Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

TÜRKÜLERİMİZ VE TÜRKÇENİN GÜCÜ- MURAT KARABACAK 


Dünya dolsa şarkıylan
Türküz türkü çağırırız

Yola gitmek(gitmeyiz) korkuyulan
Türküz türkü çağırırız

Bayramlarda düğünlerde
Toplantıda yığınlarda
Sıkılınca dar günlerde
Türküz türkü çağırırız

 

…                      Âşık Veysel ŞATIROĞLU

   

    Edebiyatımızın büyük ozanı, ömrü türkü söylemekle geçmiş, ekmeğini sazıyla, türküleriyle kazanmış Âşık Veysel böyle söylüyor: “Türküz türkü çağırırız.” Halk ozanları halkın sesidir, halkın duygularına tercüman olurlar.

---

İnsanların türküleri kendilerinden güzel,
kendilerinden umutlu,
kendilerinden kederli,
daha uzun ömürlü kendilerinden.
Sevdim insanlardan çok türkülerini.
İnsansız yaşayabildim
türküsüz hiçbir zaman.
Hiçbir zaman beni aldatmadı türküler de.

Türküleri anladım hangi dilde söylenirse söylensin.

Bu dünyada yiyip içtiklerimin,
gezip tozduklarımın,
görüp işittiklerimin,
dokunduklarımın, anladıklarımın
hiçbiri, hiçbiri,
beni bahtiyar etmedi türküler kadar...

                                           Nazım Hikmet RAN

    Şairimiz Nazım Hikmet ne güzel anlatmış türkülere duyduğu sevgiyi… “İnsansız yaşayabildim
türküsüz hiçbir zaman.”  Evet, insansız yaşanabilir, ya türküsüz nasıl yaşanır?



Ah bu türküler
Türkülerimiz
Ana sütü gibi candan
Ana sütü gibi temiz

Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla
Köyümüz, köylümüz, memleketimiz.
Ah bu türküler,
Köy türküleri
Dilimizin tuzu biberi
Memleket ahvalini onlardan sor
Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen'i
Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni...
Ben türkülerden aldım haberi.

Ah bu türküler, köy türküleri
Mis gibi insan kokar, mis gibi toprak
Hilesiz hurdasız, çırılçıplak
Dişisi dişi, erkeği erkek

Kaşı kaş, gözü göz, yarası yara
Bıçağı bıçak.
Ah bu türküler, köy türküleri
Karanlık kuyularda açılmış çiçekler gibi
Kiminin reyhasından geçilmez
Kimi zehir, kimi zemberek gibi.   



                                          Bedri Rahmi EYUBOĞLU                              


     “Kimi zehir, kimi zemberek gibi.” Evet, büyük şair, ünlü ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu da Türküler Dolusu adlı uzun şiirinde, türkülerimizi, türkülerimizin hayatı yansıtışını, hayatın ta kendisi olduğunu ne de güzel anlatmış.

     Şairimizin şiirinin tamamını almak isterdim buraya ve türkülerimizin içliliği üzerine yazılmış daha onlarca şiir de bulabilirdim; ama benim anlatmak istediğim, konum, türkülerimiz üzerine yazılmış şiirler değil, türkülerimizdeki ruh. Türkülerimizin hayatı kavrayışı ve çarpıcı anlatımı. İçli türkülerimiz…

 

 

Ankara’da yedik taze meyveyi
Boşa çiğnemişim yalan dünyayı
Keskin’e gelince yıkın künyeyi
Söyleyin anama anam ağlasın
Anamdan başkası yalan ağlasın



 

    “Boşa çiğnemişim yalan dünyayı” Ahh, ne acı bir insan için bunu söylemek! Hayatın sonuna gelip de ömrünü boşa harcadığını fark etmek… “Keskin’e gelince yıkın künyeyi” Demek delikanlı hastalanmış, iflah olmaz bir derde tutulmuş. Öyle ya durup dururken adamın künyesi yıkılır mı? Şu bizim güzel dilimizde neler yıkılmaz. Ev bark yıkılır. Kaş göz yıkılır. Bir türkümüz de der ki: “Kaşlarını yıktı geçti.” Fes yıkılır, şapka yıkılır, dünyalar başımıza yıkılır ama bir defa insanın künyesi yıkılmaya görsün… Bu türkü “iflah olmazlar “ hanesine giriyor. Türkülerimizi çeşitli bölümlere ayırmak mümkün. Bunların arasında çapkınları var. Sevinçli, umutlu türküler vardır. Bir de kapkara, umutsuz, iflah olmaz türkülerimiz vardır ki alimallah insanın soluğunu keserler. Ankara’da yedik taze meyveyi türküsü de işte bunlardan birisi.

 

Hastane önünde incir ağacı
Doktor bulamadı bana ilâcı
Baştabip geliyor zehirden acı

Garip kaldım yüreğime derd oldu
Ellerin vatanı bana yurd oldu



 

İflah olmaz türkülerimizden biri daha. “Doktor bulamadı bana ilâcı “,”Garip kaldım yüreğime derd oldu” İnsanın dermansız derde düşmesi, hem de bu derde gurbet elde düşmesi ne acı… Derde gurbet elde düştüğünü yine türkümüz haber veriyor:”Mezarımı kazın bayıra düze
yönünü çevirin sıladan yüze” Mezarımı bayıra da kazsanız, düze de kazsanız önemli değil yeter ki yönü sılaya doğru olsun. İşte burada bir ahh çekiyorum. Ben sılama varamadım, sevdiklerimi göremedim, bari mezarım sılaya doğru baksın… Bir de” Benden selâm söylen sevdiğimize” diyor. Başka ne desin?

 

Gurbet elde bir hal geldi başıma,
Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir.
Derman arar iken derde düş oldum,
Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir.

 

Huma kuşu yere düştü ölmedi,
Dünya Sultan Süleyman'a kalmadı.

Dedim yâre gidem nasip olmadı,
Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir.



 

    Söz kendiliğinden gurbet türkülerine geldi. Türkü gurbet türküsü olur da içli olmaz mı? Köyünde aç kalacağını sezince gurbete çıkmış nice yiğitler. Sılada bırakmış biricik sevdiğini, anasını, babasını. Onlara ekmek kazanmak uğruna. Ve hasretlik dağlamış hem gurbettekinin hem de sılada kalanların yüreğini. İşte acılar yüreği dağlayınca -yürekten duman çıkmaz- acı, dile vurur kendini, dil söze, mızrap tele vurur:



”Duygular dönüştü söze

 Yanık seda işler öze

 Dertli dertli vurup saza

 Telinen öldürmen beni”

 

Hüdai’yim daldım gama

Saldı beni demden deme

Asın kesin yüzün ama

Dilinen öldürmen beni.”

                                   Âşık Hüdai de böyle diyor.

 

    Edebiyatımızın büyük ozanı Karacaoğlan da gurbetten muzdarip:

 

“Gel gönül gurbete gitme

 Ya gelinir ya gelinmez

 Her güzele meyil verme

 Ya sevilir ya sevilmez”



 Evet, gidilen yer gurbet olunca, dönülüp dönülmeyeceğini yalnız Allah bilir. Geçmiş zamanlarda olanaklar şimdiki gibi olmadığından çoğu kişi dönememiş bir daha sılasına. Ya hastalanmış ya da başka dertler gelmiş başına.

 

“Bugün çay bulandı yarın durulmaz
 Yol ver dağlar ben sılama varayım
 Muhabbetli yardan gönül ayrılmaz
 Yol ver dağlar ben sılama varayım

 Zalım dağlar varayım, karlı dağlar varayım”



 

“Başı duman pare pare
 Yol ver dağlar yol ver bana
 Gönlüm gitmek ister yare
 Yol ver dağlar yol ver bana”


 ” dese de dertli ozan, yüce dağlar yol vermemiş bir daha. Hem gurbete düşen hem de sılada kalan dertlendikçe dertlenmiş. Dedik ya, türküler bu dertlenmelerin en somut ve kalıcı ifadesi olarak çıkmış ortaya:

 

“Yârim İstanbul’u mesken mi tuttun,
Gördün güzelleri beni unuttun,
Sılaya gelmeye yemin mi ettin.

Gayri dayanacak özüm kalmadı,
Mektuba yazacak sözüm kalmadı.

Yârim sen gideli yedi yıl oldu,
Diktiğin fidanlar meyveye geldi,
Seninle gidenler sılaya döndü.

Gayri dayanacak özüm kalmadı,
Mektuba yazacak sözüm kalmadı.”

 

     Ne demiş şair:

”Ölüm Allah’ın emri, ayrılık olmasaydı.”

 

Ölüme katlanmış insanoğlu, onun Hak’tan geldiğini kabullenerek. Ama ayrılık acısı sinesini yaktıkça yakmış, “Gayri dayanacak özüm kalmadı.” Öz tükenmiş, daha ne kalır ki? Koskoca yedi yıl… Bekle, bekle, bekle… Ne bir haber, ne bir mektup… İşte türküler bu acıyla çıkmış sineden.

 

“Yârim senden ayrılalı
 Hayli zaman oldu gel gel
 Bak gözümden akan yaşa
 Ab-ı revan oldu gel gel

Böyle m'olur küsüp gitmek
Seni seveni terk etmek
Haram oldu yemek içmek
İşim figân oldu gel gel

Kul Âşık ever varmaya
Halinden haber sormaya
Yetiş namazım kılmaya
Seni seven öldü gel gel”

 

     Daha ne desin gurbette bekleyen?  “Ölümden öte köy var mı.”Yetiş namazım kılmaya seni seven öldü gel gel” diyor. Sağlığımda görüşemedik, artık ölüyorum, bari namazımı kılmaya –cenazeme- yetiş. Burada bir ahh daha… Ve benzer bir türkü daha:

 

Ağlama yar ağlama
Mavi yazma bağlama
Mavi yazma tez solar
Ciğerimi dağlama


Elma al olanda gel
Ayva nar olanda gel
Hasta düştüm gelmedin
Bari can verende gel.

 

    Çok zengin türkü dağarcığımızdan seçtiğim birkaç türkü ile türkülerimizin anlam zenginliğini, gücünü, güzelliğini anlatmaya çalıştım dilim döndüğünce. Dilim döndüğünce diyorum çünkü türkülerimiz benim anlatamayacağım kadar zengin ve bir o kadar da kabiliyetli. Türkülerimizin anlam derinliğini anlatmak için ‘kelimeler kifayetsiz kalıyor.’ Türkülerimizin güzelliğini, gücünü en iyi, türkülerimizi ehil ağızlardan dinleyerek anlayabiliriz.

    Türkçemiz dünyanın en zengin dillerindendir. Bana göre Türkçemiz gücünü en güzel türkülerimizde gösterir. Sanmıyorum ki başka bir milletin türküleri bizim türkülerimiz kadar zengin olsun, bizim türkülerimiz kadar içli olsun.

    Türkülerimiz, kültürümüzün en önemli zenginliklerindendir. Bizi biz yapan, bizi bize anlatan çok değerli folklor ürünlerimizdir. Türkülerimizin içinde, şairin dediği gibi koskocaman bir yürek vardır. Bu yürek, ta Orta Asya’dan kopup gelen, Anadolu’da kökleşen Anadolu insanının yüreğidir. Bu yüreğin içinde neler yoktur ki: ölümüne sevdalar, ayrılıklar, yokluklar yoksulluklar, savaşlar, ölümler, zulümler, kederler, sevinçler, coşkular… Bu yüreğe aşina olmalıyız yediden yetmişe. Bugünkü, üç beş basit sözün tekrarından ibaret sözüm ona şarkılar Anadolu insanının yüreğini asla yansıtamaz, anlatamaz. Çocuklarımızı türkülerle büyütmeliyiz ki bugünkü şarkıların değersizliğini anlasınlar. Türkülerle büyütmeliyiz ki aşkın sevdanın hakikatte ne demek olduğunu anlasınlar. Türkülerle büyütmeliyiz ki türkülerimiz gibi yürekli olsunlar.

 

 

         Murat KARABACAK

 Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

 

 

İLGİLİ İÇERİK

TÜRKÜ VE TÜRKÜ ÇEŞİTLERİ

TÜRKÜ NEDİR?

KINA TÜRKÜSÜ ve KINA GECESİ TÖRENLERİ

TÜRKÜ VE TÜRKÜ ÖRNEKLERİ

TÜRKÜ ÖRNEKLERİ



 

SON EKLENENLER

Üye Girişi