1.
-Acilen, kısa vadede neler yapabiliriz dilimizi daha fazla incitmemek için?
-Prof. Dr. Ercilasun: Kısa vadede ancak kampanyalar açabilirsiniz fakat iş bunlarla kalırsa geleceği kurtaramazsınız. Acil olarak eğitim sisteminde düzenleme gerekmektedir. Bunun için mutlaka seçme ve ayıklama gerekir eğitimde. Sınıflarda seviye farklarını ortadan kaldırmanız gerekir, ders kalabalığından vazgeçmek gerekir.
-TBMM'de kanun teklifleri veriliyor, zaman zaman Türk dilinin korunması amacıyla fakat çıkarılamıyor.
-Prof. Dr. Ercilasun: Kanun şu anki bazı olumsuzlukları ortadan kaldırabilir. Sokağa taşan görüntülere engel olabilir.
2.
Herkes merak eder; acaba illüzyonistler yakın çevresine oyunlarla İlgili ufak sırlar verirler mi diye. Sizin bu konuda kurallarınız ne kadar katıdır? Ya da illüzyonistlerin bu konuyla ilgili ortak bir prensipleri var mıdır?
Sırlar hiç bir zaman hiç kimseye açıklanmaz. Çünkü bu sanatın temeli o sırlarda gizlidir. Seyirci oyunun sırrını bilmediği zaman ondan zevk alır. Yoksa sırrını bildiğinde seyretmenin ne anlamı kalır? Ama ne yazık ki günümüzde biri bir oyun yaptı mı herkes ondan haz duymak yerine "nasıl yaptı" derdine düşüyor.
İllüzyon sanatını diğer sanat dallarıyla karşılaştırılanız bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Felsefeciler felsefeyi; sosyoloji, mantık gibi bilimler kapsayan bir üçgen yapı olarak açıklar ve felsefeyi en üste koyarlar. Ben de illüzyonu bu şekilde açıklayacağım. İllüzyon, sahne sanatlarının tepe noktasındaki sanattır. Çünkü sinema da tiyatro da illüzyondan doğmuştur. En eski sahne sanatı illüzyondur. Kaldı ki bir illüzyon gösterisi sahne sanatlarının müzik, dekor, kostüm gibi bütün unsurlarını taşıdığı gibi kendi tekniği ile bambaşka bir sanat dalıdır. Bu bakımdan zordur. Elbette bu zorluğu, bütünüyle tam bir sahne gösterisinin seyirci üzerinde etki yaratması noktasında görüyorum. Yoksa internetten üç beş oyun öğrenip, yurt dışından birkaç malzeme getirterek "illüzyonist" olduğunu söyleyip, kendini profesyonel görenleri kastetmiyorum.
Yıllardır bu tarz gösterilerde "Hokus Pokus" ve "Abra Kadabra" kelimeleri kullanılır. Bu kelimelerin bir anlamı var mıdır hep merak ederiz?
Bu sözlerin hiçbir anlamı yok. "Abraka-dabra" İngilizlerin, "Hokus Pokus" Fransızların "Sim Sala Bim" Almanların illüzyon dünyasına kattığı deyimlerdir. Sadece gösterinin etkisini pekiştirmek için kullanılır. Bazılarının iddia ettiği gibi bu sözler ne kara büyünün ne de kabbalist düşüncenin ürünüdür.
3.
Kardeşler, vatandaşlar! Yedi yüz yılın şerefi, göğe yükselen bu minarelerin tepesinden Osmanlı tarihinin yeni faciasın seyrediyor, bu meydanlardan çok zaman alay hâlinde geçmiş olan büyük atalarımızın ruhuna hitap ediyor, başımı bu görünmeyen ve yenilmez ruhlara kaldırarak diyorum ki: Ben İslâmiyet'in bedbaht bir kızıyım ve bugünün talihsiz fakat aynı derecede kahraman anasıyım. Atalarımızın ruhları önünde eğiliyor, onlara bugünün yeni Türkiyesi adına hitap ediyorum ki silâhsız olan bugünkü milletin kalbi de onlarınki gibi yenilmez kudrettedir, Allah'a ve haklarımıza iman ediyoruz.
4.
ULUANT: Bu zamana kadar acaba neden bu eser Türkçeye çevrilmemiş?
GÖZE: Beş asırlık bir ihmal. Sebebi sanırım o devirde bu tefsirle alâkalananların hepsinin Arapça bilmesi olmalı. Nitekim Elmalı'nın kaynaklarından birisi de Ebussuud tefsiridir... İşte bir bakıma biz o ihmali giderdik.
ULUANT: Acaba zor olduğu için mi bu kadar gecikti?
GÖZE: Efendim şu bakımdan zor. Eser Arapça yazılmış ve daha çok Arapça grameri üzerinde çalışılmış. Yani tefsir tercümesi zor. Çünkü neyi tercüme edeceksiniz. Oturup Arap gramerini öğrenmek lâzım. Biz bunu bir bakıma imkânsız gördük.
ULUANT: O zaman Ebussuud Efendi'nin Arapçası müthiş olmalı.
GÖZE: Tabii hiç şüphe yok. Biz gramer kısımlarının tekrarlarını çıkardık. Bâzı kısımları her surede tekrar ediyordu. Bir de ancak bir Arapça bilenin anlayabileceği Türk'ün anlaması mümkün olmayan şeyleri nasıl anlatırsınız? Onun dışında Arapça öğrenmek isteyenler için de en güzel kaynaklardan birisi Ebussuud Tefsiridir.
5.
Türk kadınları el ve ayak bakımına özen gösteriyor mu?
Türk kadınları manikür ve pedikür konusunda çok hassaslar. El ve ayak bakımına çok önem veriyorlar ve bakımlarını belli aralıklarla düzenli olarak yaptırıyorlar.
Yaz ve kış aylarında hangi renk ojeleri önerirsiniz?
Maalesef Türk bayanları değişik renkler konusunda biraz tutucu ve küçük bir azınlık değişik renkleri sürmeye cesaret ediyor. Bu nedenle ojede renk seçimi çok göreceli. Yazın French ve daha canlı renkler tercih edilirken, kışın bordo, vişne çürüğü, kahve tonları, koyu kırmızılar tercih ediliyor. Biz sezonda favori olan renkleri el ve ayak farklı olacak şekilde tavsiye ediyoruz. Örneğin el tırnaklarına sütlü kahve, ayaklara koyu kahve gibi...
2012 Sonbahar/Kış sezonunda hangi renk ojeleri kullanalım?
Bu sonbahar ve kışın trendi mor ve tonu olan ojeler. Mürdüm moru, içinde ışıltılar olan morlar ve ayrıca haki yeşilde bu sonbahar ve kışın moda renklerinden.
Pedikür (ayak bakımı) nasıl yapılmalı?
Rahatlatıcı öğeler (tuzlar, çiçek ve yapraklar) içeren bir ayak banyosu ile başlayan pedikürde, kütikülün rahatsız eden bölümleri ittirilir. Eğer müşteri tercih ediyorsa pens ile düzeltilir. Daha sonra topukta sertleşmeler varsa, yüksek gritli bir topuk törpüsü (yani ince dokulu bir törpü) ile ölü derilerden arındırılır. İyi bir nemlendirici ile nemlendirme yapılır. Son olarak arzu ediliyorsa oje altı ile uygulanan oje sürülür.
6.
Dizi filmler gecelerimizi gasp etti. Akşam 20.00'de televizyon başına oturan bir müptela, 90 dakikalık dizinin, tekrarları ve reklam aralarıyla birlikte neredeyse gece yarısına kadar çoğu birbirine benzer hikâyelere harcıyor en değerli zamanını. Nerede ağlatacağı, nerede güldüreceği, nasıl öfkelendirip nasıl sevdireceği ince ince hesaplanmış ticari hikayelere... Seyircinin isyanını duymadık bugüne kadar. Ama uzun zamandır film ekipleri dizilerin uzunluğundan şikâyetçi. Süresi 45 dakikaya inerse hem daha insani şartlarda çalışacaklarını hem de yaptıkları işin kalitesinin artacağını söylüyorlar. Fakat talepleri bir türlü hayata geçemiyor. RTÜK'ün bu konuda yaptırım gücü yok. Sorunu çözmek tarafların işi. Bir yanda televizyon kanalları, bir yanda yapımcılar, bir yanda reklam verenler var. Fakat onların temsilcileriyle görüştüğümde anlıyorum ki ekonomik çıkarların getirdiği bir fasit daire var ortada. Herkes topu birbirine atıyor. Sistem şöyle işliyor: Yapımcılar bir televizyon kanalıyla belirli bir rakama anlaşıyorlar. Kanal dizinin aldığı ratinge göre bonus veriyor. Böylece kanallar, en baştan büyük paralar verip dizi tutmazsa kaybetme riskini ortadan kaldırmış oluyor. Tabii yapımcı vaat edilen o bonusu kazanmak için önce hikâyesini reklam alacak cazibeye getiriyor, sonra kesesinin ağzını açıyor. Kastından dekoruna kadar tüm prodüksiyona harcanan paraların yapımcıya hemen dönmesi mümkün olmuyor. Bazı dizilerde başa baş noktasına gelmek on bölümü buluyor. Dizi tutmuşsa daha sonra para kazanılmaya başlıyor.