Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

 KÖROĞLU DESTANI

  • Köroğlu, ünlü Türk halk hikâyesi ve bu hikâyenin kahramanıdır. Orta Asya'dan Tuna boylarına kadar yaygın bir kahramanlık hikâyesidir. Asıl konusu yiğitlik olan bu ünlü hikâyede tahminlere göre, XVI. yy. daki Celâli Ayaklanmaları ile ilgili Köroğlu adında bir eşkıya kahramanın hayatı anlatılır.
  • Son araştırmalarla XVI. yy.da Köroğlu adlı bir Celâli’nin yaşadığı anlaşıldı. Ayrıca aynı adı taşıyan bir Yeniçeri şairinin yaşadığı, 1577-1590 Osmanlı-İran seferine katıldığı da, bu seferlerde büyük başarıları bulunan Özdemiroğlu Osman Paşa için söylediği iki manzumeden öğrenilmektedir.
  • Bu saz şairinin varlığını Evliya Çelebi de belirtir. Bu bilgilerden saz şairinin varlığı kesin olarak anlaşılmakla birlikte, hikâye kahramanı Köroğlu ile şair Köroğlu’nun aynı kişi olup olmadığı kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Başbakanlık arşivinde bulunan bazı yeni belgelerden, Bolu dolaylarında 1579-1582 yıllarında Köroğlu adında bir eşkıyanın türediği öğrenilmektedir.
  • Köroğlu Hikâyesi’nin de bu sıralarda ortaya çıktığı ve henüz geçerli başka belgeler de bulunmadığından eşkıya Köroğlu ile şair Köroğlu’nun aynı kişi olduğu kabul edilir.
  • Bölgeden bölgeye, ülkeden ülkeye farklı renklere bürünen Köroğlu Destanı, Türk dünyasının ortak kültür abidelerinden biridir.
  • Köroğlu, Türk kültür coğrafyasının uçsuz bucaksız ufuklarında at koşturan bir halk kahramanının destanıdır. Bu destan, Anadolu, Azerbaycan, İran, Rumeli, Kırım ve Türkmenistan’da söylenip dillenmiştir.
  • Köroğlu, Anadolu’da Bolu Dağları’na yaslanıp Çamlıbel’e taht kurmuş, Türkmenistan’da Balkan Dağları’na çekilip Çandıbil’i yurt edinmiştir.
  • Bu destan, Türkçe konuşan halkların dostluğunu, kardeşliğini pekiştirmeye, onları bütünleştirmeye büyük katkı sağlayan kudretli kahramanlık dizisidir.
  • Köroğlu destanları, tüm Türkler arasında, Türklerin düşünce ve değer sistemlerini yansıtan bir anlatımlar toplamıdır.
  • Köroğlu Destanı, Türk destan geleneğinde, tarih boyunca farklı inanç ve kültürlerle etkileşimde bulunan Türklerin birçok sosyo-kültürel özelliğini, Türk milletinin şeref, namus, ahlâk, inanç, düşünce ve değer yargılarını yansıtır.
  • Kahramanı Ruşen Ali'nin(Köroğlu) ve babası Koca(Seyis) Yusuf un Bolu Beyi ile olan mücadelelerini ele alır

DESTANIN ÖZETİ

Bolu Beyi, at meraklısı bir beydir. Atçılıkta usta olan seyisi Yusuf’u, güzel ve cins at aramak üzere başka yerlere gönderir. Yusuf günlerce gezdikten sonra, obanın birinde istediği gibi bir tay bulur. Bu tayı doğuran kısrak, Fırat kıyısında otlarken, ırmaktan çıkan bir aygır kısrağa aşmış, tay ondan olmuştur. Irmak ve göllerin dibinde yaşayan aygırlardan olan taylar çok makbuldür, iyi cins at olur.

Yusuf, tayı sahiplerinden satın alır. Yavrunun şimdilik gösterişi yoktur. Hatta çirkindir bile. Ama ileride mükemmel bir küheylan olacaktır. Yusuf bunu bilir. Sevinerek geri döner. Bey, bu çirkin ve sevimsiz tayı görünce çok kızar, kendisiyle alay edildiğini sanır. Yusuf un gözlerine mil çektirir. Tayı da ona verir, yanından kovar. Kör Yusuf köyüne döner. Olanı biteni oğluna anlatır. Bolu Beyi'nden öç alacağını söyler.

Baba oğul, başlarlar tayı terbiye etmeye. Yıllar geçer tay artık mükemmel bir küheylan olmuştur. Rüzgâr gibi koşmakta, ceylan gibi sıçramakta, türlü savaş oyunu bilmektedir. Bu arada Kör Yusuf un oğlu Ruşen Ali de büyümüş, güçlü kuvvetli bir delikanlı olmuştur. O da her türlü şövalyelik oyunlarını öğrenmiş bir babayiğittir.

Bir gece Yusuf, düşünde Hızır'ı görür. Hızır ona yapacağı işi söyler. Hızır'ın önerisiyle baba oğul yola çıkarlar. Bingöl Dağları’ndan gelecek üç sihirli köpüğü Araş ırmağında beklerler. Bu üç sihirli köpükle Yusuf un hem gözleri açılacak, hem intikam almak için gereken kuvvet ve gençliği elde edecektir.

Bunu bilen oğlu Ruşen Ali, köpükler gelince, babasına haber vermeden, kendisi içer. Yusuf, durumu öğrenince üzülür, ama bir yandan da sevinir. Kendi yerine oğlu, öcünü alacak bir bahadır olacaktır. Bu sihirli köpüklerden biri körün oğluna sonsuz yaşama gücü, biri yiğitlik, öteki de şairlik bağışlamıştır. Bir süre sonra Yusuf, oğluna öç almasını vasiyet ederek ölür.

Körün oğlu Ruşen Ali dağa çıkar. Gelen geçeni soyar. Ünü yayılmaya başlar. Kendisi gibi kanun kaçakları yanında toplanmaya başlarlar. Artık adı Köroğlu olmuştur. Bolu şehrinin karşısında, Çamlıbel'de bir kale yaptırır. Küçük bir ordusu vardır. Çamlıbel ’den geçen kervanlardan bac alır. Vermeyen kervanları soyar. Üzerine gönderilen orduları bozguna uğratır.

Bir gün, güzelliğini duyduğu Üsküdar Kasapbaşı'sının oğlu Ayvaz'ı kaçırır, Çamlıbel'e getirir, evlât edinir. Başka bir gün, Bolu Beyi'nin bacısı Döne Hanım'ı kaçırır, evlenirler. Aradan yıllar geçer. Bolu'yu basar, yakar, yıkar. Bolu Beyi'nden babasının öcünü alır. Bolu Beyi de Köroğlu'na kargı düzenler kurar. Bir defasında Köroğlu'nu, başka bir seferde de Ayvaz'ı yakalatır. Zindana atar. Ama Köroğlu ve adamları her zaman hile ve cenkle kurtulurlar.

Köroğlu, ara sıra Gürcistan, Çin gibi uzak ülkelere de seferler açar. Yeni yeni serüvenlere atılır, büyük vurgunlar yapar. Bu arada küçük, fakat heyecanlı birçok olay da geçer. Sonunda delikli demir (tüfek) ortaya çıkınca eski bahadırlık geleneği bozulur, dünyanın tadı kalmaz. Ve bir gün Köroğlu, beylerine dağılmalarını söyleyerek Kırklara karışır, kaybolur. Daha önceden Kırat da sır olmuştur. O Kırat ki, nice yıllar, olağanüstü bir güçle Köroğlu'na hizmet etmiştir.

Başka bir söylentiye göre, bir Yahudi bezirgânın getirdiği tüfekle oynayan beyler, birbirlerini öldürürler. Köroğlu, buna üzülerek kayıplara karışır. Yine bir başka söylentiye göre de, Köroğlu dağda rastladığı çobanda tüfeği görür. Sorar, ne olduğunu. Aldığı karşılığa inanmaz. Denemek için kendine çevirir, tetiğe dokunur. Ve yaralanarak ölür.

Sonra beyleri de dağılırlar.

Yaşlı bir çınar gibi devrilen Köroğlu'nun hikâyesi sona erer.


KÖROĞLU DESTANI-2

Bugün Orta Asya’dan, Balkanlara uzanan geniş bir coğraf­yaya yayılmış olan Türk boylarının oldukça uzun bir geçmişe dayanan destan geleneği vardır. Sayılarını tam olarak tespit edemediğimiz destanî anlatmalardan bazıları oldukça yaygın ve aynı kültür mirasını paylaşan Türk boyları arasında ortaktır. Bu an­latmalardan bazıları çeşitli dönemlerde yazıya geçirilmek suretiyle, ba­zıları hem yazılı hem sözlü gelenekte yaşayarak, bazıları ise sadece sözlü gele­nekte anlatılarak günümüze ulaşmıştır. Türk destani anlatmalarından bazıla­rı, Türk boylarından sadece biri, bazıları ise daha fazla Türk boyu tarafından bilinip anlatılırken; birkaç tanesi Doğu’dan Batıya bütün Türk boyları ara­sında bilinmekte ve anlatılmakta ve hatta bazı kısımları onlara komşu olan toplumlar tarafından bile bilinmektedir. Bunu bir örnekle açıklamak gerekir­se; Manas Destanı sadece Kırgızlar tarafından bilinip, anlatılırken; Alpamış Destanı, Özbekler, Kazaklar, Başkırtlar, Altay Türkleri ve Tatarlar tarafından bilinmekte ve anlatılmaktadır. Köroğlu Destanı ise, hem Türkmen, Kazak, Öz­bek, Uygur, Azerbaycan ve Türkiye Türkleri tarafından hem de bu Türk boyla­rının komşuları olan Tacikler, Orta Asya Arapları, Ermeniler ve Gürcüler ta­rafından da bilinmekte ve anlatılmaktadır. Köroğlu Destanı tekbir şekil ve ko­nuda değil; zaman, yer, anlatıcı ve dinleyici unsurlarına bağlı olarak, her Türk boyuna ait geleneğin kendine has özelliklerine ve hatta aynı gelenek içindeki anlatıcıların da kendilerine has yerel özelliklerine göre anlatılmaktadır. An­cak konu ve ana karakterlerdeki birlik bütün anlatmalarda gözlenebilir.

Çok geniş bir alanda bilinmek, bir taraftan Köroğlu’nu meşhur ve eşsiz kı­larken, diğer taraftan da bu destanla ilgili pek çok soruyu akla getirmektedir. Bunlardan akla ilk gelenler, bu destanın ilk defa ne zaman, nerede, hangi şartlara bağlı olarak kim tarafından yaratıldığı, daha sonra hangi yollardan, nasıl ve kim tarafından taşındığı, Türk destan gelenekleri göz önüne alındığında, hangi Türk boyundaki anlatmaların daha zengin olduğu ve bir bütünlük arz ettiği gibi sorulardır. Köroğlu hakkında oldukça zengin bir araştırma bu­lunmasına rağmen, Köroğlu'nun kendi kimliği ve hakkında anlatılan destan veya hikâyelerle ilgili temel bazı problemler hâlâ çözülememiştir. Köroğlu anlatmaları Türk Dünyası’nda "batı” ve "doğu” olmak üzere iki ana "versiyon” oluşturmaktadır. "Batı versiyonu” olarak kabul edilen Azerbaycan, Türkiye ve Balkanlardaki Köroğlu anlatmalarında karşılaştığımız kahramanı­mızı kısaca tanıtmak gerekirse; Köroğlu’nun asıl adı Ali veya Uruşan Ali’dir. Köroğlu’nun babası Uruşan Baba veya Deli Yusuf, Bolu Beyi veya Erzurum Paşası’nın yanında seyis olarak çalışmaktadır. Baktığı kısraklardan ikisinin de­niz aygırı ile çiftleşmesinden doğan iki tayı, özel olarak yetiştirmeye başlayan Seyis Yusuf veya Uruşan Baba, yanında çalıştığı beyin kendisinden başka bir beye hediye etmek üzere en iyi iki at, seçmesini emretmesi üzerine, özenle baktığı iki tayı beye götürür. Fakat görünüşleri çok kötü olan bu iki tayı beğen­meyen misafir bey, bunları reddeder ve Bolu Beyi veya Erzurum Paşası ile alay ederek ayrılır. Bu duruma çok kızan Bolu Beyi, Uruşan Baba’nın "gözlerine mil çektirir” ve seçtiği tayları da kendisine vererek köyüne gönderir. Babası­nın durumdan dolayı kahramanımızın adı Köroğlu olarak anılmaya başlar. Köyüne gelen Uruşan Baba, oğluyla birlikte, tayları besler. Bu taylardan biri Köroğlu’nun meşhur "Kırat”ı olur. Daha sonra Çamlıbel’e yerleşen Köroğlu, buyruğu altında topladığı yiğitlerle birlikte, babasının intikamını alır, çeşitli yerlere seferler düzenler. Evlenir veya çeşitli evlilikler yapar ve uzun bir za­mandan sonra "kırklara karışarak” kaybolur veya yeni çıkan ateşli bir silahın gücüne inanmayıp, kendi üstünde dener ve ölür.

"Doğu versiyonu” olarak adlandırılan Türkmen, Özbek, Kazak, Uygur ve Tacik anlatmalarında kahramanımızın dedesi Cığalı Bey, babası Gığalı Beg’in en küçük oğlu Adı Beg’dir. Adı Beg, Hilalay adında bir kızla evlenir. Bir hasta­lık sonucunda Hilalay ölür. Bir süre sonra da Adı Beg ölür. Bir gün Cığalı Beg’in çobanlan Hilalay’ın mezarına giden bir kısrağı takip eder ve sonuçta mezarda annesinin koynunda bir çocuk bulurlar. Bu çocuk mezarda (Farsça Gur: Mezar) doğan anlamına gelen Guroglı adını alır. Versiyonun bundan sonraki kısımlarında Guroglı’nın büyümesi, dedesinin esir düşmesi, Kıratı elde etmesi, Türkmen yurduna yerleşmesi, bey olması, dedesinin intikamını alması gibi konulardan oluşan çeşitli mücadeleleri anlatılır.

Görüldüğü üzere, batı versiyonlarında anlatılan Köroğlu bir intikamcı ve ye­rel yönetimlerdeki aksaklıklardan kaynaklanan sorunlara karşı gelen, ancak devletin ana yapısına bağlı bir kahraman olarak anlatılır. Orta Asya anlatma­larındaki Köroğlu ise, bir bey ve daha çok bir millî kahraman, bir millî lider ve olağanüstü özelliklere sahip bir insandır.

Köroğlu'nun geniş bir coğrafi alanda anlatılması ve belli bir tarihi derinliğe sahip olması sonucunda, gerek kahramanın, gerekse hakkındaki anlatmaların oluşum ve gelişimi tartışma konusu olmuştur. Bu tartışmalar günümüzde de devam etmektedir. Köroğlu anlatmalarının kaynağı hakkında tartışanların bir kısmı onun tarihî kişiliğini, belli kişilerle özdeşleştirip, konunun kaynağını bu tarihî kişiliğin yaşamı ve yaşadığı dönemde aramayı tercih ederken; bazı­ları da anlatmaları belli bir tarihî kişilikle ilgili görmeden, belli bir dönemde meydana gelmiş olaylardan kaynaklanmış görmeyi tercih etmişlerdir. Konuyla ilgili araştırmacıları iki grupta toplamak ve genel bir değerlendirme yapmak mümkündür. Birinci grupta yer alan M. Fuad Köprülü (1981: 43), Zeki Velidî Togan (1931: 41), Ziya Gökalp (1331: 447), M. Fahrettin Kırzıoğlu (1968: 356-364), Evvelbek Konıratbayev (1987: 128-139), Dursun Yıldırım (1983: io3-h4) ve Fikret Türkmen’e (1985: 18-24) göre Köroğlu, Orta Asya’da ortaya çıkmış oldukça eski ve muhtemelen Türk boylarının tam olarak gruplara ayrıl­masından önceki bir dönemde yaşamış eski bir Oğuz-Türkmen kahramanıdır. Bu kahramana ait hatıralar, Anadolu ve Azerbaycan sahalarında yaşanan 16. yüzyıllardaki olaylarda tekrar hatırlanmış ve bu olayların kahramanı gibi gösterilerek Türk sözlü destan geleneğinde yaşatılmaya devam etmiştir.

Konuyla ilgili ikinci grup araştırmacılardan Pertev Naili Boratav (1983: 2935, 1984: 139, 1988: 132-144), V. M. Jirmunskiy (1947: 5455). B. A. Karrıyev (1968: 11-12), İ. Başgöz (1978: 310-335) gibi araştırmacılara göre ise Kö­roğlu, 16.-17. yüzyıllarda Türkiye ve Azerbaycan sahasında yaşamış alt sınıftan bir kişi olup, halkın ideallerinin sözcüsü olmuş ve bu doğrultuda ütopik Çamlıbel ülkesinin ideal lideri ve zenginlerin düşmanı olarak yönetilen sınıfın öncüsü olmuştur. Bu özellikler etrafında ortaya çıkan Köroğlu hakkındaki an­latmalar Anadolu ve Azerbaycan’dan Orta Asya’ya ve diğer Türk boylarına ve de hem Orta Asya’da hem de Orta Doğu ve Kafkaslarda Türklerle komşu ola­rak yaşayan diğer toplumlara yayılmıştır.

Köroğlu’nun Anadolu ve Azerbaycan’da yaşadığını ve anlatmaların da bu böl­gede oluştuğunu savunan araştırmacılara göre, özellikle Anadolu ve Azerbaycan sahası sözlü geleneklerinden derlenen metinlerin incelenmesi ve Pertev Naili Boratav tarafından, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Arşivlerinde bulunan 1580 tarihli bir fermanda Bolu yöresinde yaşamış Köroğlu adında bir eşkıyanın yaptıklarının anlatılması ve tutuklanmasının istenmesi ile Köroğlu anlatmala­rındaki çeşitli olaylar ve Celalî hareketleri arasındaki paralellikler bu araştır­macıların Köroğlu’nu 16.-17. yüzyıllarda yaşamış bir kişi olarak kabul etmeye sevk etmiş ve anlatmaların da çekirdeğini 16.-17. yüzyıllarda yaşanmış olaylar­dan aldığını iddia etmeye yöneltmiştir (Boratav 1988: 137).

Köroğlu anlatmalarının Anadolu ve Azerbaycan sahasında ki bazı kolları için bu fikirler geçerli olabilir. Yeni bazı kolların oluşması ve gelişmesi için Celalî isyanları, uygun bir ortam yaratmış olabilir. Ancak Anadolu sahasındaki bütün kollar için bile Celalî isyanlarının temel oluşturduğunu söylemek imkânsızdır. Örneğin "Köroğlu’nun Medayin Seferi” adlı anlatma, Celalî isyanlarından çok önce, Basra Körfezi’ne düzenlenen Türk akınlarından kaynağını almış olabilir. Yine Köroğlu’nun Rusya Seferi veya Oltu Kolu anlatmaları Osmanlı-Rus savaşla­rından kaynaklanmış olabileceği gibi, Silistre Kolu veya Köroğlu’nun Kıratının Keloğlan Tarafından Kaçırılması Koluda ünlü Silistre kuşatması ile ilgili olmalı­dır (Ekici 1996). Köroğlu’nun, Celali isyanları döneminde ortaya çıktığının kabul edilmesi bir tarafa, Köroğlu’nun Anadolu ve Azerbaycan sahasında anla­tılan her kolu ve epizodu için farklı tarihsel olayları ele almak bile söz konusu olabilir. Bu noktada asıl önemli olan anlatıcıların kim olduğu ve konuyu nasıl ve neden Köroğlu ile ilgili gördükleridir. Her anlatmanın derlendiği anlatıcı ile ilgili sorunlar çözülebilirse, metinlerin hangi tarihsel olaylarla paralellik arz ettiğinin nedenleri daha doğru bir şekilde açıklanabilir.

Köroğlu’nun adı ve Celali isyanlarına tekrar dönerek, üstünde durulması gereken birkaç noktayı daha açıklayalım. Bunlardan ilki "gözlere mil çekerek kör etme” motifidir. Türk dünyasındaki çeşitli anlatmalar içinde bu yapıyı içeren anlatmalar sadece Anadolu ve Azerbaycan sahasında bulunan Köroğ­lu dur. Köroğlu'nun doğu versiyonlarından Türkmen ve Kazak versiyonlarında da bu yapı bulunmakla birlikte, gözlerin kör edilmesi, mezarda doğum moti­finden sonra yer almaktadır. Başka bir Türk destanında bu şekilde gözleri kör edilerek cezalandırma uygulamasının bulunmadığını da belirtelim. Türk kül­türünde bu tür bir cezalandırma uygulamasıyla ilgili yeterli belgeye ulaşama­dık. Ancak, Kafkasya’nın eski yöneticileri ve Bizans (Doğu Roma) yönetimi­nin uyguladığı önemli cezalandırma yöntemlerinden birinin "gözü oymak” veya "gözü kızgın demirle kör etmek” olduğu Bizans tarihi ile ilgilenen araş­tırmacıların bulguları arasındadır (Ostrogorsky 1991: 819). Buradan hareket­le, Köroğlu’nun babası olarak tanıtılan Deli Yusuf veya Uruşan Baba’nın bu cezaya çarptırılması ve oğlunun da onun kör olmasından dolayı Köroğlu adını alması, Türklerin Kafkasya ve Anadolu’yu yurt edinmeleri sırasında öğren­dikleri yeni bir uygulama ile ilgili hâle gelir ki, bu da eski bir adın, yani Guroglu’nun Köroğlu ile yer değiştirmesi sonucunu doğurmuş olabilir.

İkinci ve daha önemli olan husus ise, Celali isyanlarıdır. Celalî isyanları iyi bir şekilde incelenirse görülecektir ki, bu hareketin önderi olan başta Bozoklu Celal olmak üzere Karayazıcı Abdülhalim, yine Suriye’de isyan eden Canbuladoğlu, Harput civarında isyan eden Tavil ve Ankara yöresinde isyan eden Kalenderoğlu Mehmet gibi isimler destan kahramanı olarak anılmayı daha çok hak etmektedirler (Akdağ 1963? Griswold 1969). Bu Celalî liderleri du­rurken, acaba neden Köroğlu adında, Bolu yöresinde yaşamış daha önemsiz bir Celali isyancısı etrafında bir destan dairesi oluşturulmuştur? Anadolu ve Azerbaycan sahasında bilinen ve anlatılan diğer pek çok destan ve hikâye, olayları yaşamış olması kuvvetle muhtemel önemli kahramanlar etrafında oluşturulurken, Köroğlu neden sıradan bir kişi olarak bu kadar çok anlatma­nın kahramanı kabul edilmiştir? Acaba daha eskiden kahramanlıkları ve ken­di toplumunun çıkarları ve ideallerini koruyan bir kahraman Köroğlu vardı ve bu kahramanın yaşadığı eski olaylara, yeni yaşananlar eklenerek, kahramanı­mızın bu yeni dönem ve çevrede yeniden yapılandırılan bir hayat hikâyesi ve onun etrafında oluşturulan yeni anlatmalar bütünü bu iş için uygun olduğu için mi? Bu ikinci ihtimal daha olası görünmektedir.

M. Fuad Köprülü’nün tespitlerine göre, 16. yüzyılda yaşamış ve Osmanlı or­dusunun İran Seferi’ne katılan askerlerini ve özellikle de Özdemiroğlu Osman Paşayı öven ve 16. yüzyıl halk şairlerinden kabul edilen bir ordu şairi Köroğlu daha bulunmaktadır (Köprülü 1962: 61-62, 91-104; ayrıca Elçin 1972: 30- 34; Sakaoğlu 1994: 65-73). Bolu yöresinde yaşadığı kabul edilen Celali Köroğlu ile Ordu Şairi Köroğlu’nun aynı kişiler olup olmadığı konusunda çeşitli spekülasyonlar yapılmıştır. Ancak bu ikisinin aynı olması biraz zor bir ihtimal gibi görünmekle birlikte bu ordu şairi Köroğlu ile destan kahramanı Köroğlu arasındaki ilişki üzerinde de durulmalıdır.

Köroğlu anlatmalarında geçen şiir kısımlar, bu anlatmaların yaratıcıları ta­rafından düzenlenmiş ve şiirlerin mahlas kısmında ise Köroğlu mahlası kul­lanılmış olmalıdır. Bu şiirlerin bir kısmının 16. yüzyılda yaşamış olan ordu şairi Köroğlu ve hatta aynı mahlası kullanan daha başka şairlere ait olabilir. Çeşitli anlatıcılar bu şiirleri de özellikle Anadolu ve Azerbaycan sahasına ait anlatmalar içine dâhil etmiş olabilirler.

Köroğlu’yu 16.-17. yüzyılda yaşamış bir Celalî olarak kabul etmenin getirece­ği sonuç nedir? Böylesi bir kabul, her şeyden önce Köroğlu etrafında teşekkül etmiş anlatmaların da bu yüzyıllar ve sonrasında oluştuğu fikrini kabul etmeyi gerektirmektedir. Bu ikinci fikri kabul etmek Köroğlu anlatmalarının türü ko­nusundaki görüşleri de doğal olarak etkileyecektir. Çünkü Anadolu ve Azer­baycan sahalarında 16. yüzyıl epik veya destan geleneğinden, romantik yarat­malara, yani hikâye geleneğine geçilen bir dönem veya hikâye geleneğinin ürünlerini vermeye başladığı bir dönem olarak kabul edilmektedir. Bu tam olarak doğru mudur, değil midir tartışılabilir; ancak Pertev Naili Boratav ve onu izleyen pek çok bilim adamına göre, 16. yüzyıl özellikle Anadolu sahası içinde hikâyelerin yaratılmaya başlandığı dönemdir. Bize göre, Köroğlu anlat­maları 16.-17. yüzyıllarda yaşanan Celali isyanlarının yarattığı siyasal, sosyal ve ekonomik şartlar altında bir değişime uğramış ve bu yüzyıllarda yeni gelenek­sel ortamım oluşturmaya başlamış "hikâyeci-âşık tarzı” yeni ürünler vermeye başlayınca, bu yeni ürünlerin veya yenilenen ürünlerin arasına hem Azerbay­can ve hem de Anadolu sahasında Köroğlu anlatmaları da dâhil edilmiştir.

Köroğlu'nun "doğu” (Orta Asya) ve "batı” (Yakın Doğu) versiyonları karşı­laştırıldığında ve bu karşılaştırma sırasında diğer Türk destanları da göz önü­ne alındığında, Köroğlu’nun doğumu, çocukluğu ve buna bağlı motiflerin Türkmen, Özbek, Karakalpak, Kazak, Uygur ve Tacik anlatmalarında bulun­masına rağmen, Azerbaycan, Anadolu ve diğer "batı” anlatmalarında bu kıs­mın bulunmadığı görülür. Oysaki Oğuz Kağan, Manas, Alpamış gibi diğer ba­zı Türk destanlarında da "Kahramanın Doğumu” yapısının bulunduğu ve bu yapının Türk destan anlatma geleneğinin "aslî” unsurlarından biri olduğu an­laşılır (Ekici 2001a: 16-26). Bu yapının Köroğlu’nun "doğu” versiyonlarında bulunması, Jirmunskiy’in iddia ettiği gibi, Orta Asya Türk destan anlatma geleneğinin fantezi ve abartmayı seven bir gelenek olmasından dolayı değil, Türk sözlü destan anlatma geleneğinde var olan bir unsuru Köroğlu’nda da yaratmış olmasından kaynaklanmaktadır. Bu noktada sorulması gereken soru ise Azerbaycan ve Anadolu sahasındaki anlatmaların bu yapıyı içermemelerinin nedeni nedir? Bunun çeşitli nedenleri olabilir, ancak, bu noktada Anadolu ve Azerbaycan hikâyeci-âşık tarzının İslamiyet etkisi altında 12 yüzyıldan sonra bu iki bölgede oluşmaya başladığı kabul edilecek olursa mantıklı bir cevap vermek mümkündür. İslamiyet etkisinde ve daha çok dinî hüviyeti bulunan kahramanların, örneğin Battal Gazi, Danişment Gazi ve Satuk Buğra Han gibi kahramanların din uğruna yaptıkları savaşları yazılı ve sözlü kaynaklardan öğ­renen ve şiirlerinin konularını daha çok "dinî-tasavvufi” konulardaki şiirler­den etkilenerek daha sonraları beşerî konulara yönelten hikâyeci-âşık gele­neği, olağanüstü bir takım unsurları dinleyici çevresinin isteklerine bağlı ka­larak Anadolu ve Azerbaycan sahasındaki olaylarla ilişkili hâle getirip, kahramanın doğumu yapısını ortadan kaldırmayı gerçekleştirmiş olabilir. Ancak, bu durumda da hâlâ kahramanın adının "Gur” olması ve bunun da ay­nı olağanüstülük yapısını ifade etmesi sorunu durmaktadır.

Bu ikinci sorunu halletmenin yolu da, ikinci bir yapının "kahramanın orta­ya çıkışı” yapısına eklenmesi veya bu yapının yeniden oluşturulması suretiyle çözülmüştür. Daha önce de değindiğimiz gibi, Kafkasya kavimleri ve Bizans veya Doğu Roma yönetimleri tarafından uygulanan cezalardan biri de "Gözle­re mil çekerek kişiyi kör etme”dir. "Romen Diyojen” gibi tarihî kişilere bile uygulanmış olan "kör etme” uygulaması gibi, bir cezalandırma yöntemini böl­geye göç etme dönemlerinden itibaren öğrenen Anadolu ve Azerbaycan’daki Köroğlu anlatıcıları tarafından Köroğlu Destanı'na uyarlanmış ve böylece "kah­ramanın ortaya çıkışı” yapısı yeni bir içerik kazanmıştır. Köroğlu’nun ortaya çıkışı kolundaki olağanüstülük bu şekilde değiştirilip, "reelleştirilmiş” ve ay­nı zamanda "yerelleştirilmiş” ve diğer taraftan da her dönem için geçerli ola­bilecek "intikam için yeterli neden” olgusu da, farklı bir biçimde, yeniden oluşturulmuştur.

Köroğlu’nun Orta Asya kaynaklı bir destan kahramanı olduğu ve onun bir "bey”, "han soyundan” gelmesi ve kendisinin de bir bey olup, olmamasıyla da ilgilidir. Hemen hemen bütün versiyonlarda Köroğlu’nun bir "Türkmen beyi”nin soyundan geldiği belirtilmektedir. Genel olarak Türk destanları ince­lendiğinde de destan kahramanlarının bir han veya bey soyundan geldikleri ve kendi boylarının daha iyi yaşamaları için "dış düşmanlarla” ve kendi ülke­lerini istila etmek isteyenlerle mücadele eden ve bunda da başarılı olan kişi­ler oldukları görülür. Zaten destanların yaratılmasının temel nedeni olarak bu tür bir mücadele ve bu mücadeleden başarı ile çıkan kahramanın durumunu ölümsüzleştirme kaygısı vardır.

Doğu versiyonları incelendiğinde, Köroğlu’nun bir Türkmen beyinin soyundan geldiği ve ülkesi işgal edildiğinde, kahramanın da kendi boyunu bu durumdan birtakım olağanüstülüklerden de yararlanarak kurtarışı anlatılır. Bu duruma göre Köroğlu'nun Orta Asya versiyonları, genel olarak destan türü­nün özelliklerine, özel olarak Türk destan yapısı ve anlatma geleneklerine uy­gunluk gösterir.

Bu noktada tarihsel bir gönderme yapmak gerekmez. Ancak, Türk boyları­nın batıya doğru göçleri sırasında özellikle Aral Gölü ile Hazar Denizi bölge­sinde bulunan Türkmenlerin, İranlılar ve kuzey komşularıyla olan mücadele­leri ve Hazar Denizinin güney ve batı kıyılarından Azerbaycan ve Anadolu’ya göçleri sırasındaki olayları referans almak doğru olabilir. Bu dönemde de Kö­roğlu ve ailesinin bir "Uç Beyi” olarak görev yaptığını ve sınırda yaşanan olay­ların, kahramanımızın destanda yansıtılan olayların bir başlangıç noktasını oluşturduğunu söylemek mümkündür.

Azerbaycan ve Anadolu sahası metinlerine bakıldığında ise Köroğlu’nun ai­lesi ve onun sonraki hayatında ulaşmak istediği sosyal sınıfla ilgili bilgiler, çelişkilerle doludur. Her şeyden önce, Anadolu ve Azerbaycan sahalarına ait anlatmalarda Köroğlu bir seyis veya at bakıcısının oğludur. Bir beyin yanında çalışan Köroğlu’nun babası haksız bir şekilde kör edilir ve Köroğlu intikam al­mak için Çamlıbel'e yerleşir. Bundan sonra Köroğlu, anlatmalara göre; yerel yöneticiler, Osmanlı Beyleri ve İran Şahları ile mücadele eder. Ancak, Köroğ­lu’nun evlendiği ve keleşlerini evlendirdiği kızlar yine bu beylerin kızlarıdır. Burada her ne kadar bir fanteziden söz etmek mümkünse de aslında vurgula­nan, Köroğlu ve keleşlerinin bu evlilikler yoluyla yönetici sınıfa yakın olmala­rı, eşleri vasıtasıyla sınıf ve statü değiştirmeleridir. Özellikle Osmanlı yöneti­minde bu tür akrabalıklar ve bunlar vasıtasıyla statü değiştirmiş olan pek çok örnek bulmak mümkündür.

Ancak bütün bu ilişkiler ve bunlar sayesinde elde edilen sonuçların anlatıcı ve dinleyici bağlamında yaratılmış olgular olduğunu, zenginlik ve sosyal statü­de üstünlük olgularının da hem bu anlatmaların anlatıcılarının ve hem de din­leyicilerinin arzulan olduğunu ve bu nedenle de Köroğlu ve keleşlerinin başta Osmanlı sarayından olmak üzere, çeşitli padişah ve yöneticilerin yakınlarıyla evlendiklerini ve böylece yönetilen grubun rüyalarını süsleyen bir durumun, Köroğlu tarafından gerçekleştirildiğini belirtmek gerekir. Bu durum aynı za­manda, Çamlıbel’de beyliğini ilan eden ve çeşitli metinlerde Osmanlı padişahı tarafından bu yerin idarecisi ve vergi toplama konusunda yetkilisi olarak kabul edilmiş olan Köroğlu’nun yönetici olma özelliğini de resmileştirmektedir. Her ne olursa olsun, Orta Asya versiyonlarında zaten bir bey veya yönetici aileden gelen Köroğlu ile Anadolu ve Azerbaycan sahalarındaki anlatmalarda, sonra­dan bu statüyü kazanan Köroğlu’nun konumları aynı değildir.

Bir başka nokta ise anlatmaların yapısıyla ilgilidir. Köroğlu anlatmalarının Orta Asya versiyonlarında da ilk koldan sonra Köroğlu peri kızları da dâhil ol­mak üzere çeşitli evlilik ve aşk maceraları yaşamaktadır. Bu kısımlarda da Or­ta Asya’daki Türk destan anlatıcıları ve dinleyicilerinin fantezileri olduğu açıktır. Ancak bütün olaylar ilk kola sağlam bir şekilde bağlandığı ve kahra­manımızın çeşitli olaylar yaşamış olması söz konusu olduğu için "eklektik” bir yapı olarak göze çarpmaz.

Diğer taraftan Anadolu ve Azerbaycan sahasında anlatılan maceralar birbi­rinin tekrarı gibi durmakta değişik farklı anlatıcıların çeşitli epizotları geliş­tirmeleri sonucu kollar meydana getirilmiş havası doğmakta, bazı kollar ise tamamen sonradan "Köroğlu Dairesi”ne eklenmiş görünmektedir.

Burada Türk boyları arasında destan anlatıcıları hakkında konumuzla ilgili olanları göz önüne alarak kısaca bilgi vermek yararlı olacaktır. Türk boyları arasındaki Köroğlu anlatıcıları genel hatlarıyla değerlendirildiğinde; bu anla­tıcıların içinde yer aldıkları geleneklerin aynı kökten geldiği görülür. Ancak oldukça uzun bir geçmişe dayanan her Türk boyunun sahip olduğu gelenek, oluşturulduğu mahallî çevrenin özelliklerini zaman içinde daha çok yansıtmış ve böylece çeşitli Türk boyları arasında aynı kökten gelen destan anlatıcıları veya Köroğlu anlatıcıları farklı adlarla anılmaya başlanmıştır. Bütün bu anla­tıcılar, gerek anlatım teknikleri ve gerekse anlattıkları bakımından değerlen­dirildiğinde, birbirleriyle ortak olan yönleri hemen ön plana çıkmaktadır.

Türklerin ilk sözlü yaratmalarının usta anlatıcıları "şaman”, "kam”, "baksı- bahşı” ve "ozan” gibi adlar almıştır. Bu anlatıcılar çoğunlukla dinî görev ve kimlikleri bulunan anlatıcılardır (Köprülü 1986: 49-180). Daha sonraki dö­nemlerde, Köroğlu’da dâhil olmak üzere, destan anlatıcılarına ve verilen ad­lar doğudan, batıya doğru genel olarak şöyledir: Uygurlar arasında Köroğlu anlatıcıları genel olarak "dastancı”, "ırcı/yırcı” adlarını alır. Kazaklarda des­tan anlatıcısı "akın” adını alır ki "akın” kelimesi Kırgız Türkçesinde de "irti­calen şiir söyleyen şair” anlamında kullanılmaktadır. Özbekler arasında "des­tancı” teriminin yanında irticalen şiir söyleyen ve destan anlatanlara saygı kavramını da ihtiva eden "şair” kelimesi kullanılmaktadır. Karakalpaklar ara­sında "jırav” adı verilen destancılar yanında, Kazak ve Kırgızlar arasında kul­lanılan "akın” ve en eski anlatıcıların adı olan "Baskı/Bahşı” kelimeleri de kullanılmaktadır. Türkmen ve Özbekler arasında Köroğlu anlatıcıları için "Bahşı” kelimesi kullanılmakta olup, bu kelime Karakalpaklar arasında da kullanılmaktadır (Reichl 3002;: 62-77).

Batı Türklerinin en eski destan anlatıcısı "Ozan” adını alır. Bu kelime "us­ta” anlamına gelen "uz” ile aynı kökten türetilmiş olmalıdır. Günümüz Azer­baycan ve Türkiye Türklerinde ise destan ve hikâye anlatıcıları "Âşık/Aşıg” adıyla bilinir ve bu kelime "sevgi, aşk” anlamına gelen Arapça "ışk” kökünden türetilmiştir. Özellikle Türkiye Türkleri arasında hikâye/destan anlatıcıları­nın bir başka tipi için kullanılan bir başka terim ise "meddah” kelimesidir. Burada kısaca adlarını saydığımız Köroğlu anlatıcıları belli bir geleneğin men­subu olup bu gelenek içinde "yaratma” ve "aktarma” ana özellik olarak dikkat çeker. Bu anlatıcılar; bir dinleyici kitlesi önünde, belli bir musiki aleti veya geleneklerinin gerektirdiği bir alet eşliğinde ustalarından öğrendiklerini, kendi yaratmalarını da eklemek suretiyle aktarmak yeteneğine sahiptir.

Köroğlu anlatmalarının Türk boyları arasında yukarıda adlarını saydığımız usta destan yaratıcıları ve anlatıcıları yanında, amatör anlatıcılarından da bahsetmek gerekir. Bu anlatıcılar usta anlatıcılardan öğrendikleri Köroğlu kollarını, genellikle özet olarak, çoğunlukla nesir hâlinde, bazen birkaç dört­lükle birlikte anlatabilen erkek ve kadınlardan oluşan anlatıcı grubudur. Bu anlatıcıların genel özelliklerine bakıldığında onların "yaratıcı” değil, sadece "aktarıcı” anlatıcılar olduğunu söyleyebiliriz. Bu anlatıcıların bazılarından derlenen metinler profesyonel anlatıcıların anlattıkları kadar olmasa bile, onlara yakın seviyede olabilir.

Köroğlu anlatmaları gerek Türkiye’de gerekse diğer Türk boyları arasında ve hatta onlara komşu toplumlarda tek bir ad altında değil, Köroğlu adına bağlı anlatı parçaları hâlinde anlatılmaktadır. Bu anlatıların her biri Köroğlu veya yanındaki kişilerin yaşadığı çeşitli olayları konu almakta ve kendi içinde bir bütünlük arz etmektedir. Bu anlatıların her biri "Köroğlu kolu” olarak adlan­dırılmakta ve zaman içinde Köroğlu’nun ortaya çıkışından başlayan bir anla­tıcı bunlardan biri veya birkaçını anlatma ortamının durumuna göre anlata­bilmektedir.

Köroğlu kollarının belli bir anlatma sırasının mevcut olup olmadığı tartış­maya açık bir konu olmakla birlikte, başlangıçtaki bir kaç kolun belli bir sıra­da verilmesini takiben, özellikle Köroğlu’nun çeşitli yerlere seferlerinin konu edildiği kollarda belli bir sıra takip edilmemesinden dolayı, her anlatıcı ken­di bilgi ve becerisine göre kolları kendine göre bir kompozisyon içinde verebilmekte ve sonuçta bazı kollar bir anlatıcı tarafından parçalanırken, bir başkası tarafından birleştirilmektedir.

Bunun aksi durumlarda yani zamanın yetersiz, anlatıcının isteksiz, anlatma yerinin uzun anlatmalara müsait olmadığı ve anlatıcının Köroğlu'nun çeşitli kolları hakkında yeteri kadar bilgiye sahip olmadığı durumlarda ise bazı kol­lar çok kısa özetler halinde tek bir kolun içine yerleştirilerek verilmekte ve sonuçta ortaya çıkan kol belli bir ad almaktadır. Bu durum usta anlatıcılardan tek bir kolun anlatılması istendiğinde de görülmekte olup, anlatıcı Köroğlu’nu belli bir zaman dilimi ve belli bir mekâna oturtmak gayesiyle özellikle Köroğlu’nun ortaya çıkışını konu alan kısmı veya Köroğlu’nun keleşlerini Çamlıbel’de toplamasıyla ilgili olayları özet olarak vermekte ve daha sonra o anda anlatacağı kola geçmektedir. Kolları bu şekilde özetlemeler, birbirine eklemeler veya ayırmalar bir taraftan dinleyici ve anlatıcıya bazı kolaylıklar sağlarken, diğer taraftan kolların birbirleriyle ilişkileri, birbirlerinden nasıl ayrılması gerektiği konularında çok ciddi tartışmalar yaratmaktadır.

Köroğlu'nun Türkiye’deki anlatmalarını derleyenler de çeşitli şekillerde kolların isimlerini değiştirebilmektedir. Bu durum anlatıcının anlattığı kola veya kollara hiç bir isim vermeden sadece "Köroğlu” adı altında bir kaç kolu birden anlatması ve bu metnin değerlendirmesini derleyiciye bırakması ve derleyicinin de metni kendi anlayışına göre bölümlere ayırması ve her bölüme farklı adlar vermesiyle meydana gelmektedir. Bazen de derleyici fark­lı kolların isimlerini kendisine göre değiştirip bu şekilde yayımlamaktadır Mevcut metinler arasında yaptığımız karşılaştırma sonucu elde ettiğimiz kollar, adları, sayıları ve bunlarla ilgili bir tasnif denemesini burada sunuy­oruz. Yapılan tasnifte Köroğlu’nun bizzat yaşadığı kabul edilen maceralarla il­gili anlatmalar esas alınmış olup, Köroğlu ortadan kaybolduktan sonraki kol­lara bu tasnifte yer verilmemiştir. Tasnifte yer alan kollar içinde Köroğlu ak­tif olarak yer almaktadır. Buna göre Türkiye’deki mevcut Köroğlu kollarının isimleri ve yer aldıkları bölümler şunlardır

 

A)Köroğlu’nun ortaya çıkışını ve Çamlıbel’e yerleşmesini konu eden kollar

1.   Köroğlu’nun Ortaya Çıkışı veya İlk Kol

2.   Köroğlu ve Demircioğlu

3.   Demircioğlu ve Reyhan Arap

4.   Köroğlu ve Niğdeli Geyik Ahmet

5.   Köroğlu ve Ayvaz

6.   Köroğlu’nun Sivastapol Seferi

 

B) Köroğlu ve Keleşlerin çeşitli seferlerini ve evlenmelerini konu eden kollar

1.   Köroğlu’nun İstanbul Seferi ve Nigar Hanımla Evlenmesi.

2.   Köroğlu’nun Dağıstan, Derbent Seferi ve Oğlu Hasan veya Hüseyin Bey.

3.   Köroğlu’nun Kayseri Seferi.

4.   Köroğlu’nun Gürcistan Seferi.

5.   Köroğlu’nun Kenan Seferi.

6.   Demircioğlu Erzurum Seferi.

7.   Köroğlu’nun Bağdat Seferi.

8.   Köroğlu ve Kiziroğlu Mustafa Bey.

9.   Köse Kenan ve Dana Hanım.

10.   Köroğlu ve Koca Bey ve Silistreli Hasan Paşa.

11.   Keloğlanın Kırat’ı Çalması ve Tokat Seferi,

12.   Köroğlu’nun Medayin Seferi.

13.   Köroğlu ve Bolu Bey.

14.   Köroğlu ve Kamber.

15.   Köroğlu’nun Rusya veya Oltu Seferi.

C) Köroğlu’nun sonu

1.   Köroğlu’nun Yaşlanması ve Kırklara Karışması (Ekici 1997).

Uç grupta topladığımız bu yirmi iki kola dördüncü bir grup olarak Köroğlu’ndan sonra Çamlıbel ve çeşitli keleşlerin bağımsız maceralarını konu eden kollan ilave etmek mümkündür. Yukarıda verdiğimiz kollar ve onların yer aldığı gruplar tartışmaya açık olduğu gibi, görmediğimiz ancak bu gruplar için­de yer alması mümkün olan kollar da olabilir. Örneğin; "Köroğlu’nun Halep Seferi”, "Deli Kara”, "Kaytaz Kolu” ve "Kiziroğlu Mustafa Bey Kırım Seferi” gibi Boratav’m araştırmalarından adalarım öğrendiğimiz, ancak metinlerini görme ve karşılaştırma şansına sahip olmadığımız kollar var. Bunlara sözlü gelenekten henüz derlenmemiş veya derlendiği halde yayımlanmamış metin­leri de ekleyebiliriz.

Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: Köroğlu muhtemelen Türklerin Batıya ilk göçleri döneminde bir "Uç Beyi” veya "bir beyin oğlu” olarak yaşamış ve onun yaşadığı maceralar da yine aynı dönemde anlatılmaya başlanarak belli bir temel veya "tabaka” bu dönemde oluşmuştur. Ancak Türk boylarının batıya doğru göçleri ve özellikle Oğuz-Türkmen gruplarının hem batıya göç­leri ve hem de Orta Asya’daki diğer Türk boylarıyla ilişkileri sonucu, Köroğlu anlatmaları Türk sözlü geleneğinde sürekli bir değişme ve gelişme kaydet­miştir. Bu değişme ve gelişmenin temelinde anlatıcılar tarafından gerçekleş­tirilen bir "yerelleştirme” ve "yeniden yapılandırma” olgusu vardır. Bu "yeniden yapılandırma”, bu anlatmaların sürekliliğini ve her zaman dinleyici bulma şansını artırırken, anlatmanın birbirinden farklı iki ana versiyona ay­rılmasına da yol açmıştır.

"Doğu Versiyonları” ilk kolda destanın eski şekline daha bağlı kalırken, "Batı Versiyonları” yeni bölgelerindeki olayları destana sokan anlatıcılarla ilk kolda bile ciddi bir farklılığa ulaşmış ve bunun sonucunda Türkiye ve Azerbaycan sahalarıyla, bunlara komşu toplumlarda Köroğlu karakteri ol­dukça farklılaşmış ve Köroğlu destanı, Türkiye ve Azerbaycan sahalarında tür bakımından da değişime uğrayarak "hikâye”ye türüne yaklaşmıştır. Pek çok yeni konunun "kollar” hâlinde ana anlatmanın yapısı içinde yer alması ve tür değişikliğine kadar ulaşan değişikliğin temelinde anlatıcıların bağlı olduk­ları gelenekler ve bu geleneklerde meydana gelen değişme ve gelişmeler dik­kate alınmalıdır.

 

 Metin Ekici

Türk Edebiyatı Tarihi, Kültür Bakanlığı

SON EKLENENLER

Üye Girişi