Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 



SAYFA:8/71-80

71-ANNEME MEKTUP - MEHMET ATİLLA MARAŞ

Ah anam, bu yabanda hoyrat rüzgârlar esti,
Güler yüzlü, medeni (!) haramiler yol kesti,
Can verirdik uğrunda sevdamız mukaddesti,
Bağından koparılan güllerime ağladım...

Korkularım büyüyor peşime sal gölgeni,
Hüzün yoldaşım oldu, terk etti umut beni,
Ne olur dualarla yine sen avut beni,
Benden uzağa giden yollarıma ağladım...

Yapayalnız ölürsün hasta olsan kime ne?
Komşular duvarları aşıp gelemez anne,
Nice insanımızın ateş düştü kalbine,
Dört bir yana savrulan küllerime ağladım...

Burada akla ziyan öyküler yaşanıyor,
Geceler kahrolmakta, şafaklar utanıyor,
Perdeler yırtıldıkça sokaklar utanıyor,
Döndüm kendi içimde hallerime ağladım...

Neler yitirdik neler, varamadık farkına
Temeline harç olduk, ter akıttık arkına,
Zamanla boğuşarak dönsün diye çarkına,
Kaptırdığım elime, kollarıma ağladım...

Güzel anam, ezandan mahrum olmak ne demek?
Hasret zindanlarında mahkûm olmak ne demek?
Diyar diyar gezdirdi bizi bir dilim ekmek...
Başını alıp giden yıllarıma ağladım...


 
ANEY - MEHMET ATİLLA MARAŞ

Bu akşam aklıma yine sen geldin
Dersi bıraktım, çalışamadım
Saat bire geliyordu Aney
Yatamadım, uyku gözüme girmedi.
Sen bu saatlerde eskiden
Benim beşiğimi sallardın
Uykunu harap ederdin benim için
Ağladığım zaman
Sancılandığım zaman
Kalkardın süt verirdin
Nane kaynatırdın.

Aney
Canım Aney kurban Aney

Hayalin önümde şimdi bir anıt gibi durur
Sen şimdi leğenin başına oturmuş
Hamur yoğuruyorsun
Yarın ekmek yapacaksın akşama kadar
Gözlerin tezek dumanından yaşaracak
Alnında ter bulgur bulgur kabaracak
Sıcak bazlamalar yapacaksın
Ben orda yokum ağlayacaksın...

Ağlama Aney ağlama
Gündür bu nasılsa geçer

İnsan insana tez kavuşur.
Ben sizi hiç unutmadım
Hiç unutmayacağım
Ben okuyorum Aney okuyorum
Mühendis olacağım
Sana yeni 'ayzeler' alacağım

Dedim ya okuyorum
Mühendis olacağım
Mektubunda diyorsun ki
Bu gece çig köfte yaptık
Lokmalar boğazımdan geçmedi
Her sofraya oturuşumuzda
Senin yokluğun belli oluyor...

Biliyorum Aney biliyorum

Senin kalbin ipek gibidir.
İncedir, yufkadır
Benim yokluğuma dayanamazsın
'Özledim' diyorsun benim için
Ben de özledim seni ley
Babamı da, bacımı da kardaşlarımı da
Karayazılı memleketimi de

Hepinizi özledim
Özledim ama gel gör ki kader bu
Elvermiyor ne yapacaksın...

Rizvaniye’de sela şimdi
Sisleri perde perde dağıtan bir ses
Sonsuzda Allah'a ulaşan bir ses
Bir ezan sesiyle uyanır insanlar yorgun geceden
Uyanır herkes.

Köyden şehire saman taşıyan
Deve kervanları gelir bu saatlerde
Çıngırak sesleri
Geceyle gündüzü birleştirir
Sabah olur
Babam erkenden işe gider...

Aney
Evimiz yine o yokuşta mı?
Dar sokaklar, taş duvarlar arkasında mı?
Eskisi gibi yıkık dökük mü yine?

Ah Aney ah

İnan unuttum evimizin şeklini
O ev denen köstebek yuvalarını
Kerpiç damları, kuyu suyunu
Sıra gecelerini,
Bağ yatılarını
Yağmur dualarının anılarını yitirdim

Hele sen buraya bir gel de gör
Sonsuza uzayan gökdelenleri
Sıra sıra taksileri
Geceleri renk renk ışıkları
Denizde vapurları, balıkçıları
Kızları, erkekleri
İnsan selini...

Ama benim hiç birinde gözüm yok
Ne kızlarında ne taksilerinde
Ne de gökdelenlerinde
Benim aklım sizde ve memleketimde

Ben okuyorum Aney okuyacağım.
Göreceksin bak mühendis olacağım...

Bizim orda 'Ezo gelin' türkü türkü uzanır
Düğünlerde davullar vurulur
Zılgıtlar çalınır
Lorke, Delilo oynanır.
Böylesine gitar denen çalgıyla
Sabahlara kadar ye ye ye diye bağırmazlar.

Değil mi Aney

Hani yaz geldi mi?
Evimizin o küçük penceresine
Bir çift 'yusufututan' kuşu konar ya
Hani asmamız üzüm tutar, sumaklar sakızlanır
İnsanlar çalışır harıl harıl kış için
Güneş yandırır o kavuruk yüzlerini
Hani senin elinde 'sitil' suyu gidersin
İşte o zaman geleceğim
Bekle beni.

Ah Aney ah
Daha neler neler var sana yazamadığım
Mektubumu burada bitirirken
Beni büyüten ellerinden
Binlerce kerre öperim.



AY ANAM – NURULLAH GENÇ

İçimi sardığında her dikenli kördüğüm
Kimdi, ilk baktığımda aynalarda gördüğüm
Kimdi bahçemde mahrem çiçeklerle büyüyen
Gecelerimde durup gündüzümde yürüyen
Gözleri toprağımda gül kokulu bir nehir
Bakışları güneşi arayan pervanedir
Ey ışığı ruhumda filizlenen ay Anam
Kendi karanlığımda kaybolmuşum vay anam

Yolcuysam, yollarımda gülücüğün saklıdır
Çehrene ram olanlar Karanî dudaklıdır
Mecnun yüzlü bir vaha, avuçlarında çile
Gölgende taşıyorsun beni rüyada bile
Bir bak yurduma, nasıl devrilmiş yere dağlar
Her köşede bir masal, eski bir ninni ağlar
Feryadımı kanayan bulutlardan duy Anam
İhanet kurşunuyla vurulmuşum vay anam

Unutsam da ıstırap denizlerinde seni
Her an dualarınla kuşatıyorsun beni
Bazen damarlarıma dokunuyor martılar
Bazen kafatasımla oynuyor karartılar
Boynumu bükenlerin dergâhına varmışım
Cellâdıma bin yılın baharını vermişim
Sadak boş; ok kırılmış; parçalanmış yay, Anam
Şahmerana küsmüşüm, darılmışım vay anam

O bembeyaz örtünün her mevsim burçlarında
En derin fırtınalar gizlidir saçlarında
Hangi serseri baksa hicabına ansızın
Binlerce şimşek olur taşlara vuran sızın
Senin yitik yılların ömrümün mehtabıdır
Bir uzan da, üstüme çöken dağları kaldır
Bebeğini yeniden beşiğine koy Anam
Dört yanımdan devlerle sarılmışım vay anam

Diyarında şakayık bulduğumuz günleri
Hatıralara gömüp çoğaltmışız kinleri
Her birimiz uzakta yaralı gezginleriz
Doruklara bakarken kuyuları dinleriz
Elimizden tutanın gönlü siyah, kalbi loş
Kapımızı kıranlar penceremizde sarhoş
Yeniden o cihangir elbiseni giy Anam
Zehirli çeşmelerde durulmuşum vay anam

Ayrılıklar çekse de ayağımdan, tutarsın
Şefkatinle büyüyen çiğdemlere katarsın
Her damlası hüzündür alnımdan sızan terin
Biliyorum; silecek o cefakâr ellerin
Kıtalar ötesinden gelse de bahtıma güz
Ne yetim kalacağım yüreğinde, ne öksüz
Beni artık dirilen bir şehzade say Anam
Sanma ki tükenmişim, yorulmuşum vay anam



ANASINA-NURULLAH GENÇ

üşüttün mü kundağını yayarken
incittin mi beşiğine koyarken
emzirmeyip ağlattın mı anası
sen yanmazsan gülüme kim yanası
adımları çaresizlik kokmasın
eller ona nazar edip bakmasın
odasını çiçeklerle donandır
canımdan çok sevdiğime inandır
ağacının dallarından meyve sun
oyasında bütün renkler bulunsun
hasretimi duvarında görmeli
kıracaksa, kalbimi o kırmalı
gecesine kandil yaptım katreyi
Fatih'in gül kokladığı portreyi
Hayreti'den müstezadlar okusun
gergefinde hicranımı dokusun
uyut onu kuştüyü döşeklerde
beklemesin tılsımlı eşiklerde
yüreğinden inciler sun anası
sen sunmazsam gülüme kim sunası
dünya bitse avucunda dirhem ol
benim için yarasında merhem ol
yatağında sultan gibi uyusun
uyusun da gonca gonca büyüsün
sabahleyin kuşlar ötsün başında
gülüm henüz bir gelincik yaşında
yakıldı mı saçlarının kınası
takıldı mı kurdelası, anası
unutma ki sen gülüme aynasın
gülümsesin, bebeklerle oynasın
ceylan eti, kuş sütü sofrasında
kaf dağının balı olsun tasında
kirpikleri ıslanmasın anası
sen yanmazsan, gülüme kim yanası?



75-ŞAFAK TÜRKÜSÜ-NEVZAT ÇELİK

1
Beni burada arama anne
Kapıda adımı sorma
Saçlarına yıldız düşmüş
Koparma anne
Ağlama
Kaç zamandır yüzüm tıraşlı
Gözlerim şafak bekledim
Uzarken ellerim
Kulağım kirişte
Ölümü özledim anne
Yaşamak isterken delice

2
Bugün görüş günü
Günlerden salı
Islak
Sarı bir yağmur
Ülkemin neresine bakarsa ay
Orada yitik bir anne ağlıyor
Sen aralıyorsun yağmuru
Acıdan sırılsıklam alnına siper edip elini
Sonra bir umut koşuyorsun
Yüreğin avcunda
ısırırken
çırpıntı gözlerini
ah verebilseydim keşke
yüreği avcunda koşan
her bir anneye
tepeden tırnağa oğula
ve kıza kesmiş
bir ülkeyi armağan
koşma anne
birdenbire batacak olan
düş denizinde yarattığın umut sandalıdır
oysa benim için gece
ışık hızıyla koşan
kısa ve soğuk bir zamandır
bu yüzden boğuk seslerle geldiler bir şafak
uykusuz
yorgun
ve korkak

3
sanırım baytardı
yüreğimin depreminde rihter ölçeği çatlarken
ölebilir raporu veren beyaz önlüklü doktor
boşver hipokrat amca
üzülme ne olur
sen de anne
sen de üzülme
hücremin dört bir köşesinde el ayak izlerimi
ciğerlerimde yırtılan bir çığlıkla hazır beklediğim
ve korkunç bir sabırla birbirine eklediğim
korkak kahraman gecelerimi
düşlerimle sınırsız
diretmişliğimle genç
şaşkınlığımla çocuk devrederken sıradakine
usulca açılıverdi
yanağımda tomurcuk
pir sultan'ı düşün anne
şeyh bedrettin'i
börklüce'yi
torlak kemal'i düşün anne
hala kanaması nedendir faşizmin göğsünde
utangaçlığı bile vuramadan yanaklarına yasının
onsekizinde ölümüne pervasız yürüyen
ince bilekli çıplak ayaklı tanya'nın
deniz'i düşün anne
her mayıs şafağında uzun
uzun döverken darağaçlarını
ve o şafaktan doğma
onbir yaşını çiğneyip yürüyen çocukları
insanları düşün anne
düşün ki yüreğin sallansın
düşün ki o an
güneşli güzel günlere inanan
mutlu bir yusufçuk havalansın

4
sıcak omuzlar değerken omzuma
buz üstünde yürüdüm yıllar boyu
bayraklar ve türkülerle
kopunca memelerinden o mükemmel yaşama

kurşunlar sıktılar alnıma
açık alanlarda ağır
kartalların konup kalktığı
yalçın kayalardan biriydim
ölüp dirildim yeniden
güneşli güneşsiz akşamlarda

mutlu yarınlar adına
özgürlük adına ekmek adına
üstüne vardım kuyruğu kanlı itlerin
dirilip dönmesin diye hiroşimalar
tahtadan atların boynuna çıplak
ölümlerle yatmasın diye çocuklar
aç gözlerle bakmasın diye çocuklar
kardeşlik adına
havadaki kuş denizdeki balık adına
yürüdüm yıllar boyu

dönüp bakmadım arkama
ıraktı gözlerim çok ırak
izim kalır mı bilmem yürüdüğüm yolda
kalsa da silinir gider
yalnızca bir ağıt gibi çakılır
ardımca gelenlere gözlerimi yaktığım yer
5
tören adımlarıyla ölmek
ne garip şey anne
kanlı karanlık bir oyunda baş oyuncuyum
bütün gözler üstümde

sürüyor gecenin karnında şafağa bakan oyun
masa üstünde üşüyen bir sigara
yanında küçücük bir cam bardak
içinde rengi bu gecenin
cılız titrek bir kibrit
kâğıt kalem
sandalye
geride flu
yağlı
büküm büküm bir ip
ve çingene kuralına uygun
değişmez dekoru mudur
idam mahkûmunun

6
kırılacak cammışım gibi davranıyorlar
yüzlerinde zoraki çatılmış bir hüzün
oysa birazdan boynumu kıracaklar
pul pul dökülecek yaz siyasi eylül'ün

ben ölümü asıl az ötede titreyen
çingenenin kara killi ellerinde gördüm
anladım ki küllenen sigaradır
soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm

yani benim güzel annem
alacaşafağında ülkemin
yıldız uçurmak varken
oturup yıldızlar içinde
kendi buruk kanımı içtim

7
ne garip duygu şu ölmek
öptüğüm kızlar geliyor aklıma
bir açıklaması vardır elbet
giderken darağacına

8
geride
masa üstünde boynu bükük kaldı kâğıt kalem
bağışla beni güzel annem
oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana
elleri değsin istemedim
gözleri değsin istemedim
ağlayıp koklayacaktın
belki bir ömür taşıyacaktın koynunda

usul adımlarla yürüdüm ömrümü
karşımda kurum kurumlaşan darağacı
(tarlakuşu korkmaz ki korkuluktan
ökse de olsa dört bir yanı)
birdenbire acıdı boynum
gelecekler var birbiri ardınca genç
yakışıklı

ne olur işçi kadınım
az yumuşak dik
şu kefenin yakasını

9
yaşamak ağrısı asıldı boynuma
oysa türkü tadında yaşamak isterdim
çiçekleri kokmak ırmakları akmak
yaz boyu çobanaldatanlara aldanmak
subaşlarında aylak sektirmek kavalımı
sonra bir çocuğun afacan bacaklarında
anavarca kayalıklarına tırmanmak isterdim
o güzel günleri görenler arasında
bir soluk ben de yaşamak isterdim
bir de luvr müzesinde seyretmek gizliden
öperken siya-u jakond'u tebessümünden
işte o an saçlarından yakalamak dolunayı
bir de yirmibeş kilometreden görebilmek
nazım'ın gözleriyle pırıl pırıl moskova'yı

ölmek ne garip şey anne
bayram kartlarının tutsaklığından aşırıp bayramı
sedef kakmalı bir kutu içinde
vermek isterdim çocukların ellerine
sonra
sonra benim güzel annem
damdan düşer gibi
vurulmak isterdim bir kıza

10
künyemi okudular
suçumuz malum
gecenin kıyısında durmuşum
kefenin cebi yok
koynuma yıldız doldurmuşum
koşun çocuklar çocuklar koşun
sabah üstüme
üstüme geliyor
yanlış mı duydum yoksa
erkenci bir horoz mu ötüyor
keskin bir acı bilenmiş
gitgide yaklaşıyor sonum
iri sözlerim yoktu söyleyecek
usulca baktım yüzlerine
bin yıllık iskeletleri çatırdayarak
göçtü ayaklarının dibine
korkutamadılar beni anne
avlunun ortasında çatık bir kaş gibi duran
darağacı
bir zaman rüzgârda
saçını tarayan telli kavak değil mi
boynumdaki kemendi bir öğle sonu bükerken o kız
sarı sıcak sevdasını düşünmedi mi
söyle anne
o çingene
bir çiçek bahçesi kadar sıcak sokağımızdan
bağıra çağıra geçen bohçacı kadını
sevmedi mi çılgınca

11
kurulmuş tuzaklar yok artık yolumda
işkenceler zindanlar hücreler
savunmak yok mutlu tok bir yaşamı
açlık grevlerinde beynimi bir sıçan gibi kemiren
mideme karşı
kısacası
bir çiçeği düşünürken ürpermek yok
gülmek umut etmek özlemek
ya da mektup beklemek
gözleri yatırıp ıraklara
ölmek ne garip şey anne
artık duvarları kanatırcasına tırnağımla
şaşkın umutlu şiirler yazamayacağım
mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım
baba olamayacağım örneğin
toprak olmak ne garip şey anne
ceplerimde el yerine balyoz taşırken
korkunç bir merakla beklerken kurtuluş haberlerini
ve yüreğimin ırmakları taştı
taşacakken
ölmek ne garip şey anne
uçurumlar ki sende büyür
dağdır ki sende göçer
ben yaprak derim çiçek derim
çam diplerinde açmış kanatlarını kozalak derim
gül yanaklı çocuğa benzer
yine de
oğlunu yitirmek kim bilir
ne garip şey anne

12
beni burada arama anne
kapıda adımı sorma
saçlarına yıldız düşmüş
koparma anne
ağlama
kırıldıysa düş evinin kapısı
bütün kırık kapıların çağrılışıyım
kızların yanaklarında çukurlaşan
biten başlayan aşkların ortasındayım
her kavgada ölen benim
bayrak tutan çarpışan
her kadın toprağı tırnaklayarak doğurur beni
özlem benim kavga benim aşk benim
bekle beni anne
bir sabah çıkagelirim
bir sabah anne bir sabah
acını süpürmek için açtığında kapını
umarım kurtuluş haberleriyle dönmüş olur
çam ve kekik kokuları içinde acı yüzlü çocuklar
o zaman nasıl indirilmişlerse şen şakrak
öylece kalkar uykudan şalterler
dişleyip tükürmeden sigaralarını
türkü tadında giyinirken işçiler
bir sabah anne bir sabah
acını süpürmek için açtığında kapını
adı başka sesi başka nice yaşıtım
koynunda çiçekler
çiçekler içinde bir ülke getirirler
başlarını koymak için yorgun dizine
sen hazır tut dizini anne
o mükemmel güne



ANNEMLE HASBİHAL - ORHAN SEYFİ ORHON

Anne, zannetme ki günler geçti de
Değişti evvelki hissim gitgide!
Bir hırçın çocuğum, değişmez huyum;
Seneler geçse de ben yine buyum!
Senden umuyorum teselli yine!
Bugün şefkatine, muhabbetine
Zanneder misin ki yok ihtiyacım?
Belki eskisinden daha muhtacım!
Dünyanın tükenmez kederlerinden
Kalbim kırılsa da böyle derinden,
Hayatım büsbütün ye'se kapılmaz.
Teselli bulurum içimde biraz
O derin sevgini hatırlarım da!
Her gece hıçkıran dudaklarımda
Hasretle anılan senin adın var.
Anne, hayatımda bir tek kadın var.
Beni aldatmadı, sevdi daima!
Gittikçe ruhumu saran bu humma
Başka sevgilerden yadigâr, anne!
Sevmeyen sevenden bahtiyar, anne!

Sorma ki başımdan çok şey geçti mi?
Ah... eğer anlatsam sergüzeştimi!
Nasıl terk edildim, nasıl atıldım;
Anne aldatıldım, ah aldatıldım,
Belki her zamandan fazla severken.
Bir lahza bahtiyar olayım derken,
Bilmezsin kaç gece böyle ağladım!
Şimdi tecrübem var, artık anladım:
Aşk, o bir masalmış, yalanmış meğer!
Seven bir kalp için sığınılacak yer
Yalnız o kucakmış, yalnız o dizmiş...
İnsanlar ne kadar merhametsizmiş.



BİR ANNEYİ YİTİRİŞ - ÖMER ERDEM
Cevdet Karal’a

‘Oğul
Erkek ve eskisin
Suların zarı gerilmeden yosunlarda
Zamansız bir çağrı gibi bekledim seni
Sonra…
Sana indin ağır
Taşların ve camların terlemesinde

Vınlayan bir yokluk olmasın adın.
Gözlerimi gönderdim aşkın ağzında çözülme diye
Oğul bir kelimedir dünya
Çalkalanır özsuyunda nabzı toprağın
Sen erkek ve eskisin
Unutma!’

bu ses derimden mi sızıyor şehre
tartılan eksik ekmeklerden mi duyuyorum
sabah tıraşlarında ayna buğularının ardında
bağladığım ayakkabılar değil ellerim
anne ben erkek ve eksik miyim

çoğaldık pencerelerimiz var yağmurdan
portakalı cazibemiz soyuyor dalında kışın
beraberiz suda haberliyiz olanlardan
çocuklarımızla parklarda yürüyoruz
inanıyoruz eskidiğine elmaların da

‘Oğul
Kasıklarımda sarmaladım seni alnımda ay
Aşerdim ve düştüm diline yazın
Yol gözledim kumaş biçtim
Gecenin atına binerek geldi adın
Beni dilinle şaşkınlık diye sakla
Oğul bir ateştir dünya’

bu ses saatimden mi düşüyor şehre
perdelerin hışırtısı mı örten beni
öyle ince kesiliyor ki lifleri iplerin
su içsem dolanıyor bana
gün bir ip çektikçe çoğalıyor

burada soğan kabuğuna mı inanalım
gömlekliyiz ve anlıyoruz ya renginden arabaların
yol kimin çocuğuna bakıyor böyle
vitaminler ve resimli bir üveylik
sızıyor dansından kızların
şimdi beraberiz suda
bakıyoruz birbirimize singin
çünki
inanıyoruz artık eskidiğine merhametin


‘Oğul bir dişidir dünya’
leeli
yeni doğmuş bebeğin dudağında
annemi “yitirdim”…
“oğul” bir kelimeymiş bu dünya

 

ANAMI SEYREDERDİM SECCADESİNDE - SADETTİN KAPLAN

Her seher anamı seyrederdim seccadesinde
Akça bir aydınlık süzülürken tepelerden
Ilık bir meltem dolardı odama
Bakardım seccadesinin üstünde anam
Uçan bir halıya diz çökmüş melek gibi

Alnı ak tülbendi ak
Alacakaranlıkta iki eli iki yaprak
Ya da iki kelebek gibi
Bir inleme uçuklarken dudaklarında
Giderek ağarırdı alnında şafak
Sessiz bir hıçkırık uçuverirdi ansızın
Kuş gibi çırpınan yüreciğinde
Çırpınan dilek gibi

Titrerdi parmakları titreyen aydınlıkta
Aydınlanırdı yüzü birden dolunay gibi
Duyamazdım sözlerini
Arada bir eliyle silerdi gözlerini
O gözler ki kirpiğinde yağmurlar dinlenirdi
O eller ki beyaz bir güvercinin
Kanatlarından düşmüş birer telek gibi


Ayaza kesen kış sabahlarında
Pencere camlarında donarken buz nakışları
Selam verirken benden yana
Üzerime örtülürdü sımsıcak bakışları
O titrerken incecik hırkasının altında
Ben onun şefkatini giyinirdim eynime
Sevgi sıcaklığında kadife yelek gibi

Her seher anamı seyrederdim seccadesinde
Ebedi giyinmiş ezeldi anam
Küçücük bir bedende dualar kadar büyük
Kabul olmuş dilekler kadar güzeldi anam



ANNE - HASAN AKÇAY

-Savaş görmüş çocukların dilinden
söylenmiştir bu şiir-

Bu sesler hangi çağdan taşınır
Hangi vadilerde kaybolur anne?
Toz bulutları inmez mi yere
Kulaklarım mı sağır
Onlar mı dilsiz anne?

Hep ölüm mü konuşur
Kan mı konuşur dünyamda benim
Bizden uzakta
Bizi bilen
İnsanlar var mı anne?

Çiçekler hangi sağda açar
Çocuklar hangi bahçede şimdi?
Onların sokaklarında aynı
Korkular mı vardır?
Yürekleri sığmaz mı yollara
Mevsimleri bahar mı, eylül mü?

Anne bırakma ellerimi
Korkuyorum!
Köşe başlarında namlular
Kan görüyorum…

Anne, kimsemiz yok mu bizim
Uzaklarda nasıl yaşar çocuklar?

Hangi bahçelerde açar
Düşlerimde soldurduğum çiçekler?

Anne, bırakma beni
Korkuyorum!
Babam bir daha gelmeyecek
Ona çiçek getireceğim
Mezarını bilmiyorum

Anne, bu zindanın adı ne
Boğuluyorum



80-ANNEM - YAHYA AKENGİN

Dalgın gülüşlü bir kilim nakışında
Bir dilim zamanı saklamış annem
Güler çocukluğum sılaya varışımda.

Salkım söğüt aralığından sızan ışıklar
Derlemiş bohçasına gül kokulu,
Tespihinde döner hayatın sırrı,
Yoldadır gözleri hep sitem dolu.

Gül açmış yazması
Barışmış yüreğinde sabırla özlem
Önce cümleye sonra bize duası
Bir gurbet dönüşü içilen çayda
Bin yıllık huzuru demlemiş annem.
 

İLGİLİ İÇERİK

CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ

DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ

HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ

KONULARINA GÖRE ŞİİRLER

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI İLE İLGİLİ ŞİİRLER

19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA HAFTASI ŞİİRLERİ

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI ŞİİRLERİ

ATATÜRK ŞİİRLERİ

ÖLÜM ŞİİRLERİ

TÜRKÇE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

ÇANAKKALE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

İSTANBUL İLE İLGİLİ ŞİİRLER

SON EKLENENLER

Üye Girişi