Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

ŞİİR NESİR KAVGASI - A.ALİ URAL


Şairler birbirlerini sevmeseler de öldürmemişlerdi. Kıskançlık yüzünden diğer şairlerin kelimelerine indirseler de Kabil’in taşını, hayatta kalmaya devam etmişti ebediyet iksiri içmiş sözler.

Genç şair Eflatun, Sokrates’i tanımasaydı tercihini felsefeden yana koymayacaktı belki de. Bir gece bütün arkadaşlarını yemeğe davet edip, o vakte kadar yazdığı bütün şiirleri alevlerin ortasına fırlatmayacaktı coşkuyla.

Birkaç mısra kalmıştı o alevli günden. Varsın yaksın şiirlerini. Bir dize bile şairini ölümsüz yapabilir. Yeter ki içine hile karıştırılmamış bir saflıkla sevsin insan. Sevsin ve dilensin güzelden güzeli. Tabiat sırrını yalnız kendisini sevenlere verir. Ve şöyle dedirtebilir pekâlâ Eflatun’a: “Seni görmek için, gök kubbesi gibi/ Hep göz olmak isterdim.”

Bir gözden ibaret olsa da insan kör kalabilir fakat. “En sevdiğin,” diye başlayan sorularda göze sürülmeye hazırlanan kızgın bir milin sıcaklığını kim hissediyor? “En iyiler” listeleri birçok hakikati hatırlatmakla beraber pek çok hakikati örtmüyor mu? Neden Dostoyevski’yle Tolstoy’u kavga ettirmeye çalışıyoruz? Bir tren istasyonunda son nefesini verirken Tolstoy’un başucundaki kitap “Karamazov Kardeşler” değil miydi!

“Anneni mi daha çok seviyorsun babanı mı?” tuzak sorusuna düşmemişti çocuklar. Büyükler çocuklar kadar zeki olmadıklarından, “Şiiri mi daha çok seviyorsun nesri mi?” sorusundan sonra kılıçlarını çekip düello yaptılar. Nesir taraftarları, düşüncelerin şiir yoluyla aktarılamayacağını ileri sürerek, büyük felsefecilerin hiçbirinin şiire tenezzül etmediğini söylerken, şiir için kılıç sallayanlar, şiirin bir düşünce değil bir inanç olduğunu, bir süreliğine de olsa dağları yerinden oynatmanın hazzına hiçbir şeyi değişmeyeceklerini ilan ettiler.

Saygı görmediğini var sayan her düşünce hırçınlaşabiliyor. Şairlerin şiire yükledikleri anlamda toplumun şiir karşısındaki duyarsızlığının rolü nedir acaba? Fransız şair Saint-John Perse’in, İsveç Kralı VI. Gustave Adolf’un elinden 1960 Nobel Edebiyat ödülünü aldığı o görkemli törende yaptığı konuşmadaki ilk cümleleri hatırlayalım: “Burada şiire karşı gösterilen saygı ve yapılan övgüyü, bir an önce kendisine yetiştirmek istiyorum. Şiir, her zaman öyle pek bir saygı görmüyor. Şiirle, maddenin tutsağı olmuş bir toplumun uğraşıları arasındaki mesafe, gün geçtikçe artıyor da ondan…”

Şiiri korumak için mızraklarını nesre savuran az şair yoktur. Roman, hikâye ve deneme okumadıklarından değil. Aslında nesri bahane ederek sevmedikleri şairlere saldırmalarından ibarettir mesele. “Orduya esnaf karışmış,” diyerek üzengisini tamir eden askeri azleden Kanuni gibi görürler kendilerini.  Akıllı olsalardı Baudelaire gibi yapar, nesri esir alırlardı şiirleriyle. “Şair ol nesirde bile,” diyebilen biri yazabilirdi ancak “Paris Sıkıntısı”nı. Şöyle tanıtıyordu o günlerde mensur şiirini Baudelaire: “Sıkıntımdan oldukça memnunum. Aslında bu da bir ‘Kötülük Çiçekleri’ ama çok daha özgür, çok daha ayrıntılı ve alaycı.”

Şiir atına binseler de nesrin uçsuz bucaksız vadilerine kimler kaçmamış ki! Kuzgun’da defalarca “Hiçbir zaman!” dese de öykünün büyüsüne “Her zaman!” dememiş miydi Edgar Allan Poe! Şair Tanpınar’ı huzursuz edip Huzur’u yazdıran da bu ayrıntılı anlatma isteği değil midir: “Şiir, söylemekten ziyade bir susma işidir. İşte o sustuğum şeyleri hikâye ve romanlarımda anlatırım. Onun için mümkün olduğu kadar kapalı âlemler olmasını istediğim şiirlerimin ana hatlarını roman ve hikâyelerim verir…”

Bakalım şimdi sizinle paylaşacağım haber taraftarlıktaki aşırılık konusunda nasıl bir fikir verecek size? Sonu cinayetle bitecek bir edebiyat tartışması olabilir mi? Oldu. Rusya’da bir edebiyat tartışması ölümle bitti. Geçtiğimiz günlerde Sverdlovsk’ta, 53 yaşındaki bir ilkokul öğretmeni, “Nesir mi şiir mi?” tartışmasında 67 yaşındaki arkadaşını bıçaklayarak öldürdü. Şiir ve nesir çağlar boyunca birbirinin yarasını sarıyordu oysa.

Daha önce yine Rusya’da benzer bir olay yaşandığını yazıyordu Guardian’ın muhabiri.  Rostov-on-Don şehrindeki bir bakkalda Immanuel Kant’ın “Saf Aklın Eleştirisi” hakkında bir tartışma çıkmış, taraflardan biri diğerini silahla yaralamıştı. Kant’ı mezarında döndüren bu tartışmadan sonra akıl kadar aklın nasıl korunacağı da tartışmaya açılmalı belki de. Tabii birbirini yaralamadan.Taraftarlar bazen kendi takımlarına başkalarından daha çok zarar verirler. Kötü tezahüratlar ve sahaya izinsiz girme yüzünden ne çok maçı kaybetmiştir takımlar.

Kavga etmeyi ne çok seviyor insan.

 
A. Ali Ural

 


 

SON EKLENENLER

Üye Girişi