Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 MERSİYE

Arap, Fars ve Türk edebiyatlarında özellikle ölenin veya kaybedilen değerlerin ardından onu öven ve kaybının üzüntüsünü terennüm eden şiirlerin genel adı.

Sözlükte "ölenin iyiliklerini anıp ağla­mak, onun hakkında ağıt söylemek" anla­mında Arapça masdar olan mersiye (risâ') bu amaçla söylenen sözler" mânasında 'sim olarak da kullanılır. Kaynaklar insa­noğlunun ilk söylediği şiirin mersiye oldu­ğunu, en eski mersiyenin de Kabil'in Hâbil'i öldürmesi üzerine Hz. Âdem tarafın­dan söylendiğini kaydeder. Arap edebiya­tında mersiyenin başlangıcı. Câhiliye dev­edeki cenaze törenlerinde kadınlar tara­rdan terennüm edilen seçili ve ahenkli sözlere kadar uzanır. Bunların daha sonra, manzum kalıplara dökülmesiyle bugün bilinen mersiyeler ortaya çıkmıştır. Câhiliye döneminde ölüye ağlarken kadınlar İcarını keser, yüzlerini tokatlar ve yaka­larını yırtarlardı. İslâmî dönemde bu tür davranışlar Hz. Peygamber tarafından ya­saklanmıştır (Buhârî, "Cenâ'iz", 35, 38-39; Müslim, "îmân", 165).

Klasik mersiyede üç ana bölüm vardır. Bunlar ölen kişinin yitirilmesinden duyu­lan acı ve üzüntünün dile getirildiği ağla­ma bölümü (nedb, nevh), erdemlerinin an­latıldığı övgü bölümü (te'bîn) ve duyulan acılara katlanmanın tavsiye edildiği bö­lümdür (sabır, azâ). Öldürülen kardeşleri için ağlamaktan gözleri kör olan Arap ka­dın şairlerinin en büyüğü Hansâ'nın mer­siyesinin ilk bölümünde yer alan ağlama ve gözyaşı tasvirleri bu alandaki en başa­rılı örnektir. Geleneğe göre mersiyelerde ölenin cömertlik, konukseverlik, güçsüz­leri koruma, cesaret ve kahramanlık gibi meziyetleri, ilim ve irfanı yanında dünya hayatının fâniliği anlatılarak geride ka­lanlar sabra davet edilir ve konu hikmetli sözlerle desteklenirdi. Ancak Câhiliye şa­irlerinden Düreyd b. Sımme ile Ebû Duâd el-İyâdî ve Endülüslü şair İbn Hafâce, mersiyelerine farklı konuları ele aldıkları birer nesîb ile (gazel) başlayarak bu yapı­nın dışına çıkmışlardır (el-Asma’iyyât, s. 111 [nr. 28|; s. 213-218 (nr. 65]; İbn Hafâ­ce, s. 110-III).

Câhiliye devrinde ve İslâm'ın ilk zaman­larında nazmedilmiş mersiyelerde öldü­rülen kişilerin intikamını almaya yemin etme ve düşmanı korkutma temalarına da yer verilmiştir. Muallaka şairi Antere'nin mersiyeleriyle (Dîvân, s. 69-70, 127-128, 217) Bedir ve Uhud gibi savaşlarda öldürülenler için her iki tarafa mensup şairlerin, sahabeden Hassan b. Sabit ile Kâ'b b. Mâlik'in, müşriklerden Ümeyye b. Ebü's-Salt, Abdullah b. Ziba'râ, Hübeyr b. Ebû Vehb ve Dırâr b. Hattâb'ın mersiye­lerinde bu özellikleri görmek mümkün­dür (İbn Hişâm, III, 8. 45, 55-56. 90. 97-98, 136-137). Azda olsa mersiyelerinde ortalığı yatıştırmaya çalışan şairler de gö­rülür. Nitekim Tâlib b. Ebû Tâlib. Bedir'-de ölen müşrikler için nazmettiği mersi­yede Hz. Peygamber'i övmüş, geçmişteki savaşlardan örnekler vererek bu tür ça­tışmalardan kaçınmanın gereğini vur­gulamış (a.g.e., III, 27-28), Kureyş'ten Kuteyle bint Haris, kardeşi Nadr için söy­lediği mersiyede öldürülmesinden duydu­ğu üzüntüyü dile getirirken Resûl-i Ek­rem'in asil bir aileden geldiğini itiraf et­miştir (İbn Kuteybe, eş-Şi'r ve'ş-Şu'arâ', s. 45). Ebû Zeyd el-Kureşî, Cemheretü eş'âri'l-'Arab'ın beşinci tabakasında muhadramûn ve Câhiliye devrinde yaşayan yedi şairin mersiyelerine yer vermiştir (DİA, VII, 324).

Emevîler'le birlikte saltanatın başlama­sı ve hilâfetin babadan oğula geçmesi mersiyelerde taziye ile tebrikin birleşme­sine sebep olmuş, hüzün ve sevinci, ka­ramsarlıkla ümidi bir şiire sığdırmıştır. Bunun ilk örneği, Abdullah b. Hemmâm es-Selûlî'nin Muâviye'nin ölümünden son­ra yerine geçen oğlu Yezîd'e hitaben yaz­dığı mersiyede görülür (Câhiz, 1.495.496; ibn Kuteybe, eş-Şicr ve'ş-şu'arâ', s. 439). Ebû Nüvâs'ın, Hârûnürreşîd'in ölümü ve oğlu Emîn'e yeni halife olarak biat edil­mesi üzerine nazmettiği mersiye de bu nevidendir (Divân, s. 581). İslâm ülkeleri­nin sınırlarının genişlemesi ve bağımsız birçok krallık ve emirliğin ortaya çıkması taziye-tebrik türü mersiyeleri arttırmış­tır (İbn Bessâm eş-Şenterinî, l/l, s. 393; 1/ 2. s. 10; IV/l.s. 211; Makkarî. II, 149-157).

Ölünün arkasından ağlamayı yasakla­yan hadislerin tesiriyle Hz. Peygamber için nazmedilmiş mersiyeler kısa olmalarının yanı sıra fazla da değildir. Hassan b. Sâbit'in bu konudaki beş kasidesinden en uzunu kırk dört beyitten meydana gel­mektedir (Dîvân, s. 54-59, 63, 64). Kâ'b b. Mâlik'in divanında ise üç kısa şiir yer al­mıştır (Divân, s. 173, 198, 281). Abdullah b. Üneys. Ebû Züeyb el-Hüzelî, Resûl-i Ek­rem'in amcazadesi Ebû Süfyân ile Ebû Bekir, Ömer ve Ali'nin de zamanımıza kıs­men intikal etmiş mersiyeleri mevcuttur (Ahmed Kûtî, LXIII/2 11408/1988). s. 220-224). Hz. Peygamber için kadınların naz­mettiği mersiyelerden kızı Hz. Fâtıma'ya ait üç. halası Safıyye'ye ait yedi, diğer ha­lası Âtike'ye ait üç kaside dışında çoğu ya­kınları olan hanımlara ait mersiyelerden parçalar çeşitli kaynaklarda zikredilmiş­tir (a.g.e., LXlll/2 11408/1988], s. 224-229). Resûlullah için yazılan methiyelerin bir­çoğunda mersiye özellikleri de bulunur. Bilhassa onunla birlikte Ehl-i beyt'in de övüldüğü Kümeyt el-Esedî, Di'bil, Mihyâr ed-Deylemî ve Şerif er-Radî gibi şairlerin methiyelerinde bu nitelik açıkça görülür. Hz. Ali ve Hüseyin'in şehid edilmesi sebe­biyle Ehl-i beyt için gerek o devirde ge­rekse sonraki dönemlerde çok miktarda mersiye kaleme alınmıştır. Kümeyt el-Esedî'nin bu konudaki şiirleri el-Hâşimiyyât adıyla anılır. Di'bil el-Huzâî, Şerif er-Radî ve Mihyâr ed-Deylemî de Ehl-i beyt'e dair mersiyeleriyle tanınan şair­lerdendir.

İslâm tarihinde fazla tanınmamış bazı hanedanlarla devlet yönetiminde bir müddet etkili olmuş nüfuzlu kişilerin ken­ dileri için nazmedilen mersiyelerle dikkat çektiği ve daha çok bunlarla tanındığı görülmektedir. Abbâsîler'in bir müddet vezirliğini yapan Bermekî ailesinin siyasî sebeplerle öldürülmesi üzerine Di'bil, Selm el-Hâsir, Eşca' es-Sülemî, Fazl b. Abdüssamed er-Rekâşî ve Ebû Nüvâs gibi şairlerin yazdığı mersiyeler bu nevidendir (Ebû Nüvâs. s. 582-585; Mes'ûdî, 111, 389-392). İşbîliye (Sevilla) şehri ve çevresinde yarım asır hüküm süren Abbâdîler'den Mu'temid-Alellah. Murâbıt Hükümdarı Yûsuf b. Tâşfîn tarafından saltanatına son verilerek ailesiyle birlikte Mağrib'in Ağmât şehri zindanına sürgüne gönderilince kendisini zindanda sık sık ziyaret eden İbnü'l-Lebbâne ile İbn Hamdîs'in kasideleriyle Mu'temid-Alellah'ın şairlerin­den İbn Abdüssamed ve Lisânüddin İbnü'l-Hatîb'in mersiyeleri (Abdülvâhid el-Merrâküşî, s. 102-104; İbnü'l-Hatîb, A'mâlü'l-a'lâm, s. 165-167) bu hükümdarın ve ailesinin daha çok tanınmasını sağlamış­tır. Ömer el-Mütevekkil'in iki oğluyla bir­likte Murâbıtlar tarafından idam edilerek Batalyevs'teki (Badajoz) hâkimiyetlerine son verilen Eftasî hanedanı için Vezir İbn Abdûn'un tarihî bilgisini ortaya koyarak nazmettiği mersiye hem şairine hem de hanedana şöhret kazandırmıştır (Toprak, DDL, V/2 1993), s. 153-168).

Uzun bir ömrün ya da amansız bir has­talığın ardından yaklaşan ölümü veya esir düşüp öldürülmeyi beklerken kendileri için mersiye yazanlar da olmuştur. İbn Kuteybe, bu türün öncüsü olarak tanınan Câhiliye şairi İbn Hazzâk'ın bir mersiyesini nakletmektedir (eş-Şi'r ve'ş-Şu'arâ', s. 249). Horasan'ın fethi için gönderilen or­duların birinde yer alan Mâlik b. Reyb (Ebû Ali el-Kâlî.Zeylül-Emâli,s. 137-139). Ağmât zindanlarında ölümünü bekleyen İbn Abbâd el-Mu'temid-Alellah, yakalan­dığı amansız hastalığa yenik düşen İbn Şüheyd (İbn Bessâm eş-Şenterînî, l/l, s. 282-287), sefahat içinde geçen ömrüne pişmanlık duyan ve Allah'ın huzuruna gü­nahkâr olarak çıkmanın verdiği korkuyu dile getiren Ebû Nüvâs da (Divan, s. 579-580) bu tarz şiirler nazmedenlerdendir. Kendileri için mersiye yazanlar arasında Abdüyegüs b. Salâe, Suraym b. Ma'şer. Alkame b. Sehl ve Ca'fer b. Ulbe de anıl-malıdır. Gençlik günlerine ağıt şeklinde­ki mersiyenin öncüsü Câhiliye şairi Amr b. Kamie olup Endülüslü şair İbn Hafâce de bu temayı birçok şiirinde işlemiştir (Divan, s. 27, 46, 94, 132).

Hayatta iken dost ve yakınlarından ken­dileri için mersiye talep edenler de vardır. Hz. Peygamber'in dedesi Abdülmuttalib'in altı kızının babalan için yaktığı ağıt­lar (İbn Hişâm, 1, 169-173), Ebû Nüvâs'ın dilci ve şiir râvisi Halef el-Ahmer'e mersi­yesi (Divan, s. 574, 577), Ebû Sahr el-Hüzeli'nin Emevîler'den Abdülazîz b. Üseyd'e mersiyesi (Ebü'l-Ferec el-İsfahânî, el-Eğânî, XXIV, 103) bu gruba dâhil edilebilir. İlk örneği İmruülkays b. Harise ile muallaka şairi İmruülkays b. Hucr'da görülen (İbn Kuteybe, eş-Şi'ri ve'ş-şucarâ s. 67-68) Câ­hiliye kasidelerinin genellikle giriş kıs­mında sevgililere, akraba ve dostlarla ya­şanmış hâtıraların bulunduğu eski mes­kenlere ve terk edilmiş diyara yakılmış ağıtlar da mersiye kabul edilmiştir. Daha sonraki şairlerle devam eden bu gelenek İslâmî dönemde elden çıkan veya dep­rem, sel ve düşman baskını gibi felâket­lere mâruz kalan şehir ve yerler hakkında mersiyelerle sürdürülmüştür. Abbasî ha­lifeleri Emîn ve Me'mûn kardeşlerin ikti­dar mücadelesinde tahrip edilen Bağdat üzerine nazmedilen mersiyeler arasında (Taberî, V. 74-89) Türk asıllı şair Hureymî'nin 135 beyitlik kasidesi (a.g.e., VIII, 431-454) bir şaheser kabul edilir. İbnü'r-Rûmî'nin zenci ayaklanmasında tahrip edilen Basra'ya ve ahalisine dair yazdığı mersiyede (Divan, s. 419 vd.) Hureymî'den esinlendiği görülmektedir (a.g.e., ay.). Abbasî hilâfetine son veren Moğollar'ın tahrip ettiği Bağdat için Şemseddin Mahmûd el-Kûfî ve Takıyyüddin İs­mail et-Tenûhî gibi birçok şair mersiye yazmış (Kütübî, I, 497-501), depremde yerle bir olan Şeyzer (Hama) kasabası ve halkı için Üsâme b. Münkız bir ağıt nazmetmiştir (Divan, s. 304-305, 307-309). Hakkında en çok mersiye söylenen yer­lerden biri, V. (XI.) yüzyılın ikinci yarısın­dan itibaren Müslümanların elinde bulu­nan şehirleri birbiri ardınca Hıristiyanların eline geçen veya tahrip edilen Endü­lüs'tür. Bu mersiyelerin ağıt kısmında sa­dece şehrin kaybedilişine veya yakılıp yı­kılışına değil aynı zamanda Müslümanların içine düştüğü zillet ve esarete, cami­lerin kiliseye dönüştürülüp minarelerden ezan sesi yerine çan sesi duyulmasına da ağlanmıştır. Bir kısmında ise yurdunu sa­vunmaktan âciz kalan veya düşmandan korkup onunla savaşı göze alamayan Müslümanlara yöneltilmiş kınama ve yer­meler de vardır. İbn Amîre'nin 635'te (1238) düşen Belensiye (Valencia) için mer­siyesi (İbnü'l-Hatîb, A'mâlü'l-a'lâm, s. 273-274), İbnü'l-Lebbâne'nin ve Ebü'l-Bekâ er-Rundî'nin646'da (1248) kaybedilen İşbîliye için mersiyeleri (Makkarî, Nef­hu't-tıb, II, 1246-1248;Ezhârü'r-riyâz,I 47-50), 478'de (1085) elden çıkan Tuleytula (Toledo) hakkında anonim bir mersi­ye (Makkarî, Nefhu't-tıb, II, 1244-1246) ve 897'de (1492) işgal edilmesiyle Müslü­manların Endülüs'teki hâkimiyetinin fii­len sona erdiği Gırnata (Granada) üzerine yazılan 145 beyitlik anonim mersiyede (er-Risâle, CXXXI 11354/19361. s. 22-24) bu özellikler görülmektedir. Çağımızda Arap ve İslâm âleminin işgal edilen veya katliama mâruz kalan birçok yöresi için yazılan ağıtlar arasında Mısırlı şair Ahmed Şevki'nin 1912'de Bulgar işgaline uğrayan Edirne ve 1926'da Fransız işgaline mâruz kalan Dımaşk için yazdığı mersiyeler bi­rer örnektir (Şevki Dayf, s. 50-51). Tunuslu şair Ahmed el-Kılibî'nin Fransızların işgal ettiği Cezayir'e mersiyesi, Yahudilerin iş­gal ettiği Filistin toprakları için M. Abdülganî Hasan ve Zekî el-Mehâsinî gibi birçok şairin nazmettiği mersiyeler de (a.g.e., s. 52-53) bu nevidendir.

Hayvanlar için söylenen mersiyeler ara­sında Ebû Nüvâs'ın ormanda avlanırken yılan tarafından sokulup öldürülen av kö­peğine mersiyesi (Divan, s. 643), İbnü'l-Allâf'ın, güvercinlerini yiyecek endişesiyle komşuları tarafından öldürülen kedisine mersiyesi (DİA, XX, 484; XXI, 144) bu tü­rün ilk örneklerindendir. Ebü'l-Ferec el-İsfahânî'nin horozuna mersiyesi (el-Eğânî, I. Mukaddime), Abbasî Veziri İbnü'z-Zeyyât'ın Mu'tasım-Billâh tarafından elin­den alınan atına mersiyesi (a.g.e., XXIII. 65), Ebû îsâ İbnü'l-Müneccim'in atı için dostları tarafından nazmedilen, Ebû Mansûr es-Seâlibi'nin "el-Birzevniyyât" adı al­tında topladığı on bir mersiye (Seâlibî, III, 214-229) türün meşhur şiirlerindendir.

Mersiyede son derece başarılı olan Arap kadın şairler en dokunaklı örnekleri ver­mişlerdir. Hansâ'nın divanı suikasta kur­ban giden kardeşleri Sahr ve Muâviye için dökülen gözyaşlarıyla doludur. Emevî şairlerinden Leylâ el-Ahyeliyye sevgilisi Tevbe için bir dizi mersiye nazmetmiştir (Ebü'l-Ferecel-İsfahânî, el-Eğânî, XI, 228-237). Bunlar arasında erkekler gibi ha­masî bir üslûpla sabır ve metanet örneği mersiye nazmedenler de vardır. Ümmü's-Sarîh el-Kindiyye'nin Yemen'de bir savaş­ta ölen yakınlarına (Ebû Temmâm, s. 265 |nr. 320|), Reytâ bint Âsım'ın aşiretinden ölenlere (a.g.e., s. 316 |nr. 393), Hind bint Utbe, Safiyye bint Müsâfır ve diğer­lerinin Bedir'de ölen Kureyşliler'e (ibn Hi­şâm, III. 40-44) mersiyeleri bunlardandır. Gerek Câhiliye devrinde gerek İslâmî dö­ nemde erkek ve kadın şairlerden birçoğu kendi çocukları için de mersiye yazmış­lardır. Haris b. Ubâd, Züheyr b. Ebû Sülmâ, Hırnık bint Bedr, Ebû Züeyb el-Hüzelî, Nâbiga el-Ca'dî, Ümmü Hakîm bint Kârız, Ümmü Kırfe Fâtıma bint Rebîa, Ferezdak, Cerîr b. Atıyye. Beşşâr b. Bürd, Ebü'l-Atâhiyye, Ebû Temmâm, İbnü'r-Rûmî. Üsâme b. Münkız, İbn Nübâte el-Mısrî bunlardan bazılarıdır. Arap edebi­yatında çoğu taziye niteliğinde mensur mersiye örnekleri de görülür (Câhiz, II, 1032-1033; Ebû Ali el-Kâlî, el-Emâlî, s. 100-102). İbn Hazm'ın iç karışıklıklarla tahrip edilen Kurtuba için yazdığı man­zum ve mensur mersiye bu türdendir (ibnü'l-Hatîb. A'mâlül-a'lam, s. 106-107).

Mersiyeler, hüzün ve kasvetli ifadelerle dolu olmalarına ve çok defa tekdüze bir üslûp taşımalarına rağmen dil ve sanat bakımından oldukça zengindir. Mersiye­lerin övgü ve ağlama bölümleri beyan sa­natlarının en çok kullanıldığı kısımlardır. Ölenin veya mersiye içinde bir vesileyle adı geçen kişilerin isimleriyle cinas yapıl­ması da çok yaygındır. Ağıt yakılan kişi­nin adının veya bir mısraın tamamının ay­nı mersiye içinde defalarca tekrarlanma­sı Câhiliye devrinden beri süregelen bir gelenektir. Bekr ve Tağlib kabileleri ara­sında çıkan bir savaşta Haris b. Ubâd ta­rafından söylenen 100 beyitlik bir kaside­de şair atını işaret ederek, "Neama'nın dizginlerini bana yaklaştırın" mısraını kırk­tan fazla tekrarlamıştır (diğer örnekler için bk. Mes'ûdî, III, 31; İbnü'l-Hatîb, el-İhâta, IV. 71-72).

İslâm dünyasında başta dinî ilimler ol­mak üzere nahiv, belagat, tarih vb. disip­linlerin gelişmesi mersiyeye de yansımış, ölen kişiler uğraştıkları ilim dalları ve yaz­dıkları eserlerle anıldığından mersiyeler daha önce görülmemiş bir şekilde çok sa­yıda terim ve eser adıyla dolmuştur. An­cak bu lafızların sıkça kullanılması mer­siyeleri kelime bakımından zenginleştirmişse de anlam ve duygu bakımından za­yıflatmıştır. Çünkü bunlarda şairler ölü­ye ağlayıp dinleyenleri de ağlatmaktan ya da etkilemekten çok, dikkatleri terimlerle yapılmış cinas ve tevriyeler yoluyla süslü beyitlere çekerek âdeta konudan uzak­laşmışlardır. Şerefeddin el-Hısnî, gramer âlimi İbn Mâlik için söylediği mersiyede sağlığında yaptığı çalışmaları özetlemiş­tir (Süyûtî, I, 134-135). Dil ve gramer âli­mi Ebû Hayyân el-Endelüsî için (Halîl b. Aybek) Safedi'nin nazmettiği bir mersiye ile dilci İbn Düreyd için söylenen anonim bir mersiye de bu türdendir (Ebû Ali el-Kâlî, Zeylü'l-Emâlî, s. 229-231).

BİBLİYOGRAFYA:

Buhârî. "Cenâ'iz", 35, 38-39; Müslim, "îmân", 165; Kâ'b b. Mâlik. Dîvân (nşr. Sâmî Mekkî el-Ânî). Bağdâd 1386/1966, s. 173, 198, 281;An-tere. Dîvân, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), s. 69-70, 127-128, 217; Hassan b. Sabit. Dîvân, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), s. 54-59, 63-64; Ebû Nüvâs. Dîvân (nşr. Ahmed Abdülmecîd el-Gazâlî). Bey­rut 1404/1984, s. 574-577, 579-580, 581, 582-585, 643; Asmaî. el-Aşma'iyyât (nşr. Ahmed M. Şâkir-Abdüsselâm Hârûn). Kahire 1375/1955, s. 111 (nr. 28). s. 213-218 (nr. 65); İbn Hişâm. es-Sfre (nşr. Mustafa es-Sekkâ v.dğr.), Beyrut 1985, I, 169-173; III, 8, 27-28, 40-44, 45, 55-56, 90, 97-98, 136-137; Ebû Temmâm. Divâ-nü'l-hamâse (nşr. Abdülmün'im Ahmed Salih), Bağdâd 1980, s. 264-265 (nr. 319). s. 265 (nr. 320). s. 316 (nr. 393): Câhiz, el-Beyân ve't-teb-yîn (nşr. Hasan es-Sendûbî). Beyrut 1414/1993, I, 495-496; II, 1032-1033; İbn Kuteybe. eş-Şı'r ve'ş-şu'arâ', Beyrut 1412/1991, s. 45, 67-68, 249,439; a.mlf.. el-Me'âni'l-kebîr, Beyrut 1405/ 1984, III, 1197-1211; İbnü'r-Ftûmî. Dîvân (nşr. Kâmil Kîlânî). Kahire 1921, s. 419 vd.; Taberî, Tâ­rih (Ebü'l-Fazl), V, 74-89; VIII, 431-454; İbrahim b. Muhammed el-Beyhaki. el-Mehâsin ve'l-mesâ-uî (nşr. Muhammed Süveyd). Beyrut 1408/1988, s. 391-394; İbn Abdürabbih. el-llkdü'l-ferid. Ka­hire 1346/1928, II, 158-202; Kudâme b. Ca'fer, Makdü'ş-şi'r, İstanbul 1302/1885, s. 33-36, 75; Ebû Ftiyâş Ahmed b. İbrahim el-Kaysî, Şerhu Hâ-şimiyyâti'l-Kümeyt İbn Zeyd el-Esedî(nşr. Dâ-vûd Sellûm - Nûrî Hammûdî el-Kaysî), Beyrut 1406/1986, tür.yer.; Mes'ûdî, Mürücü'z-zeheb (Abdülhâmîd). III, 31, 389-392; Ebû Ali el-Kâlî, el-Emâlî, Bulak 1324, s. 100-102; a.mlf.. Zey­lü'l-Emâlî, Bulak 1324, s. 137-139, 229-231; EbüT-Ferec el-İsfahânî, e/-£gânı(nşr SemîrCâ-bir-Abdullah Ali Mühennâ). Beyrut 1407/1986, 1, Mukaddime, XI, 228-237; XXIII, 65; XXIV, 103; a.mlf., Makâlilü't-lâlibiyyînlnşr. Seyyid Ahmed Sakr). Beyrut, ts. (Dârü'l-ma'rife), tür.yer.; Mih­yâr ed-Deylemî. Divân, Kahire 1344-50/1925-31, II, 259-262, 367-370; III, 109; Seâlibî. Yetî-metü'd-dehr, Mekke 1399/1979,1, 212-214; III, 214-229, 280-286; İbn Reşîkel-Kayrevânî, 'Um­de, Kahire 1325, II, 117 vd.; İbn Hafâce. Divân, Kahire 1286, s. 27,46, 94, 132, 110-111; İbn Bessâm eş-Şenterînî, ez-Zahire fi mehâsini eh-li'l-Cezîre (nşr. İhsan Abbas), Kahire 1358-64/ 1939-45, l/l, s. 282-287,393; 1/2, s. 10, IV/1, s. 211; İbn Münkız, Dfuân, Kahire 1953, s. 304-305, 307-309; Abdülvâhid el-Merrâküşî. el-Mu'-cib fi telhisi ahbâri'l-Mağriblnşı. R. Dozy), Lei-den 1881,s. 102-104; Nüveyrî, Nihâyetü'l-ereb, Kahire 1936, V, 164-229; Kütübî. Fevâtü'l-Ve-feyât, Kahire, ts., I, 497-501; İbnü'l-Hatîb. el-Ihâfa, IV, 71-72; a.mlf.. A'mâlü'l-a'lâm (nşr. E. Levi-Provençal), Beyrut 1956, s. 106-107, 165-167, 273-274; Süyûtî, Buğyetü'l-vu'ât, I, 134-135; Makkarî. Nefhu'Hîb, Kahire 1279/1862, I, 1102-1103, 1244-1248; II, 149-157, 1244-1248; a.mlf.. Ezhârü'r-rlyâz (nşr. Mustafa es-Sekkâ v.dğr.). Kahire 1356-61/1934-42, I, 47-50; L. Şeyho, Riyâzü'l-edeb fi merâşî şevâ'i-riVArab, Beyrut 1897, tür.yer.; Şevki Dayf, er-Rişâ', Kahire, ts., s. 50-51, 52-53; Nihad M. Çe­tin. Eski Arap Şiiri, İstanbul 1973, s. 86-88; Hü­seyin Atvân. Şu'arâ'ü'd-deuleteyn, Beyrut, ts.(Dârü'l-Cîl). s. 377-392; R. Dozy. Commentaire historique sur le poeme d'lbn Abdün par İbn Badrün; Mahmûd Hasan Ebû Nâcî. er-Rişâ' fiş-şi'ri'l-'Arabî, Medine 1404/1984, tür.yer.; Mus­tafa Abdüşşâfî eş-Şûrâ. Şu'arâ'ü 'r-rişâ' fi şad-ri'l-lslâm. Kahire 1986, tür.yer.; Bekri Şeyh Emîn. Mu0la'ât fı'ş-şi'ri'l-Memlûkî ve'l-'Oşmâ-nî, Beyrut 1986, s. 99-114; Yahya el-Cübûrî, eş-Ş('rû7-Câhı7f, Beyrut 1407/1987, s. 311-338; M. Faruk Toprak. Endülüs Şiirinde Mersiye (doktora tezi. 1990). AÛ Sosyal Bilimler Ens­titüsü; a.mlf., "İbn Abdûn'un Aftasîler İçin Söylediği Mersiyesi", DDL, V/2 (1993). s. 153-168; Hüseyin Cum'a, er-Rişâ' fı'l-Câhiliyye ve'l-İslâm, Dımaşk 1991, tür.yer.; Abdülmuîn el-Mel-lûhî, Merâşi'l-âbâ' ve'l-ümmehât li'l-benin ve'l-benât, Beyrut 1996; Fr. Meir. "A Saying of the Prophet Against Mourning the Dead", Essays on Islamic Piety and Mysticism, Leiden 1999, s. 221-244; Abdullah Abdürrahim es-Sûdânî, Ri-şâ'ü ğayri'l-insân fı'ş-şi'ri'l-'Abbâsi, Ebûzabî 1420/1999, tür.yer.; I. Goldziher. "Bemerkun-gen zur arabischen Trauerpoesie", WZKM, XVI (1902), s. 307-334; "Rişâ'ü'l-Endelüs li-şâ'ir En-delüsî mechûl", er-Risâle, CXXXI (1354/1936). s. 22-24; Âtika el-Hazrecî. "Dîvânü'l-vefâ fi merâ-şi'n-nisâ", MMLADm., L/2 (1395/1975), s. 345-370; Ahmed Kütî. "Merâşi'ş-şu'arâ1 li-Resûlil-lâh", a.e., LXIIl/2 (1408/1988), s. 215-230; J. A. Bellamy, "Some Observations on the Arabic Ritha in the Jahiliyah and islam", Jerusalem Studies in Arabic and İslam, XIII, Jerusalem 1990, s. 44-61; Ömer ed-Dekkâk. "(et-Tacrîf ve'n-nakd): eş-Şu'arâM'llezîne reşev enfûsehümkab-le'l-mevt", MMLADm., LXXl/4 (1417/1996). s. 817-827; W. Stevens. "A Nation Born in Mourning: The Neoclassical Funeral Elegy in Egypt", JAL, XXVIII (1997). s. 38-67; Ch. Pellat, "Marthiya", EP (ing). VI, 603-608; M. Sadi Çö-ğenli. "Cemheretü eş'âri'l-Arab", DİA, VII, 324; İsmail Durmuş. "Hureymî", a.e., XVIII, 386; a.mlf.. "İbnü'l-Mu'tez", a.e.,XXI, 144; Nevzat Yanık. "İbnü'l-Allâf", a.e., XX, 484.

M. Faruk Toprak

 

□ TÜRK EDEBİYATI. Bütün eski kül­türlerde yaygın olan mersiye geleneği Müslüman olmadan önce ve olduktan sonra Türker’in halk ve âşık edebiyatın­da "yuğ, ağıt, sagu, şivan" gibi adlarla de­vam etmiş (bk. AĞIT), klasik edebiyatta ise müstakil bir tür halinde gelişmiştir. Türk edebiyatında da ölenin kaybından duyulan üzüntüyü dile getirmek, o ki­şinin iyi taraflarını anlatmak ve ona karşı şairin ilgisini ifade etmek, kadere rıza göstermek, dünyanın geçiciliğini vur­gulamak, ölünün yakınlarını sabır ve me­tanete davet etmek gibi hususların ele alındığı bu lirik şiirlerin din ve devlet bü­yükleriyle yakın akrabalar yanında özelikle Hz. Hüseyin ve Kerbelâ şehidleri için yazıldığı görülmektedir. Dinî-tasavvufî Türk edebiyatında, bilhassa Alevî-Bek­taşî şiirinde mevcut mersiyelerde bir ta­raftan Ehl-i beyt sevgisi anlatılırken di­ğer taraftan Hz. Hüseyin'in Kerbelâ'daki şehâdetinin ıstırabı, ona duyulan sevgiyi ifade eden örnekler Kerbelâ veya Âl-i abâ mersiyeleri olarak anılmıştır. Osmanlı kül­türünde bir kısmı özellikle muharrem ayında tekkelerde yapılan toplantılarda besteli olarak mûsiki eşliğinde topluca veya mersiyehanlar tarafından okunan bu şiirlere "muharremiyye" adı da veril­miştir.

Mersiye konuları diğer edebiyatlarda olduğu gibi zamanla genişlemiş, şahsî felâketlere karşı ortaya çıkan bir çığlık özelliğinin ötesinde karşılaşılan millî ma­temlerde acı bir feryat şeklini almış, ölen kişilerin dışında çok sevilen ve değer ve­rilen varlıkların kaybı halinde de mersiye söylenmeye başlanmıştır. Şehir mersiyeleriyle hayvanlar için yazılmış mersiyeler bunlardandır.

Anadolu Türk edebiyatına mersiye XV. yüzyılda Fars edebiyatından geçmiş, baş­langıçta çoğunlukla kaside tarzında yazı­lırken sonraları farklı nazım şekilleri kul­lanılmaya başlanmış, neticede terkibi-bend ve terciibend mersiyeye en uygun nazım şekilleri olarak kabul edilmiştir. Germiyan beylerinden Süleyman Şah için Ahmedî'nin yazdığı mersiye türün ilk ör­neği sayılmış, ardından Şeyhî yine Germiyanoğullan'ndan II. Yâkubiçin bir mersiye kaleme almıştır (isen, Acıyı Bal Eylemek, s. XVIII). Bu yüzyılda Ahmedî, Şeyhî (2), Kemal Ümmî (2). Cem Sultan, Ahmed Pa­şa, Karamanlı Aynî (3), Firdevsî, Necâtî (2). Mesîhî, Kıvâmî ve Tâcîzâde Cafer Çe­lebi bu türde örnek veren şairlerdir. Böy­lece eldeki bilgilere göre XV. yüzyıla ait üçü kaside, biri mesnevi, ikisi murabba, geri kalanları terkibibend veya terciibend nazım şekliyle olmak üzere toplam on al­tı mersiye yazılmış olmaktadır.

XVI. yüzyıl mersiye türünün hem nice­lik hem nitelik bakımından en gelişmiş dönemini oluşturur. Şair sayısındaki artı­şa paralel olarak türe gösterilen ilgi so­nucunda bu asırda yazılmış altmış dokuz mersiye tesbit edilebilmiştir. Türâbî. Re­vani Çelebi (2), Lâmiî Çelebi (3), Kemalpaşazâde, Hayretî (2), Tatavlalı Mahremi, Usûlî, Üsküdarlı Aşkî, Arşî, Yetîm, Edirne Nazmî(2), Hayalî Bey (2). Kara Fazlî (2), Rahmî, Hayalî, Taşlıcalı Yahya (3), Şevkî, Kâdirî, Selîmî, Sâmî. Fünûnî, Mahremi, Nisâyî (2), Muînî, Mustafa, Fevri (2), Ubeydî, Ulvî(7), Hüdâî, Cinânî(7), Mânî, Nev'î (3), Bakî (2). Âlî Mustafa Efendi (2), Ruhî (7) ve Zihnî devrin mersiye şairleri­dir. Bu mersiyeler şekil ve muhteva bakı­mından bir önceki yüzyılın devamı niteli­ğinde olup en önemli özellikleri padişah, şehzade ve devlet ileri gelenlerine yazılanların sayıca çokluğudur. Bilhassa hak­kında yazılan on altı mersiye ile Şehzade Mustafa. Türk edebiyatında kendisi için en çok şiir yazılan bir kişi olması bakı­mından dikkat çekmektedir.

Mersiye XVII. yüzyılda da sayı ve nitelik açısından rağbet görmüş, daha çok aile fertleri ve yakın dostlar için kaleme alın­mıştır. Ayrıca bu dönemde şehzadelere hiç mersiye yazılmamışken padişahlardan da ancak dramatik bir şekilde ölenler için tertip edilmiştir. Bahtî, Ganîzâde Nâdiri (4), Hâletî(2), Nergisi, Nevizâde Atâî, Nevâlîzâde Atâî, Riyâzî, Nakşî-i Akkirmânî, Nailî, Neşâtî, Fevzî, Kelîm (3), Feyzî, Feyzî, Fasîh Ahmed Dede, Râmî(3). Fâzıl ve Birrî asrın mersiye şairleridir. Bu devre ait top­lam yirmi altı mersiye tesbit edilmiştir.

Sayıca büyük bir düşüşün göze çarptığı XVIII. yüzyıldaki mersiye şairleri Hâmî-i Âmidî(2). Kânî (2) ve Şeyh Galib, XIX. yüz­yılda da Leylâ Hanım (3), Şeref Hanım, Ye­nişehirli Avni (2) ve Senîh (4) olmuştur. XVIII. yüzyıldan itibaren sayı ve hacim ba­kımından küçülmeye başlayan mersiye­ler, Tanzimat edebiyatını takip eden yıl­larda bir yandan klasik formuyla varlığını devam ettirirken bir yandan da Batı et­kisiyle ve farklı bir yapıda yeni örnekler ortaya çıkmıştır. Bu yüzyıldan başlayarak ölüme bakış açılarının da farklılaştığı görülür. Özellikle Abdülhak Hâmid'in Makber'i ile ölüm temi ferdî bir ıstırap haline dönüşmüştür. Klasik mersiye şairleri ferdî duygularından çok maşerî vicdanın ölüm hakkındaki düşüncelerini geleneğin ken­disine sunduğu imkânlarla ortaya koyar­ken Hâmid'den itibaren şairler öleni aşa­rak ölümü de şiirlerine konu edinmişler­dir. Tanzimat'ın ikinci neslinin bu pasif tavrı Servet-i Fünûn edebiyatında bir me­lankoliye dönüşmüş, mersiye farklı bir form ve bakış açısıyla yeniden gündeme gelmiştir. Şüphesiz bunda dünyayı kuşa­tan, çağdaş psikolojinin "isterik matem" adını verdiği anlayışın XIX. yüzyıla hâkim olmasının da rolü vardır. Bu sebeple Tan­zimat sonrası Türk edebiyatında önceki­lere göre farklı yapıda mersiyelerden meydana gelen kitaplar yayımlanmış, bu yeni anlayışa göre mersiye yazmak âdeta moda olmuştur. Modern edebiyatta ise ölüm karşısındaki tepki daha ziyade acı­nın uyandırdığı duyguların veya felsefî dü­şüncelerin ifadesi ve tahlili şeklini almış­tır.

Türkçe mersiyeler genelde feleğe sitem ve bu dünyanın geçici ve aldatıcı oluşunu vurgulayan bir girişle başlar. Kaybedilen yakının övgüsü ve kaybından doğan üzün­tünün ifade edilmesiyle ona kıydığından dolayı feleğe sitem edilen esas kısmın ar­dından dua bölümü gelir. Bazı mersiye­lerin son mısralarında ölen için ebcedle vefat tarihi düşürüldüğü de görülmekte­dir. Türk edebiyatında mersiyeler en çok terkibibend nazım şekliyle kaleme alın­mıştır. Elde mevcut örneklerde kasideyi terciibend, daha sonra murabba, müsed­des, gazel, kıta, muaşşer, muhammes, tahmîs, müsemmen ve mesnevi nazım şekilleri takip eder.

Bibliyografya:

O. Weber, Die Literatür der Babylonier und Assyrer ein Überblick, Leibzig 1907, s. 140; Mustafa Çetin Varlık, Germiyanoğulları Tarihi (1300-1429), Ankara 1974, s. 129; M. Fuat Köp­rülü. Türk Edebiyatı Tarihi (haz. Orhan F. Köp­rülü - Nermin Pekin), Ankara 1980, s. 75-76; a.mlf.. "Bizde Mersiye ve Mersiyeciler". YM, sy. 16 (1917), s. 305-308; sy. 17, s. 324-328; sy. 18, s. 344-348; sy. 19, s. 364-367; sy. 20, s. 384-386; Orhan Okay, "Bâkî'nin Kanunî Mer­siyesine Dair", Şükrü Elçin Armağanı, Ankara 1993, s. 235; Mustafa İsen, Acıyı Bal Eylemek: Türk Edebiyatında Mersiye, Ankara 1993, s. XI-CLİV; a.mlf.. "Şehzade Mustafa İçin Yazıl­mış Üç Yeni Mersiye", 7KA,XX1I/1-2(1984). s. 104; a.mlf.. "Mersiye", TDEA, VI, 272-274; Vanço Başkov. "Türk Edebiyatında Şehir Şiir­leri ve Şehir Mersiyeleri", EFAD, sy. 12 (1980). s. 73; İsmail Erünsal. "II. Bâyezid Devrine Ait Bir İn'âmât Defteri", TED, X-XI (1981). s. 317-318; Mehmed Çavuşoğlu. "Şehzade Mustafa Mersiyeleri", a.e.,sy. 12 (1982), s. 641-686; Mi­ne Mengi. "Eski Edebiyatımızın Mersiyelerine Toplu Bir Bakîş", TDEAD, sy. 2(1983). s. 91-101; Mehmet Demirci. "Mutasavvıflara Göre Ölüm", İslâmî Araştırmalar, III, Ankara 1987, s. 89; Ayhan Güldaş. "Bilinmeyen Şehzade Mus­tafa Mersiyeleri", KAM, XVIII/3 (1989). s. 37; Mustafa Argunşah. "Bitlisli Şükrî'nin Yavuz Sultan Selim Mersiyesi", EÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sy. 5, Kayseri 1994, s. 211.

Mustafa İsen, DİA, 29

 

 İLGİLİ İÇERİK

KANUNİ MERSİYESİ - TAM METİN VE İNCELEMESİ

VATAN MERSİYESİ-R.MAHMUT EKREM

MERSİYE-AKİF PAŞA

ŞEHZADE MUSTAFA'YA MERSİYE - TAŞLICALI YAHYA

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi