Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

FUZULİ - KEREM KIL KESME SAKİ İLTİFATUN Bİ-NEVALARDAN

GAZEL İNCELEMESİ
1) Kerem kıl kesme sâkî iltifâtun bî-nevâlardan
    Elünden geldiigi hayrı dirîğ etme gedâlardan

Ey sâkî, kerem et yoksullardan iltifatını kesme. Elinden gelen hayrı bu dilencilerden esirgeme.

İltifat dönüp bakmak manasınadır. Sâkî, gedalara dönüp bakıyordu, yani şarap sunuyordu. Bu dönüp bakmayı yani kadeh sunmayı kesmesin, devam etsin diyor. Sâkî, şarabı eli ile sunar. Sâkînin elinden gelen hayır, şarap kadehidir. Sâkî, aşkı ilham eden olduğuna nazaran sâkî aşkı sunuyor. Bu ise bir hayırdır.
Asıl şarap bir şer olduğuna göre, aşkın hayır olduğuna inanıyor. “Elinden geldiği”nin asıl manası: Kudretin müsaade ettiği kadardır. Fakat burada eline verdiğin şarap demektir.

2) Esîr-i gurbetüz biz senden özge âşinâmuz yoh
    Ayağun kesme başunçün bizüm mihnet-serâlardan

Biz gurbete esiriz, senden başka dostumuz yok. Kendi başının, hayatının selâmeti için bizim dert ve mihnet evlerimizden ayağım kesme.

Âşıklar, ervah âleminden anâsır âlemine düşmüşlerdir.
Dünya onlar için gurbettir.
Gurbete, yani dünyaya ve tabiî olarak dünya nimetlerine bağlanmışlardır. Burada Elest Bezmindeki şaraptan, yani aşktan başka onların dostları yoktur. Aşk, âşıkları Hakk'a götürür, dünya nimetlerinden feragat ettirir. Dünya onlar için bir dert evidir. Sâkî onları daimâ ziyaret etsin istiyor.
Ayak yine iki manâyadır: Sâkî mevzuubahs olduğuna göre ayak kadehtir. Bir de asıl manası ile ayaktır. Ayağını kesmek, bir daha onun ziyaretine gitmemek demektir.

3) Sabâ kûyunda dil-dârun nedür üftâdeler hâli
   Bizüm yerden gelürsen bir haber ver âsinâlardan

Ey bahar rüzgârı, yârin diyârında âşıkların, düşkünlerin hâli nicedir? Bizim yerden geliyorsan, dostlardan bir haber ver.

Yârin diyârı âlem-i vahdettir. Orada âşıklar vardır. Bizim yerden dediği yer, asıl vatanı yani Elest Bezmidir. Oradaki dostlardan haber soruyor.
Sabâ, bahar rüzgârıdır. Bahar ise “adl” münasebetiyle İslâm'dır. Vahdet akîdesi İslâm tasavvufunda vardır. Başka bir din, o diyârdan haber vermez. Bunlar evvelce izah edilmişti.

Dil - dâr, gönül alan manasınadır. Üftâde ise düşkün âşıktır. Hakikî sevgili gönül alıcı olduğuna göre, düşkün âşıkları yerden kaldırıyor demektir. Âşıklar, sevgilinin divârında son derece mesutturlar demek istiyor.
Sevgilinin diyârında âşıklar düşkündürler, yani yere düşmüşlerdir. Şâir, bizim yerden diyerek toprağı, yeri de düşündürüyor.

4) Deme zâhid ki terk et sîm-ber bütler temâşâsın
     Meni kim kurtarur Tanrı sataşdurmuş belâlardan
Ey zâhid, gümüş göğüslü güzellere bakma deme bana. Allah’ın musallat ettiği belâlardan beni kim kurtarır.

Bu beytin iki manası vardır :
1- Ey. zâhid, gümüş göğüslü güzellerin temâşâsından beni men etme Allah'ın bana musallat ettiği belâlardan beni ancak onlar kurtarır. Çünkü onları temâşâ edip, onlarda tecelli eden Hakk’ın güzelliklerini göre göre, onların aşk ıstırabını çeke çeke Hakk’a yakınlaşıp Elest Bezminde ettiğim ahdden “bela” kurtulacağım.
2 -— Ey zâhid, gümüş göğüslü güzellere bakmaktan beni menetme. Allah'ın bana musallat ettiği belâlardan beni kim kurtarabilir? Yani bu benim alınyazımdır. Beni, aşkları bir belâ olan bu güzellerden kimse kurtaramaz.
Ekseriya kiliselerde Meryem Ana tasvirleri, göğsü gümüş gibi parlak olarak veya hakikaten gümüşten yapılır. Ekseriya putlar için sîmber, gümüş göğüslü vasfı kullanılır. Bir de tabiî beyaz manasına da gelir. Büt olan yerde ekseriya Allah, Tanrı kelimesi kullanılır.

5) Girüp mescidlere ger muktedâlar peyrevi olman
     Budur vechi ki hergiz görmedüm yüz muktedâlardan

Mescidlere girip imamların arkasında namaz kılmıyorum. Sebebi şudur: İmamlardan hiç yüz görmedim.

İmamlar namazda cemaata arkalarını döner, öyle namaza dururlar.
Yüz görmedim, bana hiç yüz vermediler, demektir. Aynı zamanda yüzlerini görmedim manasına gelir.
Vechi budur, sebebi budur demektir. Vech aynı zamanda yüz mahlâsınadır.

6) Tabîbâ hâk-i kûy-i yârdandur eşk teskîni
     Bize arturma zahmet göz yaşarur tûtiyâlardan

Ey hekim, gözyaşım yârin diyârının toprağı dindirir. Göz yaşartıcı tutya «sürme» verip benim acımı artırma.

Göz hastalanınca sulanır. Tutya, gözü yaşartarak bu göz hastalığını tedâvî eder. Göz sulanıyor, fakat ağlamak Süretiyle yaş akıyor. Tutya, bunu dindirmez. Bu gözyaşını ancak sevgilinin diyârının toprağı dindirir. Yani yâr diyârına gidip o toprağa yüzünü, gözünü sürmek gözyaşını teskîn eder.

7) Felekde mihr zâ'il yâr gâfil ömr müsta'cil
    Nedür tedbîr bilmen câna yetdüm bî-vefâlardan

Felekte sevgi zeval buluyor, yâr bundan haberdar değil; ömür ise süratle geçiyor. Buna karşı tedbir almak ne sûretle olur, bilmiyorum. Vefasızlardan ölecek hâle geldim.

Mihr, iki manâyadır: Sevgi ve güneş. Sevgi zeval bulduğu gibi, güneşin de zeval noktası vardır. Güneş yükselip bir noktaya gelir, orası zeval noktasıdır. Sonra alçalmaya başlar. Kemâl bitip zeval başlıyor. Yâr, âşıkın hâlini bilip ona vefa göstermiyor. Ömür de süratle geçip gidiyor. O da vefasız. Bu vefasızların yüzünden âşık ölüm hâline geliyor.

8) Vücûdum ney kimi surâh surâh olsa âh etmen
     Mahabbetten dem urdum incimek olmaz cefâlardan

Vücudum ney gibi delik delik olsa yine ah etmem. Bir kere mahabbet davasında bulundum. Cefalardan incinmek olmaz.
Ney dilinir, perdeler açılır. «Ney» e dem vurulur, yani üflenir. Ney, ah eder. Ney de mahabbet davasındadır. Neye tevdi edilen sır, aşk sırrıdır. Ney bu davaya, bu idrake rağmen ah ediyor. Âşık, cefalara katlanır. Hattâ onları zevk ile karşılar, ah etmez. Bu, takdîr-i İlâhîye karşı bir nevi isyandır. Geçen bir gazelde Fuzûlî şöyle diyordu:
Ey Fuzûlî hûb olanlardan tegâfüldür yaman
Bir cefâ kim gelse anlardan bir ihsandur sana

9) Fuzûlî nâzenînler görsen izhâr-ı niyâz eyle
     Terahhum umsa ayb olmaz gedâlar pâdişâlardan

Ey Fuzûlî, nazlı güzeller görürsen onlara yalvar, sana acısınlar. Çünkü dilencilerin padişahlardan merhamet dilenmeleri ayıp değildir.

Güzellerin âşıklara merhameti onlara cefa etmeleridir.
Fuzûlî cefa etmelerini istiyor. Bu cefalar, onu hakikî sevgiliye götürecektir.

FUZULİ DİVAN ŞERHİ, PROF.DR. ALİ NİHAT TARLAN, KÜLTÜR BAKANLIĞI

 


AÇIKLAMA - 2

Kerem kıl, kesme sâkıy, iltifatın binevâlardan
Elinden geldiği hayrı diriğ etme gedâlardan.

Esir-i gurbetiz biz, senden özge âşinâmız yok
Ayağın kesme başın çün, bizim mihnetserâlardan

Sabâ! Kûyunda dildârın nedir üftâdeler hâli
Bizim yerden gelirsen bir haber ver âşinâlardan

Deme zâhit ki: "terk et simber bütler temâşâsın"
Beni kim kurtarır Tanrı sataştırmış belâlârdan?

Vücudum ney gibi sûrah sûrah olsa âh etmem
Muhabbetten dem urdum, incimek olmaz cefâlardan

Fuzuli! Nâzeninler görsen ızhâr-ı niyâz eyle
Terahhum umsa ayb olmaz, gedâlar pâdişâlardan
                                    FUZULİ

ESİR- İ GURBETİZ BİZ


Fuzulî en büyük Divan şairimiz; Fuzulî, Irak'taki ebedî büyükelçimiz, Fuzulî, Irak Türklüğü ve hatta bütün Türk dünyasıyla müşterek şiir dilimiz.
Yunus Emre'nin Anadolu’da "popüler" olduğu kadar, Fuzulî'nin de Irak ve Azeri Türkleri arasında konak, çardak ve kulübeleri aynı zamanda sardığını, sevgili Ali Nihat Tarlan hocamız söylemişti. Bu coğrafya çevresine Doğu Anadolu'muzu da katmak gerektir. .

Fuzulî birbirinden hiç ayırt edilmeyen Anadolu, Irak ve Azeri (hatta Türkistanlar) halkımıza o kadar mal olmuş, öylesine sevilmiştir ki... Onun en "ağır" zannedilen gazelleri bile Karacaoğlan'ın koşmaları gibi bilinmeyen ustalarca birkaç türlü olmuştur bestelenmiştir. Bazı dergâhlarda "nefes" dağlık yörelerde "maya" gibi söylenmiştir.
16. asrın başında doğduğu ve ortalarında öldüğü bilinen Fuzulî, Bayat boyundan olarak, Irak Türklüğünün duygularını, ölümsüz şiirlerine yerleştirmiştir. Ömrü boyunca Irak bölgesinden çıkmamış, çok istediği, özlediği, hayran olduğu İstanbul'a ve bu "pâyitaht"ın kültür çevresine gelememiş, katılamamıştır.
Yaşadığı müddetçe aşktan, yoksulluktan ve hasretten yakasım alamamıştır. Şiirinde ebedileşen yalnızlık, hayranlık, özleyiş duygulan, belki de bu sebepten alabildiğine derindir.


Bütün Irak, Hille, Bağdat, Kerbelâ Fuzulî'nin doğumuna ve hayatına mal edilen yerlerdir. Nerede öldüğü ve mezarının yeri de kesin değildir. Eski bir kayda göre: "Kerbelâ’da, Meşhed-i Hüseyin yakınında" bir yere gömülmüş, üzerine türbe yapılmış, fakat daha sonra Şairin:

"Mezarım üzre koyman mil eğer kûyunda can versem
Koyun bir saye düşsün üstüme ol serv kametten"

beytini vasiyet sayan Bağdat valilerinden biri, Hz. Hüseyin'in türbesinden onun mezarına gölge düşmesi için, o türbeyi yıktırmıştır.
Büyük şairler keramet sahipleridir. Sözlerindeki keramet, bazen ölümlerinden yüzyıllar sonra anlaşılır. Ben yukarıdaki harikalı gazeli, sanki ilk defa rastlıyormuşum gibi, bir defa daha, âdeta çarpılmış gibi okuyunca, bu keramete elimle dokunmuş gibi oldum. O zaman, kim bilir hangi "hasret ve gurbetin esirliğini" söylediği zannedilen Fuzulî, bugünün gözü ile baktığımızda tekmil Irak Türklüğünün ve yad ellerde, yabancı bayraklar altında esir yaşayan bütün soydaş dindaş gönüllerin hasret ve gurbet acılarım söylemiyor mu?
Ben şiiri, kendi sınırlan içinde açıklamaya çalışırken, okuyucularım bu gazeldeki umumi ve sosyal ıstırabın haşmetini de düşünsünler.
Şiir, görüldüğü gibi bir "gazel"dir. Çok zarif hayal unsurları, kelime oyunları... Türkçenin en güzel söylenişleri ile birlikte... Fuzulî'ye mahsus olarak bilhassa duyguların erişilmez ölçüde derinleştiği, ıstırabın, hiçbir dünya şairinde bulunmayan ölçüye vardığı bir gazel...

1. beyit: (binevâ: kimsesiz, sığınaksız, yoksul.- diriğ etme: esirgeme.- gedâ: yoksul, isteyici, dileyici) Burada şairin "sâkıy" dediği sevgiliden, büyüklen, iyilik yapıcıdan istediği "iltifat” ve sevgidir. Onu bir hayır sahibi gibi görerek: "biz dilencilerinden, elinden gelen hayrı, iyiliği, sevgiyi esirgeme" demektedir.

2. beyit: (mihnetserâ: eziyet, sıkıntı yeri, âşinâ: tanıdık, gönül dostu) "Biz gurbetin esiriyiz, senden başka dostumuz, yakınımız yoktur ne olur (başın için) bizim bu sıkıntılı eziyetli yerimizden ayağını kesme; ara sıra uğra. "Bu beyitte" ayağ" aynı zamanda "kadeh" manasına geliyor. Sakiy'den sevgi içkisi isteniyor. Ayrıca "baş" ve "ayak" kelimeleri arasında güzel bir "tezat" yapılıyor.

3. beyit: (kûy: köy, sokak, mahalle, şehir.- dildâr: sevgili.-üftâde: düşkün, âşık, felek kırgını.-) Beyitle, haberci ve postacı sayılan "saba"ya (meltem yeli) hitab edilerek haber soruluyor: "Ey sabâ! Sevgilinin yöresinde, ona âşık olan biçarelerin halleri nasıldır! Eğer o bizim yerden geliyorsan, o âşinâlardan bir haber ver." Fuzulî aşk yüzünden sevgilinin diyarım terk etmiş, şimdi de, tıpkı kendisi gibi, ona âşık olanların düşkün hallerini merak etmektedir.

4. beyit: (zâhit: ham sofu, mutaassıp kişi.- simber bütler: gümüş göğüslü güzeller, putlar, heykel gibi mevzun sevgili er) Burada aşkı, âşıklığı hor gören ve yasaklayan, kaba bakışlı kişilere seslenerek: sen bana "güzel göğüslüleri seyretmekten, onlara hayranlıktan vazgeç” dersin ama, onlar bana bizzat Tanrının sataştırdığı belâlardır; Allah’ın islediği bu aşktan beni kim kurtarabilir?"

5. beyit: (sûrah sûrah: delik delik.) Bu beyitte Fuzuli, birçok şiirlerinde olduğu gibi aşktan, sevgiden hoşnut olduğunu, onun verdiği ıstıraptan asla şikâyet etmeyeceğini belirliyor: Vücudum, hazin ses çıkaran bir ney gibi delik delik de olsa ah çekmem. Çünkü biz, bir defa muhabbetten dem vurmuşuz (sevda iddiasında bulunmuşuz) bu aşkın cefasından incinmek olmaz."

6. beyit: (nazenin: güzel sevgili.- ızhâr-ı niyâz: yalvarmak, lütuf dilemek.- terahhum: acıma, merhamet). Fuzuli burada kendi kendine seslenerek: "Nazlı güzelleri gördüğünde, onlara yalvarıp yakarmaktan sakınma. Çünkü: yoksullar, padişahlardan merhamet dilerlerse ayıp değildir".

AHMET KABAKLI, Tercüman, 2 Mayıs 1976

 

İLGİLİ İÇERİK

FUZULİ - EĞER ÇIKSA İDİ DERDÜN CİSMDEN DERDÜM Kİ CANDUR BU

FUZULİ - BUDUR FARKI GÖNÜL MAHŞER GÜNÜNÜN RUZ-I HİCRANDAN

FUZULİ - BENDE MECNUN'DA FÜZUN AŞIKLIK İSTİDADI VAR

FUZULİ HAYATI ve ESERLERİ

FUZULİ-ÖYLE SERMESTEM Kİ İDRAK ETMEZEM...

FUZULİ - ÖYLE SERMESTEM Kİ İDRAK ETMEZEM...

FUZULİ-BERCESTELER

FUZULİ-ÂL-İ ABÂ MERSİYESİ

FUZULİ - LEYLÂ VE MECNUN AÇIKLAMASI

SON EKLENENLER

Üye Girişi