Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU

(Kahire 1889-Ankara 1974) Romancı, yazar. Orta öğrenimini İzmir ve İskenderiye'de tamamladı. İstanbul'a geldikten sonra çeşitli gazetelerde yazdı. Milletvekili seçildi, büyükelçilik görevlerinde bulundu. Son resmî görevi Anadolu Ajansı yönetim kurulu başkanlığı idi.

Yakup Kadri ile Mülakat

Son yıllarda edebiyat âleminden biraz uzaklaşmış olmam rağmen, uzun ömürlü aile dostu romancı Yakup Kadri ile bir ede görüşme yaparak kendisine ve sanatına ait bazı noktaları, edebiyat tarihi adına tesbit etmenin faydalı olabileceğini hep düşünürdüm bu sene seksen beş yaşını doldurmuş olan üstadın eşi Leman Hanımefendi'ye Ankara'nın meşhur Tuna Pastahane'sinde rastlamam ve kendisince nazikâne bir şekilde davet edilmem, fikrimi gerçekleştirmeme vesile oldu.

Çankaya'daki evinde ziyaret ettiğim muhterem romancı ile merhabalaştıktan ve şundan bundan biraz konuştuktan sonra, vakit geçirmeden konuya girdim:

"-Efendim, siz son yüzyıl edebiyat tarihimizin belli başlı âbidelerinden birisiniz. Eserleriniz kadar kendiniz ve hayatınız da edebiyat tarihinin malıdır. Onun için, size çok şahsî sualler de sorsam, kusuruma bakmamanızı rica edeceğim. Meselâ, suallerimden biri şu olacak: İlk âşık olduğunuz zaman kaç yaşında idiniz?"

Sorudan hoşlandı. Yüzü güldü.

"-ilk âşık olduğum zaman mı? Hemen cevaplandırayım sualinizi. Ben ilk âşık olduğum zaman beş yaşımda idim. Evet, beş yaşımda... Bize sık sık ziyarete gelen şık ve zarif bir hanımefendi var o zamanın şıklığına göre... Bildiğim bütün hanımlardan daha güzel, daha süslü idi. Bir de nefis bir koku sürünürdü ki bu koku beni mest ederdi. Esasen ona ait her şeyi beğenirdim. O gelip gittikten sonra günlerce onu düşünürdüm. Velhasıl âşıktım. O kendisine hayranlığımın farkında idi. Beni kucaklar, öperdi. Hattâ, bana "Küçük nişanlım” derdi. Sonraları öğrendim ki bu hanımla babam arasında bir gönül rabıtası varmış. Hem de o anlattığım sıralarda başlangıç safhasında. Bana gösterdiği iltifatlar babamı tahrik etmek için imiş."

"-Ya... Demek ilk aşkınız bu... Şimdi de cesaret etsem, en büyük aşkınızı soracağım amma..."

"-İşte budur diyelim... veyahut karım..."

Eşine bakarak güldü.

"-Haklısınız, efendim... Başka suale geçeyim: Yazı hayatınıza başladığınız sıralarda veya daha sonra eserlerine hayran olduğunuz ve tesiri altında kaldığınız bir yazar var mı idi?

"-Zannedersem Mehmet Rauf'u zikredebilirim. Eylûl'ü okuduğum zaman derin tesiri altında kaldım. Günlerce ve haftalarca içimde bu tesiri duydum. Fakat Rauf'un sanatıma ve üslûbuma direkt tesiri olduğunu söyleyemem. Çünkü Rauf, Flaubert'in etkisi altında idi. Sadece ferdin his dünyasına ehemmiyet verirdi. Ben ise, gençlik yıllarımdan beri sosyal davalarla ilgilenirim... Siyasete önem vermem de yüzden..."

Üstadın konu dışı olan bu sözleri kendisinin yıllarca Halk Partisi’nin sözcülüğünü ettiği Ulus gazetesindeki yazı faaliyetine bir ima idi. Fakat ben siyasî sual sormamaya azmetmiştim. Konuya dönerek dedim ki:

"-Ya yabancı yazarlar arasında..."

"-Yabancılar arasında bende en derin tesiri bırakan ve bugün dahi en çok beğendiğim yazar Marcel Proust'dur. Maalesef onu geç keşf ettim. 1922'lerde, yani otuzumdan sonra. O sıralarda Fransızlar Proust'u sevmezlerdi. Aristokratlığa özeniyor diye, halbuki aristokratları "Ridiculiser" ediyor, onların gülünç taraflarını ortaya koyuyor, Fransızlara Proust'u İngilizler tanıttı. Türkçeye de ilk defa ben tercüme ettim: "Du cote de chez swann'ı.."

'-Proust'ta beğendiğiniz şey nedir?"

-İnce ve kuvvetli psikolojisi: Burgu gibi deler deler, insan ruhunun dibine, içgüdülerine kadar iner..."

“Sizce en çok hangi eserleriniz üzerinde Proust’un tesiri olmuştur?

-Hiç şüphesiz "Sodom ve Gomore" üzerinde. Öyle zannediyorum Proust bana bazı konulara dokunmak cesaretini verdi. Fakat, tabii Sodom ve Gomore'de Proust tesiri dışında da çok şey var: Her şeyden evvel muayyen bir devrin tablosu. Sonra, millî bakımdan muayyen çevrelerdeki aşağılık duygusu..

"-Nur Baba'yı ne gibi şartların tesiriyle yazdınız?"

"-Nur Baba'yı mı? O bir hayal kırıklığının mahsulüdür. Bir za­manlar ben bir inanış, bir heyecan ihtiyacıyle Bektaşiliğe sarılmıştım. Tasavvufu dinden ayrı bir şey olarak görüyordum. Birçok Bektaşi tekkesine devam ettim. Bir Derviş İbrahim vardı. O beni götürürdü. Ümmi bir arkadaştı... Fakat Bektaşilikte umduğumu bulamadım. Ve Nur Baba'yı bir hıncın tesiriyle yazdım..."

"-Bektaşilikten soğumak, sizi toptan tasavvuftan mı soğuttu?"

"-Bunu diyemem, çünkü Yunus Emre'yi keşfettikten sonra, uzun zaman tadına doyamadım. Bugün bile zevkle okurum. Köprülü'ye Yunus Emre'yi ben tanıttım. O da hemen meşhur eserini yazdı. Bilir­siniz, Yunus için Mevlâna'nın sözünü: "Bu Yörük oğlanı bizi bile geç­ti" der. Yunus Emre'nin en çok beğendiğim beyti de şu:

"Ete kemiğe burundum,

Yunus diye göründüm."

Ben sefir iken, dışarıda diplomatik ziyafetlerde, yabancı sefirlere tercüme ederdik bu mısraları, hanımla ben. Hayran kalırlardı."

"-Sayın üstad, eserleriniz arasında, en çok kendinizi ifade ettiği­niz, kendinizden verdiğiniz eseriniz hangisidir?"

"-Bilmem ki. Hepsi. Belki de, meselâ "Hüküm Gecesi". Gerçi ro­manın kahramanı ve hatta ikinci derecedeki şahıslardan hiçbiri ben değilim. Onların başından geçen benim başımdan geçmemiştir. Fa­kat olay olarak değilse de, duygu olarak, ben o devri ta içimde yaşa­dım ve romanda yaşatmaya çalıştım."

"En çok beğendiğiniz romanınız hangisidir, bunu sorabilir mi­yim?"

"Beğendiğim mi? Aslına bakarsanız, hiçbir romanımı tam olarak beğenmem. Kendini beğenmiş insan değilim ben..." Bunu söylerken gülüyordu.

"-Beğenmek değil, tercih etmek diyelim isterseniz... Yani, roman nev'i hakkında bugün sahip olduğunuz görüşlere uygun olanı..."

"-Belki de "Panorama"... Bütün bir devir var o romanda. Gerçek­çi, objektif bir görüşle yapılmış bir "Peinture Soiale"... Sırası gelmiş­ken şunu söylemeliyim, mühimdir:

"Sosyal gerçekçilik" dedikleri şey, tek başına, sanat eseri yaratmak için, kâfi değildir. Bu bakımdan ben, 1993'te Moskova'da toplanan Yazarlar Kongresl'nde Rusları açıkça tenkit ettim: "Birinci Cihan Har-bi'nden evvel mükemmel edebiyatınız vardı, o zamandan beri bir şey yapamadınız." dedim. Fransızlardan Aragon da bana katıldı. Ga­zetelerde resmim çıktı. Günün adamı oldum. Ya... Açıkça söyledim Ruslara. Dedim ki..."

Üstad bu bahsi uzattıkça uzatıyor. Belli ki, sol gibi yorumlanan bazı fikirleri dolayısiyle, kendisini Sovyet rejimi hayranı sayabileceklere karşı delillere, vakalara dayanan tekzipte bulunmak arzusu var içinde...

Sözünü kesiyorum:

"-Romanlarınızı nasıl yazarsınız? Mevzuunuz kafanızda olgun­laştıktan sonra mı kâğıda dökersiniz, yoksa yazdıkça mı konu geli­şir?"

"Yazdıkça yazdıkça... Mevzu kendisi romancıyı sürükler... Hattâ bazen dekor ve şahıslar... Ben, meselâ, muhayyilemin önüme serdi­ği sahneleri bir film seyreder gibi seyreder ve gördüklerimi anlatı­rım... Bunlar benim dışımda olan şeylermiş gibi... O kadar ki Panorama'yı yazarken, bir yerinde duygulanarak, kalemi bırakıp ağladığı­mı hatırlıyorum... Sonra, "Kiralık Konak" yok mu? Nedense en çok tutunmuş romanlarımdan biridir. Ben bunu para kazanmak için, bir gazetede tefrika edilmek üzere yazmağa başladım ve ilk cümlesini yazdığım zaman mevzuu hakkında en ufak fikrim yoktu. Fakat yaz­dıkça mevzu yumak gibi açıldı."

"-Bir daha dünyaya gelmek mümkün olsa idi, hangi mesleği se­çerdiniz?"

"-Ben mi? Tereddüt etmeden aynı mesleği, yani romancılığı… Romancılıktan daha zevkli meslek var mı? Bir kere hakikî hayatta kendiniz olarak yaşıyorsunuz. Bundan başka, hayalinizin kurduğu dünyada, yarattığınız her şahısla ayrıca yaşıyorsunuz. Bir de kendi yaşadığınız bu hayatları başkalarına, bütün okuyucularınıza yaşatıyorsunuz..."

"-Daha uzun seneler yaşayın ve yaşatın, üstad. Size çok teşekkür ederim. Edebiyat tarihimiz için kıymetli bilgiler verdiniz, sanatınız hakkında mühim noktaları aydınlattınız."

Memnuniyet dolu bir gülüş birdenbire yüzünü gençleştiriyor, kocaman siyah gözlerine canlılık ve parlaklık veriyor. Zarif bir nezaket ve tevazu ile:

"-Ben size teşekkür ediyorum." diyor.

Elini sıkıp ayrılıyorum.

Edebi Mülakatlar,Etem Çalık

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR:

MÜLAKAT - RÖPORTAJ FARKI

AHMET HAMDİ TANPINAR İLE MÜLAKAT

MÜLAKAT ÖRNEKLERİ

ELEŞTİRMENİN ÖZELLİKLERİ VE GÖREVLERİ

MEKTUP ÖRNEKLERİ

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi