Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

SİMİTÇİ MERCAN

Kişi
Simitçi Mercan - Zeynel - Sevinç - Leyla
Haldun - Turgut - Yaşlı adam - Çocuklar
Dr. Mercan - Hemşire - Hasta bakıcı

1. Perde
(Olay bir sokakta geçmektedir. Beş çocuk sokakta koşmacaya benzer bir oyun oynamaktadırlar. Bu sırada başında bir simit tablası bulunan 10 yaşlarında bir zenci çocuk girer. Bu, Simitçi Mercan'dır.)

SİMİTÇİ MERCAN— Simiiit! Taze gevrek simit. Simitçiiii...

ZEYNEL— Hey! Şuraya bakın çocuklar. Kömürlük bekçisi geldi yine.

SEVİNÇ— Haydi yine kızdıralım şunu.

LEYLA— Yazık arkadaşlar bırakın çocuğu... Ne istiyorsunuz ondan.

ZEYNEL— Fena mı, eğleniriz biraz...

HALDUN— Oyun oynuyoruz ya... Bize ne ondan.

ZEYNEL— Siz bana bırakın, bakın nasıl eğleneceğiz.

SİMİTÇİ MERCAN— Simit. Taze simitler var! Simitçii!

ZEYNEL ve SEVİNÇ— (ikisi birden) Gündüz Feneri... Gündüz Feneri... Yaksana lambanı be yüzünü görelim...

LEYLA— Bırakın çocuğu canım.

ZEYNEL— Şuna bak be... Kömürlük faresi gibi...

SEVİNÇ— Belki de yamyamdır. Kim bilir ne kadar adam yemiştir.

HALDUN— Bırakın zavallı çocuğu işine baksın.

ZEYNEL— (Mercan'a) Söylesene kaç adam yedin? Sana soruyor.

SİMİTÇİ MERCAN— Bırakın arkadaşlar işime bakayım... Neden bana sataşıyorsunuz.

ZEYNEL— Nerden biz senin arkadaşın oluyormuşuz bakalım Gece Feneri?

MERCAN— Bütün çocuklar arkadaştır. Hatta kardeştir.

SEVİNÇ— Bak hele şuna... Nerdeyse akraba çıkacak hepimizle...

TURGUT— Bana bak Sevinç arkadaş... Böyle yaparsanız bir daha sizinle oynamam.

LEYLA— Ben de...

HALDUN— Ben de size katılıyorum. Bu yapılanları doğru bulmuyorum.

SEVİNÇ—- Aaa! Şunlara bak. Hep Gündüz Feneri'nden yana oldular. Siz de mi yamyamsınız yoksa?

TURGUT— Böyle konuşmayı sana yakıştıramadım Sevinç.

SEVİNÇ— Peki, neden onu koruyorsunuz öyleyse...

TURGUT— Çünkü o da bizim gibi bir insan da onun için...

ZEYNEL— İnsan mı?

TURGUT— Ya ne sandın?

ZEYNEL— Dur, ben size onun insan olup olmadığını göstereyim.
(Zeynel, Simitçi Mercan'dan yana giderek) Dur bakalım Gece Feneri!

SİMİTÇİ MERCAN— Benden ne istiyorsunuz?

ZEYNEL— (yakasına yapışarak) Dön de suratını görsünler.

SİMİTÇİ MERCAN— Bırak beni... Yoluma gideyim.

ZEYNEL— Çevir suratını diyorum sana!

LEYLA— Bırak çocukcağızı Zeynel!

ZEYNEL— Çevir, çevir görsünler!

SİMİTÇİ MERCAN— Bırak... (Zeynel, Simitçi Mercan'ı kolundan tutar. Simitçi Mercan ondan kurtulmaya çalışırken başından tablası yuvarlanır. Simitlerle birlikte bir kitapla defter ve kalem yere düşer.)

TURGUT— (Koşar Zeynel'i kolundan çeker.) Beğendin mi yaptığını?

ZEYNEL— O da yüzünü çevirseydi ya... (Leyla ve Haldun dökülen simitleri toplayarak tablaya yerleştirmeye çalışırlar.)

TURGUT— Neden çevirsin? Bir zorunluluğu mu var?

MERCAN— (ağlayarak) Yüzüm karaysa bunda benim ne suçum var. Tanrı öyle istemiş, öyle olmuş.

HALDUN— özür dileriz kardeşim. Çok üzüldük. Bak simitlerin hepsi yerli yerinde.

MERCAN— Ama artık onlar bir işe yaramaz ki!

TURGUT— Neden?

MERCAN— Onlar yere düştü, kirlendi. Belki de mikrop kapmışlardır.

TURGUT— Ama onların düştüğünü bizden başka bilen yok ki. Toplarken üzerindeki tozlan da silkeledik. Hiç belli değil döküldükleri...

MERCAN— Olsun, yine de bir işe yaramaz benim için onlar.

TURGUT— Anlayamadım doğrusu, neden yaramasın? :

MERCAN— Ben bu simitleri çocuklara satıyorum. Hepsi iyi kalpli çocuklar. Başkasından simit almadan benden alıyorlar. Çok da seviyorlar beni. Biliyorum, yerdeki mikroplar bu simitlere bulaştı şimdi. Ya o çocuklara bir hastalık geçerse!

LEYLA— öyleyse biz alacağız simitlerini, say bakalım Haldun kaç simit var?

HALDUN— (Hepsini sayar.) Tam 15 simit var burada.

LEYLA— 100 biner liradan 1 milyon 500 bin lira eder.

LEYLA— (Cebinden bozuk para çıkarır sayar.) Bende bir milyon lira var.

HALDUN— Bende de 250 bin lira kadar olacak. (Parayı çıkarır.) Al Leyla.

LEYLA— Teşekkür ederim Haldun. Daha 250 bin lira lazım.

TURGUT— (Cebinden parasını çıkarır.) Onu da ben veriyorum. Şimdi tamam oldu mu?

LEYLA— Tamam Turgut. (Mercan'a) Al paranı. Simitlerini biz satın aldık.

MERCAN— Olmaz, onları size de satamam. Mikroplandı hepsi... Ben okula gitmiyorum ama biliyorum, toprağın içinde yığınla mikroplar vardır.

LEYLA— Bu kaza bizim yüzümüzden oldu. Bunu ödemeye mecburuz.

MERCAN— Siz bir şey yapmadınız ki...

TURGUT— (Leyla'ya) Ver bana paralan Leyla.
(Leyla paralan Turgut'a verir.)

ZEYNEL— Amma da şımartıyorsunuz şu Gündüz Feneri'ni. Ne olmuş sanki döküldüyse. Gitsin başka yerde satsın. Hem satar da. Bakmayın onun böyle yaptığına.

MERCAN— Ben sizden bir şey istemedim ki. Bir kaza oldu. Bunda ben de suçluyum. Seni dinleyip suratımı çevirseydim, belki de bu olmazdı. İnatçılık ettim. Hep benim yüzümden oldu. Ne yapayım kendim öderim parasını.

ZEYNEL— Yani simitleri satmayacaksın öyle mi?

MERCAN— Mikroplandı dedim ya. Para kazanacağım diye insanların sağlığıyla oynayamam ki. Sonra nerede kalır benim insanlığım.

ZEYNEL— Peki, ne olacak şimdi bu simitler?

MERCAN— Götürüp hayvanat bahçesindeki kuşlara vereceğim.

ZEYNEL— inanalım mı şimdi bu sözlerine.

MERCAN— ister inanın ister inanmayın. Ben böyle yapacağım.

Turgut— Bırak Zeynel. Sen bunu anlayamazsın. Çünkü sen daha insanlara karşı nasıl davranılacağını öğrenememişsin. Ben senin yerinde olsam, özür dilerdim ondan.

ZEYNEL— Kimden özür dileyecekmişim? Gündüz Feneri'nden mi?

TURGUT— Hala inadında devam ediyorsun, insanların renkleri ne olursa olsun. İster siyah, ister kızıl derili, ister beyaz ya da sarı... Hangi renkten olursa olsun insan her zaman insandır. Yeter ki yüreklerinde senin gündüz feneri diyerek rengiyle alay ettiğin şu simitçi çocuk kadar bir aklık, bir temizlik bulunsun. (Mercan'a) Bu paraları kabul etmezsen çok üzüleceğiz. Simitleri biz satın alıyoruz. Korkma yemeyeceğiz onları. Senin dediğin gibi yapacağız.

MERCAN— Nasıl?

TURGUT— Götürüp hayvanat bahçesindeki kuşlara vereceğiz. İnsan her zaman sadece yemek için simit almaz ya.

MERCAN— İyi ama...

LEYLA— (sözünü keserek) Haydi kırma bizi, kabul et.

MERCAN— Sizler iyi yürekli çocuklarsınız. Kabul ediyorum. Fakat bir şartım var.

LEYLA— Söyle.

MERCAN— O zaman bana böyle davrandığı için arkadaşınıza darıltmayacaksınız.

SEVİNÇ— Zeynel'e mi?

MERCAN— Adını bilmiyorum. Bana şey, kömürlük faresi diyen arkadaşınıza.

SEVİNÇ— Ben de senden özür dilerim. Bir daha demeyeceğim.

LEYLA— Buna çok sevindim Sevinç.

SEVİNÇ— Yaptığımızın hem haksızlık, hem de çocukluk olduğunu anladım.

MERCAN— Siz hepiniz iyi çocuklarsınız. Söz veriyorsunuz değil mi? Zeynel'e gücenmeyeceksiniz, bir gün gelecek o da bu huyundan vazgeçecek. Bütün insanlar iyidir. Hepinizin görevi insanlara karşı saygılı davranmaktır.

LEYLA— Ona gücenmeyeceğiz. Söz veriyoruz sana. Fakat o da senden özür dilemeli.

MERCAN— Bırakın onu kendisi düşünsün. Yeryüzünde insan hakları diye bir şey olduğunu... Her insanın bir yaşama özgürlüğüne sahip olduğunu kendisi arayıp bulsun. Bir gün gelecek bütün insanlar yanıldıklarını anlayıp kardeşçe el ele yaşayacaklar... Savaşlar silinecek yeryüzünden. Nasıl ki bir zamanlar kölelik vardı. Şimdi kalktı yeryüzünden. Savaşlar da kalkacak bir gün.

SEVİNÇ— Okula gitmediğine göre bunları nereden öğrendin?

MERCAN— Bunlar yüreğimden benim. Duygularımı hep iyilikle donatırım. Sonra kendi kendime okuma yazma öğrendim. Kitapları okuyabiliyorum.

LEYLA— Sahi.. Tablanda bir de kitap vardı. O kitabın adı ne...

MERCAN— İnsan Hakları... Bu kitabı yanımdan hiç ayırmam. Hemen hemen her satırını ezberlerim. İnsanların doğal hakları nelerdir, bunları yazar. 10 Aralık 1945'de yayınlanmış ve Birleşmiş Milletlere bağlı bütün uluslar tarafından kabul edilmiştir.

LEYLA— Peki, neden okula gitmiyorsun?

MERCAN— Bir annem var hasta. Hastanede yatıyor. Ona bakmak için çalışmak zorundayım. Kendi kendime çalışarak okumamı yazmamı da ilerletiyorum.

SEVİNÇ— Adın ne senin?

MERCAN— Biliyorsunuz ya!

SEVİNÇ— Nereden bilelim. Söylemedin ki...

MERCAN— Gündüz Feneri değil mi?

LEYLA— Sevinç özür dilemişti senden.

MERCAN— Ben de özür dilerim kendisinden. Bir maksadım yoktu. Sadece şaka için söyledim. Adım

MERCAN Akyürek.

SEVİNÇ— Gerçekten güzel bir isim. Mercan Akyürek.

LEYLA— Senin gibi iyi yürekli bir insana bundan daha güzel soyadı bulunamazdı.

TURGUT— Akyürek kardeşimiz, bize çok şeyler öğrettin. Sağ ol. Şimdi ricamızı kabul et. Simitlerin parasını al. Hep birlikte hayvanat bahçesine gidelim. Kuşlara bir ziyafet çekelim. Ne dersin?

MERCAN— Bundan sonra arkadaş olacağız değil mi?

SEVİNÇ— Neden olmasın. Hatta boş zamanlarında gel, hep beraber oynayalım.

MERCAN— Kabul öyleyse. (Turgut'tan paralan alır, hepsinin elini sıkar. Zeynel'e elini uzatır.)

ZEYNEL— (Mercan'ın uzanan elini sıkar.) Beni de arkadaşlığına kabul edecek misin?

MERCAN— Sen istiyorsan neden olmasın. (İki çocuk ağlayarak birbirlerine sarılırlar. Bu sırada sahneye yaşlı bir adam girer.)

YAŞLI ADAM— Aferin çocuklar. Sonucun böyle bittiğini görmek beni mutlu etti.

HALDUN— Siz kimsiniz amca?

YAŞLI ADAM— Emekli bir öğretmenim.

Çocuklar— öğretmen mi?

YAŞLI ADAM— Evet çocuklar! Bir öğretmen. Ama emekli bir öğretmen. Bir zamanlar benim de sizin gibi yüzlerce öğrencim vardı. Hepsi cıvıl cıvıl, kuşlar gibi dönerlerdi etrafımda. Yaşlandım. Hizmet sürem doldu. Emekliye ayrıldım. Şimdi çocuklardan uzak, yapayalnız yaşıyorum.

LEYLA— Çocuklarınız yok mu?

YAŞLI ADAM— Vardı. Fakat şimdi onlar büyük birer adam. Hepsi ayrı ayrı şehirde yaşıyorlar. Ben bir zamanlar çalıştığım bu şehri terk edemedim. Her sabah okulların önünde durur, çocukları seyrederim. Geçerken sizi gördüm. Uzaktan konuşmalarınızı işittim. Sonunda hepiniz örnek bir davranışta bulundunuz. İyi çocuklar olduğunuz belli. Hele Mercan çok ilgimi çekti. (Mercan'a) Okumak ister misin?

MERCAN— İsterim ama...

YAŞLI ADAM—Anneni düşünüyorsun değil mi?

MERCAN— Evet.

YAŞLI ADAM— Onu düşünme. Seni ben okutacağım. Toplumun senin gibi Akyüreklere çok ihtiyacı var. Annene de gereken yardımı sağlarız. Şimdi istersen gel, bu konuyu annenle de gidip konuşalım.

MERCAN— Ama kuşlar?

YAŞLI ADAM— (gülerek) Ha, evet öyle ya. Kuşları unuttuk. Haydi, öyleyse çocuklar, hep birlikte kuşlara gidelim önce. Sonra da Akyürek'in annesini görürüz. Bundan sonra bizimle kalırsın. Hastaneden annen çıktıktan sonra onu da yanımıza alırız.

MERCAN— Fakat nasıl olur?

YAŞLI ADAM— Nasıl olacağını anlatmanın gereği var mı? Hepimiz insan değil miyiz? Birbirimizin ihtiyaçlarına koşmaz, dertlerine eğilmezsek insanlığımız nerde kalır. Haydi, çocuklar gidiyoruz.
(Hep birlikte çıkarlar ve perde kapanır.)

2. Perde

Sahne— (Bir hastahane koğuşu... Karyolada başı sarılı bir hasta yatmaktadır. Baş ucunda bir hemşire nabzını tutmaktadır. Bu sırada zenci bir doktor içeri girer. Bu bizim Simitçi Mercan Akyürek'ten başkası değildir.)

Dr. MERCAN— Kendine gelmedi mi daha?

Hemşire— Biraz önce kan verdik. Şimdi nabzı biraz daha normale döndü.

Dr. MERCAN— Kendisine gayet iyi bakılmasını istiyorum.

HEMŞİRE— Bir yakınınız mı yoksa.

Dr. MERCAN— Evet. Nabzına bir de ben bakayım.

HEMŞİRE— Bir mühendismiş galiba. Şantiyede kontrol yaparken, başına bir demir parçası düşmüş.

Dr. MERCAN— Evet... Nabzına bir de ben bakayım.

HEMŞİRE— Buyurun doktor bey. (Mercan hastanın nabzını tutar.)

Dr. MERCAN— Nabız gayet muntazam atıyor. Kan kaybını önledik. Yarası da pek tehlikeli sayılmaz. Fakat benim asıl korktuğum gözleri.

HEMŞİRE— Gözleri mi?

Dr. MERCAN— Neyse bırakalım şimdi bunları. Birazdan kendisine gelir. Şimdilik benim adımı verme kendisine. Üzülebilir.

HEMŞİRE— Anlayamadım.

Dr. MERCAN— Sonra anlarsın. Şimdi sen dediğimi unutma. Hasta gözlerini açıncaya kadar benim ismimi duymamalı. Bir şok tesiri yapabilir.

HEMŞİRE— Peki doktor bey. Nasıl isterseniz. (Dr. Mercan çıkar ve perde kapanır.)


3. Perde
(Perde açıldığında aynı koğuşta yatan yaralı, yatağında oturmaktadır. Yanında yine aynı hemşire vardır.)

HEMŞİRE— Bugün kendinizi nasıl hissediyorsunuz Zeynel Bey?

ZEYNEL— Çok iyiyim. Yalnız şu gözlerimdeki sargıyı merak ediyorum.

HEMŞİRE— Sargıları bugün öğleden sonra alınacak. Birazdan sizi ameliyat odasına alacağız.

ZEYNEL— Görebilecek miyim dersiniz?

HEMŞİRE— Görebileceğinizi umuyoruz. Fakat aksi de olabilir. Kendinizi her iki hale de hazırlamanız gerek.

ZEYNEL— Fakat göremezsem ben mahvolurum.

HEMŞİRE— Doktor görebileceğinizden umutlu. Elinden gelen her çabayı gösterdi.

ZEYNEL— Çok iyi bir doktorunuz var. Benimle bir dost gibi ilgilendi.

HEMŞİRE— O bütün hastalarıyla ilgilenir.

ZEYNEL— Onu görebilmeyi çok isterdim.

HEMŞİRE— Göreceksiniz (Bu sırada hasta bakıcı girer.)

HASTA BAKICI— Hastayı hazırlayacaksınız. Birazdan gelip alacaklar.

ZEYNEL— Ben hazırım. Bir an evvel bitsin artık bu iş.

Hemşire— Sakın heyecanlanmayın.

ZEYNEL— Şu anda hiçbir şey düşünemeyecek kadar duygusuzum. Her şeyden evvel doktoruma karşı büyük bir güvenim var.

HEMŞİRE— (hasta bakıcıya) Biz hazırız. Gelip alabilirler. (Hasta bakıcı çıkar, biraz sonra tekerlekli bir sedyeyle girerler. Zeynel'i sedyeye yatırıp çıkarlar. Sahne bir an boş kalır. Biraz sonra önde hasta bakıcı olduğu halde Sevinç, Leyla, Haldun ve Turgut girerler.)

HASTA BAKICI— Zeynel Beyin gözlerindeki sargıyı alacaklar. Siz isterseniz burada bekleyin. Bir saate kalmaz kendisini getirirler.

SEVİNÇ— Zeynel Bey bizim okul arkadaşımızdır. Kazayı daha bugün öğrendik. Ziyaret günü değil diye bizi almıyorlardı. Ama doktorla telefonda görüştük. Çocukluk arkadaşları olduğumuzu söyleyince bizi kabul etti.

HASTA BAKICI— Sanırım doktor bey de onun çocukluk arkadaşı olurmuş.

HALDUN— Ya öyle mi?

HASTA BAKICI— öyle sanıyorum. Çünkü ona bakarken bir kardeşine, bir yakınına bakar gibi bakıyor.

TURGUT— Tanışmadılar mı?

HASTA BAKICI— Hayır.

LEYLA— Neden acaba?

HASTA BAKICI— Bilmiyorum. Doktor onun gözlerinin açılmasına kadar kendisini tanımasını istemedi.

SEVİNÇ— Çok garip.

LEYLA— Kendisini göremez miyiz?

HASTA BAKICI— Kimi? Zeynel Beyi mi?

LEYLA— Hayır... Doktor beyi.

HASTA BAKICI— Sizi hastanın odasına almamızı ve burada beklemenizi söyledi bize. Kendisi ameliyat odasına girmek için hazırlanıyor.

HALDUN— Galiba çok heyecanlı bir karşılaşma olacak. Bu doktor her kimse bizi de tanıyor olmalı. Hepimize bir sürpriz yapacak herhalde.

HASTA BAKICI— Bilmem orasını. Siz burada dinleniverin. Ben ameliyathaneye gidiyorum. Çok beklemezsiniz sanırım. Biraz sonra hepimiz burada olacağız. (Sahneden çıkar.)

SEVİNÇ— İyi ki ameliyat haberini bugün öğrendik.

Haldun— Gazeteler olmasaydı yine öğrenemeyecektik.

LEYLA— Sahi çocuklar gazetede ameliyatı yapan doktorun adı yazmıyor muydu?

TURGUT— Gazetede Doktor Akyürek'in başarısı bugün belli olacak diyordu.

HALDUN—Akyürek mi?

TURGUT— Evet.

HALDUN— Bu isim bana hiç yabancı gelmiyor.

SEVİNÇ— Bana da öyle.

HALDUN— Bir şey hatırlayabildin mi?

SEVİNÇ— (düşünerek) Hayır. Hay Allah! Ama isim hiç yabancı değil bana.

LEYLA— Bana kalırsa beklemekten başka çare yok, ne kadar düşünsek bulamayacağız.

SEVİNÇ— Zeynel görebilecek mi dersiniz?

TURGUT— Bana öyle geliyor ki görecek. Gazeteler, Dr. Akyürek'in bu tür ameliyatlarda büyük başarı sağladığını yazıyorlar.

HALDUN— Bir ayak sesi var. Belki de getiriyorlar onu. (8u sırada kapı açılır, sırtında beyaz gömleğiyle Dr. Mercan girer.)

Dr. MERCAN-— Geçmiş olsun çocuklar. Hastamız görebilecek.

SEVİNÇ— Siz... Siz... Akyürek... Evet, hatırladım sizi!

Dr. MERCAN— Gündüz fenerini unutmadınız demek.

DİĞERLERİ— Mercan Akyürek... Kardeşimiz bizim. (Koşar, sarılıp kucaklaşırlar.)

Dr. MERCAN— Zeynel'i karşımda kanlar içinde görünce tanıyamadım önce. Sonra adını öğrenince yıllar öncesinin anıları gözlerimin önünde canlandı. Benim hayatımı değiştiren o günkü hem tatsız, hem de sonu çok mutlu tartışmaları hatırladım. Ameliyatta onun göz sinirlerinin zedelendiğini gördüm. Gereken tedaviyi yaptım. Fakat beni tanıması belki pişmanlık hislerini yeniden tazeleyip ona heyecan verecekti. Bu ise ameliyatın başarıyla sonuçlanmasını ters yönde etkileyebilirdi. Kendimi ondan saklamak gereğini duydum. Biraz sonra buraya gelecek. Gözlerinin bir süre aydınlığa alışabilmesi için hafif bir sargı bıraktık. Onu da burada alacağız.

LEYLA— Görecek mi?

Dr. MERCAN— Gördü bile. Sargıların önemli bir kısmını çıkardıktan sonra artık şunu da kaldırın, iyice etrafımı göreyim, dedi. O zaman anladık ki gerçekten görüyor. Kendisine bir süre gözlerinin aydınlığa alışması gerektiğini söyledim. Mutlu mutlu gülümsedi ve teşekkür etti. Doktor bey, sizi görmeyi öylesine istiyorum ki, dedi. Ben sizlerin onu beklediğinizi söyledim. Sevindi.
(Bu sırada yine tekerlekli sandalyeyle Zeynel'i getirip yerine yatırırlar.)

ZEYNEL— Haydi doktor, ben hazırım. Al şu sargıyı artık!
Dr. MERCAN— Gözlerini iyice yum. Şimdi sargıyı alıyorum. Gözlerini birdenbire açmayacaksın. Yavaş yavaş... Alıştıra alıştıra...

ZEYNEL— Peki, doktor. İşte yumdum gözlerimi, başlayabilirsiniz artık.
(Doktor, Zeynel'in gözlerindeki sargıyı yavaş yavaş açar.)

Dr. MERCAN— İşte oldu. Şimdi yavaş yavaş gözlerini aç bakalım.

ZEYNEL— (Yavaş yavaş gözlerini açar. Bakışları Mercan'ın yüzünde takılıp kalır. Elleriyle gözlerini ovuşturur.) Hayal mi görüyorum. Hayır... Hayır... Hayal değil gördüklerim değil mi?

Dr. MERCAN— Heyecanlanacak ne var Zeynel kardeşim?

ZEYNEL— Siz... Siz... Mercan Akyürek!

Dr. MERCAN— (gülümseyerek) Evet yanılmadın, benim işte... (Diğerlerini gösterir.) Hepimiz buradayız işte. Sevinç, Haldun, Turgut, Leyla ve ben. Senin iyileşmeni dört gözle bekledik. Şimdi çok iyisin. Yakında hastaneden sağlığına tam kavuşmuş olarak çıkacaksın.

ZEYNEL— Size ne kadar teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Geceleri bir hasta bakıcı gibi başımdan ayrılmadınız. Hatta öyle günler oldu ki ılık ılık döktüğünüz gözyaşlarınızı yüzümde hissettim. Bunlar bir annenin dökebileceği yaşlar kadar sevgi doluydu. Sizi hiçbir zaman unutmayacağım.

SEVİNÇ— Emekli öğretmenle gittikten sonra sizi bir daha göremedik.

Dr. MERCAN— Onu hiçbir zaman unutmayacağım. İyi insan, büyük adamdı o. Bana insan sevgisinin en iyi örneklerini verdi. İnsan haklarına saygı göstermenin, insan hayatının büyük bir değer taşıdığının canlı örneklerini buldum onda. Beni okutmak için ilaç paralarını harcayıp kendi hayatını tehlikeyi attığını ancak ölümünden sonra öğrendim. Bana vasiyet olarak bıraktığı mektuptaki şu özlü cümleleri hiçbir zaman unutamayacağım. (Cebindeki cüzdandan bir mektup çıkarıp okur.) Oğlum Mercan, Bir yıl sonra hayata atılacaksın... Fakat ben artık o zamana kadar dayanamayacağımı biliyorum... Bu mektubumu aldığın zaman ben artık hayatta olmayacağım. Kansere yakalandım. Ameliyat için 300 milyon gerekli. Bankada ancak 150 milyon lira var. Bunu kendime harcarsam, senin öğrenimin yarım kalacak. Hastalıktan kurtulsam bile ne kadar yaşayabilirim. Seninse önünde daha uzun yıllar yar. Yaşamını insanların mutluluğu yolunda değerlendireceğine inandığım tek insan sensin. Sakın bana üzülme. Şunu her zaman aklında tut. İnsanlar dünyaya mutlu ve hür yaşamak için gelmişlerdir. Yaşamak insanlar için bir işkence olmamalı. Sen doktor olarak bu gereği düşünerek, insanların acılarını dindirmek için elinden geleni yapmaya çalış. Unutma, her insan bulunmaz bir hazinedir. İnsan hayatı karşısında duyacağın sevgi ve saygı olmalı. Kimseye karşı kinci olma. Sevgi senin yolunu aydınlatan büyük bir kılavuz olsun. Gözlerinden öperim, yavrum. (Derin bir iç çeker.) İşte bana son yazdıkları. Şuna inandım ki emekli öğretmen babacığım gibi gönlünde insan sevgisi taşıyan insanların sayıları arttıkça dünyamız büyük bir barışa kavuşacaktır. Şimdi burada hastalarımın
acılarını paylaşırken duyduğum büyük mutlulukta, onun bana verdiği eğitimin büyük bir payı vardır. O bir gündüz fenerini, umut feneri haline getirebildi. Ne mutlu ona...
(Perde yavaş yavaş kapanırken Zeynel'in ağladığı görülür.)

SON EKLENENLER

Üye Girişi