Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

ON ALTINCI YÜZYILDA TÜRK SAZ ŞİİRİ

ARMUTLU

Yüzyılın ortalarında doğduğu tahmin edilmektedir; ölüm tarihi ise 17. yüzyılın başlarındadır. Bazı araştırıcıların, onun, Armut adlı bir köy veya kasabada doğup büyüdüğü şeklindeki görüşlerini ihtiyatta karşılamak gerekir.

17. yüzyılın başlarında, I. Ahmed’in (1603-1617) devrin ünlü denizcisi Murad Reis’i (? - 1609) Cezayir Beylerbeyinin emrinden alıp Mora Sancak Beyliğine getirdiği sırada, Armutlu da yanında bulunuyordu. O, elimizdeki çok az sayıdaki şiirlerinden birinde, bu olayı şöyle anlatmaktadır;

Padişah uğruna niyyet eyledi 

Çıkub Cazâyir'den gittiği vaktin

Armutlu’nun Kayserili Kapdan-ı derya Halil Paşa’nın Hristiyan korsan gemilerini cezalandırmak için 1609’da çıktığı sefere katılan Mora Sancak Beyi Murat Reis’le birlikte olduğuna, meşhur Kara Cehennem Seferine katıldığına dair kaynaklarda yer atan bilgileri de ihtiyatta karşılamak zorundayız. Bir şiirindeki,

Bu imiş korsan gemisi Mısır'ın yolunu kesen

mısraı, bu sefere katılmış olma ihtimalini kuvvetlendirmektedir.

Diğer Garb Ocaktan şairleri gibi şiirleri gazaları konu almaktadır. Bestelenip musikî mecmualarına kadar girebilen bir türküsünün varlığına dikkat edilirse, Armutlu’nun zamanında sevilen ve ilgi duyulan bir şair olduğunu söyleyebiliriz. Mevcut iki şiirinde sade bir dil, duru bir söyleyiş hâkimdir. Şiirlerinde görülen hece düzensizlikleri, kendisine ait olabileceği gibi zamanla meydana gelmiş değişiklikler olarak da kabul edilebilir.

Şairnâmelerde kendisi ile ilgili her hangi bir bilgiye rastlanılamamıştır.

Murad Reis geldi gülbank çektirdi 

Dîn-İslâm sancağın diktüği vaktin 

Padişah uğruna niyyet eyledi Çıkup 

Cezâyir'den gitdüği vaktin

 

Gâziler cenk içün gördü yarağı 

Dayanmaz muhannedin buna yüreği 

Hep kâfirler koyuverdi küreği 

Yezidler gelüp kıçdan çatduğı vaktin

 

Murad Reis eydür zahir bâtında 

Yâ Rab hâcetim kabul eyle katında 

Gök duman içinde kalduk tütünde 

Kâfir baş topun atduğı vaktin

 

Yiğit yengil hep küreğe yapışdı,

Kıçdan top otuna odlar erişti 

Muhammed'in şefaati yetişti 

Gemi yandı deyüp gördüği vaktin

 

Armutlu eydür: Be sultanım hakla 

Hemen yezidlerin fendi top ile 

Alarga ettirdik tüfek ok ile 

Beş pâre kadırga çatduğı vaktin


BAHŞÎ

Hayatı hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. Elimizdeki tek şiirinden hareketle bazı tahminlerde bulunmamız mümkündür. Yavuz Sultan Selim’in (1512-1517) Mısır Seferi (1517) üzerine söylediği destanına/türküsüne bakılırsa asker şairlerden sayılabilir. Beş hanelik şiirinin sekiz heceli mısralarla kurulması, Köprülü’ye göre şairimiz eskiliği için bir işarettir. Mahlas kelimesinin, Anadolu sahasında hiç kullanılmayan bir kelime olması da, onun eskiliği için delil olabilir. Bilindiği üzere “bahşî” kelimesi Anadolu sahasında hiç görülmemiştir; Kazak ve Uygur Türkleri arasında, “Kâtip” “Şair” gibi anlamlarda kullanılan bu

kelime, bu gün de bazı Asya ülkelerinde (meselâ Afganistan) aynı anlamı karşılamaktadır.

Bahşî’nin tek şiirinden hareketle hüküm vermek oldukça güçtür; ancak, şiirinde yer verdiği bazı kelimelere bakarak az da olsa tahsili ojduğunu söyleyebiliriz.

Sultan Selim cülusunda 

Sâlâ dedi de yürüdü 

Gidelim Mısır'a doğru 

Yola dedi de yürüdü

 

Şamlu çıkup kaçar köyden 

Sofu beru bakmaz Hoy'dan 

Merd var ise işte meydan 

Gele dedi de yürüdü

 

Nesne yeğimiş aslında 

Halife dikmiş yerinde 

N'arar Yûsuf'un şehrinde 

Köle dedi de yürüdü

 

 

Almak gerek Kûh-ı Kafi 

Kırım var mı ala dahi 

Horasan'da ise Şâh'ı 

Bula dedi de yürüdü

 

Bahşî eydür Mehdî budur 

Yücemize irgür Kadir 

Kılağuzsa İlyas Hızır 

Yola dedi de yürüdü


ÇIRPANLI

Murad Reis (? - 1609) ile ilgili olarak söylediği bir şiirinden 16. yüzyılda yaşadığını tahmin ettiğimiz Çırpanlı hakkında başka hiçbir bilgimiz yoktur. Evliya Çelebi, Seyahatnâme’sinin 6. cildinde, 1661 yılında, Sofya’dan İstanbul’a gelirken Filibe Sahrasında Çırpan adlı bir kasabaya uğradığım kaydetmektedir. (Zuhuri Danışman, 9. kitap, 239-240).

Elimizdeki tek şiiri, onun da, diğer Garb Ocakları şairleri gibi, katıldığı savaşlarla ilgilidir. Duru bir söyleyiş ve saf bir dilin hâkim olduğu şiiri, onun hakkında daha fazla bilgi edinmemize yardımcı olamamaktadır.

Gâzi Murad Reîs'ten haber soranlar 

Vardır bahadır yarar delisi 

Her kande hû desen gelür yetişür 

Bilen Gâzı Murad Reîs'i der bak 

Resulullah sancağını çeker ak 

Denizde karada yardımcısı Hak 

Gerçek Magrib erlerinin velîsi 

Başbaşa çatarız gelür dem olur 

Savaşanda derya yüzü kan olur 

Gâziler yüzünü görür şen olur 

Geldi derler Cezâyir'in ulusu 

Çırpanl'eydür hele Sultan'ım göre 

Bahadırlık oldur yerinde dura 

Her kaçan iskele vursak bir yere 

Ol gün.....Akdeniz'in yalısı


GEDA MUSLÎ

Hakkındaki bilgilerimiz; şiirlerinden elde edebildiklerimiz, Evliya Çelebi’nin Seyahatname1 si ve 17. yüzyıl şairlerinden Sun’î’nin Tekerlemesinde adının zikredilmesinden ibarettir. Çelebi’nin, şair Hakı’den bahsederken, aralarında Muslî’nin de bulunduğu şairlerin (Kayıkçı Kul Mustafa, Kâtibi, Koroğlu, Köroğlu, Kuloğlu) onun kadar çöğür çalamadığını söylediğine bakılırsa şairimiz çöğür şairlerinden sayılmaktadır. (Z. Danışman, 8. Kitap, 139-140). Sun’î ise onu, diğer Gedâ’larla birlikte zikreder, ancak herhangi bir hüküm ortaya koymaz.

Gedâ Muslî Gedâ Ahmed Uşakî 

Gedâ Mahmûd Gedâ Âşık Firâkî

(Elçin, Halk Edebiyatı A raştırmaları, 288)

Pek çok şairi Bektaşî meşrep biri olarak gösteren S.N. Ergun, Gedâ Muslî’yi de Bektaşi Şiirleri ve Nefesleri (2, 1955) adlı eserine alırken hiçbir ciddi belgeye dayanmamıştır. Eserinde yer verdiği üç şiirden sonuncusu Kul Muslî mahlash olup muhteva ve söyleyiş bakımından Garb Ocaklı şairimizinkilerden oldukça farklıdır. Kanatimizce, Ergun, ad benzerliğine bakarak iki ayn Muslî’yi bire indirivermiştir.

Muslî’nin şiirinde de Armutlu’da olduğu gibi, Mısır yolunu kesmeye çalışan İspanyol korsanlarına karşı kazamlan zaferler öğülmektedir.

 

Yine büktük ispanya'nın belini 

On dört beyzade ile aldık malını 

Hoş eğlenir idin Mısır yolunu 

Hele ettiklerin bulmuş ol senin

Muslî’nin, Murad Reis’in (? - 1609) de katıldığı bu savaşlarda yer aldığına bakılırsa, aralarında bir dostluğun olduğu düşünülebilir.

Muslî’nin şiirleri de konu, şekil ve dil diğer Garp Ocakları şairlerinden hiç de farklı değildir.

 

Gör imdi ne demiş Cezâyirli de 

Vermeziz oğlunu bilmiş ol senin 

Biz anı gönderdik Sultan Ahmed'e 

Kara haberlerin almış ol senin

 

Yürütmezüz Akdeniz'de gemini 

Hakk'ı koyup puta tuttun yüzünü 

Çevir İslâm'a şel kâfir dinini 

Gel yezid müslüman olmuş olsenin

 

Yine büktük Ispanya'nın belini 

On dört beyzâde aldık malını 

Hoş eğlenir idin Mısır yolunu 

Hele ettiklerin bulmuş ol senin

 

Gedâ Muslî eydür gördüm cûşunu 

Gece gündüz ağla salma yaşını 

Kilisenin taşlama sür başını 

Yürü var bir zaman çalmış ol senin


HAYALÎ

Hayatı Hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. Elimizdeki şiirlerinden hareketle bazı tahminlerde bulunabilmekteyiz. 9 Ağustos 1578 tarihinde neticelenen 1578 Osmanlı-İran savaşı için söylediği şiirler, onun da bu savaşa katıldığının işareti olarak kabul edilebilir. (Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi 4, 397). Şiirdeki ad ve unvanların gerçeğe uygunluğu bu konudaki görüşleri doğrular mahiyettedir. (Diyarbakır Beyleri: Sokullu Derviş Paşa; Tokmak Han: İran kuvvetleri komutanı, vs.)

Bazı kaynaklar, Hayalî’nin bir divânından hareket ederek, Kırım Hanı’nın veliahdı Adil Giray (ki bu savaşta İranlılara esir düşmüş, daha sonra öldürülmüştür) ile kardeşi Gazi Giray’ın kumandasında, birlikte savaşa katıldığını yazarlarsa da bu görüş bir tahminden öteye geçememektedir. Fuad Köprülü, şiirdeki, “Bir şeh-i âdil kemankeş hânımız vardır bizim” mısrasına bakarak divândaki hanın Adil Giray olduğu hükmüne varmaktadır. (XVI ncı Asır Sonuna Kadar Türk Sazşairleri, 41-42).

Koşmaları ile divânı arasındaki dil ve üslûp farkı, şiirlerin iki ayrı şaire aitmiş intibaını veriyorsa da konunun aynı olması ve benzer şekilde ifadelere yer vermesi bu ihtimali ortadan kaldırmaktadır. Aruz ile divân kaleme almasının yanımda bu şiirin dili de onun belli bir tahsile sahip olduğunu göstermektedir.

 

Leylâm gelür deyu yollar gözlerim 

Gelmedi gözümde kaldı hayâli 

Gizli sırrım beyan etmem gizlerim 

Serimi sevdâya saldı hayâli

 

Yârim bîçâre olduğumu bilmiş 

Çifte benler beyaz gerdana inmiş 

Bu gece seyrettim beyazlar giymiş 

Salındı karşıma geldi hâyâli

 

Yârimin sevdası vardır başımda 

Uyansam karşımda yatsam düşümde 

Ne cânibe bile gitsem peşimde 

Benim ile yoldaş oldu hayâli

 

Der Hayâlî hırâm ederek yürür 

Gece gündüz gitmez karşımda durur 

Ben şeninim deyu teselli verür

Garip gönlüm ele aldı hayâli

 

Turnam gider olsan bizim ellere 

Vezir Ardahan'dan göçtü diyesin

Karşı geldi Kızılbaş'ın hanları 

Çıldır'da da döğüş oldu diyesin

 

Al kana boyandı Çıldır dağları

Gaziler.......tuğları

Gözü kanlı Diyarbekir Beyleri 

Din yoluna şehit düştü diyesin

 

Çamur dize çıktı kan ile yaştan 

Atlar dalmaz oldu serilen leşten 

Kaleler yığıldı kesilen baştan 

Ak gövdeler kana battı diyesin

 

İki alay bir araya gelince 

Ara yere çarhacılar girince 

Beş bin beş yüz belli atlı dolunca 

Tokmak Han da ... kaçtı diyesin

 

Habermiz iletsin dosta gidenler 

Varup dostun dîdarını görenler 

Şahin şahin paşaları soranlar 

Din uğruna şehit düştü diyesin


KARACAOĞLAN

Adı, Türk saz şiiri ile birlikte hatırlanan Karacaoğlan Hakkındaki bilgilerimiz, onu çeşitli bilinmeyenlerin içinden alıp gün ışığına çıkarmağa yetmemektedir. “O, hangi yüzyılda ve nerede yaşamıştır?” sorusuna kesin bir cevap vermek mümkün değildir. 16. ve 17. yüzyıllara ait bazı kaynaklarda ondan doğrudan veya dolayısıyla bahsedilmesi, araştırıcıların onu belli bir zamana bağlamasına engel olmaktadır. Ayrıca, sadece cönklere bağlı kalan bazı Karacaoğlan mütehassıslarının derleme konusuna eğilmemesi de bu yanılmanın diğer bir sebebidir. 70 yıldan beri ona dair yazılanlarda büyük gelişmeler kaydedilmiş, hatta bu zaman dilimi içinde bazı araştırıcıların görüşlerinde değişiklikler bile görülmüştür.

Bizce Karacaoğlan güneylidir ve 16. yüzyılda yaşamıştır. Bu görüşümüzle ilgili olarak şunları söyleyebiliriz:

Gelibolulu Mustafa Alî Efendi’nin 1008 (1599-1600)’de tamamladığı Mevâidü’n-Nefâis fi Kavâ’idi’l- Mecâlis adlı eserinde Karacaoğlan’ın adı geçmektedir. Adı burada, şiirleri beğenilmeyen bazı âşıkların, bunları başkalarına isnad etmeleri vesilesiyle yer almaktadır, (haz. O. Ş. Gökyay, 76).

1518 yılında tamamlanan bir Surnâmdde, Sultan III. Murad’ın aynı yıl yaptırdığı sünnet düğünü gece gece anlatılmaktadır. On birinci gecenin anlatılması sırasında, eğlence ve insan tasvirleri sırasında yer verilen şu ifade dikkati çekicidir: “...kimi Karacaoğlan türküsü ile gönlün eğlendirir”.

16. yüzyıl divân şairlerinin şiirlerini içine alan bir mecmuayı inceleyen Ahmet Kutsi Tecer’in tesbit ettiği bir Karacaoğlan şiirinin varlığı da şüpheleri ortadan kaldıracak güçtedir.

Karacaoğlan’ı 17. yüzyıla bağlayan araştırıcılar, Ali Ufkî’nin Mecmuâ-î Sâz ü Söz adlı eserine, Âşık Ömer’in Şairname’sindeki mısralara, arka arkaya yazılmış bulunan Gevheri ve Karacaoğlan şiirlerinin üzerinde yer alan “Aldı Gevheri”, “Aldı Karacaoğlan” ibarelerine ağırlık vermektedirler. Bunlar ve diğer hususlar Karacaoğlan’ı 17. yüzyıla bağlayamayacağı gibi, ikinci bir Karacaoğlan’ın varlığım da açığa çıkaramayacaktır. Bütün bu kaynaklan inceleyen Başgöz’ün de belirttiği gibi, birbirleriyle bir türlü uyuşamayan tarihler bütün tahminleri boşa çıkarmaktadır. Karacaoğlan’ın köyü diye tanıtılan Varsak’taki Ahmet Efendi’nin görüşleri de, 270 yıl sonra, şairimize bir aile aramaktan öte bir fantezidir. Öztelli’nin bu konudaki ısrarları da, verilen tarihlerin birbiriyle ters düşmesi neticesinde boşa gitmektedir.

Balkanlardaki bir Karacaoğlan’ın varlığı, bir şiirdeki “Bosna Güzeli”nin varlığına bağlanmaktadır. Hâlbuki aynı şiirin diğer hanelerinde Frenk, Çerkeş, Bulgar güzelleri ile “Şehrî” güzellerden de söz edilmektedir. Ya, bir ömür boyu, peşinde koşup durduğu köylü güzelleri, M. Cunbur’un adlarını birer birer saydığı Anadolu güzelleri nerededir? Çünkü bu şiirde âşığımız sadece, kendi çevresinin dışındaki güzelleri anlatmaya çalışmıştır. Azerbaycan’da da çok sevilen Karacaoğlan’ın şiirlerindeki diğer güzellerin adlarına bakarak bir de Azerbaycanlı Karacaoğlan’dan bahsetmemiz gerekecektir ki biz bu görüşe katılmıyoruz.

Karacaoğlan bölge dilini başarıyla kullanan, güzelleri medhederken tabiattaki meyve ve sevimli bazı hayvanları benzetme unsuru olarak ele alan, canlı tasvirleriyle şiirine renk katan bir âşığımızdır. Çok dolaşması, şiirlerin çeşitli adlarla süslenmesine vesile olmuştur.

Âşık Ömer, Hızrî gibi eski şairlerin Şairnâmeleriyle, yüzyılımızın şairlerinden Feryâdî (öl. 1987), Hasretî, Kul Gâzi ve Sefil Selimî’nin Şairnâme Terinde Karacaoğlan’a yer verilmiştir.

Şiirlerinde daha çok 11 heceli mısraları tercih etmiştir. Semaî ve varsağılarıyla şöhret kazanmasına rağmen daha çok koşmasına sahibiz. Destan diyebileceğimiz şiirlerinin sayısı çok azdır.

Dinî konuda ve taşlama türünde pek az Şiiri vardır. İrticalen şiir söylemesi, daha çok yarım ve tam kafiyeye yer vermesine yol açmıştır. Bu söyleyişin başka bir tezahürü de, ilk mısralarda görülen benzerliklerdir:

30 kadar şiiri “Evvel bahar yaz aylan gelende” mısraı ve 10 kadar şiir ise “Yaz gelip de beş aylan gelince” mısraı ve başlamaktadır.

Yapılan yeni değerlendirmelerin Karacaoğlan(lar) konusundaki şüpheleri ortadan kaldıracağına inanıyoruz. Yakın bir gelecekte yeni şeyler söyleyebileceğimizi tahmin ediyorum.

 

Dinle sana bir nasihat edeyim 

Hatırdan gönülden geçici olma 

Yiğidin başına bir iş gelince 

Anı yâd illere açıcı olma

 

Mecliste ârif ol kelâmı dinle 

El iki söylerse sen birin söyle 

Elinden geldikçe sen iyilik eyle 

Hatıra dokunup yıkıcı olma

 

Dokunur hatıra kendisin bilmez 

Asılzâdeierden hiç kemlik gelmez 

Sen iyilik et de o zâyi olmaz 

Darılıp da başa kakıcı olma

 

El âriftir yoklar senin bendini 

Dağıtırlar tuzağını fendini 

Alçaklarda otur gözet kendini 

Katı yükseklerden uçucu olma

 

Muradım nasihat bunda söylemek 

Size lâyık olan onu dinlemek 

Sev seni seveni zay'etme emek 

Sevenin sözünden geçici olma

 

Karaca'oğlan söyler sözün başarır 

Aşkın deryasını boydan aşırır 

Seni bir mecliste hacil düşürür 

Kötülerle konup göçücü olma

 

Ala gözlü benli dilber 

Koma beni el yerine 

Altun kemerin olayım 

Dola beni bel yerine

 

Hecine gönlüm hecine 

Yiğide ölüm geçine 

Al beni zülfün ucuna 

Sallanayım tel yerine

 

Gel kız karşımda dursana 

Şu benim hâlim bilsene

Zilfünden bir tel versene 

Koklayayım gül yerine

 

Karac'oğlan der n'olayım 

Kolun boynuma dolayım 

Nazlı yâr kölen olayım 

Kabul eyle kul yerine

 

 

İncecikten bir kar yağar 

Tozar Elif Elif diye 

Deli gönül abdal olmuş 

Gezer Elif Elif diye

 

Elifin uğru nakışlı 

Yavru balaban bakışlı 

Yayla çiçeği kokuşlu 

Kokar Elif Elif diye

 

Elif kaşlarını çatar 

Gamzesi sineme batar 

Ak elleri kalem tutar 

Yazar Elif Elif diye

 

Evlerinin önü çardak 

Elifin elinde bardak 

Sanki yeşil başlı ördek 

Yüzer Elif Elif diye

 

Karacaoğlan eğmelerin 

Gönül sevmez değmelerin

İliklemiş düğmelerin 

Çözer Elif Elif diye

 

***

Bana kara diyen dilber 

Kaşların kara değil mi 

Yüzünü sevdiren gelin 

Kaşların kara değil mi

 

Boyun uzun belin ince 

Yanakların olmuş gonca 

Salıverirsin kotunca 

Beliğin kara değil mi

 

Utanırım akar terim 

Güzellikte yok benzerin 

En sevgili makbul yerin 

Saçların kara değil mi

 

Beni kara diye yerme 

Mevlâm yaratmış hor görme 

Ala göze siyah sürme 

Çekilir kara değil mi

 

***

Güzel ne güzel olmuşsun 

Görülmeyi görülmeyi 

Siyah zülfün halkalanmış 

Örülmeyi örülmeyi

 

Bahçende gülün güllenmiş 

Şeyda bülbülün dillenmiş 

Koynunda memen kirlenmiş 

Emilmeyi emilmeyi

 

Mendilin yudum arıttım 

Gülün dalında kuruttum 

İsmim ne idi unuttum 

Sorulmayı sorulmayı

 

Seğirttim ardından yettim 

Eğildim yüzünden öptüm 

Adın bilirdim unuttum 

Çağırmayı çağırmayı

 

'Benim yârim bana küsmüş 

Zilfünü gerdana dökmüş 

Muhabbeti benden kesmiş 

Sevilmeyi sevilmeyi

 

Çağır Karacaoğlan çağır 

Taş düştüğü yerde ağır 

Yiğit sevdiğinden soğur 

Sarılmayı sarılmayı

***

 

Kadir Mevlâm senden bir dileğim var 

Bana bir güzel ver gönlüm eyleyim 

Ellere vermişsin benim suçum ne 

Birinde bana ver gönlüm eğleyim

 

Uzun boylu olsun cansız olmasın 

Beyaz tenli olsun kansız olmasın 

Güleç yüzlü olsun densiz olmasın 

Böyle bir yosma ver gönlüm eğleyim

 

 

Güvercin duruştu keklik sekişli 

Kıl ördek boyunlu ceren bakışlı 

Tavus kuşu gibi göğsü nakışlı 

Şöyle bir güzel ver gönlüm eğleyim

 

Karacaoğlan der ki edelim niyaz 

Ak göğsün üstünde kılalım namaz 

Almadan kırmızı elmastan beyaz 

Bana bir güzel ver gönlüm eğleyim

 

***

Şol salınıp giden dilber 

Boyuna kurban olduğum 

Eğlen burda tanışalım 

Diline kurban olduğum

 

Sabahtan uğradım yâre

İşimden oldum âvâre 

Ayağın bastığın yere 

Tozuna kurban olduğum

 

Soğuk sular akar dağda 

Mor menevşe biter bağda 

Sarılıp yatacak çağda 

Nazına kurban olduğum

 

Karacıoğlan söyler daim

Yâr ile nic'olur halim 

Anası bir katı zalim 

Kızına kurban olduğum

 

Ala gözlerini sevdiğim dilber 

Şu gelip geçtiğin yollar öğünsün 

Kadir Mevlâm seni öğmüş yaratmış 

Kısmeti olduğun kullar öğünsün

 

Hörü melek var mı senin soyunda 

Kız nazarım kaldı usul boyunda 

Kadir gecesinde bayram ayında

 Üstüne gölg'olan dallar öğünsün

 

Hörü kızlar sürmelemiş gözünü 

İlin aşiretin çeksin nazını 

Kaldır perçemini görem yüzünü 

Yüzüne dökülen teller öğünsün

 

Karac'oğlan der ki garibim garip 

Garibin halinden ne bilsin tabip

Akşamdan soyunup koynuna girip 

Boynuna dolanan kollar öğünsün

 

***

Çukurova bayramlığın giyerken 

Çıplaklığın üzerinden soyarken 

Şubat ayı kış yelini kovarken 

Cennet dense sana yakışır dağlar

 

Ağacınız yapraklarla donanır 

Taşlarınız bir birlik'e inanır 

Hep çiçekler bağrınızda gönenir 

Pınarınız çağlar akışır dağlar

 

Rüzgâr eser dallarınız atışır 

Kuşlarınız birbiriyle ötüşür 

Ören yerler bu bayramdan pek üşür 

Sünbül niçin yaslı bakışır dağlar

 

Karacaoğlan size bakar sevinir 

Sevinirken kalbi yanar gövünür 

Kımıldanır hep dertlerim devinir 

Yas ile sevincim yıkışır dağlar

 

***

Bir yiğit gurbete gitse 

Gör başına neler gelir 

Merdin sılayı andıkça 

Yaş gözüne dolar gelir

 

Bağrıma basarım taşlar 

Akıttım gözümden yaşlar 

Yavrusun aldıran kuşlar 

Yuvasına döner gelir

 

Kocadım çekemem nazı 

Bağrıma dökemem közü 

Yârin bana kötü sözü 

Kara bağrım deler gelir

 

Evlerinin önü söğüt 

Atalardan kalmış öğüt 

Yârinden ayrılan yiğit 

Sılasına döner gelir

 

Yaşa Karacaoğlan yaşa 

Ben söylerim coşa coşa 

İş düşünce garip başa 

Düşünerek gider gelir


KÖROĞLU

Hikâye/destan kahramanı Köroğlu ile karıştırılması sebebiyle yakın zamana kadar değişik bilgilerle tanıtılan şairimiz Hakkındaki sınırlı sayıdaki kaynak, onu az da olsa tanımamıza yardım etmektedir. Özdemiroğlu Osman Paşa’nın İran üzerine yaptığı seferle ilgili olarak söylediği iki şiiri, onun 1585 yılında hayatta olduğunu, bu sefere katılabilecek güce sahip bulunduğunu göstermektedir. Evliya Çelebi Seyahatnâme’sinde, onu, diğer birkaç şairle birlikte “Çöğür” şairi olarak saymaktadır. (Z. Danışman, 8. kitap, 139-140). Osman Paşa ile ilgili şiirlerinden birinde, Paşa’nın ağzından söylenmiş hanelerin yer alması, alınan yerlerin teker teker sayılması, geleneğin iyi bilindiğinin işaretleridir.

Şiirlerinde, savaş konularının yanımda, onlardan daha ağır basan sevgili, gönül ve dünya işleri gibi konular da görülür. Bazı mısralarının Karacaoğlan’ı hatırlatması, belki de devrin hece ile söyleyen şairlerinin ortak bir yönü olabilir. “İlle mavili mavili” ve Öpül koçul huzur ile“ tekrar edilen mısralarının yer aldığı şiirleri bu görüşümüzün güzel örnekleridir.

Sade dili ve tabiata dayanan benzetme dünyası ile şiirlerine renk katan Köroğlu, bu yönleriyle de, aruzun tesirinde kalmayan şairlerimizin başta gelen temsilcilerinden biri olmaktadır.

Âşık Ömer ve Sun’î’nin yanımda yüzyılımızın başında yaşayan Pir Yakup da Şairnâme ’sinde ona yer vermiştir.

 

Çıktım şu âlemi seyrân eyledim 

Açılmış baharın gülü dağların 

Sökülmüş bendleri cuşu yenilmez 

Çağlayuban akar seli dağların

 

Yiğit atına binmese yakunur 

Yüreğinde olan elbet çekinür 

Kar yağar da dört köşesi yekinür 

Yol vermez aşmaya yeli dağların

 

Arslanı kaplanı yanar yolunur 

Şikâr almış alacağına dolanur 

Yol estükçe safâsından salınur 

Aheste âheste dalı dağların

 

Ben kâmilim zerresine ermişim 

Baharında gonca gülün dermişim 

Mürvetsiz beylerden eyi görmüşüm 

Yiğidi yaldırır alı dağların

 

Köroğlu eydür sende tasa olmasa 

Yüreğinde aşkı olan yenilmez

Çok döğüşler olur kimse bilmez

Söylemeye yoktur dili dağların

 


KUL MEHMED

Bu yüzyılın, hakkında güvenilir bilgiler bulabildiğimiz tek şairidir. Mehmed, I. Ahmed (1590-1612) devri vezirlerinden Üveys Paşa’nın oğludur. Muhassıllık (bir çeşit vergi ve resim toplama memuru) ile görevlendirilmiş, Aydın’a gönderilmiştir. O, ayrıca çevredeki Celâli isyanlarım bastırmakla da vazifelendirilmişse de başaramadan o yıl vefat etmiştir.

Bir paşanın oğlu olması, aruz vezniyle şiirler yazabilmesi gibi sebeplere bakarak iyi bir tahsile sahip olduğunu söyleyebiliriz. Devlet adına çeşitli vazifeleri yüklenmesi, onun ayrı bir cephesidir.

Hece ile söylediği şiirlerindeki sade dili, divanında da pek az farkla görmek mümkündür. Âşık şiirinin hayallerinin çokça görüldüğü koşmalarında az da olsa klasik şiirimizin izleri de görülür.

Sarayda büyümesine rağmen aruz vezni ile gazeller, kasideler yazmak yerine hece vezni koşma ve semailer söylemesi, devlet katında âşık edebiyatına verilen değerin ilk müşahhas örneği olarak kabul edilebilir.

“Benim gözüm nûru gönlüm sürürü” mısraının tekrar edildiği koşması bestelemiş olup halen musiki meclislerinde söylenmeye devam edilmektedir.

O, şiirlerinde Kul Mehmed mahlasını kullanmıştır. Kendisi gibi Kul Mehmed mahlasını kullanan 17. yüzyıl âşığı ile bazı şiirleri karışmaktadır.

 

Her dem yüzüme gül gibi 

Gülen dilberün kuluyum 

Ben ağladukça yaşumu 

Silen dilberün kuluyum

 

Naz ile salan başını 

Oynadup gözü kaşını 

Rahmedüp ben yoldaşını 

Anan dilberün kuluyum

 

Soyunup giren koynuma 

Rahimsiz gelmez aynuma 

Siyah zülfünü boynuma 

Salan dilberün kuluyum

 

Kul Mehemmed eydür ferman 

Hastasına eder derman 

Benümle her gece mihman 

Olan dilberün kuluyum

 

Siyah ebruların duruben çatma 

Gamzen oklarını âşıka atma 

Sana gönül verdim beni ağlatma 

Benim gözüm nûru gönlüm sürürü

 

Bir od düşmüş dağlar gibi yanarım 

Mâzul olmuş beyler gibi dönerim 

Ay efendim senin yolun önlerim 

Benim gözüm nûru gönlüm sürürü

 

Yemeden içmeden külli beriyim 

Senden ayrılalı cansız diriyim 

Sinem üstünde bir kuru deriyim 

Benim gözüm nûru gönlüm sürürü

 

Öğüttür verdiğim tut benim sözüm 

Severim demeye tutmadı yüzüm 

Ay efendim benim ay iki gözüm 

Benim gözüm nûru gönlüm sürürü


KUL PİRÎ

Hayatı hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. Kanunî Sultan Süleyman’ın (1517-1566) şehzadelerinden Bayezid’in, dört oğlu ile birlikte boğdurulması üzerine söylediği ağıt türküsü ile tanıyabilmekteyiz. Babası ile Konya Ovasında yaptığı savaşı kaybeden şehzadenin, İran’a sığınması, onun kurtuluşu olamamıştır. Yapılan bir anlaşma ile Kazvin’de Osmanlılara teslim edilen şehzade Bayezid ile dört oğlunun daha orada iken boğdurulmalarının (23 Temmuz 1562) Anadolu’da uyandırdığı teessürü dile getiren şiir sade bir dille söylenmiştir. Şiirin sekiz heceli mısralarla kurulması da dikkati çekmektedir. (Öztuna, Büyük Türk Tarihi 4, 213-214

Geleneğin aksine Bursa yerine Sivas’a gömülen naaşlar ile ilgili olarak söylediği, “Turna telleriyle başı/Geldi Deli Bayazıd’ın” mısraları, Kul Pîrî’nin o yıllarda Sivas, belki de savaş öncesi şehzadenin idaresinde bulunan Amasya’da oturduğuna bir işaret olarak kabul edilebilir.

 

Fürkati cümle âleme 

Doldı Deli Bâyazıd'ın 

Gül gibi güler cemâli 

Soldı Deli Bâyazıd'ın

 

Şimdi Osman beğlerinde 

Hakikat yoğ yanlarında

......dağlarında

Kaldı Deli Bâyazıd'ın

 

Kâfirlerin bedtür işi 

Cezâdur mü'mine işi 

Turna telleriyle başı 

Geldi Deli Bâyazıd’ın

 

Gelün öğüt alun öğüt 

Kahrı çekmek gerek yiğit 

Yoldaşlarıyla şehid Oldı 

Deli Bâyazıd'ın

 

Şimdi gâziler önünde 

Söylenür uc ellerinde 

Küçeği kâfir elinde 

Kaldı Deli Bâyazıd’ın

 

Kul Pîrî söyledi sözin 

Hakk'a tutupdurur yüzin 

Melekler şehid namazın 

Kıldı Deli Bâyazıd'ın


OĞUZ ALİ

Hayatı hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. Elimizdeki tek şiiri, ünlü Türk denizcisi Turgut Reis’in ölümü (1565) üzerine söylediği ağıdıdır. Şiirdeki yer adlarına bakarak, Ali’nin de bir denizci olduğu ileri sürülebilir. Şiir, sekiz heceli mısralarla söylenmiş olup yer yer teknik kusurları görülmektedir. Bazı mısraları tam olmayan ağıt, Turgut Reis’in Sultan Süleyman nezdindeki sevgisini de dile getirmesi açısından dikkati çekicidir.

Günümüzün âşıklarından İsmeti Âşıknâme’sinde Oğuz Ali’den de söz etmektedir.

Turgud Paşa eydür beyler 

.... şimdi ölüm demiş 

Nic'edelim emir Hakk’ın

Ergeç birdir yolum demiş

 

Gelsün kullarımın hası 

Giysün siyah itsün yası 

Cerbe ile Trablus'u 

Virân olan şanım demiş

 

Mevlâ'm sılaya gurbete 

Düşürdü bizi firkate

Malta ile........

İremedi elim demiş

 

Oğuz Ali durmaz çağlar 

Âlem yasın tutmuş ağlar 

Han Süleymân eydür beyler 

Büküldü ya belim demiş


OZAN

Hayatı Hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. Evvelce 15. yüzyılda yaşadığı kabul edilmekteydi. Şiirinin sekiz heceli mısralarla örülü olması, mahlas olarak aldığı Ozan’ın, daha sonraki yüzyılda “geveze”, “herze söyleyen” gibi anlamlara gelmesi, onun eskiliği için başlıca sebeplerdir. Elimizdeki tek şiirinden hareket ederek, Hakkında bir fikir yürütmemiz mümkün değildir.

 

Gerçek âşık olanların 

Yürecüğü yanar olur 

Her cânipten şûriş ile 

Şevki odu kanar olur

 

Esirgen âşık kişiyi 

Şefâat imandandürür 

Susamışları kandurur 

Gözü yaşı tamar olur

 

Bir devletlü yohsul olsa 

Usluyisen gülme ana 

Yazıda kaba ağaca 

Ulu kuşlar konar olur

 

Ozan âşıklar sözünü 

Söyle âşıklar dinlesün 

Er var içinde od yanar 

Er var ana çü nâr olur


ÖKSÜZ DEDE

Hayatı Hakkında pek az bilgimiz vardır. Evvelce, şiirleri Öksüz Âşık, Öksüz Ali, Öksüz gibi benzer mahlasları kullanan 17. yüzyılın tanınmış âşığının şiirleriyle birlikte düşünülüyor ve ikisi bir âşık olarak kabul ediliyordu. Günümüzde, Öksüz mahlasım kullanan iki âşığın var olduğu kabul edilmektedir.

III. Murad (1574-1595) zamanında hayatta olduğunu bir şiirinden çıkarabildiğimiz Öksüz Dede, mısralarındaki canlı ifadelerden anladığımız kadarıyla bir yeniçeri şairidir. Safevî Hükümdarı Şah İsmail’in torununun torunu olan Haydar Mirza’nın, görüşmeler yapmak üzere geldiği (14 Ekim 1589) Hasankalesi’nden Osmanlı heyeti tarafından alınıp İstanbul’a götürülüşünü, babasının ağzından anlattığı şiir, hakkındaki en güvenilir bilgidir.

Öksüz Dede’nin elimizde olan 8 ve 11 heceli iki şiirine bakarak canlı tasvirleri ve benzetmeleriyle devrinin önde gelen şairlerinden olduğunu söyleyebiliriz.

 

Sultan Murad'ın aslanı Acem seyrettin mi geldin Kestin dâvanın arasın Ahd emân ettin mi geldin

 

Sana olmuş Hak'tan nazar 

Bahriler deryada yüzer 

Şah evinde inleyüp gezer 

Yavrusun kaptın mı geldin

 

Dün gün çağıram pirlere 

Sığındım gerçek erlere 

Adı bilinmez yerlere 

Kaleler yapdın mı geldin

 

Be Hakk'ın sevgili kulu 

Yardımcın Muhammed Ali 

Kalelerin içi dolu 

Leşkeri dökdün mü geldin

 

Ferhad Paşa da bir erdir 

Onda hak nazarı vardır 

Acem'in erleri kördür 

Gülbangın çekdin mi geldin

 

Be görün serdârın hasın 

Acem'e saçmış agusun 

Be Şah oğlunun yavrusun 

Yuvadan kapdın mı geldin

 

Çekilüp gelir kervanı 

Padişahsın sür devrânı 

Sultan Murad'ın evrânı 

Acem’i yuttun mu geldin

 

Acem'i yutmakta kasdı 

Abdalların giyer postu

Öksüz Dede der Hak dostu 

Allah'tan korktun mu geldin

 

***

Be bu söyleyen kudret dilidir 

Cümle yaradılmış Hakk'ın kuludur 

Beylere armağan Şâh'ın gülüdür 

İmirza'mı hoşça tutun ağalar

 

İmirza'mı anan Şâh'ı sevendir 

Meydanda oynanan toptur çöğendir 

Üsküfü alnında yavru doğandır 

İmirza'mı hoşça tutun ağalar

 

Değme baba kıyar mola oğluna 

Saldı gariğliğe bakar yoluna 

Bizden selâm olsun Osmanoğlu'na 

İmirza'mı hoşça tutun ağalar

 

Alnıma yazılan kara yazıdır. 

İmirza'mı babanın iki gözüdür 

Sarayda beslenmiş körpe kuzudur 

İmirza'mı hoşça tutun ağalar

 

Kanı benim şenlerim nökerim 

Yedi yıldır ben bu derdi çekerim 

Zebun oldum dört yanıma bakarım 

İmirza'mı hoşça tutun ağalar

 

Ferhad Paşa elimize geldi hay 

Yenemedim yavrucağım aldı hay 

Hasretimiz kıyamete kaldı hay 

İmirza'mı hoşça tutun ağalar

 

Akar gözlerimden kan ite yaşım 

Dün ü gün hasretlik çekmedir 

İşim Hem ehlim ayâlim oğlum yoldaşım 

Şunları da hoşça tutun ağalar

 

Öksüz Dede durmaz söyler sözünü 

Hakka doğru tutup gider özünü 

Bizim için öpün iki gözünü 

İmirza'mı hoşça tutun ağalar

 Türk Şiiri Özel Sayısı III (Halk Şiiri), Türk Dili, sayı: 445-450/Ocak-Haziran 1989

SON EKLENENLER

Üye Girişi