Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

 

İLME DOĞRU

Asrî milletler sırasında geçmek için mutlaka lâzım olan bazı şartlar var: Bunlardan birincisi “ilme doğru” gitmektir. Ferdin kendine mahsus düşünüşü, duyuşu, iradesi olduğu gibi milletlerin de bu kabilden ruhî melekeleri vardır: Milletlerin düşünüşü ilim ve felsefe, duyuşu din ve sanat, iradesi ahlak ve iktisattır.

İlim her hadisenin sebebini gösterir. Bir hadisenin sebebini biliyorsak onu faydalı ve zararlı olduğuna göre açıklayıp sınıflandırabiliriz. Aynı zamanda ilim, her hadisenin neticesini, hizmetini de gösterir. Demek ki ilim, gayelerimize ulaşmak için vasıtaların neler olduğunu gösteren ameli bir rehberdir. O hâlde ilim adamı olmaktan ziyade amel adam olalım demekte bir mana yoktur. İşte Avrupa ve Amerika milletleri meydanda. Oralarda en ameli milletler, en ziyade ilimle düşünen cemiyetler değil midir?

İlmin bir faydası da cemiyetin bütün fertlerini ortak kanaatlerle birbirine bağlamasıdır. Fertlerin düşünüş tarzları ayrı ayrı olduğundan, ferdî zekâlarıyla düşünenler, yalnız kendi fikirlerinin doğru olduğunu, başkalarının yanlış düşündüğünü zannederler. Bu zanlar, beraber çalışmaya, hatta görüşüp konuşmaya mani olur. O hâlde hem cemiyetin bütün fertlerini ortak kanaatlerde birleştiren, hem de ameli neticelerdeki ile öz cevhere uygunluğu sabit olan ortak bir düşünüşe ihtiyaç olduğu tezahür eder. Bu ortak düşünüş, aletlerle yapılan şeyi tecrübelere dayanan ve müspet usullere tabi olan asrî ilimden başka ne olabilir?

…..

(Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları)

 

YENİ LİSAN

Konuştuğumuz lisan, İstanbul Türkçesi, en tabii bir lisandır.

Klişe olmuş terkiplerden başka lüzumsuz ziynetler asla mükâlememize (konuşma) girmez. Yazı lisanıyla konuşma lisanını birleştirirsek edebiyatımızı ihya (diriltme) yahut icat etmiş olacağız. Maharetimizi, sanatımızı, zekâmızı yalnız beş on kişilik bir edip kümesi takdir etmeyecek, karşımızda anlayan, takdir eden, alkışlayan ve mükâfatını veren bir çoğunluk bulunacak.

Nasıl?

'Nasıl mı? Pek kolay... Biraz fedakârlıkla herkes yapabilir. Balınız, biraz zahmet demiyoruz. Zira tabii bir hareket için zahmet ve ıstıraba lüzum yoktur. Biraz fedakârlık...

Türkçe kaidelerle terkip yapılabilir. Arabî ve Farisî kaidelerle için yapıyoruz? Bu bir ihtiyaç mıdır? Hayır, biz onları tezyin

için, süs için yapıyoruz. Şüphesiz süs için... İşte bundan vazgeçelim. Lafza tapmayalım. Eserlerimiz yaldızlı mukavvadan bir heykel olmasın; fikre, hisse ehemmiyet verelim. Yazılarımız sade, beyaz, muhteşem, sağlam, ebediyete namzet (kalıcılığa aday), mermerden abideler olsun. Bunu ihtiyarlar, bunu dünküler yapamazlar. Hiçbir ölü, mezarını kendisi kazmaz. Onlar tabii yaşamak isterler. Hayatları eksiklikle kaimdir (ayakta durmak). "Yeni" onların en büyük düşmanıdır.

(Ömer Seyfettin, Genç Kalemler)

 

ŞİİR HAKKINDA BAZI MÜLAHAZALAR 

Her şeyden evvel şunu itiraf edelim ki, şiirde manadan ne kastedildiğini bilmiyoruz. "Fikir” dedikleri bayağı mütalaalar (düşünceler) yığını mı, mazmun mu, "vuzuh''(açıklık) bunların adi idrake göre anlaşılması mı demektir? Şiir için bunları elzem addedenler (gerekli görmek), şiiri tarih, felsefe, nutuk, belagat gibi bir sürü söz sanatıyla karıştıranlar ve onu asıl çehre ve âleminden seçip tanımayanlardır. Şiirin bu mahiyette (nitelik) telakki olunuşu (kabul etmek), resim, musiki ve heykeltıraşi gibi sanatların, kendilerine has münhasır (özel) fırça, boya, nota ve kalem gibi istimali güç bir hünere mütevakkıf (bağlı) vasıtalara mecbur olmasındandır. Bundan dolayıdır ki, parmaklarının tutmasını bilmediği noktaya karşı mütehaşi (sevgiyle karışık korku) ve hürmetkâr olan naehiller (ehil olmayan), kendi gördükleri şiirleri alelade "lisan” mahiyetinde telakki ile sırf bu zaviye-i rüyetten (bakış açısı) bakarak, başkaca hazırlıklı olmaya hiç lüzum göstermeksizin, onu küstahane bir laubalilikle muhakeme etmek hakkını kendilerinde bulurlar.

Hâlbuki şair, ne bir hakikat habercisi ne bir belagatli insan ne de bir vazı-ı kanundur (kanun koyucu). Şairin lisanı “nesir” gibi anlaşılmak için değil, fakat duyulmak üzere vücut bulmuş, musiki ile söz arasında, sözden ziyade musikiye yakın, mutavassıt (anlaşmayı sağlayan) bir lisandır. Nesirde üslubun teşekkülü için zaruri olan anasırın (öge) hiçbiri şiir için mevzu-bahs(söz konusu) olamaz. Şiir ile nesir, bu itibarla yekdiğeriyle nisbet ve alakası olmayan, ayrı mevzulara tabi, ayrı sahalarda, ayrı ebat ve eşkâl (biçim) üzere yükselen iki ayrı mimaridir.

 

(Ahmet Haşim)

SON EKLENENLER

Üye Girişi