Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

BİR RÜYA - İ. GALİP ARCAN

(Kızlar için iki perdelik piyes)

KİŞİLER

  • MEDİHA BİRCAN (14 yasında, Zeki, ateşli, idealist bir öğrenci)
  • SUMRU TAY (13 yasında. İçli, zayıf ve saz benizli bir kız.)
  • AYŞE GÜZ (14 yaşında. Bir avuç kıvılcım, afacan mı afacan ve şirin bir kız.)
  • BİRSEN SARMAN (14 yaşında. Gürbüz, esmer, kıvırcık saçlı.)
  • RENGİN TAM (13 yaşında. Hesap meraklısı.)
  • ÇİM TEK (13 yaşında. Normal yaramazlıkta. R harflerini Y gibi telâffuz eder.)
  • SUNA YALKIM (13 yaşında. Hassas, şiir meraklısı.)
  • SEVİL ARMAN (14 yaşında. Halim, selim, ağırbaşlı.)
  • FATMA (50 yaşında. Gece bekçisi. Temiz yüzlü, saf bir kadın.)
  • İSMET (35 yaşında. Nöbetçi öğretmen. Ciddi, vakur, fakat güler yüzlü bir kadın.) (Gerekirse kişiler erkek de olabilir.)

3 Tablo aynı yerde geçer. (Bir yatılı okulun küçük yatakhanesi.)
Mevsim: Nisan başı. Vakit: Gece. Saat dokuz. Cephede, koridora açılan bir pencere. Sol dipte giriş kapısı. Sekiz çocuk karyolası. (Eğer sahne sekiz karyolayı alabilecek büyüklükle değilse, dört karyola konulur, diğer dördü için de sağ taraftan açık bir kapı bırakılır, güya çocukların dördü bitişik odada yatıyorlarmış gibi...) Duvarda bir takvim. Münasip yerlere küçük levhalar... Bir iki vecize: (Vicdanı rahat olan rahat uyku uyur.) (Bugünkü vazifeni yarma bırakma.) (Uyku zamanında uyu, oyun zamanında oyna, çalışma zamanında çalış) gibi.

1. SAHNE

AYŞE — BİRSEN — ÇİM — SUNA — MEDİHA RENGİN — SEVİL
(Daha perde açılmadan küçük yatakhanede oynaşan kızların yaramaz sesleri duyulmağa başlar. Bu gülüşmeler, bağrışmalar arasında perde açılır.
Bütün kızlar beyaz geceliklerledir. Çıplak ayaklarında terlikler. Bazısının saçlarında kurdeleler, bazının saçları örgülüdür.)

AYŞE (Birsen i yere yatırmış, üstüne binmiş, elindeki küçük yastıkla dövmektedir.) — Al sana, al sana sporcuyu... Voleybolda şampiyonum diye başımıza alikıran (alkıran) baş kesen oldun, değil mi? (öteki kızlar gülüşmektedirler.)

BİRSEN (Gülmekten kırılarak ve elindeki yastıkla kendini koruyarak) — Yapma diyorum Ayşe... Kalk üstümden, sonra fena olacak... Bir kalkarsam görürsün.

ÇİM (Ayşe'yi kolundan tutarak) — Ayşe, yeter... Birsen'i kızdıracaksın...

AYŞE — Hayır... Kalksın bakayım.

SEVİL — Çocuklar diyorum.

MEDİHA (Yerde arka üstü yatmış olan Birsen'in başucunda bir hakem gibi elini kolunu sallayarak sayar) — Bir, iki, üç, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on... Nakavt!

AYŞE, SUNA, RENGİN, ÇİM (Hep beraber) Nakavt!

SEVİL — Ayol siz çıldırdınız mı? Şimdi nöbetçi öğretmen gelip de sizi bu halde görürse ne der?

MEDİHA — Ne diyecek, hepimizi birden nakavt eder...

BİRSEN — Bırakacak mısın, Ayşe?

AYŞE — Hayır!

BİRSEN — Üç sayıyorum. Bir iki... Bırakacak mısın?

AYŞE (Başını iki tarafa sallayarak, hayır, demek ister.)

BİRSEN — Üç; (Birden Ayşe'nin bileğinden yakalar, bir hamlede hem kalkar, hem de Ayşe'nin kolunu büker. Yere yıkar, üstüne çıkar.) öyleyse sana bilmediğin bir oyun yapayım da gör... İstedin artık. Hoop! (Ayşe'nin üstündedir. Çocuklar gülerek alkışlarlar.) Nasılmış, küçük bayan?

AYŞE — Ay... Birsen, bırak... Dur. Canım acıyor. İmdat... Bırak...

BİRSEN — Olmaz... Af dile. "Af edersin" de, bırakayım.

AYŞE (Kafa tutmak ister) — A... Şuna da bak... Neden af dileyecekmişim? Kabahatli sensin. Sumru'nun kaçtığını söyleyen sen değil misin?

BİRSEN — Hiç de değil; üstelik bir de iftira, öyle mi? (Arkadaşlarına dönerek) Çocuklar, görüyor musunuz? Ben söylemişim...

ÇİM — A... yooo... Bu doğru değil, Ayşe... Birsen hiçbir şey söylemedi. Ben biliyorum. Bakın nasıl oldu? Akşam yoklamasında çıkmayınca Müdire Hanım, araştırma yapılmasını emretmiş. Kapıcı Raşit ağayı sorguya çekmişler. Raşi ağa: "Kapıdan çıkarken görmedim" demiş. Sonra yenilerden biri, galiba, "Bahçe duvarından incir ağacına atlayıp kaçmıştır." diye ortaya bir lâf atmış, işte o kadar... Öyle değil mi, Suna, Rengin, siz de biliyorsunuz.

SUNA — RENGİN (Beraberce) Evet, evet, öyle.

AYŞE (Bu esnada Birsen'in elinden kurtulmuştur. Bileğini oğuşturarak) — Oooof... Az kalsın bileğimi koparıyordun, Birsen...

BİRSEN — Hak ettin ama. İşittin ya, Sumru'yu haber veren kimmiş?

AYŞE — Canımı acıttın, canavar.

BİRSEN — İftiracı, anladın ya... Ben haklıyım.

AYŞE — Sen haklı değil, sadece kuvvetlisin.


BİRSEN — İyi ya işte... Kuvvetliyim, demek ki haklıyım.

BİRSEN (Dargın) — Ayşe, ukalâlık etme... Birbirimize kötü sözler söylemeyelim. Sonra fena yaparım. (Dövüşmeye hazırdır. Yaklaşır.)

AYŞE (Kafa tutarak) — Ne yaparsın yani?

MEDİHA (Aralarına girer, Ayşe'ye) — Ayşe... kardeşim.

SEVİL (Aralarına girer; Birsen'e) — Birsenciğim... deli mi oluyorsunuz. Allah aşkına! (Sesini indirerek.) Bütün okul uyumağa hazırlanırken sizin bu yaptığınıza çılgınlık derler.

SUNA — Doğru, ayıptır yaptığınız...

RENGİN — Hem ayıp, hem de çirkin. Unuttunuz mu, büyük yatakhanede yer yok diye bizi buraya alırlarken Müdüre Hanım ne demişti? "Siz uslu kızlarsınız. Ama şeytana uyup da yaramazlık ederseniz, iki bir demez, sizi oradan çıkarır, yerinize başka çocukları alırım." dememiş iniydi? Hepimizi birden mi yakmak istiyorsunuz?

AYŞE — Aman siz de mümessilliğinizi sınıfta yaparsınız. Burası bizim yatak odamız...

RENGİN — Bir okul çatısı altında olduğumuzu unutuyorsunuz galiba?

SUNA (İlerleyerek) — Çocuklar... Bir dakikanızı rica ederim. (Birsen'e) Birsen. Ben ne sizin kadar kuvvetliyim, (Ayşe'ye) ne de sizin kadar zeki. Ama ben, öfke denen şeytana uymayacak kadar iradeliyim. Sizin gibi birbirlerini candan seven iki arkadaşın bir dakika evvel al takke, ver külah şakalaşırken, bir dakika sonra işi kavgaya çevirmelerini hiç makul bulmuyorum. (Ayşe'yi elinden tutarak Birsen'e doğru bir iki adım gider.) Şu kız senin gözünün bebeği değil miydi? Ya kızgınlıkla gözünün bebeğine bir yumruk indirseydin ne olurdu? Düşün. (Birsen e) Ya sen? Sen de demin kıvırdığın kolu kırsaydın ne yapardın? O zaman ona hangi kolla sarıla-] çaktın? İkiniz de birbiriniz için ağlamayacak mıydınız sanki? İnsan (Birsen'i göstererek) bu kıvırcık salataya kızar mı hiç?

AYŞE — Ama ben...

SUNA (Keserek) —- Sus. Bu dakikanın şiirini bozma Ayşeciğim. Birsen, nazik bir sporcu gibi sana elini uzatacak, sen de ona. Aynı zamanda; üç sayıyorum: Bir, iki üç. (Çocuklara işaret eder. Rengin, Sevil, Birsen in kolunu tutup elini uzatırlarken Çim ve Mediha da Ayşe'ye aynı şeyi yaparlar. Birsen ve Ayşe de nazlı nazlı birbirlerinin ellerini sıkarlar. Sonra da göz göze bakışırlar ve içlerinden gelen bir hisle birbirlerinin boyunlarına atılırlar ve öpüşürler. Öteki çocuklar etraflarında halkalarımı şiardır.)

MEDİHA — Dikkat... Üç defa, kısık sesle hep beraber. (Eliyle idare eder.)

BÜTÜN KIZLAR (Kısık sesle beraberce) — Şa... Şa... Şa... (Hepsi sevinçle ve gülerek el çırpmaya ve zıplamaya başlarlar. Kimi karyolasına zıplar, kimi kucaklasın)

MEDİHA —- Yaşasın barış!

AYŞE (Karyolasında) — Sahi çocuklar; Sumru'nun bugün okuldan kaçmasının sebebi neydi acaba?

RENGİN —Kim bilir...

AYŞE — Hem de hiç birimize haber vermeden... Değil mi Birsen?

ÇİM (Manalı) — İçimizde bir bilen vardır elbette...

RENGİN — Kim acaba?

SUNA — Kim olabilir?

SEVİL — Kim, kim?

ÇİM — Biliyorsunuz ki, Sumru’nun biricik sırdaşı Mediha değil miydi? Bilse bilse o bilir.

AYŞE — Öyle mi, Mediha?

MEDİHA — Yok canım.

BİRSEN — Sahi, biliyor muydun?

SEVİL — Evet, evet, o biliyor galiba...

RENGİN — Biliyorsan söyle Mediha... Üzme bizi.

MEDİHA (Gülerek) — Canım, ne bileyim ben...

SUNA — Biliyorsun işte...

SEVİL — Biliyor ama söylemek istemiyor.

ÇİM — Medis... Söyle ama bak hepimiz rica ediyoruz. (Mediha'nın etrafını alırlar.)

HEPSİ — Hadi, hadi, Mediha...

MEDİHA — Söylerim ama tamamıyla aramızda kalacak.

RENGİN — A... elbette.

ÇİM — Sır, sırdır.

SUNA — Tabii canım...

MEDİHA — Sumru kaçacağını bana söylemişti.

HEPSİ —Ha?! Sonra?

MEDİHA — Son dersten çıktıktı ya?

AYŞE —- Evet? Eeeeyy?

MEDİHA — İşte o zaman Sumru bir acele, doğru Müdire Hanımın odasına gitti. İzin istemek için... Ben koridorda bekledim. Çıktığı zaman suratını görmeliydiniz. Nah... böyle... gözleri dolu dolu. Bir hışımnan geldi: "Ne haber?" dedim. "Akşama kadar izin istedim. Yine vermediler. Bu üç oluyor. Üçünde de reddedildim. Ama görürler bu sefer... Bak ben nasıl giderim..." diye başını salladı. Sonra. Birden bana: "Mediha'cığım, yoklamada benim için revirde dersin unutma..." dedi. Yanımdan kaçtı. Biliyorsunuz ki Sumru, Bursa'dan gelme yatılıdır. Müdire Hanım: "Velinizden kâğıt olmadan izin veremem." demiş.

BİRSEN — Canım, niçin izin istiyormuş böyle üst üste? Sormadın mı?

MEDİHA — Buna vakit mi kaldı, kardeşim?

RENGİN — Beni çağırıp sordukları zaman Müdire Hanım o kadar ısrar etti ki, ben artık kızmıştım: "Nereden bileyim efendim? Ben Sumru'nun kâhyası mıyım?" demiştim. (Müdirenin taklidini yaparak) "Kâhyası değilsiniz, ama mümessilisiniz. Sımfınızdaki her öğrenciden siz sorumlusunuz... Zamanı gelince sınıf İnzibat Meclisine çıktığınız zaman görüşürüz."

ÇİM — Vay yy... Desenize yakında mahkemeniz var... Ha, Rengin?

RENGİN — Galiba... Çok üzülüyorum, Çim'çiğim.

BİRSEN (Düşünceli) — Hayır ama kaçmasının sebebi ne idi acaba?

AYŞE — Belki mühimce bir iştir, canım.

RENGİN — A... hiç zannetmem şekerim.

ÇİM — Ben de öyle zannederim kardeşim, böyle okul bahçesinin kuytu bir köşesinde incir dallarından sıyrılarak hürriyeti seçmek, ancak mühim bir iş yüzünden olabilir. (Gülüşmeler.)

MEDİHA — Susun çocuklar... Dedikodu yapmayın, yaraşmaz...

ÇİM — Dedikodu değil, bir tasvir, azizim.

AYŞE — Siz tasviri masviri bırakın da, arkadaşımızın hali ne olacak, onu düşünelim... Baksanıza Sumru'yu İnzibat Meclisine vermişler.

MEDİHA — Eğer bana yardım ederseniz, onun müdafaasını ben üstüme alırım çocuklar...

BİRSEN — öyleyse, Sumru'nun sırrını sen biliyorsun, Mediha...

MEDİHA (Manalı) — Belki!

BİRSEN — Ya? Peki, öyleyse, niçin söylemiyorsun bize bu sebebi?

MEDİHA — Çünkü daha kendi vicdanımda muhakeme ediyorum. Sonra, arkadaşım bana bir sırrını emanet etti. Ona hıyanet edemem. Sırrını açığa vuramam. Buna hakkım yok.

AYŞE — Mediha'nın hakkı var.

BİRSEN — Evet ama sen onu müdafaa ederken biz bir şey bilmeden sana nasıl yardım edebileceğiz?

MEDİHA (Düşünceli) — Her şeyin sırası var, kardeşim.

SEVİL — Galiba avukat hanım, müdafaa planını daha hazırlamamış...

ÇİM — Elhâsıl bir muamma içindeyim vesselam...

MEDİHA — Sabırlı olun. Çözüldüğü zaman anlarsınız.

SEVİL — öyleyse, hadi bakalım, kolları sıva, Mediha...

MEDİHA — Sıvayacağım, merak etme...

SEVİL — Bak sana sıra verirlerse...

MEDİHA — İster istemez verecekler...


2. SAHNE

EVVELKİLER — FATMA

(Bu esnada kapı açılır. İçeriye pürtelâş Fatma girer. Çocuklar çilyavrusu gibi yataklarına kaçışırlar. Yalnız Sumru'nun yatağı boş kalır. Fatma bu manzarayı görmüştür.)

FATMA — A... Çocuklarım, siz daha uyumadınız mı?

BİRSEN — Uyuduk, uyuduk, Fatma Hanını. (Gülüşmeler.)

FATMA — E vallahi siz beni kapımdan edeceksiniz. Ayol öteki yatakhanelerde çıt yok, siz burada... (Bunu söylerken bazı kızların üstünü örter, havluyu düzeltir.)

AYŞE — Canım, işte yattık ya... Daha ne istiyorsun?

FATMA — Evet gördüm. Gözümün önünde kendinizi yataklarınıza attınız. Ama yatmak değil; uyumak lâzım.

MEDİHA — A... ama artık bu fazla... Uyuruz, uyumayız, içimizden düşünürüz, muhakeme ederiz, müdafaa ederiz. İçimize de karışılmaz değil mi?

FATMA — Elbette, ciğerimin köşesi. Ben sizin için söylüyorum. Eğer ışığınızı görüp şüphe etmeseydim, benden evvel de nöbetçi hocanız üstünüze geliverseydi, o zaman siz yatacıklarınıza kaçıverirdiniz ama ben nerelere kaçardım? Siz içeride neler olup bittiğini bilmiyorsunuz. İki saattir bütün idare hep ayaktayız, ayol!

(Çocuklar hep birden yataklarında zemberekli gibi doğrulurlar.)

AYŞE —Ya?

RENGİN —Ayyy!

ÇİM — Söylesene, Fatma hanım!

FATMA — Sumru Hanım geldi.

HEPSİ — Ya?! (Hep birden bir anda yataklarından tek bacaklarını çıkarıp inmek isterler.)

FATMA — Yoo... yoo... yoo... önce girin yataklarınıza bakayım. Başıma üşüşmeyin... Geçmiş olsun, korkulu rüya görmektense... (Çocuklar bacaklarını çekerler.) Hah... şöyle...

BİRSEN — Anlat ama Fatma Hanım...

SEVİL — Allah aşkına söyle...

FATMA — Ant vermeyin... Söylüyorum işte. Kızı doğrudan doğruya Müdire Hanımın odasına götürdüler. Nöbetçi hoca filan sorguya çektiler.

MEDİHA — Ne sordular?

ÇİM — Ya? Ne demiştir?

SUNA (Hep beraber) — Ne gibi, ne gibi? '

BİRSEN — Ne gibi sorgular?

AYŞE — Hadi durma, söyle...

FATMA — Durun, lâkırdıyı boğazıma tıkamayın. Söylüyorum işte... Ben bir şey işitmedim ki... Kızcağızı çok sıkıştırmışlar, o da zahir bir şey söylememiş olacak ki, kapı açıldığı zaman Müdire Hanımın sesini işittim.

MEDİHA — Ne diyordu?

FATMA — "Yarın İnzibat Meclisinde de söylemezsen velinize yazacağım, bilmiş olun, hadi bakalım." diye bağırıyordu.

HEPSİ —Ya?!..

FATMA — Ya... Kızcağız neredeyse gelecektir. Oh, benim cici kızlarım, hadin artık uyuyun... Başcağızınızı dinleyin. Benim başımı da nâre yakmayın, e mi? (Dışarıyı dinleyerek) Hah, gördünüz mü işte... Korktuğum başıma geldi! Geliyorlar. Susun. (Çocuklar hep birden başlarını yastıklarına koyup saklarlar.)


3. SAHNE

EVVELKİLER — SUMRU — İSMET

İSMET (Fatma'yı görünce yavaş yavaş azarlamağa başlar.) — Fatma, ne işin var senin burada? Kiminle konuşuyordun?

FATMA — Kimse ile değil efendim. Çocukların ışığını söndürüyordum da...

İSMET — Kendileri niye söndürmemişler?

FATMA — Bilmem efendiciğim; çocukluk işte... Uykuları bastırmış olacak.

İSMET — Sen şimdiye kadar niye söndürmedin?

FATMA — İnsan hali, unutuvermişim. (Söndürmek için elini uzatır.)


4. SAHNE

EVVELKİLER (FATMA'DAN BAŞKA.)

İSMET (Sumru'ya şefkatle yaklaşır, kolundan tutar, saçını okşayarak yatağına oturtur.) Sus kızım... Yeter, artık ağlama... Hem bu kadar ağlayacak ne var? Yazık değil mi gözyaşlarına... Onlar senin gözlerinin nuru...

SUMRU (İçini çeke çeke) — Nasıl ağlamayayım efendim. Müdire Hanım benim günahıma giriyor. Ben, öyle zannettikleri gibi, şüpheli bir maksatla okuldan çıkmadım ki... Hem üç gündür izin istiyorum, ne hakla vermiyorlar? Kırk yılda bir...

İSMET (Keserek) — Veremez yavrum, verilmez. Sonra insandan hesap sorarlar. Senin burada velin yok ki... Senin velin Bursa'da... Ayda bir, iki ayda bir o gelip seni okuldan çıkarıyor. Bunun haricinde hiç bir sebeple öğrenciye izin verilmez. Okulun, maarifin bir usulü, bir nizamı var, değil mi? Sen müdür olsan verir misin? (Sumru susar.) Söylesene..". Kendini müdafaa etsene... Sonra düşün ki, makul bir sebep de söylemiyorsun...

SUMRU — Tanıdığım bir hastayı ziyaret edeceğim, dedim.
Bu bir sebep değil midir?

İSMET — Bu hasta senin nen oluyor?

SUMRU — Bir tanıdık.

İSMET — Kadın mı, erkek mi? (Sumru susar.) Cevap versene, yavrum... Niçin susuyorsun? Ama işte bu sükûtun, seni kötü bir duruma düşürüyor. Bunun farkında değil misin? (Sükût) Senin böyle susman, insanın aklına türlü türlü şüpheler, ihtimaller getirebilir. Oysaki sen dünyanın en temiz, en masum kızısın. Ben bunu içimden biliyorum. Senin ruhunda öyle temiz, öyle berrak bir şefkat pınarı var ki, orası hiç bir şeyle bulunmamalıdır. Bak çocuğum, sen anneni küçükken kaybetmişsin, değil mi? (Sumru başını eğer.) Şimdi farz et ki, anneciğin geldi. Dar zamanında sana kucağını açıyor. Kollarının arasında kendini bir ana kucağında hissedebilirsin, yavrum. Yüreğim senin için sızlıyor. Tıpkı annenmişim gibi... Söyle yavrum, yavaşçacık kulağıma söyle. İçinde gizlediğin bu elemli sır nedir? Gözyaşlarının sebebi ne? Gönlünü bana aç. Söyle de ferahlan... Seni annen gibi korumağa hazırım, çocuğum. Hadi benim melek kızım...

SUMRL- (Başını kaldırır, nemli gözlerle hocasının gözlerine teslim olarak) — Annem! Size söyleyeceğim.

İSMET — Teşekkür ederim yavrum (Odanın lambasını söndürerek) — Karanlıkta yavaşçacık kulağıma fısılda... (Her taraf kararır.)

(Perde iner.)

TABLO II

SAHNE
Küçük yatakhane hafif bir loşluk içindedir. Duvarda bir gece kandili halinde yanan bir ampul vardır. Aşağıdaki pandomim sırasında sahneye (mümkünse rezistanla) ağır ağır bir kırmızı ışık verilecek (ve yine mümkünse) ağırdan başlayıp normal sesle devam eden bir müzik parçası - rüyayı hatırlatan bir parça, meselâ Şuman'ın Reverie'si olabilir- çalınacaktır.

Çocuklar yataklarında muhtelif vaziyetlerde uyumaktadırlar. - Müzik sesi, kırmızı ışığın başlaması ile beraber duyulacaktır. Bir dakika sonra Mediha Bircan uykudan uyanır gibi değil, fakat uykuda hareket eden bir somnambul gibi yatağından kalkar. Sahnenin ön tarafına yürür. Sonra arkasını seyircilere dönerek ve elleriyle, kollarıyla bir manyetizmacı gibi işaretler ederek birer birer, önce Birsen'i sonra Ayşe'yi, daha sonra Rengin'i, Sevil'i, Çim'i, Suna'yı; en sonra da Sumru'yu kaldırır. Her biri kalktıkça karyolasının önünde sanki iradesini Mediha'ya bırakmışlar gibi sessiz ve muti duracaktır. Mediha'nın bir işareti üzerine kızlar küçük yatakhaneyi, karyolalarına ve komodinlerine gerekli vaziyetleri vermek suretiyle bir mahkeme salonu haline getireceklerdir. Şöyle ki; önce üç karyolayı, baş taraflarını halk tarafına çevirmek şartıyla yan yana getirip baş kısımlarını koyu renkli bir battaniye ile örterler. Bu sahnenin dibinde mahkeme reisi ile diğer azanın oturacakları kürsü şeklini alacaktır. Bu kürsünün önüne bir sandalye ile bir küçük komodin konacaktır. Bu daktilo-kâtibin oturacağı yerdir. Bir karyolayı da, seyirciye göre sol dibe o şekilde koyacaklardır ki. Burası da savcının kürsüsü olacaktır. Sağ birinci plana da müdafaa vekilinin oturacağı sandalye ile komodin konacaktır. Mediha'nın bir işareti üstüne ortaya -sanığın arkasında duracağı- bir sandalye koyarlar. Mediha kapının açılmasını işaret eder. Suna kapıyı açar. Mediha'nın (gel) işareti üstüne nöbetçi öğretmen İsmet kapıda gözükür. O da rüyada gibi hareket edecektir. Sırtında siyah mantosu vardır. Yakasını kaldırmıştır. Mediha, İsmet' e, yargıç kürsüsüne geçmesini işaret eder. İsmet itaat eder Mediha bu sefer Ayşe'ye, savcı makamına geçmesini işaret eder. Ayşe sırtına bir battaniye alarak sol taraftaki yerine geçer. Mediha, Sumru'yu da sanık sandalyesine oturtur. Mediha, Çim'i de yine aynı oyunla daktilo yerine oturtur. Mübaşir olarak da kapının yanma Suna’yı geçirir. Sevil'e dışarı çıkmasını işaret eder. Kendisi de arkasına bir battaniye alarak avukat yerine geçer. Rengin ve Birsen, seyirci tarafında kalmışlardır.

SUNA (Sahne önüne ilerleyerek seyircilerin bulunduğu tarafa, salona doğru büyük bir ciddiyetle, dinleyicilere hitap ediyormuş gibi) — Bayanlar, baylar; lütfen konuşmayın, gürültü etmeyin. Muhakeme başlıyor.

İSMET (Yargıç makamında ve ağır bir tonla) — Sanık, ayağa kalkınız. (Sumru ayağa kalkar.) Adınız, soyadınız?

SUMRU — Adım Sumru, soyadını Tay. (Daktilo yerinde oturan Çim, önündeki komodin üstünde duran muhayyel yazı makinesinde parmaklarını gezdirir.)

İSMET —Sumru Tay...

BİRSEN (Yanında oturan Rengin'e) — Uskumru Say mı dedi? (Gülüşürler.)

SUNA (Birsen'i azarlayarak) — Bayan, size susun, dedik.

İSMET — Annenizin, babanızın adı ne?

SUMRU — Annemin adı Zeynep, babamınki Ömer'di.

İSMET — Ne iş yaparsınız?

SUMRU — Okulda öğrenciyim.

İSMET — Yaşınız?

SUMRU — On üç...

İSMET — Oturduğunuz yer?

SUMRU — Okulda daimi yatılıyım.

İSMET — Demek kimseniz yok öyle mi?

SUMRU — Bir dayım vardır; Siirt'te bulunur.

İSMET — O mu bakar size?

SUMRU — Evet. Her ay para gönderir.

İSMET — Peki, veliniz kimdir?

SUMRU —Bursa'da dadım Hayriye Ak.

İSMET — O ne iş yapar?

SUMRU — Sütçülük yapar efendim. Fakirdir. Hasta oğlu ile oturur.

İSMET — Pekâlâ, (Daktiloya hitap ederek) Yazıyor musunuz, kızım?

ÇİM —- Evet, bayan yargıç.

İSMET — Şimdi gelelim işlediğiniz iddia edilen suça...


RENGİN (Meraklı bir samimi gibi, heyecanla Birsen'e) — Bakalım suçu neymiş? Acaba hırsızlık mı, cinayet mi?

SUNA (Rengin'e) — Bayan, mahkemenin ciddiyetini ihlâl ediyorsunuz. Yargıca söyler, sizi salondan çıkarırım.

İSMET (Suna’yı azarlayarak) — Sus, mübaşir... Dırlanma orada...

BİRSEN (Gülerek Rengin e) — Zumba da zum zum, bozum!

İSMET — Siz ayın 20'nci Cumartesi günü son dersten sonra okulunuzdan firar etmişsiniz. Buna karşı ne diyeceksiniz?

SUMRU — Bayan yargıç. Benim söz söylemeğe heyecanım mani oluyor. Fakat bir avukat tuttum. O beni müdafaa edecektir.

İSMET — Avukatınız kim?

SUMRU — Avukat Mediha Bircan.

İSMET — Peki, söz müdafaanın...

MEDİHA (Ayağa kalkar.) — Müvekkilim Sumru, okulda çalışkanlığı, doğruluğu, ciddiyeti ile şöhret kazanmış ve arkadaşlarına örnek olacak bir öğrencidir. Kendisine isnat edilen bu suçu kabul etmiyoruz. Sumru okuldan kaçmamıştır.

AYŞE (Savcı tonu ile) — Bayan yargıç; tanıkların dinlenmesini talep ederim.

İSMET — Hay hay... Mübaşir, tanıkları çağır.

SUNA — Peki efendim. (Kapının dışına bir mübaşir edası ile haykırır.) Tanık, Sevil Arman; tanık, Fatma Minnoooş... (içeriye Sevil ve Fatma girerler.)

BİRSEN (Rengin'e, yavaşça) — Ah, sevsinler Minnoşu!

İSMET (Şahitlere) — İlerleyin. (Kürsüye doğru ilerlerler.) Yemin!.. (Bu söz üstüne herkes ayağa kalkar.) Gördüğünüz ve bildiğiniz şeyleri dosdoğru söyleyeceğinize vicdanınız üstüne yemin eder misiniz?

FATMA — Vallahi de billahi de doğruyu söyleyeceğim... İki gözüm önüme aksın ki... (Seyirciler gülerler.)

İSMET — Sus, öyle yemin olmaz.

FATMA — Ya nasıl olur ki?

İSMET — Vicdanım üstüne, diyeceksin.

FATMA — Elimi vicdanımın üstüne koyarım ki, vallahi yemin ederim.

İSMET (Sevil'e) — Siz yemin edin.

SEVİL — Vicdanımın üstüne yemin ederim.

İSMET (Fatma'ya) —- Sumru Tay'la akrabalığınız var mıdır?

FATMA — Estağfurullah efendim. Haddim mi? Akrabam değil ama yani öz yahut evlâdım olsa onun kadar sevmezdim... O kadar terbiyeli, o kadar hanım hanımcık, o kadar vergili, o kadar görgülü, o kadar, hani o kadar...

İSMET — Dur o kadar ileri gitme... Ne sorarsam ona cevap ver...
FATMA —- Peki, reis hanım... Af edersiniz.

İSMET — Sumru okuldan kaçmış. Sen gördün mü?

FATMA — Yook efendim. İki elim yanıma gelecek. Bugün dünya, yarın âhiret. Görsem söylemez miyim?

İSMET —- İşitmedin mi?

FATMA — Haa... İşitmesine işittim. Amma velâkin inanmadım. Sumru hanım öyle okuldan kaçacak bir kız değildir. Bence, onu çekemeyenler Müdire Hanıma karşı küçük düşürmek için onun üstüne böyle iftira atmışlardır.

İSMET —- Dur, dur... Sadede gel...

FATMA (Safiyetle) — Nereye geleyim reis hanım.

İSMET — Ne soruyorsam onu söyle. Bu firar hâdisesini işittin mi, işitmedin mi?

FATMA — Dedik a... İşittim efendim.

İSMET — Kimden işittin?

FATMA — Bir öğrenciden ama ne yalan söyleyeyim... Gözümün önüne getiremiyorum... Hem de hatırlamıyorum.

İSMET — Pekâlâ... Çekilebilirsin.

FATMA — Sağ ol bayan reis hanım. Allah tuttuğunu kolay etsin. Allah ne muradın varsa versin... Allah çoluğun çocuğun varsa bağışlasın. Allah... (Mübaşir dışarı çıkarıncaya kadar dua eder.)

RENGİN (Birsen’e) — Aman ne dilenci şeymiş bu şahit!

İSMET (Sevil'e) — Siz söyleyin. Bu okuldan kaçma olayına dair neler biliyorsunuz?

SEVİL — Mahkeme huzurunda doğruyu söyleyeceğime vicdanımın üstüne yemin ettim. Onun için bildiklerimi açıkça söyleyeceğim. Çünkü bugünkü medeni dünyada bir insanın vicdanı en kıymetli varlığı, varlığının özü ve bütün inanışlarının kaynağıdır. Bugünkü cemiyette insanlar birbirlerinden sorumlu ve birbirlerine vicdanla bağlıdır. Onun üzerine verilen söz bir namus borcudur. Namuslu bir insan, verdiği sözü tutmalı, borcunu ödemelidir. İşte ben de...

İSMET — Sizi dinliyorum.

SEVİL — Efendim; Sumru'nun okuldan kaçtığını herkes gibi ben de işittim. Yoklamada ismi okunduğu zaman yoktu... Fakat okuldan ne zaman kaçtı? Nasıl ve niçin kaçtı? Nereye gitti? Ne yapmak için... Bunları biliyorum desem, yalan olur. Yalan söylemek de, tıpkı hırsızlık etmek gibi ahlâksızlık, bir bayağılıktır. Yalan söyleyerek muvaffak olduğunu sayanlar, sırçadan sarayda oturan zavallılardır. Her ne pahasına olursa olsun, bir insan doğruyu söylemekten hiç bir zaman çekinmemelidir. Medeni cesaret sahibi olanlar vicdanlarından başka bir şeyden korkmazlar. Ve doğruluk, bir vicdanın biricik servetidir...

İSMET — Sadede gelelim efendim.

SEVİL — Başüstüne... Sumru'dan bahsediyordum efendim. Onu müdafaa etmek için bir mukaddime yapmak istedim.

MEDİHA — Sayın yargıçtan özür dilerim. Tanık, sanığın müdafaa vekili midir?

İSMET — Hayır.

MEDİHA — O halde yüksek müsaadenizle vazifeme başlayayım...

İSMET — Bir dakika... (Sevil'e) Bu firara dair bildiğiniz ve gördüğünüz başka bir şey var mı?

SEVİL — Hayır efendim ama ben bu sevgili sanığı savunmak istiyordum. (Bir çocuk safiyeti içinde pürtelâş yerinden kalkıp tıpış tıpış reis kürsüsünün önüne kadar gider. Diz çöker, iki elini birbirine kavuşturarak yalvarma pozu takınır ve sesini titreterek) Bunu sizden adalet namına niyaz ederim, bayan yargıç...

(Sevil'in bu hareketi yargıcın tuhafına gitmiştir. Kendini tutamaz. Gülmeğe başlar. Onun gülmesi savcıya, avukata, derken mahkemede bulunanların hepsine sirayet eder. Herkes derece derece katıla katıla güler. O kadar ki, mübaşir, katılmış gibi, haaay... diyerek yere düşer. Tam bu sırada reis kendini toplar. Elini kürsüye çarparak bağırır.)

İSMET — Yeter. (Herkes bir anda susar. Mübaşir, zemberekli gibi ayağa dikilir.) Susun artık... Kendinize gelin. Mahkeme huzurunda bulunduğunuzu unutmayın.

MEDİHA — Sayın yargıç... Görüyorsunuz ki, tanık haddini tecavüz etmiş, vazifemi ve hakkımı elimden almak istemiştir.

SEVİL — Hah... şuna da bak... maymun.

MEDİHA —Ne?!..

İSMET —Susun...

SEVİL (Birdenbire elinden oyuncağı alınmış arsız bir çocuk gibi yaygara ile ağlamaya başlamıştır.) — Ama ben buraya susmaya değil, söylemeye geldim. Sanki ben Sumru'yu onun kadar müdafaa edemez miyim? (Sözlerinin son kelimeleri hıçkırıklar arasında anlaşılmaz olur.)

İSMET — Siz oturun ve burnunuzu silin. (Mediha ya) Buyurun. Sizi dinliyorum.

MEDİHA — Tanıkların sanık hakkındaki sözleri ve (Sevilin halini göstererek) hareketleri gösteriyor ki, Sumru Tay, herkesin gönlünü kazanmış, iyi ahlâkı, çalışkanlığı ve doğruluğu ile tanınmış bir kızdır. İşlediği sanılan suça gelince: Bir adalet güneşi olan vicdanınıza sığınırım. Kanaat ve haliniz bizim için kutsaldır. Fakat bin bir kıymet ve meziyeti, hasımlarının bile takdirini kazanmış olan böyle bir kızın, okuldan kaçmak gibi affedilmez bir suçu işlemesine imkân var mıdır?

İSMET — Fakat bayan avukat; savcının iddiası açık. Sumru okuldan kaçmıştır. Bunu herkes biliyor.

MEDİHA — Hayır, herkes bilmiyor, rivayet ediyor. Gözü ile gören olmuş mu? Kapıcı bile geçerken görmemiş.

İSMET — Yoklamada meydana çıkmamış, kapıdan çıkarken görülmemiş. Göze görünmeyen bir ruh olup pencereden hava gibi uçmadı ya bu küçük kaçak?

MEDİHA — Evet, sayın yargıç. Sumru 20 Kasım Cumartesi günü okulun penceresinden âdeta göze görünmeyen bir ruh gibi, uçan bir hava gibi çıkmıştır. Fakat onu bu hale getiren ruhi sebepleri tahlil edelim. Hâdisenin sathına değil, derinliğine gidelim. Bu olay, dış yüzü ile Sumru'yu belki suçlandırabilir. Fakat içyüzüyle herhalde temize çıkarır. Önce, hâdisede okuldan kaçmak diye bir şey yok.

İSMET — Nasıl yok?

MEDİHA — Yok sayın yargıcım. Sumru okuldan kaçmamış, yarım gün için ayrılıp yine dönmüştür. Okuldan kaçmak, dersten kaçmak demektir. Sumru o gün yarımda son derste bulunmuş; tarih öğretmeninden takdir notunu almış. Herkes bahçeye, oynamağa çıkarken, o insani bir vazifeyi ifa için, türlü tehlikeye göğüs germiş, türlü zan ve töhmetleri göze almış ve hiç kimseye görünmeden; kapıdan mı, bacadan mı, her neredense, bir hava gibi uçmuş; beş saat sonra ve bir ışık huzmesi gibi girmiştir. Bu hareketinin psikolojik âmillerine gelince; işle müvekkilimin sırrı! Sumru, günlerden beri yalnız kaldığı her an, uzaklardan kulağına gelen bir sese dalıyordu. Bu ses, onun beynine bir inilti halinde aksediyor, nereye gitse, nereye saklama o sesi yine duyuyor. Tıpkı Jan Dark gibi, o sesi duyduğu zaman kendini unutuyor. Vicdanı şahlanıyor, şefkat, merhamet gibi insanca duygular onu sanki maddi varlığından ayırıyor, uzaklara götürüyordu. Neden mi? Çünkü bir hasta çocuğu ölümün kara pençesinden kurtarmak lâzımdı. Dadısının biricik oğlu, sütkardeşi Ahmet, on dört baharın çiçeklediği bir fidan gibi soluyor, sararıyordu. Dadısının parası yoktu. Fakir yuvalarında satmadığı eşya kalmamıştı. Günlük geçimlerini sağlayan iki koyunla bir inekleri de satmışlar; doktora, ilâca vermişlerdi. Bunu bilen Sumru, üç aydan beri dayısının Siirt'ten gönderdiği paralan yememiş, biriktirmiş, kendi sırtına bir yün kazak, ellerine yün eldiven almamış o biçarelere göndermişti. Fakat zalim hastalığı yenmek için bir sanatoryuma yatırmak, para bulmak elzemdi. Sumru onlara bu aybaşında imdat etmeğe söz vermişti. Sözünde mutlaka duracak, genç bir hayatı kurtaracaktı. Derken, üç gün evvel dayısından istediği fazla para gelince, izin istedi. Verilmedi. Ertesi günü yine istedi. Vakit her dakika bir misli artan bir basınçla Sumru'yu eziyor, sıkıyor, boğuyordu. Üstelik yirmi gün evvel aldığı son bir mektupta da, hastaya nefes darlığı buhranları geldiği yazılıyordu. Son icat kuvvetli bir ilâcın fiyatı yetmiş beş lira... O da İstanbul'da yok. Zavallılar nerede bulsunlar. Fakat Sumru bunu da iki hafta içinde uçakla getirtmiş, hazırlamıştı. İlâcı, parayı ve taze hayat ümidini dadısının çocuğuna kendi eliyle götürmek ve bu suretle, vaktiyle anacığını kaybettiği zaman dadısının kendisine karşı gösterdiği fedakârlıkları ödemek istiyordu. Geceleri yatacığına çekildiği zaman kulağına uzaklardan gelen imdat seslerine dayanamadı. Ne yaptığını, nasıl ve nereden çıktığını bilmeden okuldan çıktı. Bir uçakla Bursa'ya gitti. Tam zamanında hastaya imdat âleti uzandı. Dadısı ve oğlu onu ümitsizlik içinde bekliyorlardı. Tam zamanında Sumru'yu görünce, bir hayat müjdesi karşılar gibi sevinç gözyaşları içinde kızın ellerini öpmek istediler. Sumru'nun üstünden o dayanılmaz yük kalkmış, vicdanı rahatlamış, bir kuş gibi hafiflemişti. Bir insanlık ve evlâtlık borcunu ödemiş olmanın hazzı içinde ve bir rüzgâr hızıyla okuluna dönüp, arkadaşlarına kavuşmuştu. İşte Sumru'nun sırrı ve işlediği sanılan suçun mahiyeti... Sayın yargıç; âdil kararınız ne olursa olsun, şimdiden teşekkür ederiz. (Selâm verir.)

İSMET (Savcıya bakarak) — Bayan savcı?

SAVCI — Okuldan kaçma fiili, sebepleri her ne olursa olsun bir suç teşkil eder. Maddesine uyularak cezalandırılmasını talep ederim.

İSMET (Umumi sükût içinde biraz düşünür. Sonra birden ayağa kalkar, kâtibe emreder.) Yazın...

SUNA (Herkese) — Karar bildirilecek, ayağa kalkın. (Herkes ayağa kalkar.)

İSMET — Gereği düşünüldü. Sumru Tay, okulundan izinsiz olarak ayrıldığı için suçludur. Ancak, bu hareketinin ruhi âmilleri ve neticeleri, hafifletici sebepler olduğundan, kendisinin, nizamlarımızın dördüncü faslının D fıkrasının beşinci bendinin altıncı maddesi gereğince iki ay hapis cezasına ve mahkeme harcının kendisinden alınmasına karar verildi. Bu ceza okulundan çıkmamak suretiyle ikmal edilecektir.

RENGİN — SEVİL — BİRSEN — SUNA — ÇİM — (Hep bir ağızdan ağlamaya baslar) — Eyvah... Sumru ceza yedi. Vah Sumru'cuk. Vah zavallı...

SUMRU (Ağlayanlara dönerek) — Ne ağlıyorsunuz, bayanlar... Bu ceza benim için bir mükâfattır. Okulumda hapis kalacağım. Yaşasın adalet, (Sumru yargıcı selâmlar ve yürür.)

MEDİHA — Hayır... Sumru masumdur. Sumru gitme. Dur, Sumru... (Çocukların ağlamaları üstüne perde iner.)


TABLO III

Perde açılır. Küçük yatakhane eski haline getirilmiştir. Pencereden sabahın ilk ısıldan girmiş, ortalık aydınlanmıştır. Çocuklar yataklarında yatmaktadır.

MEDİHA (Gördüğü rüyanın son dakikalarını yaşamaktadır. Birkaç saniye ihtilâç içinde kıvranır.) Hayır, hayır... Ceza olmaz. Sumru masumdur. Sumru gitme... Dur Sumru...

SUMRU (Sesi işitir, birden uyanır. Mediha'ya bakar, sonra kalkar, Mediha'nın uzanan ellerini tutarak) — Mediha, kardeşim. Ne var, ne oluyorsun? Mediha!

MEDİHA (Korku ile uyanır) — Hay... (Karşısında Sumru'yu görünce memnun olur. Yüzü güler. Onu kucaklar.) Sen misin, Sumru'cuğum... Canım kardeşim. (Birden gülmeye başlar.)

SUMRU — Ne gülüyorsun, Mediha? Korkutuyorsun beni... Mediha, nen var?

MEDİHA — Bir şeyim yok Sumru... Demin öyle bir rüya gördüm ki, hâlâ heyecanı içindeyim. Aman yarabbi... Neler söyledim, nasıl coşkundum.

SUMRU (Gülerek) — Eeeyyy? Hayırdır inşallah, anlat! (Bu esnada çocuklar uyanmağa başlarlar. Çim, gerinerek, Birsen arka üstü bisiklete biner gibi bacaklarını hareket ettirerek, Ayşe birdenbire battaniyesini atıp jimnastik yapmağa başlayarak... Ötekiler Mediha'nın yanına koşarlar...)

RENGİN — Günaydın çocuklar...

HEPSİ — Günaydın...

SUNA (Sumru'ya) — Orada başbaşa vermiş ne fiskos ediyorsunuz bakalım?

SUMRU — Mediha bir rüya görmüş de onu anlatıyor.

MEDİHA — Ya... Sormayın çocuklar... Bir rüya ki, anlatsam deli olursunuz.

ÇİM — Ya? Neymiş?

AYŞE — Ne gibi rüya?

BİRSEN — Rüya mı? Anlat bakalım.

RENGİN — Hayırdır inşallah...

SEVİL — Anlatsana...

MEDİHA (Mübalağa ile) — Büyük bir mahkeme salonu Sumru'nun muhakemesi oluyormuş. Yüksek... Böyle pırıl pırıl cevizden kürsüler... Yargıç, savcı, hepsi kırmızı yakalı mantolarım giymişler... Haa... Biz hepimiz oradaydık.

HERKES — Hepimiz mi?

MEDİHA — Ya... hepimiz... Yargıç kimdi, biliyor musunuz? İsmet hocanım...

HERKES —A!..

MEDİHA — Ayşe savcı olmuştu.

AYŞE — A... Hiç aklımdan geçmezdi. (Güler.)

BİRSEN — Rüya bu... Rüyada her şey olur.

MEDİHA — Ben de avukat olmuştum. Sumru'nun müdafaa vekili...

AYŞE — Hah... Bu doğrudur. Avukat olmak, senin bütün gün içinde yaşadığın rüyadır zaten... Ama ben kendimi savcı yerinde bir türlü göremiyorum.

MEDİHA — Mahkeme salonu hıncahınç kalabalık... Nah böyle... İğne atsan yere düşmeyecek bir halde. Derken muhakeme başladı. Sumru sanık. Fatma, Sevil tanıktılar. (Ayşe'yi göstererek) Bu hain kâfir yok mu, savcı yerinde ayağa kalktı. (Onun taklidini yaparak) Bayan yargıç, dedi, Sumru'nun okuldan firar suçu sabit oldu. Tecziyesini isterim.

SUMRU (Ayşe'ye) — öyle mi şekerim?

AYŞE — Ne bileyim ben...

MEDÎHA — Bak ne bileyim diyor. Yalan mı söyleyeceğim? Sen orada değil miydin?

AYŞE — Aptal, hâlâ rüyadasın galiba... Senin gördüğün rüyayı ben de görmedim ya... Sen mahkemede iken ben plajda yüksek atlama yapıyordum. (Gülüşmeler.)

MEDİHA — Ha... sahi... Derken sıra müdafaaya geldi. Ben kalktım; öyle parlak, heyecanlı bir müdafaa yaptım ki, salondakiler hep böyle beni kucakladılar, öptüler. Hâsılı seni cezadan kurtardım. Beraat kararı aldım.

BİRSEN — Atma, avukat hanım.

MEDİHA — Ne atması... Yemin edeyim istersen...

AYŞE — Sus, yalan yere yemin etme... (Ağzını ve kolunu çarpıtarak) Böööle olursun...

SUMRU (Gülerek) — Çocuklar, rüyalar ters çıkar derler. Bakalım Mediha'nın rüyası çıkacak mı? Bakalım İnzibat Meclisi hakkımda ne karar verecek?

SUNA — Ha... sahi, Sumru... Sen dün akşam İsmet hocanım ile burada fısır fısır konuşurken biz hepimiz kulak kabartıyorduk ama pek bir şey anlayamadık.

SEVİL —- Ya... ya... sen boyuna ağlıyordun...

SUMRU (Keserek) — Sonra hocanım beni yatıştırmak için: "Gel buradan çıkalım. Biraz yüzüne su çarp, açılırsın..." dedi, beni aldı.

RENGİN — Okşaya okşaya çıkardı. Bunu gördük. Sonra biz yattığımız yerde fısır fısır konuşurken uyumuş kalmışız... Sonra ne oldu kuzum?

SUMRU — Hocanım benim çok ağladığımı görünce... (Zil çalar.)

RENGİN — Çocuklar... zil... gecikeceğiz... giyinelim... Daha yıkanacağız, dişlerimizi fırçalayacağız...

SUNA — Çok doğru...

BİRSEN — Hakkın var... Sonra konuşuruz. (Herkes havlusunu, diş fırçasını alır.)

SEVİL — Suna, benim diş macunum kalmamış, sende var mı?

SUNA — Var, var... Hadi koş... (Suna, Rengin, Sevil, Birsen, Ayşe, çıkacakları sırada öğretmen İsmet hanım girer. Çocuklar düzelirler.)

İSMET — Günaydın çocuklar.

HEPSİ — Günaydın efendim.

İSMET — Sumru nerede?

SUMRU — Efendim buradayım. (İlerler)

İSMET (Çenesini tutarak)— Nasıl, iyi uyudun mu yavrum? Sakin oldun mu?

SUMRU (önüne bakar. Mahcup) — Evet efendim.

İSMET — Sana bir müjde vermeğe geldim. Gözün aydın, yavrum. İnzibat Meclisi senin suçunu inceledi. Şimdiye kadar hiç bir ceza almadığın için bu seferlik yalnız bir ihtar cezası verdiler. Kurtuldun, tebrik ederim.

SUMRU — Oh, teşekkür ederim efendim. (Hocasının elini öper. O da Sumru'yu kucaklar.)

BİRSEN — Oh, yaşa...

SUNA — Yaşasın Sumru...

AYŞE — Yaşasın okul...

SEVİL (Hep beraber) — Geçmiş olsun.

RENGİN — Tebrik ederim.

ÇİM — Gözün aydın...

MEDİHA — Aferin Müdire Hanım.

BİRSEN — Çocuklar... İsmet hocanım için üç defa...

HERKES — Şa, şa, şa...

İSMET (Gülümseyerek) — Susun çocuklar, ne yapıyorsunuz?

BİRSEN — Kusurumuza bakmayın... Sevincimizden coştuk da...

AYŞE — Hocanım, sizin verdiğiniz müjdeyi biz daha evvel işitmiştik...

İSMET —Ya... Kimden?

AYŞE — Mediha rüyasında görmüş.

İSMET — öyle mi, Mediha?

MEDİHA — Evet efendim. Rüyamda Sumru'nun muhakemesini gördüm.

İSMET —Yok canım!

MEDİHA — Evet... Hatta siz yargıç olmuştunuz.

İSMET — Ben yargıç ha? Hayırdır inşallah...

MEDİHA — Evet. Ben de Sumru'nun avukatıydım. Öyle parlak bir müdafaa yaptım ki, size beraat karan verdirdim...

İSMET — Ya? Tebrik ederim, Sumru... (Mediha'ya) Bu biraz da senin başarın sayılır, Mediha.

BİRSEN — Ama rüyada...

İSMET — Rüya deyip geçmeyin, çocuklar... Keşke hepiniz Mediha gibi bir meslek rüyası görseniz... Unutmayın ki, en umulmaz hakikatler rüyalardan doğar.

(Perde kapanır.)

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi