Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

YEDİ MEŞALECİLERİN ŞİİR ÜSLUBU İLE GARİP ŞİİR ÜSLUBUNUN KARŞILAŞTIRILMASI  GARİP

a) Vezin – kafiye: Orhan Veli Kanık’ın bu konudaki ilk düşünceleri, vezin ve kafiyenin “şiiri birtakım gayritabii inhirafları neticesinde, alelacaip bir noktaya getirdiği” şeklinde olumsuz yargılardan oluşmaktadır.
Vezin ve kafiyeyi şiir dili üzerinde yarattığı deformasyon açısından eleştirir. Ona göre bu iki öğenin sınırlayıcı etkisi şairi, olağan sözdiziminin düzenini bozmasına yol açmaktadır. Orhan Veli Kanık, iki yıl sonra yapılan bir görüşmede de Vezin ve kafiyeyi iki ayrı yönden değerlendirmiştir. Bu iki öğe, manzumenin ses düzeninin oluşmasını sağladığı gibi biçimine de katkıda bulunmaktadır. Şair, iki işlevi de gereksiz bulmaktadır. Ona göre ahenk zaten “tatsız ve şiir için gayri meşru” bir öğedir. Orhan Veli Kanık “Sanattan Bahsetmenin de Bir Adabı Vardır” adlı yazısında eleştirilerini vezin ve kafiyenin şiire getirdiği olumsuzluklardan, iki öğeye önem veren şairlere yöneltir. Orhan Veli Kanık “Nazım, Nesir, Şiir” başlıklı makalesinde vezin ve kafiyeyi “şiir” ile “nazım” arasındaki ayrımın fark edilmesi yolunda bir ölçüt olarak değerlendirmiştir. Bu düşüncesini bir buçuk yıl sonra yapılan bir başka görüşmede de sürdüren şair, vezin ve kafiyeyi artık bütünüyle ‘nazm’a ait birer öğe olarak kabul etmekte ve bunlar hakkında görüş belirtmemektedir. Kendisi için önemli olan ‘şiir’dir. Orhan Veli Kanık’ın bu konudaki son ifadeleri, onun vezin ve kafiyeye artık deneyimli bir şair tutumuyla yaklaştığını göstermesi bakımından önemlidir. Uzun yıllar bu iki öğeye karşı mücadele vermiş olan şair, bu tutumunun yanında vezin ve kafiyenin şairler ve şiirle ilgilenenler tarafından öğrenilmesi, bilinmesi gerektiği görüşünü şu özlü sözlerle belirginleştirmiştir:
“Vezin bilmemek herhangi bir adamın hakkı olabilir. Ama vezin bilmeyen adamın şiirden (…) bahsetmeye hakkı olamaz.”
Oktay Rifat’ın vezin ve kafiye meselesini değerlendirişi, daha çok, şiirin içeriği ile ilişkilidir. Şiirde doğallığı sağlama kaygısının ürünü olan şair, arkadaşının bu konudaki düşünceleri ile de uyum içindedir. Bu uyumun yanında onun, Orhan Veli Kanık’tan farklı düşündüğü noktalar da yok değil. Örneğin o vezin ve kafiyeye yenilik meselesi çevresinde fazla önem vermez.
Oktay Rifat, şiirin içeriğine katkı sağlayıcı bir işlev taşıdığı taktirde kafiyenin ‘yararlı’ olabileceği düşüncesindedir. Şair, “Alain ve Halk Şairlerimiz” adlı konferansında ise halk şiirindeki kafiyenin bu özelliğinin, şiirin içeriğine egemen olmaması ve söyleyişi sınırlamaması gibi nedenlerden ötürü kabul edilebilir bir nitelik taşıdığını belirtir. Dolayısıyla burada, arkadaşı ile görüş birliği içine girer. 
b. Edebi Sanatlar: Orhan Veli Kanık’ın söz ve anlam sanatlarında eleştirdiği başlıca özellik, bunların çevreyi ve insanı doğallıktan ve gerçeklikten uzaklaştırarak yaygınlaştırması, bozmasıdır. Orhan Veli Kanık, edebi sanatlar konusunu genellikle eski şiiri eleştirirken gündeme getirmiştir. Çünkü, yeni şiirde söz ve anlam sanatlarına yer olmadığı düşüncesindedir. Ona göre “bugünkü şiir (…) bilinen sanatlardan, yani lafız ve mana sanatlarından kurtulmuş” bir şiirdir. 
c. Ahenk: Garip bildirgesinde varlığı vezin ve kafiyenin dışında oluşan bir ahengin mevcut olduğunu belirtmiş olan Orhan Veli Kanık, diğer poetik çalışmalarında ise ahengi bütünüyle reddeder. Bu konuya değindiği iki görüşmede ahengi bu iki öğeden kaynaklandığı için yadsımıştır. Şair, ilk görüşmede vezin ve kafiyenin yarattığı ahenk tarzını ilginç bir benzetme aracılığıyla eleştirir. Orhan Veli Kanık, diğer görüşmede de ahengi vezin ve kafiyeden kaynaklandığı için kabul etmez. Ancak, burada söylediği “tatsız ve şiir için gayri meşru olan bir hususiyet” nitelemeleri, onun şiirde her türlü ahenge karşı olduğu hususunda yeterli fikir veren ifadelerdir. 

2. ŞİİR DİLİ

Garip bildirgesinde şiir dilini, halkın konuşma dili ile özdeşleştiren Orhan Veli Kanık, yaklaşık altı yıl sonra kaleme aldığı “Nazım, Nesir, Şiir” başlıklı yazısında “Nesir dili bir izah dilidir. Şiirin izaha tahammülü yoktur.” sözleriyle şiir dilini söz varlığı ve söz dizimi bakımlarından büyük ölçüde konuşma diline bağlı olan nesir dilinden ayrı tutar. Ancak, bu bir çelişki oluşturmaz; çünkü, Garip şiirinde konuşma dili öğelerinin temel alınması şiirin üst yapısı için söz konusudur. Derin yapı ise şiirselliği ön plana çıkaran, böylelikle konuşma dilinin yalın katlığını aşan bir özellik taşır. Bu da şiirin içerik ve biçim yönleri içinde yer alan iki öğeyle sağlanır. “Duyarlılık” ve “bütünlük”. İlki ‘duygu değeri’ yüksek sözcüklerle, ikincisi ise noktalama işaretleri ile birbirine bağlanan ve anlamca birleşen cümlelerle gerçekleştirilir. Biçimle ilgili görünen bu ikinci anlatım tutumu da temelde, işlenen temayı belirginleştirme işlevini görmesi açısından yine içeriğe bağlanır. Garip şiirinin getirdiği yenilikle arasında yer alan bu anlatım tutumu öğeleri, şiir dilini derin yapıda konuşma ve dolayısıyla nesir dilinden farklılaştırdığını ortaya koymaktadır.
Orhan Veli Kanık, şairin anadilini çok iyi bilmesi ve işlemesi gerektiği düşüncesindedir. Bu sorumluluğu ise “evrensel olabilme” amacına bağlar.
Orhan Veli Kanık, bir görüşmede eski ve yeni şiiri karşılaştırırken “Bugünkü şiirimizin eski şiirimize faik tarafı dildir” ifadelerinde görüldüğü gibi, dili ölçüt olarak kullanmıştır.

“Edebiyat” adı yazıda, salt söyleyişe önem vermenin adeta bir hastalık haline geldiğini belirten şair, eserin anlaşılır olması gerektiğini ileri sürer.Şiirselliği oluşturan öğelerin her biri yerli yerinde olmalıdır. Sözcükler arasında kurulan bu hassas yapının değişmezliği, şiirin diğer dallar karşısındaki zayıf noktasını oluşturmaktadır.

Garipçiler, kendi aralarında yaptıkları söyleşide ‘şiirde açıklık-kapalılık’ meselesini tartışırlar. Bu söyleşide Orhan Veli Kanık, kapalılığın çeşitli nedenleri olduğunu belirterek dili de bunlar arasında sayar.
Orhan Veli Kanık, “Necati’ye Mektup” adlı eleştirisinde, şiir dilini cümle bakımından da değerlendirmiştir. Cümle öğesinin, olağan yapısıyla şiirde yer almayabileceği görüşünü ileri süren şair, ayrıca, şiirde bütünlüğün sağlanmasında cümlenin rolünün daha geri planda olduğunu belirtmiştir.
Oktay Rifat, “Julien Benda ve Çakırın Destanı” adlı yazısında, dilin sözcük öğesi üzerinde durmuştur. Sözcüğün de “duygu değeri” onu çok ilgilendiren yanıdır. Dolayısıyla şiirde “gösterge” olarak yer almasının yanında bu yönüyle de önem kazanır. Bununla birlikte, şair, bu konuda aşırıya gitmez ve sözcüğün “asıl, anlamından uzaklaşarak “çağırışım anlamına” yönelmez. Sözcük, hem ‘asıl’ ve ‘yan’ anlamını korumalı hem de bir ‘duygu değeri’ taşımalıdır. 

3. ŞİİR – NAZIM AYRIMI

Garip Hareketi mensupları arasında bu konuya sadece Orhan Veli Kanık, değinmiştir. Henüz 1938 yılında yapılan bir görüşmede şiiri nazımdan kesin çizgilerle ayırır ve nazmı nesrin vezinli kafiyeli bir kolu olarak gördüğünü belirtir. Ona göre yazının iki türü vardır: Nesir ve şiir.
Orhan Veli Kanık’ın söz konusu ayrımda başvurduğu ilk ölçüt “vezin ve kafiyenin varlığı”dır. Şair “Nazım, Nesir, Şiir” adlı makalesinde de bu konuya değinmiştir. Orhan Veli Kanık, “Nazma ve Nesre Dair” başlıklı makalesinde dolaylı olarak Garip şiirini eleştiren Va-Nu (Vala Nurettin)’ya cevap olarak kaleme aldığı “Nazım-Nesir” adlı kısa yazısında da nazım ile şiiri birbirinden ayırır. Bunu da yine vezin ve kafiyenin olumsuz etkisine bağlar. Orhan Veli Kanık’ın nazım ile şiiri birbirinden ayırmadaki ikinci ölçüdü “fikir”dir. “Fikir söylemek nesrin yahut nazmın işidir, şiirin değil” sözleriyle söz konusu öğeyi nazma ait olarak gösterir.


4. ŞİİRDE TAHKİYE

Bu konuya sadece Orhan Veli Kanık, “Karikatürden Şiire” adlı yazısında yer vermiştir. Yazısında, Edip Cansever’in İkindi Üstü adlı şiir kitabını değerlendiren şair, onun tahkiyeyi şiirin temel öğesi konumuna getirme tutumunu eleştirir. Ardından, bu konudaki genel düşüncelerini açıklamaya girişir.

İLK EVREDEN SÜREGELEN TEMALAR

a) Aşk/gönül ilişkisi: Bu evrede, aşk temasını en çok Oktay Rifat işlemiştir. Onun aşk temalı şiirleri iki alt grupta değerlendirilebilir. İlk grup, onun kendi hayatında bizzat yaşadığı aşktan kaynaklanan duygularla yazdığı “Rüya” “Eski Zaman Aşıkı” ve “Bir Şarkı İcadetsem” adlı üç şiirden oluşur. Garip hareketinin aşk temalı şiirlerindeki neşeli ve dışa dönük hava, bu üç şiirde yerini büyük ölçüde içe dönük ve coşkun duygulanımlara bırakır. İkinci grup ise kurmaca şiirlerden oluşur. Şairin 1942 ve 1943’de yazdığı beş şiiri bu gruba girer.
Sevgiliyi ve dolayısıyla aşkı sosyal hayat içinde sunma anlayışını Orhan Veli Kanık da sürdürmüştür. Şair, bu evredeki aşk temalı şiirlerinde erotik çağrışımlara zemin hazırlayan öğelere de yer verir. Orhan Veli Kanık’ın “Şoförün Karısı” adlı şiirinde, aşkı, romantik duygulardan sıyırarak erotizme dayalı bir gönül ilişkisine dönüştürme eğilimindeki kadın figür evlidir. Bu özelliğiyle de ahlaki değerlere karşı çıkan simgesi durumundadır.
“Şoförün karısı, kıyma bana;
El etme öyle pencereden,
Soyunup dökünüp;
Senin, eniştende gözün var;
Benimse gençliğim var;
Mapuslarda çürüyemem;
Başımı belaya sokma benim;
Kıyma bana.”

b) Sıradan insanların yaşayışı: Garipçiler, hareketin ikinci evresinde de çeşitli zorluklar içindeki insanların yaşayışını ele almayı sürdürmüşlerdir. Melih Cevdet Anday, 1942 yılına art arda yayımladığı üç şiirle söz konusu temayı en çok işleyen şairdir. “Senden Utanıyorum”, “Her Gece Böyle Değilim” ve “Evladı Şüheda” başlıklı bu ürünlerde, insanların özellikle ekonomik güçsüzlükleri ön plana çıkarılmıştır.

c) Hayranlık/Şaşkınlık: Garip şiirinin monotemleri arasında yer alan bu temanın ikinci evredeki ilk örneğini Melih Cevdet Anday verir. “Alışamadım” adlı şiirde, anlatıcı, yaratılış karşısındakini şaşkınlığını, dikkatini doğal ve biyolojik öğeler üzerinde yoğunlaştırarak yansıtır.

SON EKLENENLER

Üye Girişi