Gökte bir ruhtu o,bir canlı güneşti.
Öyle gördüm ben; öyle değilmiş şimdi.
Yay gevşemiş, ne çıkar, yara gitmez gönülden.
Francesco PETRARCA
-------
FATİH’İN RESMİ
Ayasofya kubbesinde ak bir bulut,
Baktım, gitti gider bal rengi tesbihim
Kehribar günler, düştü yaprak ve umut,
Güz yağmuru indi camda düğüm düğüm.
Benimdi savrulan kaftanlar, benimdi
Atların boynu, yerinde yeller eser!
Surların taşlarına sürdüm elimi,
Benimdi İstanbul, burçlar bana benzer.
Altın sahanlarda aş yedim, su içtim
Altın kupadan, zorlu Tuna'dan geçtim,
Ben Sultan Mehmet, Avni, tuğlarla yüce.
Bir resimde kaldım cüce, ben değilim,
Sarığım, soğuk kürküm, kokusuz gülüm,
Ararım, aranırım yerde delice.
OKTAY RIFAT HOROZCU
-------
ÜMİT
Dün bir kara çalıda bir kuş figan ediyordu.
Yuvasını bozmuştu merhametsiz bir fırtına;
Kendisini atmıştı zâlim rüzgâr dağ ardına,
Uçmak için zavallı gökten kanat istiyordu.
Lâkin bugün burda bir şetaretli muganni var,
Konmuş yeşil yapraklı bir fidanın üzerine;
Yeni aşklar getirmiş onun gonca güllerine,
İlkbaharı söylüyor nağmesinde cıvıltılar...
Ey ruhumun bülbülü, ey güzel kuş terennüm et;
Hikâyet et, anlat ki sen kaç mevsim feryat ettin,
Kaç karanlık geceyi, sisli ufku inlettin?
Sonra sana hangi el çiçek, ziya, aşk gönderdi?
Kimler senin nağmene yeni bir ruh, âhenk verdi?
Söyle, sana bunları veren kimdir, hangi kuvvet?
Mehmet Emin Yurdakul
-----
TANRIYA
Ey beşikte adını işittiğim ulu Tanrı’m,
Ben bir masum çocukken bir mescide gidiyordum;
Kalkıyordu bir ak kuş gibi sana kanatlarım,
Burda küçük bir melek gibi dua ediyordum...
İşte yine bu ruhla geldim senin mâbedine;
Anıyorum secdemde bir riyasız dille seni.
Açıyorum lekesiz ellerimi sana yine,
Kutluyorum sarsılmaz bir imanla mucizeni..
Zira ben bir hastaydım, sen derdime şifa oldun;
Bir alildim, sen benim gözlerime ziya oldun.
Gösterdin ki sen dertli gönüllerin bir Rabb’isin...
Kâinatın yıldızlardan kuşa kadar sahibisin;
Bir ilham ver çalayım bunu altın rübabımda,
Okutayım dünyaya seni yeni kitabımda...
Mehmet Emin Yurdakul
İLGİLİ İÇERİK
Çeviren: Sabahattin EYUBOĞLU
ASKER GEÇERKEN
Nakkâre önde, bir müteharrik cebel gibi
Geçmekte zî-vekâr u tarâb mevkib-i zafer;
Sancak, o reng-i âl ile fecr-i ezel gibi
Fark-ı mehâbetinde saçar mevce mevce fer.
Herkes, büyük küçük, birikir reh-güzârına
Bir incizâb-ı rûh ile, pür-şevk u ihtirâm
Gözler dalar güzâriş-i satvet-medârına,
İsâr eder kudûmuna her nazra bir selam.
Durmaz yürür ketîbe-i rahşan-ı mefhâret;
Her lahza bir nümâyiş-i handan-ı mefhâret
Yüzlerde, süngülerde, kılıçlarda berk urur.
Kalmaz günûde geçtiği yerlerde hiss-i şan;
Ba'zen durur selâmına bir kışla… nâgehân
Bir seyf-i âmirâne parıldar: – Selâm dur!
İLGİLİ İÇERİK
MAKDEM-İ YÂR
Pervâne-i zerrin gibi her zühre-i zerrin
Titrerdi zümürrüd-geh-i lerzân-ı çemende
Çağlardı leb-i sîm-i hıyâbân-ı semende
Bir çeşme-i billûr ile bir cûy-i bilûrin
Düşmüştü siyeh berg-i şebe şebnem-i sîmîn
Şeb-nem gibi titrerdi kamer leyl üzerinde
Bir şeb-pere-i hutfe bir âhû-yı çerende
Vermişti bu nüzhet-gehe bir vahşet-i nermîn
Âhû ile şeb-perre vü evrâk ile azhâr
Nâ-gâh fısıldaştı leb-i âb-ı revânda
Zîrâ şu perî-haneye karşı bu evânda
Ey dürr-i yetîm-i sadef-i şefkâtim, ey yâr
Sen bir meh-i zî-ruh gibi yükseliyordun
Muzlim korunun zıllı içinden geliyordun
İLGİLİ İÇERİK
KUŞLAR
Bütün yaz bahçelerde ötüşen minimini
Kuşların o sevdalı sesleri işitilir
Onların Allah yollar sularını, yemini,
Onlar yalnız uçmayı ve ötmesini bilir.
Biri bir dalda yorgun, bir çılgın, havada
Biri daha ötede öter, durmadan öter
Akşam olunca döner, birleşirler yuvada
Melekler bu yuvayı kanatlarıyla örter
Gönül sen de kaygısız, bu kuşlara benzersin
Dilerim Allah’ımın rahmeti eksilmesin
Baharın bu zavallı kuşları üzerinden
Onlar baharın ruhu, kırların neşesidir
O sevdalı kuşların musikisi, sesidir
Bana şiirlerimin ahengini öğreten
İLGİLİ İÇERİK
FRANSIZ TİPİ Sone Örneği:
Dağılır yele karşı altın saçları
Uçuşurdu bin bir büklüm içinde.
Bir hoş ışık vardı gözlerinde
Pırıl pırıl, sönmüş o zamandan beri.
Bir iyilik sarardı yüzünü bazan
Bilmem, belki bana öyle gelirdi.
Ben, o sevdadan can atan deli
Nasıl yanıp tutuşmazdım o zaman.
Yürüdü mü yerden kurtulurdu sanki
Melekler öyle yürüse gerek. Sözleri
Bir başka türlüydü insan sözlerinden.
Gökte bir ruhtu o,bir canlı güneşti.
Öyle gördüm ben; öyle değilmiş şimdi.
Yay gevşemiş, ne çıkar, yara gitmez gönülden.
Francesco PETRARCA
İLGİLİ İÇERİK
İTALYAN TİPİ SONE ÖRNEĞİ
Derdim, yeter, sâkin ol, dinlen biraz artık!
Akşam olsa diyordun, işte oldu akşam,
Siyah örtülerle sardı şehri karanlık;
Kimine huzur iner gökten, kimine gam.
Bırak, şehrin iğrenç kalabalığı gitsin,
Yesin kamçısını hazzın sefil cümbüşte
Toplasın acı meyvesini nedâmetin
Sen gel, derdim, ver elini bana, gel şöyle.
Bak göğün balkonlarından geçmiş seneler
Eski zaman esvaplarıyla eğilmişler;
Hüzün yükseliyor, güler yüzle, sulardan.
Seyret bir kemerde yorgun ölen güneşi
Ve uzun bir kefen gibi doğuyu saran
Geceyi dinle, yürüyen tatlı geceyi.
(Charles Baudelaire’den çeviren: Sabahattin Eyuboğlu)
İLGİLİ İÇERİK
İngiliz Tipi Sone Örneği
Shakspeare’in 18. Sonesi (Talat Sait Halman çevirisi):
« Seni bir yaz gününe benzetmek mi, ne gezer?
Çok daha güzelsin sen, çok daha cana yakın:
Taze tomurcukları sert rüzgârlar örseler,
Kısacıktır süresi yeryüzünde bir yazın:
Işıldar göğün gözü, yakacak kadar sıcak,
Ve sık sık kararı da yaldız düşer yüzünden;
Her güzel, güzellikten er geç yoksun kalacak
Kader ya da varlığın bozulması yüzünden;
Ama hiç solmayacak sendeki ölümsüz yaz,
Güzelliğin yitmez ki asla olmaz ki hurda;
Gölgesindesin diye ecel caka satamaz
Sen çağları aşarken bu ölmez satırlarda:
İnsanlar nefes alsın, gözler görsün elverir,
Yaşadıkça şiirim, sana da hayat verir. »
İLGİLİ İÇERİK
YÜKSÜK-ALİ EKREM BOLAYIR
Yüksüğün ince şeklini yazmak
Bana pek güç gelir kadınlardan
Sorunuz belki bir güzel parmak
onu tersim için bulur imkan
Bunu bir çekmenin içinde gören
Mu’teber bir refik-i hane sanır;
Kadrini pek bilirler elde iken,
Düştüğü anda mutlaka alınır.
O da layık nezâketin eline:
Tenine saplanır iken iğne,
Yine pekçok sever iş işlemeyi;
Bin letâfetle çırpınır her ân...
Sanki bir nahl-i nev-hayâta konan
Küçücük bir kuşun küçük yüreği!
Ali Ekrem (Bolayır)
KENDİ KENDİME
Bir buçuk, işte bir buçuk sâ’at
Bir küçük, ruhsûz neşîde için;
Bu kadar sa’y, i’tina, zahmet
Topu bir kıt’a, ya kasîde için.
Ah ey pîş-i istifâdemden
Bî-tevakkuf uzaklaşan mevecât,
Ey mübârek dakikalar, sizi ben
Böyle gaybeylemekteyim, heyhât!
Bilirim: Bir nefeste bir demde
Koca bir kâ’inat-ı zinde doğar;
Canlanır bir hayât, bir hilkât.
Öyle zî-rûh var ki âlemde
Bir buçuk sâ’atın içinde doğar,
Yaşar, itmâm-ı ömr eder... ibret!
TEVFİK FİKRET
İLGİLİ İÇERİK
BİR VAKİTSİZ YAZ - ZİYA OSMAN SABA
Bu vakitsiz giden yaz, erken inen akşamla,
Kapanmış pancurlara dayayarak başını,
Dinle solgun bahçenin kalbe anlattığını,
Ağacın yaprak yaprak, havuzun damla damla.
Kuşlar sanki yaralı, benzin sararmış gamla,
Duymak güneşin, rengin bizi bıraktığını,
Günler günü vefasız leyleklerin akını.
-Ah uzak palmiyeler... Kaçmak, seninle, yazla.
Çardak altları bitti, bitti üzümün tadı,
Artık ihtiyar çamlar, selviler saltanatı,
İşte bir kere daha haraboldu bahçeler.
Ürperen vücudunu yavaşça koluma ver.
Gözlerinde okunan bütün hüznü eylülün,
Karanlıktan, geceden, ölümden korkan gönlün.
ZİYA OSMAN SABA
BEYAZ- ZİYA OSMAN SABA
Bir bademin altına, yorgun, oturmak biraz,
Ayrı ayrı seyretmek çiçek açmış her dalı.
Artık bütün renklerden, artık uzaklaşmalı;
Beyaz işte, aylardır gözümde tüten beyaz.
Kış bitti... Uzaklarda ilk ümitler gibi yaz.
Duyuyorum bu sabah, kış içimden çıkalı,
İçimin dört duvarı bembeyaz badanalı.
Ah sâde nefes almak, göğsüme dolan bu haz...
Bu kuş ötecek şimdi... Havada bir durgunluk,
Mermeriyle konuşan açık kalmış bir musluk,
Beyaz çiçeklerini tek tük düşüren kiraz.
Bahar pınarından içime damlayan su,
Bembeyaz çiçeklerin ıslak, temiz kokusu,
Kış bitti... Uzaklarda ilk ümitler gibi yaz...
ZİYA OSMAN SABA
SEBİL VE GÜVERCİNLER -ZİYA OSMAN SABA
Çözülen bir demetten indiler birer birer,
Bırak, yorgun başları bu taşlarda uyusun.
Tutuşmuş ruhlarına bir damla gözyaşı sun,
Bir sebile döküldü bembeyaz güvercinler...
Nihayetsiz çöllerin üstünden hep beraber
Geçerken bulmadılar ne bir ot ne bir yosun,
Ürkmeden su içsinler yavaşça, susun, susun!
Bir sebile döküldü bembeyaz güvercinler...
En son şarkılarını dağıtarak rüzgâra,
Beyaz boyunlarını uzattılar taslara...
Bir damla suya hasret gideceklermiş meğer.
Şimdi bomboş sebilden selviler bir şey sorar,
Hatırlatır uzayan dem çekişleri rüzgâr
Mermer basamaklarda uçuşur beyaz tüyler.
SESSİZLİK . . - ZİYA OSMAN SABA
Biz o kadar ağladık ki beraber,
Gözyaşları doldurdu avucumu şimdilik.
Şimdilik uzun uzun, bambaşka bir sessizlik
Yavaşça alçalarak, yavaşça bizi dinler.
Etrafta kalan sesler kesildi birer birer.
Hatırlamaz olmuşum, her şey uzakta, silik.
Yalnız senin vücudun... Ah içte bir içimlik
Bir su gibi ellerin avucumda serinler.
Vücudunun gölgesi bak yerde gölgemle bir,
Yeni bir nefes gibi sessizlik göğsümdedir.
Sessizlik içerime doluyor yudum yudum.
Dolu bir yelken gibi göğsümde genişleyiş,
Ve öyle için için, ve öyle geniş geniş.
Ben hiç bir şey duymadan, ben yalnız seviyorum.
GÖZÜMDE TÜTEN RENK - ZİYA OSMAN SABA
Bir ağacın dibine yorgun oturmak biraz,
Ve seyretmek bembeyaz çiçek açmış bir dalı.
Şimdi bütün renklerden artık uzaklaşmalı:
Beyaz işte, aylardır gözümde tüten beyaz.
Kış bitti.. uzaklarda ilk ümitler gibi yaz.
Duyuyorum, içimden kış günleri çıkalı,
İçimin dört duvarı bembeyaz badanalı.
Temizliğin kokusu, sükûn, ah bir anlık haz..
Bir kuş ötecek şimdi! Havada bir durgunluk.
Mermer ile konuşan açık kalmış bir musluk.
Beyaz çiçeklerini tek tük düşüren ağaç.
Tadılmamış bir sükûn geliyor kederime,
Sanıyorum nihayet damlıyor içerime,
Tanrım, nihayet beni iyi edecek ilâç…
KIŞA GİRERKEN-ZİYA OSMAN SABA
İndirin perdeleri, indirin perdeleri..
Sonbahar ağaçlarda ağlarken yaprak yaprak
Hışıldayan bu altın yağmuruna dalarak
Dinleyim içerimde serinleyen kederi.
Çekin, önüme çekin şu yerdeki minderi,
Sükûn, beyaz bir gömlek gibi ürpersin bırak
Çın çın çınlarken uzak, çok uzak bir çıngırak
Ah indirin camlara bembeyaz perdeleri.
Sonbahar, ölen günle basamakta duruyor
Saniyeler kafese bir el gibi vuruyor
İsterse hemen yarın evim örtülsün karla.
Ferah veren bir rüzgâr olacak ıztırabım
Şimdiden kilitlendi her fırtınaya kapım
Senin belinde sarkan bir gümüş anahtarla...
İLGİLİ İÇERİK
MISIR DÖNÜŞÜ -OKTAY RİFAT
Doldur kadehimi, Hasan Can! Güneşe
Tutsam derimi, ısıtmıyor. Bu mintan
Kefenden daha soğuk! Versem ateşe
Girit ve Rodos'u, kızoğlankız, civan,
Kırk Macarlı odalık, bel, kasık, meme,
Dizsem karşıma, nafile! Ne Çaldıran,
Ne Şam, Mısır, su serpmez yavuz gönlüme,
Bir çeki taşı gibi üstümde Zaman
Ve soyulmuş etimde bin sırtlan anı.
Varın gidin cellata, vurulsun boynu
Yunus vezirimin! Hasan Can, şarap koy
Ki dönsün fırıl fırıl yer gök ve saray,
Arap, Acem mülkü bütün, diyar-ı Rum!
Ayna tut yüzümü görmek istiyorum!
SONNET - TURGUT UYAR
Çekemezsin bir yere sineden başka.
Biliyorum günler hep böyle geçecek.
Ne akşamleyin komşu, ne bir akraba,
Ne bir dost, oturup karşılıklı içecek..
Yalnızlık sade şurda burda değil,
Düşüncede, hatırada ve dilekte.
Hangi taşı kaldırsan, nerde 'of! ' çeksen,
Bir dudağı yerde, bir dudağı gökte..
Bilmem rengi nasıldır, boyu ne kadar.
Biçen her kimse yıllardır yanlış biçiyor.
Bir elbise ki, alabildiğine dar..
Nedir bir türlü sırrını anlamadık,
Kimdir bizimle böyle şaka ediyor,
Hangi cebini karıştırsan yalnızlık..
İLGİLİ İÇERİK
BİR DOST İÇİN SONE - ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
Maruzatım odur ki;en iyi bir dostsun
Dağların doruğunda bir çiçek kadar iyi
Sen karanlıkta yüzümüzü ağartan ışık
Resimlerin duvarlarda şakır kuşlar gibi
Sen O'sun her zaman yalansız olan sevgisi
Saksıları sulayan,vazolara can katan
O en koyu,en çaresiz gecelerde bile
Yeri,göğü bir merhabasıyla aydınlatan
Sen O'sun sevince boğan bütün kederleri
Solan,kuruyan,bir çiçek gibi ağlayansın
Ve esen dost bir imbatsın akşamüzerleri
Kalan bir gün gibi yazdan,öyle Haziransın
Yalan değil,biz ne arayıp sende bulduksa
Mutluyuz,dostça gönül tahtına kurulduksa.
ÇİGAN GÖZLER - ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
Şarkısız ve sensiz kaldığım nice akşamlar
Gözlerin geçer aklımdan özlemler içinde
Gözlerin bir çigan müziği güzelliğinde
Kirpiklerinde keman, bebeklerinde gitar...
İç ürperten sesin her gece odama dolar
Bir buğu yükselircesine göğe kadehten
Nasıl başım döner nasıl mest olurum bilsen
Ağlarım, saçlarında gün doğuncaya kadar...
Mutluluk bir ateştir uzaklarda yaktığın
Ki binlerce 'yay' çekilircesine derinden
En hazin şarkıları dinlerim gözlerinden
Büyür gitgide hüznü içimde yanlızlığın
Dinlerim o hiç susmak bilmeyen çiganları
Ve bir musiki halinde geçen zamanları...
ÜSTÜME VARMA İSTANBUL-ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
Sana geldim, içim ümitlerle dolu
Beni sarhoş etme İstanbul, ne olur
Bir gün ben de eririm caddelerinde
Çürür kemiklerim adım unutulur
Yine sen kalırsın dipdiri, sımsıcak
Göğün, bulutların, denizlerin kalır
Oynama İstanbul, benimle oynama
Bir gün öldürür beni bu dert, bu kahır
Ezilmiş ellerim arasında başım
Bu yeryüzünde başka çarem kalmamış
İşte gelip kapılarına dayanmışım
Karşında yıkılmış bir duvar gibiyim
Beni sarhoş etme, başım dönüyor
Üstüme varma İstanbul, kederliyim
ACILAR DENİZİ - ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
Ben acılar denizinde boğulmuşum
İşitmem vapur düdüklerini, martı çığlıklarını
Dalgalar her gün bir başka kıyıya atar beni
Duyarım yosunların benim için ağladıklarını
Ölüyüm çoktan, bir baksana gözlerime
Gör, içindeki o kanlı cam kırıklarını
Bu ne karanlık, bu ne zindan gece böyle
Bütün gemiler söndürmüş ışıklarını
Ben acılar denizi olmuşum, yaklaşma
Sularım tuzlu, sularım zehir zemberek
Baksana; herkes içime dökmüş artıklarını
Bu karanlık bitse artık, bir ay doğsa
Bir deli rüzgâr çıksa; alıp götürse
Yılların içimde bıraktıklarını...
İLGİLİ İÇERİK
GİDEN GELMEZ - YUSUF ZİYA ORTAÇ
İşittim ki, benim için ağlıyormuşsun,
Hala adım düşmüyormuş dudaklarından!
Geçenlerde bir yolcudan beni sormuşsun,
Metruk, ıssız bir manastır gibiymiş odan!
Çamlıklarda tek başına geziyormuşsun,
Gözyaşların anıyormuş eski günleri...
Ümidini siyah ufuklarda yormuşsun,
Sanmışsın ki, giden günler gelecek geri!
Artık ela gözlerinin altı çürümüş,
Bahçemdeki kuşlar gibi susmuş kahkahan!
Kalbin bir dal mevsimin hüznü bürümüş...
Akşamları son yolcular geçerken kırdan
Nazarların dalıyormuş, yıllardan beri
Bir seyyahın bekleniyor gibi haberi!
KARA HABER - YUSUF ZİYA ORTAÇ
İşittim ki benim için ağlıyormuşsun
Hala adım düşmüyormuş dudaklarından
Geçenlerde bir yolcudan beni sormuşsun
Metruk, ıssız bir manastır gibiymiş odan
Çamlıklarda tek başına geziyormuşsun
Gözyaşların anıyormuş eski günleri
Ümidini siyah ufuklarda yormuşsun
Sanmışsın ki giden günler gelecek geri
Artık ela gözlerinin altı çürümüş
Bahçendeki kuşlar gibi susmuş kahkahan
Kalbini bir dul mevsimin hüznü bürümüş
Akşamları son yolcular geçerken handan
Nazarların dalıyormuş yıllardan beri
Bir seyyahın bekleniyormuş gibi kara haberi
SON ARZU - YUSUF ZİYA ORTAÇ
Siyah uzun saçların beyazlandığı zaman,
Aşkımızın şahidi olan yollarda gezin...
Yıllarca seni candan seven bu âşığı an,
Bir sonbahar yaprağı gibi solunca benzin...
Ey güzel, işte o gün sana en son hediye
Gönderdiğim bu şiiri oku da yavaş yavaş,
Ağla: Ben bu şairi pek çok ağlattım diye,
Ruhumu sevindirsin o bir iki damla yaş...
Köyün mezarlığından geçersen bir gün eğer
Bir kaç dakika durup bak yosunlu taşlara;
Görürsen etrafını otlar bürümüş bir yer,
Ta yanına yaklaşıp benim adımı ara...
Sonra, bırak göğsüne taktığın beyaz gülü,
Bari kabrinde gülsün bu bahtı siyah ölü.
İLGİLİ İÇERİK
DOKUZUNCU SONNET - HASAN İZZET DİNAMO
Yağmur yağıyor, kış yağmuru şakır şakır
Gecekondumuz birkaç yerinden yine damlıyor.
Üstümüz eski püskü, tel dolap tamtakır
Umutsuzluk aç karga sesleriyle bizi selamlıyor.
Pusmuş kilimin üstünde altın gözlü sarman
Bir huzur müziği üflemede mırıltıları.
Gürültüler kopmada evin ardında zaman zaman
Dağı çökertmekte üstümüze yağmur suları.
İçiyoruz Şerife'nin yorgun eliyle koyduğu çayı
Isınıyoruz, peri padişahının sarayı
Bizim gecekonduyla hemen yer değiştiriyor.
Tepe koptu dayandı gecekonduya ama ne zarar!
Yoksulluk şiirleri yazan ele yazın yine iş var
Burada zor insanı da şiiri de pekiştiriyor!
SONNET - HASAN İZZET DİNAMO
Yürüyorum kara toprağın ıssızlığında
Seni nice göresim geliyor, Amarillis'im.
Ben, aydın bir insan eski bir çoban kılığında,
Sen yaşadın diye geliyor bu yerleri öpüp sevesim.
Seyrederim geceyarılarına dek yıldızları
Kimin şerefine donanmış derim bu gökyüzü?
Hep böyle sensiz mi geçecek bu cennet yazları?
Hep böyle sensiz mi yolcu edeceğim turnalarla güzü?
Yeşil yollarında yürür gibiyim sonrasızlığın
Acılar toplamakta son çiçeklerden gönlüm yığın yığın,
Ne zaman dolacak öpüş sesimizle yıldızların altı?
Biliyorum beklemenin de bir güzelliği var,
Bekledikçe gönül yemişi balla dolar
Bir kovan bal olur sonunda en korkunç bunaltı.