RÜBAİ
Rubâî, tam bir anlam ifâde eden, kendine özgü bir ölçüsü olan, dört dizelik bir nazım biçimidir.
Fars ve Türklerin, Arapça adıyla "rubâî", Arapların da Farsça adıyla "dübeyt" veya "çâr-mısrâ" dedikleri bu nazım biçiminde 1.2. ve 4. dizeler kafiyeli, 3. dize serbesttir (a a x a). Ancak iki beyitlik kıta biçiminde (x a x a) yazılan rubailer de vardır. Rubainin her dizesi birbiriyle kafiyeli olursa "rubâî-i musarrâ" veya "terane" adını alır.
Rubainin kıtadan farkı özel bir ölçüyle yazılmasıdır. Hezec bahrinin, birbirinden küçük farklarla ayrılan 24 kalıbı kullanılır. Bunlardan "mefûlü (/ / .)" birimiyle başlayan 12 kalıba ahreb; "mef'ûlün (/ / /)" birimiyle başlayan diğer 12 kalıba da ahrem denir. Kalıpların sonu "fa-ûl" veya "fâ" birimleriyle biter. Bir rubainin her dizesi -özellikle 3. dize- ayrı bir rubâî kalıbıyla yazılabilir. Türk şiirinde daha çok ahreb kalıpları kullanılmıştır.
Rubâînin bir başka özelliği de yoğun fikir örgüsüne sahip oluşudur. Bu bakımdan ahengi sağlamak oldukça güçtür. Ustaca söylenmiş rubailerde tasavvuf ve felsefe konularından dünya görüşüne; hicivlerden nüktelere kadar birçok konu özlü biçimde ifade edilmiştir. Rubaide ilk iki dize fikrin hazırlayıcısıdır. Asıl söylenmek istenen düşünce 3. veya 4. dizede ortaya çıkar. Genelde mahlassız şiirler olup divânların sonunda, rubâîyyât başlığı altında ve kafiyelerine göre sıralanırlar.
İlk rubailer İran’da yazılmıştır. Ortaya çıkışı hakkında değişik görüşler vardır, ilk defa Rûdegî (öl. 941) tarafından kullanıldığı sanılır. İran Selçukluları zamanında büyük gelişme gösteren bu nazım biçiminin en usta şâiri hiç şüphesiz Ömer Hayyâm'dır (XII. yy.) Hayyâm daha çok dünyanın geçiciliğini vurgulayarak onun güzelliklerinden yararlanmanın yollarını gösterir. Onun birçok dile de çevrilmiş olan rubaileri bütün zamanlar içinde en güzel rubailerdir.
Arap edebiyatında rubai şekli fazla rağbet görmemiştir. En eski Türk şiirlerinin dörtlüklerden meydana gelmesi, rubainin Türk şâirleri arasında kolayca benimsenmesine ve hemen her divân şairinin az veya çok bu konuda kalem oynatmasına yol açmıştır. Mevlana'nın Farsça olarak yazdığı 1500 kadar felsefî rubâîsi, bu çığırın, Türk edebiyatında yaygınlaşmasında önemli bir rol oynamıştır. Mevlâna'dan itibaren birçok şair bu konuda başarılı örnekler vermişse de Türk edebiyatının en usta rubâî şairlerini Kara Fazlı, Azmizâde Haleti, Nabî ve son dönemde de Yahya Kemal (Beyatlı) olarak göstermek doğru olur.
(İskender PALA, Divan Edebiyatı, Ötüken Yay., İstanbul 1996.)
Örnek 1.
a a x a rubâ’î kafiyesi
Esrarını dil zaman zamân söyler imiş
Hengâme-i gamda dâstân söyler imiş
Aşk ehli olup da mihnet-i hicrâne
Ben sabr iderin diyen yalan söyler imiş
Hâletî
Rubâ’îde iki değişik kalıp kullanılmış: 1., 2., 4. mısrâlar Mef'ûlü mefâ'ilün mefâ'îlü faul 3. mısrâ mef’ûlü mefâ’ilün mefâ'îlün fa' vezinlerinde.
Rakkas bu halet senün oynunda mıdır
Âşıklarınun günâhı boynunda mıdır
Döymen şeb-i vasluna şeb-i rüze gibi
Ey sîm-beden sabâh koynunda mıdır
Nedim
1. ve 3. mısrâlar Mef'û'lü mefâ'îlü mefâ'îlü fa'ûl; 2. ve 4. mısralâr Mef'ûlü mefâ'ilün mefâ'îlü fa'ûl vezinlerinde.
Örnek 2.
xaxa kıt’a kafiyesi
Döndükçe verür âleme bir güne safâ
Her nakş-ı bedi'i ruh-ı dildâr misâl
Tasvîr-i şukûfeyle göründi gözüme
Ayniyle Fenâr bağçesi fânûs-ı hayâl
Sâbit
Rubâ'îde dört mısrâ da aynı kalıpla yazılmış: Mef'ûlü mefâ’îlü mefâ'îlü faûl.
Tâ’cîli ko ey kâtib-i a’mâl-nüvis
Her dilde olur lutf-ı İlâhî me’mûl
Şermende olursun edicek hâme-i afv
Harf-i emelüm nüvişte-i harf-i kabûl
Nâ’ili
Rubâ'înin 1. 3. mısraları Mef'ûlü mefâ'îlü mefâ'îlü fa’ûl ve 2. mısra'ı Mef'ûlü mefâ'îlü mefâ'îlün fâ' 4. mısra Mef'ûlü mefâ'ilün mefâ’îlü fa'ûl vezinlerinde.
Örnek 3.
Hoş ol ki çekem dem-i ecel bâde-i nâb
Sermest yatam kabrde tâ rûz-ı hisâb
Gavgâ-yı kıyâmetde duram mest ü harâb
Ne fikr-i hisâb ola ne idrâk-i azâb
Fuzulî
1. mısra’ Mef'ûlü mefâ'ilün mefâ'îlü fa'ûl; öteki mısrâ'lar ise Mef'ûlü mefâ'îlü mefâ'îlü fa'ûl vezinlerinde yazılmış.
Hakkı nice bin safâ ki etdün düşdür
Her ne ki görüp diyüp işitdün düşdür
Etrâfa segirdüp başa gitdün düşdür
Bu kim oturup râhata yetdün düşdür
İbrahim Hakkı
1., 2. mısrâlar Mef'ûlü mefâ'ilün mefâ'îlün fâ'; 3., 4. mısrâlar Mef'ûlü mefâ'îlü mefâ'îlün fâ' vezinlerinde yazılmış.
ARİF NİHAT ASYA'DAN RÜBAİ ÖRNEKLERİ
VATAN
Ezanımdan alışıp tekbîre,
Buldunuz mutluluk, imanımla...
Vatan ettim sizi ey topraklar
Beş vakit damgalayıp alnımla
MEHTER
Sazlar, eğilin tellere: mehter geliyor;
Elpençe dur, ey çınar, ki erler geliyor..
Doldurdu davul sesleri er meydanını...
Kalkanla kılıç, gürz ile şeşper geliyor.
SANAT
Bir hiçle hayal ülkelerin kat kat olur...
Avcunda çamurla oynasan san'at olur...
Durgun suya saldığın kâğıt, yelkenli;
Yollarda binip yürüttüğün dal, at olur!
TAŞ
Heyhat, onun ellerinde taşlar, şimdi;
Serden korusun kendini başlar, şimdi!
Biz şeytanı taşlarken iş altüst oldu...
Ey gökyüzü, şeytan bizi taşlar, şimdi!
ASR-I SAADET
Biz, tayy-i zaman etmede erbâb olduk;
Mâzî ile, âtî ile ahbâb olduk;
Kıldık, dolaşıp, Asr-ı Saadet'te karar:
Ey kutlu Muhammed, sana ashâb olduk!
YAŞASIN!
Evlât, çabanın zevkini tatmak lâzım!
Coşkunluğa yorgunluğu katmak lâzım!
Gördüm, ki bu haykırmalar içten...yalnız,
Yetmez "Yaşasın!" demek.. .yaşatmak lâzım!
ÖMER HAYYAM'DAN RÜBAİLER
Dünyada akla değer veren yok madem,
Aklı az olanın parası çok madem,
Getir şu şarabı, alın aklımızı:
Belki böyle beğenir bizi el âlem!
İçin temiz olmadıksan sonra
Hacı hoca olmuşsun, kaç para!
Hırka, tespih, post, seccade güzel;
Ama Tanrı kanar mı bunlara?
Bir geldi mi derin ölüm uykusu,
Biter bu dünyanın dedi-kodusu.
Ölenden bir haber bekler insanlar:
Ne söylesin? Bilmez ki ne olduğunu!
Öldük, dünyayı şaşkın bırakıp gittik;
Yüzlerce incimiz vardı delinmedik.
Sersemliği yüzünden bilgisizlerin
Renk renk düşünceler kaldı söylenmedik.
Can yoldaşı dostlar çekildi gittiler
Ecel çiğnedi hepsini birer birer
Yan yana oturmuştuk hayat sofrasına
Bizden birkaç kadeh önce sızdı gittiler.
ÖMER HAYYAM
İLGİLİ İÇERİK
AZMİZÂDE HÂLETÎ (ö. 1631) /Rubailer
RUBAİ - ESLÂF KAPILDIKÇA GÜZELDEN GÜZELE