Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL

Geçen hafta ölen Faruk Nafiz Çamlıbel'le "Hece'nin Beş Şairi"nden sonuncusunu da yitirdik . Aşağıdaki yazı, yakın dostu Nihad Sami Banarlı'nın "Han Duvarları"na (2. Baskı, l973) yazdığı önsözden alınmıştır:

Faruk Nafiz, şiire, bir gönül iklimi olan memleketinin mahalli ve tarihi atmosferine uygun, bir aşk şâiri olarak başlamıştır: Onun ilk şiirleri, İstanbul'da Balkan Savaşı'nın ve Birinci Dünya Harbi'nin kaybedildiği, üzgün ve ümitsiz yıllardaki romantik duygular içindedir: Böyle devirlerde insanların her şeyden çok, ya Allah'a, ya aşka, yahudda her ikisine sarıldığı görülür. Devrin marazi hassasiyeti, genç insan gönüllerini aşk ürperişlerine daha kuvvetle sürükler.

1918'lerden 1930'lara kadar olan zaman içinde edebiyatımızın yegane kudretli aşk şairi şöhretiyle tanınan ve şiirleri zamanın genç kız ve erkek defterlerine ihtimamla yazılan Faruk Nafiz'in bu başarısında Türkçe'yi güzel kullanışının te'siri çok büyüktür. O kadar ki Faruk Nafiz, meselâ, aruz'la söylediği şiirlerde bu vezni bir Türk arûzu haline koyan Muallim Nâci, Tevfik Fikret, Mehmed Akif, Ahmed Hâşim ve Yahya Kemal serisinin son usta şâiridir.

Onun şiiri, bilhassa bu meziyeti bakımından, üstad şâir Yahya Kemal tarafından takdir edilmiş ve:

Bir lübbüdür cihanda elezz-i lezâizin,
Her mısra-ı güzidesi Fârûk Nâfiz'in.

gibi, Yahya Kemal'in her şâir için kolay söyleyemeyeceği bir iltifatla değerlendirilmiştir.

Yıllar ilerledikçe, aşk şâirliği esas vasfını kaybetmemekle berâber; Faruk Nafiz'in, şiire daha başka duygu ve düşünceleri getirdiği de olmuştur: Fakirlerin ve muztariplerin derd ortağı olmak; yeni şiire eski şiirden bazı asli çizgiler aksettirmek; ilhâmını Kısas-ı Enbiyâ'dan alan, yeni duygu ve düşünce şiirleri söylemek; şiire, ince, İstanbul peyzajları işlemek vb. gibi türlü ilhamlar, teessürler; duygular, düşünceler, bu şiirlere dikkate değer bir çeşitlilik vermiştir.

Fakat Faruk Nâfiz'in bir de memleket şâirliği devresi vardır:

Şâir, çocukluk ve gençlik hayâtını yaşadığı Balkan Harbi, Birinci Dünya Harbi İstiklal Savaşı yıllarında, çeşitli yurd felâket ve ızdırapları içinde büyümüştü... 1922' de İleri Gazete muharriri olarak Anadolu'ya geçmiş, bir müddet Ankara'da kaldıktan sonra, edebiyat mualimi olarak, Ulukışla yoluyle, Kayseri'ye gitmişti. Faruk Nâfiz'in Anadolu'yu içinden tanımasına fırsat veren bu yolculuk, 1928'de daha geniş bir imkânla tamamlanmıştı: Devrin Maârif Vekili Mustafa Necati'nin riyasetinde Şark Vilâyetlerini Tedkik Heyeti'nde bulunan şâir, bu heyetle Sivas, Erzincan, Gümüşhane, Trabzon, Erzu rum illerimizi görmüş ve dönüşte Kastamonu'yu tanımak fırsatını bulmuştu. O tarihlerde bir İstanbul şâiri için çok mühim ve çok yeni olan bu çeşit vatan içi seyahatleri, Faruk Nâfiz'in edebi hayatında dönüm noktası olmuştu: Bu devirde, şairin sanatında bir memleket edebiyatı vücûda getirme ideali yer tutar.

Faruk Nafiz, bu idealin ilk şaheserini Han Duvarları adlı, büyük şiiriyle vermiştir.

Bu şiirlerin bir kısmı da vezin, şekil, dil ve söyleyiş bakımından, Türk halk şiirinin lezzetini tattırır. Memleket şiirleri söylemek. Faruk Nafiz için, Anadolu'yu birçok cepheleriyle içinden tanımış olmaktan doğan bir anlayıştır. Şâir, bu arada, Türk şiirinin, umûmiyetle, Türk edebiyatının o devirde nasıl bir yol takip etmesi lâzım geldiğini, sağlam bir görüşle, düşünür. Onun " Sanat" isimli şiirinde, bizzat yapmaya çalıştığı bu "memleket edebiyatı"nın bir felsefesi vardır. Bu manzûmede egzotik veyâ kozmopolit sanat zevkiyle yerli ve milli sanat anlayışı ustalıkla karşılaştırılır ve şair, sebebini de belirterek bu ikinci sanatı tercih eder:

Başka san'at bilmeyiz, önümüzde dururken,
Söylenmemiş bir masal gibi Anadolumuz.
Arkadaş, biz bu yolda türkü'ler tuttururken.
Sana uğurlar olsun, ayrılıyor yolumuz!

Ancak "Memleket Edebiyatı" yapmak, Faruk Nafiz için, o yıllarda üzerinden geçen fırtınalarla sarsılmış, fakirleşmiş, muztarip Anadolu'nun bu hâlinden istifâde eden bir gösteriş yapmaktan ve türlü siyasi maksatlarla, yabancı ideolojilerden uzak, samimî bir harekettir. Bunun içindir ki şâir, Anadolu'nun ıztırabına yerinde ve kuvvetli çizgilerle temas etmekle beraber, daha çok o perişan haliyle bile güzel ve sevimli bir vatanda yaşayan halkımızın incelik ve üstünlüklerini gösteren, iyi ruhlu bir edebiyat meydana getirmiştir. Yine bunun içindir ki Faruk Nâfiz'in bu tarz şiirlerinde dört asır evvelki saz şairi Karaca Oğlan'ın şiirlerini besleyen, yurd güzellerine ve yurd güzelliklerine ait, yerli çizgiler görülür:

Yağ kandillerinin ve türlü bakımsızlıkların isleri ile kararmış Han Duvarlarında birer ayet gibi ışıldayan âşık tarzı şiirler; fidan veya söğüd boylu köy kızları; toprağa diz vuruşları içimizi kımıldatan, dağ gibi Türk zeybekleri bunlar arasındadır. Bu şiirlerde, tekerleklerinde memleketin inlediği duyulan, emekdar kağnılarla kuş uçmaz yollardan pervasız akıp giden, kızıl saçlı, köy kızları da vardır; bir yerden bir yere durmaksızın yolcu taşıyan ve ömürleri yollarda geçen arabacıların duyguları da...

Kısaca, bu şiirlerde görülen, "O zaman için yeni " dünya, büyük romancı Reşad Nuri'nin Anadolu sahneleriyle süslü romanlarında olduğu gibi, yalmz zekalarında, tecrübe, tevâzû ve irfanlarında değil, ıztıraplarında da bir incelik ve sevimlilik bulunan, sıcak ve asil bir milletin dünyasıdır.

Faruk Nafiz'in san'atında çok mühim bir vasıf, onun şiirlerinin ne Doğu ne de Batı edebiyatlarının özentisinde olmayan yerliliğidir.

Asrımız Türkçesini çok iyi kullanan ve Türk milletinin meydana getirdiği dile şuurla sâdık kalan Faruk Nafiz, kendi çağının şiir Türkçesine:

Hangi sözlerle ninem gönlünü açmışsa bana,
Ben o sözlerle gönül vermedeyim sevgilime.
Sözlerim ninni kadar duygulu olmak yaraşır,
Bağlıdır çünkü dilim gönlüme, gönlüm dilime..

kıt'asında belirttiği gibi, bir gönül dili vermeğe muvaffak olan şairlerdendir.

DAĞLARCA'NIN BİR ANISI

”1932-33 yılıydı. Kuleli Lisesinin son sınıfındaydım. O yıllarda kitaplarımı defter biçiminde yayınlardım! Bir cumartesi "Bahçeler" adlı defter kitabımı kapınca soluğu Cumhuriyet Gazetesi'nde aldım. Sordum odasını gösterdiler. Günün büyük yazarı, ne yazık ki yoktu. Karşı köşedeki masada oturan Yusuf Ziya Bey-resimlerinden tanımıştım-beni neredeyse saygı ile karşıladı, yer gösterdi, çay ısmarladı. Peyami Safa Bey'in çıktığını söyledi. Biraz konuştuk. "Bahçeler"i Üstada vermesini rica ederek kendisine bıraktım.

İki gün sonra başka bir kısımda oturan sınıf arkadaşım Halûk Şehsuvaroğlu bir Cumhuriyet gazetesiyle yanıma geldi Yusuf Ziya'nın "Bahçeler"i konu edinen fıkrasını gösterdi. İki ay geçti. Unutmuşum "Bahçeler"i filan. Ara sınavlar bastırmıştı. Postadan aynı tarihli dört Ulus gazetesi birden çıktı adıma. Şaşkınlıkla açtım. Bahçeler adlı bir yazı. Üç sütunluk. Övücü çok. İmza: Faruk Nafiz Çamlıbel. Hiç görmemiştim kendisini. Ününün zirvesinde olan Faruk Nafiz Çamlıbel'in ilgisi, inceliği mutlu kıldı beni, kendime güvenmemi sağladı. İyi ki anılarımı sordunuz da bana yaptığı bu iyiliği açıklama olanağını buldum.

Taha Toros

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL ŞİİRLERİ

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL KİMDİR?

HAN DUVARLARI İNCELEMESİ

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL HAYATI VE ESERLERİ

SON EKLENENLER

Üye Girişi