Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

TASAVVUF NEDİR?

İslam dininin Budist, Zerdüşt, Hıristiyan, Musevi ve manehenler arasında hızla yayıl­ması, dinin özünde asla görülmeyen, ancak uygulama ve dış yapıda kendini hissettiren değişik fikirlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Kur'an-ı Kerim'in iç âlemine indiklerini ve özünü anladıklarını ileri süren bu tür fikirler batini düşünceyi ortaya koydu. Bunun ya­nında daha ilk dönemlerden itibaren İslam içinde de bazı zahidler yetişti, ilk sufi unvanı­nı alan Kufeli Ebu Hişam'dan sonra birçok ünlü sufi yetişti. IX. yy.'da Horasan erenleri ve Irak sufileri iki büyük grup halinde ortaya çıktı. X. yy.'dan sonra ise Yunan felsefesi ta­savvufta etkili olmaya başladı. Fahrüddin Râzi, Farabi ve İbn Sina'dan sonra XI. yy.'da Kuşeyrî, Gazali gibi âlimlerin fikirleri, tasavvufun gelişmesinde önemli rol oynadı, işte asıl tarikatlar bu dönemden sonra ortaya çıkmaya başladı. Tekkeler çoğalıp devrişlik top­lumun her safhasında yayıldı. Padişahtan kula kadar her grup insan, tasavvufa meyletti. Muhiddin-i Arabî’den sonra bu fikirler daha da yaygın hâle geldi. Anadolu'da tasavvu­fun gelişmesi XIII. yy'a rastlar. Moğol istilasından kaçan şeyhlerin Anadolu'ya sığınma­ları halkın fakirlik ve zor günler yaşıyor olması, siyasî ve sosyal hayattaki entrikalar, XI-II. YY. Anadolu'sundaki yönelecek tek kapı bırakmıştı. O da tasavvuf idi. Gerek gezginci gerekse yerleşik tasavvuf kuruluşları bir anda Anadolu'yu kapladı. Yine bu yıllarda Iran edebiyatının etkisi ile dîvan edebiyatı doğmaya başladı ve bu edebiyatta tasavvuf önemli bir yer tuttu. Dinî edebiyat bir yana; dindışı divan edebiyatı dahi tasavvuftan bir hayli su içti.

Tasavvufun temelini yaratılış nazariyesi oluşturmaktaydı. Buna göre Vücûd-i Mutlak olan Allah, aynı zamanda Kemal-i Mutlak ve Hüsn-i Mutlak'tır. O'nun şanı kendini izhar­dır. Allah'ın aşk-ı Zati nedeniyle kendini görmek ve göstermek istemesi Âlem’in yaratıl­masına sebep olmuştur, insan asıl kendini görmek için aynaya bakarsa Allah da kendi gü­zelliğini temaşa için bir ayna hükmünde olan âlemi ve onun en değerli varlığı olan insa­nı yaratmıştır. Bunu "Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeyi istedim ve âlemi yarattım" kudsi hadisiyle bize bildiren Cenab-ı Hak'kın (ol)" emrini verdi ve her şey böylece yaratıldı. Allah Âlem-i Kitmân'da meknuz iken böylece bilinmeye başladı. Allah, önce bir nûr yaratıp ona "Kün Muhammedâ" buyurdu. "Nûr-ı Muhammed" denilen bu nûr Allah'ın haşmetli nazarı karşısında terledi. Onun terinden denizler ve köpüğünden de eflâk (felek­ler) yaratıldı. Sonra sırasıyla Anâsır-ı erbaa (dört unsur; toprak, hava, su, ateş), mevâlid-i selâse (üç doğurulmuş: cansızlar, bitkiler, hayvanlar) ve nihayet âdem (insan) belirdi.

İnsanın bütün bu mertebelerden geçerek çocuk olup dünyaya gelişi bir devir halindedir ki devriyelerde bu husus işlenir. İşte tasavvuf, insanın Allah'a ulaşmasında bütün bu mer­tebeleri aşmasıdır. Mademki; Vücûd-ı Mutlak ve Hüsn-i Mutlak Allah'tır; öyleyse insanın gayesi de O olmalıdır. O'na ulaşmak yegâne amaç olunca da tasavvuf yolu ve tarikatlar kendini gösterir, insan dünyada cehdederek insan-ı kâmil olabilir. Bunun için bir mürşide ihtiyaç vardır. Tasavvufun esasını ilahî aşk oluşturduğuna göre bu yolda ilk yapılacak şey, nefsi yok etmektir. Bir kişi ancak tasavvuf yolunda nefsini yok edebilir. Bunun için bir mürşide ihtiyaç vardır. Tasavvufun esasını ilahî aşk oluşturduğuna göre bu yolda ilk yapılacak şey, nefsi yok etmektir. Bunun için de on asıl vardır. Buna usûl-i aşere denir. Bunlar sırasıyla tevbe, zühd, tevekkül, kanaat, uzlet, zikir, Allah'a teveccüh, sabır, murâkebe ve rızadır. Bunu da nefsin etvar-ı seb'a (yedi hareket tarzı) denen yedi mer­tebesinde gerçekleştirmek esastır. Sonuçta Vahdet (Birlik) makamına erişilir ve Fenafillâh (Allah'ta yok olma) gerçekleşir. Bunu Bekâbillah Fenafillâh (Allah'ta yok olma) gerçekleşir. Bunu Bekâbillah (Allah ile olma) takip eder. Artık tasavvuf, görevini tamamlamıştır.

Divân şiirinde mutasavvıf şairlerin yanı sıra dindışı konularda yazan şairler de tasavvuftan bahsetmişlerdi. Buna karşılık tasavvufi bir şair de dindışı şairler gibi mey­haneden, şaraptan, sevgiliden ve sevgilinin güzelliklerinden bahsetmek gereğini duymuş ve bunu remiz olarak söylediğini vurgulamıştır. Bu tür remizlerden birkaçını şöylece sıralayabiliriz:

Aşk (sevgi): İlahî aşk, kulun Allah'a olan sevgisi.

Âşık (seven): Allah'a erişmek isteyen.

Maşuk (sevilen): Allah.

Hüsn (güzellik): Allah'ın cemâl ve kemâl sıfatları ile dolu olan toplantı.

Kemâl (olgunluk): Tam bir coşu hâli.

Şive (işve): İlâhi cezbe.

Vefâ (bağlılık): Allah'ın yardımı.

Cefâ (eziyet): Allah yolundaki kişinin kalbinin karalığı.

Cevr (eziyet): Allah yolundaki kişinin ilerlemesini durdurmak.

Nâz: Kalbe kuvvet vermek.

Tir-i gamze (gamze oku): Amel ve ibadetleri geri çevirmek.

Aşina (bildik): Allah'a yaklaşma.

Kamet (boy): Kulluğa lâyık olma.

Türre, Zülfi Giysû, Mûy (saç ve zülüf): Allah'ın birlik sıfatı.

Ebru (kaş): Allah'ın birliği.

Mâhrû (ay yüzlü): Allah'ın tecellî nurlarının belirmesi.

Ruh (yanak): Allah'ın tecellî nurlarının belirtmesi.

Hâl-i siyah (kara ben): Gayb (bilinmezlik) âlemi.

Leb (dudak): Allah'ın izni ile dile gelip konuşabilme.

Zebân-ı şîrîn (tatlı dil): Allah'ın emri.

Dehân (dudak): Allah'ın izni ile dile gelip konuşabilme.

Çâh-ı zenâh (çene çukuru): Allah âlemini görme sırlarının zorluğu.

Meclis-i işret (eğlence meclisi): ilahî yakınlıktaki lezzet.

Ayş u işret (içkili eğlence): Allah ile olan yakınlığın devamı.

Şarap (içki): ilahî aşk.

Humhâne (meyhane): Tekke veya âşıkın kalbi.

Kâse, Kadeh, Câm (kadeh, içki bardağı): Âşıkın kalbi.

Sâkî (içki sunan): Doğru yolu gösteren şeyh.

Harabat (meyhane): Âşıkın kalbi veya tekke.

Ehl-i harabat (meyhane sakinleri): Dervişler.

Pir-i mugân (içkicilerin ulusu): Şeyh.

Şem (mum): ilahî nur.

Kâfir: Allah'tan gaflet içinde bulunma.

Tersâ (put): ince mânâlaar ve ilahî gerçek.

Deyr (kilise): Yüce insanlar âlemi.

Kilise: Adi insanlar, yani hayvanlar âlemi.

Kabe: Vuslat makamı.

Bahar: İnsandan melek özelliklerinin başlaması.

Gülzâr, Bustân (güllük, bağ, bahçe): Açıklık ve gönül şenlenmesi.

Ebr (bulut): Utanma.

Ab-ı revân (akarsu): Allah yolcusunun gönlündeki sürekli ferahlık.

Nesîm (rüzgâr, yel): Sürekli feyze ve yardım.

Buse (öpücük): Gerçekleri kabule yetenekli olma.

Fakr (fakirlik): Allah'tan başkasını ihtiyacı olmamak.

Hâb (uyku): Gaflet ve az ibâdetle ipin ucunu kaçırmak.

Gevher (cevher): Mânâlar.

Çevgân (mızrak, polo sopası): Allah'ın takdiri.

Gûy (top): Takdire boyun eğmek zorunluluğu.

Mehtâb: Allah'ın güzellik ve sevgisinin ortaya çıkışı.

(İskender PALA, Divan Edebiyatı, Ötüken Yay., İstanbul 1996)

SON EKLENENLER

Üye Girişi