Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

ÖĞRETMENİMİN YÜZÜ-A.ALİ URAL

Yüzünü unutamadığınız bir öğretmeniniz oldu mu hiç? Gıcırtıyla açtığınız eski bir okul kapısının ardında eskimemiş bir ifadeyle gözlerinizin içine bakmaya devam eden, anlatacağı bir şey eksik kalmış da kapıyı kapamanızın üzerinden onlarca yıl geçmesine rağmen sınıfı bir türlü terk edememiş bir öğretmen?

Bir podyum üzerinde yürütür gibi sınıf tahtasının önünde yürütün okul hayatınız boyunca derslerinize giren bütün öğretmenleri. Hayır, hızlı hızlı değil, yavaş yavaş geçsinler. Her gün ütülenmekten parlayan elbiseleri, hızla bağlanmaktan bir türlü yerine oturmayan kravatları, havı döküldükçe esrarı katlanan çantalarıyla rakamların, geometrik şekillerin, formüllerin ve kelimelerin arasından; tebeşirler, cetveller, not defterleriyle… Fakat nerede yüzleri, neden hatırlayamıyorum. Öğretmenim elinizdeki tebeşiri verir misiniz?

Öğretmenimin tebeşiriyle yazıyorum bu yazıyı. Yüzlerini hatırlamakta zorlandığım, her biriyle fotoğrafım olsaydı diye hayıflandığım onlarca öğretmenimden birinin elime tutuşturduğu tebeşirle. Yüzlerini hatırlamıyorum da öğrettiklerinden neler hatırlıyorum diye kendimi ve onları sınayacak değilim. Hafızamda nefes alıp vermeye devam eden bilgilerden çok, hayata dair söyledikleridir öğretmenlerimden kalan. Bir benzeri Hindistan’da bulunmayan baharatlar. Hatırladıkça bir yolculuk molası gibi yola dayanma gücü veren kuvvet şurupları. Omzumun üzerine küçük rütbeler takan parmaklar. Temizlik ve mendil kontrolü için sıramın üzerine koyduğum küçücük ellerime bakıp sanata dair kurduğu cümleler.

Tebeşirinle yazdım bütün şiirlerimi. O cümleleri kurduğun için yazdım. Dediklerin çıksın diye bütün gücümle bastırdım tebeşire. Çarpık çurpuk yazımla alay etmediğin için yazdım. Bölük pörçük cevaplarıma doğru işareti koyduğun için kâğıtlarımda. “Hepiniz mısır tanelerisiniz.” demiştin, “Sırayla patlayacaksınız.” Okumayı önce sökenlerle daha sonrakiler arasındaki boşluğu nasıl da doldurmuştun kalbinle. Farklılıkların benzerliklerimiz olduğunu nasıl da taşımıştın sezgilerimize. Karekök almayı unutmuş olabilirim fakat “yerli malı haftaları” taze meyveler gibi aklımda. Öğretmenim bana “yerli olmayı” öğrettiğin için minnettarım. Kitaplık koluna seçip kitaplarla, Kızılay koluna seçip insanla tanıştırdığın için.

Yıllar sonra bir kitabı okurken hafızamın gölünde bir nilüfer gibi açman bundandır. Yazarı hangi kıtadan olursa olsun, insanlığın ortak hatıra defterleridir çünkü kitaplar.  Mitch Albom’un da bir öğretmeni vardı, Morrie Schwartz’tı adı. Üniversitede sosyoloji hocasıydı, her salı bitirme tezine danışmanlık yapan. Her salı derinlikler katan hayatına. Ancak salılar bitti bir gün. Okul bitti çünkü. Morrie Schwartz’ın yüzü kapıların arkasında kalan bütün yüzler gibi hatlarını başka çizgilere terk etti. Ta ki Mitch Albom hatırlayana kadar o yüzü bir gün. Fakat yaşlanmıştı hocası. Tedavisi olmayan bir hastalığa tutulmuştu. Doktorlar iki yıl ömrü kaldığını söylemişlerdi ona. Ve Mitch Albom, bu iki altın yılın salı günlerini yeniden talep etti hocasından. Ayrıldıktan on altı yıl sonra tek kişilik bir sınıf açtı yine ona Morrie Schwartz. Anlatılması eksik kalmış ne varsa hayata dair paylaşmaya çalıştı: Ölüm, korku, yaşlanma, hırs, toplum, anlamlı yaşam…

Ölmekte olan bir adam, hayata tutunmaya çalışan bir adama yeniden öğretmenlik yapıyordu. “Bu mu yani hayattan istediğim, her şey bu mu! Burada eksik olan bir şeyler yok mu!” diye hayatına yeniden bakmaya çağırıyordu onu. Çünkü uyurgezer gibi yaşıyordu insanlar. Hayatı tanımadan, yapılması gerektiğini düşündükleri şeyleri otomatik hareketlerle yerine getirerek.

- Peki ölümle yüzleşmek bunu değiştiriyor mu?

- Evet, tüm bu şeylerden uzaklaşarak esas üzerinde yoğunlaşıyorsun. Öleceğinin bilincine vardığında her şeyi çok farklı bir gözle görüyorsun.

Morrie bu cevabı verdikten sonra iç çekerek koyuyordu noktayı: “Ölmeyi öğren nasıl yaşayacağını öğrenirsin!”

Öğretmeni Morrie’yle salı buluşmalarına devam ettikçe Mitch Albom her şeyi yeniden öğrenmek gerektiğine karar verdi. Yıllarca peşinden koştuğu “statü”yü şöyle yargılıyordu çünkü ölmekte olan adam: “Mitch, tepedekilere iyi görünmek istiyorsan bunu unut. Ne yaparsan yap seni küçümseyeceklerdir. Eğer aşağıdakilere gösteri yapıyorsan onu da unut, onlar sadece sana gıpta edeceklerdir. Statü seni hiçbir yere götürmez. Sadece açık yüreklilik, her insanla eşit düzeyde var olabilmeni sağlar.”

Öğretmenimin tebeşiriyle yazıyorum bu yazıyı. Eğer bir parça samimiyet varsa satırlarımda bu yüzdendir. Verilmesi gereken bir mücadelenin, ödenmesi gereken bir borcun endişesi ve tedirginliğiyle bembeyaz kesilen o tebeşir yüzünden. Immanuel Kant’ın “Sapere Aude/Öğrenmeye Cesaret Et” anahtarına ihtiyacım yok. Öğretmenim, öğrenme cesaretini bana sen verdin. Gözlerimin içine bakarak yaptın bunu, süslü sözlerle korkutarak değil.

Yüzüne bakmanın ibadet olduğunu öğrendiğim günden beri, anılarımın yanından geçtikçe, Hacerülesved’i selamlar gibi uzaktan, kıpırdıyor kirpiklerim. Bütün bir evreni içine almaya çalışmış da bu yüzden bir türlü kapanmaya fırsat bulamamış mahmur gözlerinden öpüyorum.

 

15 Eylül 2013, Pazar

SON EKLENENLER

Üye Girişi