Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

MERMER TEZGAH - SEMA DEVİR

(4 perdelik oyun)

Kişiler
Cabi Efendi - Pala Hüseyin (anlatıcı) - Marangoz Ali Usta
Marangozun karısı - Gazete satan çocuk
Çiçek satıcısı - 1. Kadın - 2. Kadın 3. Kadın
Erkek çocuk - 1. Memur - 2. Memur - 1. Asker - 2. Asker
Kılkuyruk Hamdi (Yalnızca dışarıdan sesi duyulur.) — Sahaf

1. Perde
Pala Hüseyin (anlatıcı) - Cabi Efendi Gazete satan çocuk - 1. Kadın - Çiçek satıcısı

(Pala Hüseyin külhanbeyi kılığındadır. Başında sola doğru kaymış püsküllü bir fes vardır. İçte yakasız bir gömlek, üzerinde kısa siyah bir yelek bulunmaktadır. Altında siyah bir pantolon ve bele sarılmış bir kuşak vardır. Kuşağın içine sokulmuş bir tabanca ve bıçak görünmektedir. Uçları sivri olan, topuğuna basılmış bir ayakkabı giymiştir. Omzunda siyah bir ceket bulunmaktadır. Kaşlar kalın ve siyahtır. Siyah pala bıyığı vardır.
Cabi Efendi, biraz topluca, beyaz sakallı, sevimli bir ihtiyardır. Başında püsküllü fesi, üzerinde gri ceketi ve pantolonu vardır. İçte beyaz hâkim yaka bir gömlek bulunmaktadır. Siyah bir ayakkabı giymiştir. Elinde bastonu vardır.
Gazete satan çocuk, çelimsiz, kara kuru bindir. Üzerinde yakasız çizgili bir gömlek, altında rengi solmuş bol bir pantolon vardır. Beline bir kuşak sarılıdır. Başında rengi solmuş bir fes bulunmaktadır. Ayağına çarık giymiştir.
Çiçek satıcısı, başına eski ve rengi solmuş bir fes giymiştir. Fesi arkaya doğrudur. Üzerinde yakasız, desenli eski bir gömlek ve kısa bir yelek vardır. Belinde kuşak, altında çok bol bir pantolon bulunmaktadır. Ayağında çarıkları vardır. Çiçek satıcısının bıyıkları aşağı doğrudur. Sırtında içine çiçek dikilmiş saksıların doldurulduğu bir küfe vardır. Küfenin kenarlarına da saksılar tutturulmuştur.
1. Kadın ferace denilen bol bir manto giymiştir. Uçları yere değmektedir. Feracenin rengi pembedir. Başına hotoz denilen küçük süslü bir başlık takmıştır. Beyaz olan bu başlığın üzerinden sarkan beyaz bir tülle ağız kapatılmıştır. Kadının elinde pembe bir şemsiye vardır.)

Sahne
(Arka plânda Karaköy sırtlarını gösteren bir resim bulunmaktadır. Resimde bir vapur görüntüsü yer almalıdır. Bu görüntü sahnenin arkasına bir tepegöz yardımıyla da yansıtılabilir. Bahar ayının yaşanmakta olduğunu gösteren çiçekli ağaçlar göze çarpmaktadır. Ağaçlar, renkli kartonlardan yapılabilir. Sahneye uçan bir kelebek görüntüsü yansıtılabilir. Ortada ahşap bir ev görünmektedir. Ev mukavvadan olabilir. Sahne karanlıktır. Bir süre sonra sahne projektörlerle aydınlatılır. Bu sırada yavaş yavaş müzik girer. (Eski bir İstanbul türküsü olabilir.) Evin kapısı açılır. (Kapı gıcırtısı duyulur.) Cabi Efendi dışarı çıkar. Havayı şöyle bir içine çeker. Etrafına bakınır. Seyirciyle hiç ilgilenmez. Dolaşmaya, çevresindeki her şeyi uzun uzun seyretmeye başlar. O bunları yaparken, Pala Hüseyin bağıra çağıra sahneye girer. Müzik yavaş yavaş kesilir.)

PALA HÜSEYİN— Heeyt!... Havada uçan, karada kaçan, var mı bana yan bakan? Heeyt!...
(Kendi etrafında şöyle bir döner ve seyircileri görür. Elini gözüne siper ederek seyircilere bakar ve sağ elini önce göğsüne, sonra ağzına, sonra da başının üstüne götürerek selâm verir.) Bana derler adıyla sanıyla Pala Hüseyin.
(Elini gözüne siper eder.) Şu gördüğünüz yerler benden sorulur. Ha bu arada Kılkuyruk Hamdi'yi gören var mı aranızda? (Ayaklarının ucunda yükselir ve seyirciler arasında göz gezdirir. Sonra hışımla) Ah onu bir elime geçirsem, bir elime geçirsem... Ne yapacağımı ben bilirim. E, ne yapacağımı da size söylemeyeyim şimdi, o da bize kalsın anladın mı? (Cabi Efendiyi fark eder. Arkasını dönüp ona baktıktan sonra seyirciye döner. Eliyle işaret ederek) Ha o mu?
Canım kim olacak, bizim Cabi Efendi! Sırası gelmişken size biraz ondan bahsedeyim.
Bizim Cabi Efendi, öyle sizin bildiğiniz ihtiyarlara benzemez. Yani sizin anlayacağınız sabahtan akşama kadar evde pineklemez. Gerçi işe güce de elini sürmez ya...
(Döner, yine bakar.) İşte böyle gözünü kırpmadan etrafı seyreder. Bizim ihtiyar, "Dünyanın gidişatını anlamak." diyor buna. (Güler, dönüp tekrar bakar. Sonra bir iki adım seyirciye yaklaşır. Elini ağzına siper eder.)
Lâf aramızda biraz gelgit akıllıdır. Ama bütün mahalleli sever, sayar onu. (Ellerini havaya kaldırır.) Ha böyle konuştuğuma bakıp da aldanmayın. Hak edene hak ettiğince davranırız biz. Küçüğümüzü sever, büyüğümüzü sayarız. Mahallemize de sahip çıkarız icabında. Bakmayın böyle olduğumuza. İçimiz temiz, yüreğimiz yufkadır bizim. Amaaa... Gerektiğinde hak edenin defterini de düreriz biz.
Unutmadan söyleyelim. Öyle elinde tespih, omzunda ceketiyle gezen her kaytan bıyıklıyı da bizden sanmayın ha... (Kabadayı yürüyüşüyle sahneden çıkar.) Hadi bana eyvallah, sağlıcakla kalın inşallah!
(Bu sırada Cabi Efendi seyircilere bakar. İki eliyle bastonunun üzerine dayanır ve konuşmaya başlar.)

CABİ EFENDİ (havayı içine çekerek)— Bu ne letafet, bu ne güzellik Yarabbi! (seyirciye dönerek) Allah, mutlaka dünyayı kullarına sevdirmek için baharı yaratmış olmalı öyle değil mi?
(Havaya doğru bakar ve eliyle işaret eder.) Hah işte rengârenk bir kelebek! Nasıl da gelin gibi süzülüyor baksanıza... (Birden umursamaz bir tavır içine girer.) Ama bunların hepsi bir rüya. Birkaç haftaya kalmaz ne bu çiçeklerden eser kalır, ne de bu kokulardan... Pehh!
(Yine tavır değiştirir.) Olsun! Ben yine de hayatı okumayı seviyorum.
(Bu sırada gazete satan çocuk bağıra çağıra içeri girer.)

Gazete satan çocuk— Yazıyor, yazıyor!... Dâhiliye Nazırı Ferit Paşanın azledildiğini yazıyor... İkdam, Sabah, Tanin...
(Cabi Efendi çocuğa doğru yaklaşır.)

Gazete satan çocuk— Bir tane alsana beybaba!

Cabi Efendi— İkdam kaç para?

Gazete satan çocuk— 40 para.

Cabi Efendi (gülerek)— Niye alacakmışım ki?

Gazete satan çocuk (Susar, şaşkın şaşkın Cabi Efendiye bakar.)

Cabi Efendi (Yüzünü buruşturur.)— Hhhh! Hepsi yalan!

Gazete satan çocuk (Boynunu büker ve yine bağırarak sahneden çıkar.)—Yazıyor, yazıyor...

(Cabi Efendi seyirciye döner.)— Gazete dediğin ne ki? Düpedüz para tuzağı! Üstelik başından sonuna kadar yalanla dolu. Maksat bunları okumak değil, hayatı okumak, hayatı... Meselâ şu koskoca İstanbul başlı başına bir kitap... Elli senedir geze geze bitiremedim. Sokağı, çarşısı, pazarı... Erkeği, kadını...

(Tam bu sırada 1. Kadın elinde şemsiyesiyle çıkagelir. Cabi Efendi kadını işaret ederek) İşte işte... Zarif bir hanımefendi geliyor! Gördünüz mü?
(Onun arkasından sırtında küfeyle bir adam girer. Bu adam bir çiçek satıcısıdır.)

Çiçek satıcısı (isteksiz bir şekilde)— Çiçeklerim var, mor sümbüllerim, menekşelerim, fesleğenlerim, sardunyalarım var...

Cabi Efendi (adamı göstererek)— İşte bu da bir başkası.
(Bastonuyla hızlı hızlı yürür ve adamın karşısına dikilir. Adam duraklar.)

Çiçek satıcısı (yüksek sesle)— Ooo... Beyim, afiyettesiniz inşallah?

Cabi Efendi (Gevre/c gevrek güler. Elleriyle adamın ellerini kavrar.)— Demincek serçelere gözüm ilişti. Sütçü beygirlerinin kaldırımlara bıraktıkları şeyleri nasıl da cıvıldaşarak yiyorlardı.

Çiçek satıcısı (şaşkın) Efendim, efendim! Ne buyurdunuz?

Cabi Efendi (Biraz kızar.)— Canım anlamadın mı bundaki hikmeti? (kısık bir sesle) Birinin ettiği halt, ötekine nimet işte...

Çiçek satıcısı (İyice şaşırır. Seyircilere doğru döner. Onlara soru sorarcasına bakar. Sonra boynunu büker ve çekip gider.)—Allah, Allah! Cık... cık... cık...
Çiçeklerim var, begonyalarım, mor sümbüllerim...

Cabi Efendi (sinirli)— Herkes bir tuhaf olmuş vallahi... Bir şey anlatıyorsunuz, onu da anlamıyorlar. Tövbe tövbe... (seyirciye dönerek) Siz beni anlıyorsunuz değil mi?
(Bu sırada bir horoz sesi duyulur.)

Cabi Efendi— Hah... Bir sen eksiktin!
(Cabi Efendi başını yukarı kaldırır ve kendi kendine mırıldanır.) Hava da pek açık. Yağmur yağacağa benzemiyor, (yüksek sesle, sinirli) Artık horozlara da inanma-malı canım! Zavallıların sinirleri bozulmuş galiba. Niçin, ne vakit öttüklerini bilmiyorlar. Öyle ya, eskiden bu vakit horoz ötünce yağmur yağardı. (Başını tekrar havaya kaldırır.) Yarabbi, sen aklımı koru! (Sonra seyircilere döner.) Yok, yok... Bugün mutlaka bir yere gitmeliyim. (Sakalını sıvazlar.) Bir düşüneyim bakayım, nereye gitsem? Eyüp'e mi gitsem, Sütlüce'ye mi? Veli Efendi'ye mi gitsem, Balıklı'ya mı?
Hayır, hayır olmaz! Hiçbiri olmaz, iyisi mi ben Üsküdar'a gideyim. Üsküdar'a geçmeyeli çok vakit oldu.
(8u sırada vapur düdüğü ve martı sesleri duyulur.)
Bir sonraki vapura bari yetişeyim. Ne bakıyorsunuz öyle? Siz de benimle gelmeyecek misiniz? Hadi hadi, çabuk olun!
(Tekrar bir vapur düdüğü duyulur ve perde kapanır.)


2. Perde
Cabi Efendi - Sahaf - 1. Memur - 2. Memur
1. Asker - 2. Asker - Marangoz Ali Usta - 1. Kadın
2. Kadın - 3. Kadın - Erkek çocuk

(Sahaf, ince uzun yüzlüdür. Yer yer aklar düşmüş olan uzun bir sakalı vardır. Başında küçük siyah bir başlığa daha açık renk kumaştan sarılmış bir sarık vardır. Sırtında kalın kumaştan uzun bir ceket bulunmaktadır. Altına bol bir pantolon ve eskimiş ayakkabılar giymiştir. Gözüne yuvarlak bir gözlük takmıştır.

1. Memur, uzun gri bir ceket giymiştir. Altında çizgili, yakalı beyaz bir gömlek ve üstünde kısa bir yelek bulunmaktadır. Gömlek yakasının altından boyun bağı görünmektedir. Adam esmer ve bıyıklıdır. Başında vişneçürüğü renginde bir fes vardır.

2. Memur, uzun gri bir ceket giymiştir. Ceketin içinde yakalı beyaz bir gömlek, boyun bağı, siyah kısa bir yelek bulunmaktadır. Altında siyah pantolon vardır. Siyah bir ayakkabı giymiştir. Başında vişneçürüğü renginde bir fes vardır. Adam sarışın ve bıyıklıdır.
7. ve 2. Askerin başında kalpak vardır. Vücuda oturan hâki yeşili bir ceket giymişlerdir. Belde palaska denilen bir kemer bulunmaktadır. Palaskaya silâh takılıdır. Omuzlarında apoletler vardır. Bu kıyafetler süvari pantolon ve çizmelerle tamamlanmaktadır. İkisi de ince bıyıklıdır. Göğüslerinde birer madalya vardır.
Marangoz Ali Ustanın başında sarık bulunmaktadır. Eski bir başlığın üzerine rengi solmuş bir yemeni sarılmalıdır. Adam; yakasız eski bir gömlek giymiştir. Belinde bir kuşak vardır. Altına şalvar ve eski bir çarık giymiştir. Marangoz Ali Usta pos bıyıklı, kalın siyah kaşlı ve biraz incedir. 2. Kadın şalvarlıdır. Başındaki örtü aynı zamanda vücudunu da örtmektedir.
3. Kadın Doğu Karadeniz bölgesinin yerel kıyafetlerini giymiştir.
Erkek çocuk, yakasız bir gömlek giymiştir. Altında bol bir pantolon ve eskimiş ayakkabılar vardır. Çocuğun saçları çok kısa kesilmiştir. Çocuk sarışındır.)

Sahne
(Arka plânda Kız Kulesi ve cami görüntüsünün yer aldığı bir resim vardır. Sahnenin sol köşesinde bir kitapçı dükkânı ve birkaç iskemle bulunmaktadır. Kitapçı dükkânının önünde, üstünde eski kitapların olduğu bir tezgâh vardır. Sahnenin sağ tarafında bir marangoz dükkânı yer almaktadır. Dükkânın içini seyirciler görebilmektedir. Dükkânın içinde bir tezgâh, bir testere, çekiç ve keser vardır. Tahtadan birtakım çantası ve birkaç tahta parçası da bu tabloyu tamamlamaktadır. Tezgâha mermer görüntüsü vermek için genişçe bir tahtanın üstü beyaz bir yağlı kâğıtla kaplanabilir.
Cabi Efendi etrafındakileri seyretmektedir. Marangoz Ali Usta çalışmaktadır. 1. Asker, sahafın tezgâhındaki kitaplara bakmaktadır. 2. Asker, oradan geçen birinci kadını seyretmektedir. 2. Kadın ve 3. Kadın elinden tuttukları bir çocukla yürürler. Çocuk sıkışmıştır ve tepinmeye başlar. 2. Kadın, çocuğu susturmaya çalışır.)

2. Kadın (kızarak)— Aaa... Bak şimdi seni denize atarım ha!...

3. Kadın— Sakın salıverme!

Erkek çocuk (ağlayarak)— Nasıl tutayım, çok geldi... (2. Kadın çocuğu bir kenara çeker.) 2. Kadın— İşte... Gel şuracığa yapıver.

Erkek çocuk (Omuz silker.)— Banane, banane... Amcalar görür.

3. Kadın—Çocuğum yapsana...
(Sahaf gözlüklerinin üstünden bakar. Boynunu büker.)

Sahaf— Fesuphanallah!
(Erkek çocuk tuvaletini yapar ve üçü de oradan uzaklaşırlar.)
(1. Kadın, 2. Askerin kendine baktığını fark eder. Yanından geçerken mendilini önüne bırakır. Küçük ve hızlı adımlarla yürür. Köşeden yine askere bakar. Gülerek sahneden çıkar. Asker eğilir, mendili alır ve koklar.)

2. Asker—Ahh... AhhL.
(Cabi Efendi, bu olaya bakıp burun kıvırır ve sinirli bir şekilde başını sağa sola sallar.)— Tövbe tövbe... Allah Allah!... Sen şu işe bak!
(İki memur iskemlelere oturmuş konuşmaktadır. Cabi Efendi de onları dinlemektedir.)

1. Memur—Vay vay vay... Siz buralara uğrar mıydınız?

2. Memur— Niye şaştınız bu kadar?

1. Memur— Ne bileyim? Sizin mekânınız Pera değil mi mirim?

2. Memur— Aaa... Haksızlık ediyorsunuz ama? Biz uyumlu insanlarızdır. Bir gün Pera, bir gün Üsküdar... Biraz Türkçe, biraz Fransızca...

1. Memur— Biraz da alafranga olmalı yani...

2. Memur— Çok doğru, çok doğru... Hep alaturka olunmaz ki üstadım! Ahh... Evropa, Evropa!
(Cabi Efendi, iki memuru da şöyle bir süzer ve yüzünü ekşitir. Sonra hemen başını çevirir.)

Cabi Efendi (ellerini havaya kaldırarak)— Ey büyük Allah'ım! Keşke gözlere kapak yaptığın gibi kulaklara da birer kapak yapsaydın. (Gözü sahafa takılır. Yavaşça gider, başını tezgâha uzatır ve kısa bir süre kitaplara göz gezdirir. Sonra seyirciye doğru döner. Elini boş ver dercesine sallayarak)— önce hayatı okumalı, hayatı... Kültür, sanat, felsefe... Hepsi hayatın içinde. Maksat bu kitapları böyle kerpiç gibi üst üste dizmek değil...

Sahaf (gözlüklerinin üstünden bakarak)-— Fesuphanallah! Sen deli kullarını akıllandır yarabbi!

Cabi Efendi (eliyle insanları göstererek)— Bakın! Hayat her geçen gün değişiyor. Yüzlerce sır, binlerce dalavere... Hayatı okumalı, hayatı... (Böyle derken gözü marangoz dükkânına ilişir. Meraklı bir şekilde oraya doğru yürür. Marangozu seyre dalar. Marangoz elinde keser çalışmaktadır Cabi Efendinin yüzünde şaşkın bir ifade belirir. Kendi kendine) Olur iş değil doğrusu! Allah Allah! Ne akılsız adam yahu... (Gözlerini ovuşturur. Bir daha dikkatlice bakar.) Allah, Allah! Aldanıyor muyum acaba dedim ama... Allah, Allah!... (Başından fesini çıkarıp, başını kaşır. Sonra sakalını sıvazlar. Gülerek) Tembel herif ne olacak! Kim bilir ne kadar keser bozdu. Hiç mermer üzerinde çalışılır mı?
(Marangoz, Cabi Efendiyi fark eder. "Ne var?" der gibi bakar.)

Cabi Efendi— Sen bu dükkânı yeni tuttun değil mi?

Marangoz Ali Usta— Hayır.

Cabi Efendi (umursamaz bir şekilde)— İstersen eskiden tut. Ama senden evvel burada bir muhallebici vardı değil mi?

Marangoz Ali Usta— Hayır.

Cabi Efendi—Ya kim oturuyordu?

Marangoz Ali Usta— Hiç kimse... Bu dükkânı ben kendim yaptırdım.

Cabi Efendi (meraklı)— E o zaman bu mermer tezgâh burada ne arıyor?

Marangoz Ali Usta— Ben koydurdum.
(Cabi Efendinin gözlen şaşkınlıktan biraz daha açılır. Marangoza keskin bir dikkatle bakar.)

Cabi Efendi (kısık bir sesli)— Sen deli misin, oğlum?

Marangoz Ali Usta— Yooo...

Cabi Efendi— Hiç akıllı bir adam mermer üzerinde keser oynatır mı?

Marangoz Ali Usta— Niçin oynatmasın?

Cabi Efendi— Canım kazara keseri kaçar. Hem mermer bozulur, hem keser...

Marangoz Ali Usta— Ben hiç keserimi kaçırmam.

Cabi Efendi— Kaç senelik marangozsun bakayım?

Marangoz Ali Usta— Yirmi senelik.

Cabi Efendi— Kaç senedir mermer tezgâh üzerinde çalışıyorsun?

Marangoz Ali Usta— On beş sene var...
(Cabi Efendi birkaç adım daha tezgâha yaklaşır. Marangoz gülmeye başlar.)

Cabi Efendi— On beş senedir hiç keserini yanlışlıkla kaçırmadın mı?

Marangoz Ali Usta—Yoo... Kaçırmadım.

Cabi Efendi— Kazara... Bir kerecik olsun bile?

Marangoz Ali Usta— Kaçırmadım diyorum ya... İstersen gel, bak...
(Cabi Efendi, cebinden gözlüğünü çıkarır ve yine mermer tezgâhı iyice inceledikten sonra marangozu tepeden tırnağa kadar süzer.)

Cabi Efendi— Şimdiye kadar keseri hiç yanlış vurmadın ha?

Marangoz Ali Usta— Görüyorsun işte.

Cabi Efendi (şaşkın)— Nasıl olur bu?

Marangoz Ali Usta (övünerek)— Çünkü ben birinci sınıf bir ustayım. Keser vuracağım yeri iyi bilirim. Hem de hiç yanılmam. Elimin becerisine güvenim var. Onun için tezgâhı mermerden yaptırdım.
(Cabi Efendi dayanamayarak söze girer.)

Cabi Efendi— Oğlum, bu senin elindeki maharetten değil!

Marangoz Ali Usta— Ya neden?

Cabi Efendi— Düşüncesizliğinden...
Marangoz Ali Usta (şaşkın)— Düşüncesizliğimden mi?

Cabi Efendi— Tabi ya!
(Marangoz çok sinirlenir. Kaşlarını çatar. Keserini mermer tezgâhın üzerine yavaşça bırakır. Suratını buruşturur.)

Marangoz Ali Usta (hakareti andıran bir tavırla)— Nereden biliyorsun?

Cabi Efendi— Nereden mi biliyorum? Zerre kadar düşüncen olsa, her vakit böyle dikkatli keser kullanamazsın da ondan...

Marangoz Ali Usta (sinirli)- Benim düşüncem olmadığını ne biliyorsun? Ne de olsa ben keserimi indirecek yeri iyi bilirim. Ben sanatımın eriyim beybaba!
Haydi, bakalım, bu kadar gevezelik yeter. İşin gücün yok mu senin? Git işine...
(Cabi Efendinin yüzü fena hâlde bozulur. Gözlüğünü bile gözünden çıkarmadan kös kös önüne bakarak dükkânından çıkar.)

Cabi Efendi (kendi kendine)— Sanatının eri ha! Seni gidi budala seni... (Hızla geri döner. Marangoza seslenir. Hiddetle) Usta! Yarın dikkat et! Keserini tam yerine yapıştıramayacaksın. Çünkü mermer tezgâhını kıracaksın... (Perde kapanır.)


3. Perde
Marangoz Ali Usta - Marangozun karısı
(Marangozun karısının üzerinde renkli kumaştan, vücuda oturan bir bluz, altında basmadan geniş bir şalvar vardır. Kadın uzun boylu ve iricedir. Beyaz tenlidir. Başında tepesinden bağlanmış bir yemeni vardır.)

Sahne
(Yerde bir yemek tablası vardır. Üzerinde bakır bir maşrapa ve kuzu kebabı bulunmaktadır. Sahnenin sağında yer minderleri vardır. Sahnenin solunda bir şilte, yastık ve yorgan görünmektedir. Marangozun karısı sofrayı hazırlar. Sofraya bir somun ekmeği koyar. Sonra minderin üzerine oturur, dikiş dikmeye başlar.)
Marangozun karısı— Nerede kaldı bu herif yine? Bıraksan gece yarısına kadar çalışacak.
(O sırada kapı vurulur. Marangozun karısı sahnenin dışına çıkar ve kapıyı açar. Kapının açılma ve kapanma sesi duyulur.)
Marangoz Ali Usta (yorgun)— Off... Çok yorulmuşum yahu!...

Marangozun karısı— Oldu olacak sabaha kadar çalışsaydın bari.

Marangoz Ali Usta— Başlama yine hatun... Şöyle rahat rahat yemeğimizi yiyelim. (Gider, sofranın başına oturur. Şaşkın bir şekilde) Hayrola! Bu da nereden çıktı?

Marangozun karısı— Sana sormalı?

Marangoz Ali Usta— Ne demek?

Marangozun karısı— Bugün sen gönderdin ya!

Marangoz Ali Usta— Hâşâ...

Marangozun karısı- - Hâşâ mı?

Marangoz Ali Usta (Hiç cevap vermez.)

Marangozun karısı (hiddetle)— Vay, demek ben bunu çaldım ha! Ben, Kasımpaşa imamının kızı Fadime kuzu çalacak ha!

Marangoz Ali Usta— Bilmem.

Marangozun karısı— Dostun mu gönderdi?

Marangoz Ali Usta— Onu da bilemem.

Marangozun karısı— Gündüz gönderdin. Şimdi unutup lâf mı çıkarıyorsun.

Marangoz Ali Usta— Ben hiçbir şeyi unutmam.

Marangozun karısı— Hadi oradan bunak sen de...
(Biraz duraklar.) Çamaşır yıkıyordum. Bir adam geldi. "Mermer tezgâhlı Marangoz Ali Ustanın evi burası mı?" dedi. "Benimle bu kuzuyu gönderdi" dedi. Ne bileyim, ben de aldım.

Marangoz Ali Usta— Nasıl adamdı?

Marangozun karısı— Kim?

Marangoz Ali Usta— Canım kim olacak? Kuzu kebabını getiren adam?

Marangozun karısı (hiddetli)— Beni namahreme bakar sanıyorsun ha! Görmedim bile...

Marangoz Ali Usta— Sesi nasıldı peki?

Marangozun karısı (sinirli)— Vay! Beni namahremin sesini işitir sanıyorsun ha! Vallahi işitmedim...

Marangoz Ali Usta— Bu işe aklım sırım ermedi doğrusu?

Marangozun karısı— Ne yani, yalan mı söylüyorum?

Marangoz Ali Usta ("Cevap vermez.}

Marangozun karısı (sinirli)— Bunamışsın sen ayol!

(Marangoz Ali Usta ayağa kalkar. Elleri arkasında bir o tarafa, bir bu tarafa hızlı adımlarla dolaşır. Karısı da sinirli bir suratla onu seyreder.)

Marangoz Ali Usta— Allah, Allah... Allah Allah!...

Marangozun karısı (imalı)— Gönderdiğin kuzudan bir lokma bile yemeyecek misin yoksa?

(Marangoz Ali Usta ondan tarafa bakar ama hiçbir şey söylemez. Eliyle "git şuradan!" der gibi bir hareket yapar.)

Marangozun karısı (umursamaz bir şekilde)— Hhh... Deli sende!... (Sofrayı toplar, bir kenara koyar. Kendi kendine) Ben ha... Ben, Kasımpaşa imamının kızı Fadime... Bende namahreme bakacak göz var mı? Sen inansan ne, inanmasan ne? Cümle âlem bilir benim nasıl bir insan olduğumu? (Bir yandan söylenirken, bir yandan da yatağını düzeltir ve yatar.) Onca yıllık karını tanıyamadın ha... Sana varanda kabahat... (Arada bir kafasını kaldırır ve bağırır.) Vay benim akılsız başım! Ne beyler, paşalar istedi de varmadım. Senin gibi noksan akıllıya kendimi yaktım.
(Marangoz Ali Usta hiçbir şey söylemez. Minderin üstüne oturur. Düşünür. Arada bir kafasını kaşır. Sıkıntılı olduğu her hâlinden bellidir. Bir süre sonra sahne kararır. Kadın horlamaktadır. Marangoz Ali Usta uyuyamamıştır.)

Marangoz Ali Usta— Off... Puff... (Biraz sonra dışarıdan ezan sesi gelmeye başlar.) (Sahne biraz aydınlanır. Marangoz Ali Usta kalkar. Usul usul sahneden çıkar. Kapının açılıp kapanma sesi duyulur.) (Perde kapanır.)


4. Perde
Cabi Efendi - Marangoz Ali Usta Sahaf - Kılkuyruk Hamdi (Dışarıdan sesi duyulur.)

Sahne
(Sahne düzeni, 2. perdedeki gibi düzenlenmiştir. Cabi Efendi dükkânın bir kenarına ilişmiş, Marangoz Ali Ustayı seyretmektedir. Marangoz Ali Usta onu fark etmez. Keserini sallamaya devam eder. O anda mermer tezgâhı kırar. Mermer tezgâhın kırılma sesi duyulur.)

Marangoz Ali Usta (kızarak)— "Tuhh. Sen bu zamana kadar kırma, gel şimdi kır. Olacak şey mi bu ya!

Cabi Efendi (imalı)— Geçmiş olsun usta!

Marangoz Ali Usta (Başını kaldırır. Sesin geldiği yöne bakar.)

Cabi Efendi (gülerek)— Hani sanatının eriydin? Ne oldu sana böyle?

Marangoz Ali Usta (şaşkın)

Cabi Efendi (gülerek)— Canım artık düşünme bu kadar? O kuzuyu ben gönderdim, ben...

Marangoz Ali Usta— Ha... Ha... Hangi kuzuyu?

Cabi Efendi— Hangi kuzuyu olacak? Dün akşamki kuzuyu?

Marangoz Ali Usta (şaşkın)— Sen mi gönderdin?

Cabi Efendi— Evet.

Marangoz Ali Usta—Niçin?

Cabi Efendi— Seni biraz düşündürmek için?

Marangoz Ali Usta (Cevap vermez.)

Cabi Efendi (nasihat edercesine)— Bak oğlum, senin bu keskin dikkatin, düşünemeyen hayvanlara has bir özelliktir. Ama sen bir insansın.

Marangoz Ali Usta (Şaşkın şaşkın başını sallar.)

Cabi Efendi— Dediklerimi anladın değil mi?

Marangoz Ali Usta (Ses çıkarmaz.)

Cabi Efendi (Yüzünde muzip bir ifade vardır.)— Hadi oğlum, Allahaısmarladık!
(Cabi Efendi dükkânın kapısına kadar gelir. Birden arkasını döner ve seslenir.) Ha unutmadan, bir daha dünyanın düzenini bozmaya kalkışma. Marangozun tezgâhı kalastan olur, kalastan... Sen iyisi mi kırdığın o mermeri hemen kaldır ve yerine ahşap bir tezgâh koy!

(Marangoz Ali Usta, Cabi Efendinin arkasından bakakalır. Cabi Efendi sahneden yavaş yavaş çıkar. Çıkarken de gevrek gevrek güler. Bu sırada sahaf içeri girer. O da Cabi Efendinin arkasından bakar.)

Sahaf— Fesuphanallah! Ne tuhaf adam bu böyle...
(Sahaf yürür, Marangoz Ali Ustaya selâm verir. Sonra dükkânını açar. İskemleleri düzeltir. Bu sırada Pala Hüseyin'in sesi duyulur.)

Pala Hüseyin— Heeyt!... Havada uçan, karada kaçan, var mı bana yan bakan? Heeyt!... (Elini önce göğsüne, sonra ağzına, sonra da alnına dokundurarak selâm verir.)
Siz hâlâ burada mısınız? Eğer bizim Kılkuyruk'u soruyorsanız, hâlâ bulamadım o densizi. Ama bir elime geçirirsem...

(Dışarıdan bir ses duyulur. Pala Hüseyin sesin geldiği yöne bakar. Elini kulağına siper ederek dinler.)

Kılkuyruk Hamdi— Heeyt!... Havada uçan, karada kaçan, anasının karnından kız kaçıran... Heeyt!...

Pala Hüseyin— Buldum seni Kılkuyruk!

(Eliyle fesini tutar. Koşar adım giderken birden durur, aynı şekilde selâm verir.) Hadi bana eyvallah!
Sağlıcakla kalın inşallah! Heeyt!...

(Müzik girer ve perde kapanır.)

Ömer Seyfettin'in "Mermer Tezgâh"
isimli hikâyesinden...
Uyarlayan: Sema Devir

SON EKLENENLER

Üye Girişi