Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

1.

-Acilen, kısa vadede neler yapabiliriz dilimizi daha fazla incitmemek için?

-Prof. Dr. Ercilasun: Kısa vadede ancak kampanyalar açabilirsiniz fakat iş bunlarla kalırsa geleceği kurtaramazsınız. Acil olarak eğitim sisteminde düzenleme gerekmektedir. Bunun için mutlaka seçme ve ayıklama gerekir eğitimde. Sınıflarda seviye farklarını ortadan kaldırmanız gerekir, ders kalabalığından vazgeçmek gerekir.

-TBMM'de kanun teklifleri veriliyor, zaman zaman Türk dilinin korunması amacıyla fakat çıkarılamıyor.

-Prof. Dr. Ercilasun: Kanun şu anki bazı olumsuzlukları ortadan kaldırabilir. Sokağa taşan görüntülere engel olabilir.

2.

Herkes merak eder; acaba illüzyonist­ler yakın çevresine oyunlarla İlgili ufak sırlar verirler mi diye. Sizin bu konuda kurallarınız ne kadar katıdır? Ya da illüzyonistlerin bu konuyla ilgili ortak bir prensipleri var mıdır?

Sırlar hiç bir zaman hiç kimseye açıklan­maz. Çünkü bu sanatın temeli o sırlarda gizlidir. Seyirci oyunun sırrını bilmediği zaman ondan zevk alır. Yoksa sırrını bil­diğinde seyretmenin ne anlamı kalır? Ama ne yazık ki günümüzde biri bir oyun yaptı mı herkes ondan haz duymak yeri­ne "nasıl yaptı" derdine düşüyor.

İllüzyon sanatını diğer sanat dallarıyla karşılaştırılanız bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

Felsefeciler felsefeyi; sosyoloji, mantık gibi bilimler kapsayan bir üçgen yapı ola­rak açıklar ve felsefeyi en üste koyarlar. Ben de illüzyonu bu şekilde açıklayaca­ğım. İllüzyon, sahne sanatlarının tepe noktasındaki sanattır. Çünkü sinema da tiyatro da illüzyondan doğmuştur. En es­ki sahne sanatı illüzyondur. Kaldı ki bir il­lüzyon gösterisi sahne sanatlarının mü­zik, dekor, kostüm gibi bütün unsurlarını taşıdığı gibi kendi tekniği ile bambaşka bir sanat dalıdır. Bu bakımdan zordur. El­bette bu zorluğu, bütünüyle tam bir sah­ne gösterisinin seyirci üzerinde etki ya­ratması noktasında görüyorum. Yoksa in­ternetten üç beş oyun öğrenip, yurt dışın­dan birkaç malzeme getirterek "illüzyo­nist" olduğunu söyleyip, kendini profes­yonel görenleri kastetmiyorum.

Yıllardır bu tarz gösterilerde "Hokus Pokus" ve "Abra Kadabra" kelimeleri kullanılır. Bu kelimelerin bir anlamı var mıdır hep merak ederiz?

Bu sözlerin hiçbir anlamı yok. "Abraka-dabra" İngilizlerin, "Hokus Pokus" Fran­sızların "Sim Sala Bim" Almanların illüz­yon dünyasına kattığı deyimlerdir. Sade­ce gösterinin etkisini pekiştirmek için kul­lanılır. Bazılarının iddia ettiği gibi bu söz­ler ne kara büyünün ne de kabbalist dü­şüncenin ürünüdür.

3.

Kardeşler, vatandaşlar! Yedi yüz yılın şerefi, göğe yükselen bu minarelerin tepesinden Osmanlı tarihinin yeni faciasın seyrediyor, bu meydanlardan çok zaman alay hâlinde geçmiş olan büyük ataları­mızın ruhuna hitap ediyor, başımı bu gö­rünmeyen ve yenilmez ruhlara kaldırarak diyorum ki: Ben İslâmiyet'in bedbaht bir kızıyım ve bugünün talihsiz fakat aynı derecede kahraman anasıyım. Atalarımı­zın ruhları önünde eğiliyor, onlara bugü­nün yeni Türkiyesi adına hitap ediyorum ki silâhsız olan bugünkü milletin kalbi de onlarınki gibi yenilmez kudrettedir, Al­lah'a ve haklarımıza iman ediyoruz.

4.

ULUANT: Bu zamana kadar acaba ne­den bu eser Türkçeye çevrilmemiş?

GÖZE: Beş asırlık bir ihmal. Sebebi sa­nırım o devirde bu tefsirle alâkalananların hepsinin Arapça bilmesi olmalı. Nite­kim Elmalı'nın kaynaklarından birisi de Ebussuud tefsiridir... İşte bir bakıma biz o ihmali giderdik.

ULUANT: Acaba zor olduğu için mi bu kadar gecikti?

GÖZE: Efendim şu bakımdan zor. Eser Arapça yazılmış ve daha çok Arapça gra­meri üzerinde çalışılmış. Yani tefsir ter­cümesi zor. Çünkü neyi tercüme edecek­siniz. Oturup Arap gramerini öğrenmek lâzım. Biz bunu bir bakıma imkânsız gör­dük.

ULUANT: O zaman Ebussuud Efendi'nin Arapçası müthiş olmalı.

GÖZE: Tabii hiç şüphe yok. Biz gramer kısımlarının tekrarlarını çıkardık. Bâzı kı­sımları her surede tekrar ediyordu. Bir de ancak bir Arapça bilenin anlayabileceği Türk'ün anlaması mümkün olmayan şey­leri nasıl anlatırsınız? Onun dışında Arapça öğrenmek isteyenler için de en güzel kaynaklardan birisi Ebussuud Tef­siridir.

5.

Türk kadınları el ve ayak bakımına özen gösteriyor mu?

Türk kadınları manikür ve pedikür konu­sunda çok hassaslar. El ve ayak bakımına çok önem veriyorlar ve bakımlarını belli aralıklarla düzenli olarak yaptırıyorlar.

Yaz ve kış aylarında hangi renk ojeleri önerirsiniz?

Maalesef Türk bayanları değişik renkler konusunda biraz tutucu ve küçük bir azınlık değişik renkleri sürmeye cesaret ediyor. Bu nedenle ojede renk seçimi çok göreceli. Yazın French ve daha canlı renkler tercih edilirken, kışın bordo, vişne çürüğü, kahve tonları, koyu kırmızılar ter­cih ediliyor. Biz sezonda favori olan renk­leri el ve ayak farklı olacak şekilde tavsi­ye ediyoruz. Örneğin el tırnaklarına sütlü kahve, ayaklara koyu kahve gibi...

2012 Sonbahar/Kış sezonunda hangi renk ojeleri kullanalım?

Bu sonbahar ve kışın trendi mor ve tonu olan ojeler. Mürdüm moru, içinde ışıltılar olan morlar ve ayrıca haki yeşilde bu sonbahar ve kışın moda renklerinden.

Pedikür (ayak bakımı) nasıl yapılmalı?

Rahatlatıcı öğeler (tuzlar, çiçek ve yap­raklar) içeren bir ayak banyosu ile başla­yan pedikürde, kütikülün rahatsız eden bölümleri ittirilir. Eğer müşteri tercih edi­yorsa pens ile düzeltilir. Daha sonra to­pukta sertleşmeler varsa, yüksek gritli bir topuk törpüsü (yani ince dokulu bir törpü) ile ölü derilerden arındırılır. İyi bir nem­lendirici ile nemlendirme yapılır. Son ola­rak arzu ediliyorsa oje altı ile uygulanan oje sürülür.

6.

Dizi filmler gecelerimizi gasp etti. Akşam 20.00'de televizyon başına oturan bir müptela, 90 dakikalık dizinin, tekrarları ve reklam aralarıyla birlikte neredeyse gece yarısına kadar çoğu birbirine ben­zer hikâyelere harcıyor en değerli zama­nını. Nerede ağlatacağı, nerede güldüre­ceği, nasıl öfkelendirip nasıl sevdireceği ince ince hesaplanmış ticari hikayelere... Seyircinin isyanını duymadık bugüne ka­dar. Ama uzun zamandır film ekipleri di­zilerin uzunluğundan şikâyetçi. Süresi 45 dakikaya inerse hem daha insani şartlar­da çalışacaklarını hem de yaptıkları işin kalitesinin artacağını söylüyorlar. Fakat talepleri bir türlü hayata geçemiyor. RTÜK'ün bu konuda yaptırım gücü yok. Sorunu çözmek tarafların işi. Bir yanda televizyon kanalları, bir yanda yapımcı­lar, bir yanda reklam verenler var. Fakat onların temsilcileriyle görüştüğümde an­lıyorum ki ekonomik çıkarların getirdiği bir fasit daire var ortada. Herkes topu bir­birine atıyor. Sistem şöyle işliyor: Yapım­cılar bir televizyon kanalıyla belirli bir ra­kama anlaşıyorlar. Kanal dizinin aldığı ratinge göre bonus veriyor. Böylece ka­nallar, en baştan büyük paralar verip dizi tutmazsa kaybetme riskini ortadan kal­dırmış oluyor. Tabii yapımcı vaat edilen o bonusu kazanmak için önce hikâyesini reklam alacak cazibeye getiriyor, sonra kesesinin ağzını açıyor. Kastından deko­runa kadar tüm prodüksiyona harcanan paraların yapımcıya hemen dönmesi mümkün olmuyor. Bazı dizilerde başa baş noktasına gelmek on bölümü bulu­yor. Dizi tutmuşsa daha sonra para kaza­nılmaya başlıyor.

SON EKLENENLER

Üye Girişi