Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

YAHYA AKENGİN ŞİİRİ
 Yahya Akengin’in şiiri romantik bir şiirdir. Doğa sevgisi, geçmişe özlem, akşam ve gece temaları bu şiire egemendir. Akengin’de su, rüzgâr gibi imgeler zamanı ifade eder. Siyah ile beyaz renkler arasında belirgin bir denge varken sıcak renklerin karşısında soğuk renkler daha baskındır. Şair, daha çok serbest şiiri yeğlemiş; nazım birimi olarak çoğunlukla dörtlük ve bendi kullanmıştır. Yarım uyak, tam uyak ve redif kullanımı- nın yanı sıra aliterasyon, asonans ve tekrarlarla ezgi ve ritim oluşturmuştur. Şiire betimleyici ve anlatımcı bir üslup hâkimdir. Büyük oran- da halk şiirinin izleri görülür. Anahtar Kelimeler: Yahya Akengin, doğa sevgisi, geçmişe özlem, zaman imgesi

1. Giriş
Yahya Akengin’in şiiri, ele aldığı konu ve temalar bakımından geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. Toplumun, günlük politikanın ve çağın eleştirisi; büyük kentlerin kirliliği, deprem, savaş, yol, masalsı geçmiş ve geçmişin yüceltilmesi, doğa, hüzün, rüya, ayrılık, pişmanlık, yalnızlık konuları Eylül Kuşatması (Akengin, 2001)’nda işleniyor. Masaldan gerçeğe, Osmanlı’dan günümüze; büyük bir konu coğrafyasında at koşturmuş Akengin. Gerek ele aldığı konular, gerekse konuları işleyiş bakımından Yahya Akengin, denebilir ki tam bir Hisar şairidir. Hisar şiirine egemen olan coşumculuk (romantizm), onun şiirinin de özünü oluşturuyor. Kente alternatif olarak doğanın sunuluşu; “toplum hayatının insanı bozduğuna” ve “mutluluğu doğada bulduğuna” inanan, romantizmin önemli yazarlarından Jean Jacques Rousseau’yu anımsatıyor (Göker, 1986, 26). Doğadan hareket ederek duygu- larını anlatma biçimi de coşumculuğun ondaki bir başka yansımasıdır. Şaire göre –bağlandığı disipline uygun bir tavırla– gönül, akıldan önce gelmelidir. Rüya, masal, anı, hülya kavramları; bu şiiri besleyen romantik damarlardır.

2. İzlek (Tema)

Doğa sevgisi; dağı, çiçeği, denizi, göğü, yıldızı, ayı, toprağı ile Akengin’in şiirinde oldukça geniş yer tutar. Charles Baudelaire’in “Bir tapınaktır doğa, canlı sütunlarından / Belli belirsiz sesler duyulur ara sıra / İnsan orada geçer tanıdık bakışlarla / Kendini gözetleyen simge ormanlarından” dörtlüğüyle başlayan Uyuşumlar (Correspondances) şiirinin (2001, 25) uç verdiği simgecilerin, giderek doğayı büyülü bir tapınak hâline soktuğu anlayışa benzer bir tutum görüyoruz Akengin’de. Gökyüzünde, çeşmelerde, enginlikte, ölülerde, insanın yüzünde, başı bulutlu dağda bir giz arar ve bulur. Ancak o, simgeciler gibi gizin neden kaynaklandığını araştırmaz, onu simgeleştirmeye gitmez. Bu, daha çok yerli bir yaklaşım olup mistiklerin Tanrı’yı doğada aramalarını andırır.

Şair, doğanın kirlenmesini insanın bozulmasına bağlar. Kentin gönüllü tutsağı, uygarlık peşinde koşarken sevgilerini yitirmiştir. Sakinlerini soysuz- laştıran şehirler; alçak, fırsatçı, uğursuz ve hırsızların kol gezdiği bir mahşer yerine dönmüştür. Kayıp bir sevgilinin sesi gibi dağların ilettiği çağrı, belki insan için bir kurtuluş nedeni olacaktır. Eninde sonunda kentin dağa salacağı insan, özüne dönecektir.

Aslında kentleri kirleten, insanı yozlaştıran; içinde bulunduğumuz, teknolojinin alabildiğine hızlandığı, yüz yüze iletişimin handiyse yok olduğu “uçarı bir çağ”dır. Akengin’e göre çağ bunalımının nedenini insanın Tanrı’dan uzaklaşmasında aramalıdır. Dingin ve mutlu günlere yeniden kavuşmak için doğaya ve Tanrı’ya yönelmek gerekir.

Çeşmelerin suyu kesilmiş, eski zaman saraylarında yeller esmektedir. Şair, bu durum karşısında; Kaf Dağı, kalyonlar, şarap sarnıçları, dilberler, peri kız- ları, kızıl elma, yedi dağ, Leyla ve Mecnun, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı gibi simgelerle şiirinde, Doğu’ya özgü güçlü bir masal dünyası oluşturur. Söylencelerin büyülü atmosferinden kopup gelen bu kavramlar, kimi zaman zemin ya da dekoratif gereç olarak kullanılırken çoğu zaman geçmişe özlem ve geçmişin yüceltilmesi izleklerini kurar. Yeniçeri, Sinan, akın, beyler gibi Osmanlı uygarlığının simgelerini de bu izleği çevreleyen örgü içinde düşün- mek gerekir.

Yukarıda sözü edilen temanın bir başka dekoru ise öz müzik değerlerimiz- den biçilmiştir. Halk müziği ve –Karacaoğlanca söylersek– ille de Türk sanat müziği kavramları; ud, tambur, ney, mızrap, şarkı, saba, hüzzam, muhayyer, evcara, nihavent, sûzidil, hanende feza, hicaz, feza, sûz-i dilara, saz, ninni, halay ve barıyla Akengin’in şiirindeki geçmiş hayaline parlak bir leitmotif oluşturur.

Geçen zamanı, içinde yeniden kurmaya çalışan şairin, anımsama izleğini kutsallaştırması bizi şaşırtmaz. Bununla yetinmez, mitolojik bir rolle do- natarak onu evrenin yaratılışına kadar uzanan bir ezelilik içinde algılar  Onda anımsama “geçip gittiğini sandığım”ız zamanların gizli sığınağıdır.

Akengin’de akşam, soluk bir renkle ve hüzünle sökün edip gelir. Akşamla güzeller bile hüzünlüdür. Ancak, soylu bir duygu olan hüzün, eninde sonunda sevince dönüşecektir. Tam da bu nedenden, yaşamanın sıkıntısından şikâyet etmez şair, olduğu gibi kanıksar her şeyi.

Akşamın hüznüne karşın yıldızlardan kurulmuş bir şehirle “gecenin kalbi aydınlık”tır  Akengin, Ahmet Haşim’in bilinmeyen, dahası, olmayan bir ülkede aradığı ve yarattığı “o belde”yi; özgün bir imgeyle “sarkıtılan kandiller gibi ışıyan yıldızlar”la bulur. Esrik bir hâldeyken geceyle kendisini tamam- layan şair; belki de en güzel dizesiyle seslenir: “Al götür beni ay, bozkırda yanan ateş bizdendir”

Getirdiği hüzünle akşamın bulanık, gecenin ise aydınlık olması ilginç bir karşıtlıktır. Birbirini tamamlayan, birbirine benzeyen bu iki süreç, aynı renk ve gereçlerden mamul bu iki resim, garip bir trajedinin oyuncuları olurlar.

Akşamın hüznüyle kararan ruhun, gecenin iki meyvesi, uyku ve rüyayla ay- dınlanması, bu paradoksun naif bir yorumu olsa gerek.

Eylül Kuşatması şairinde yol; güzellik, ömür, daha çok gurbet izleği ile bü- tünleşir. Yolcunun kısmetine ya cennet meyvesi ya da ağulu çiçek düşer. Gurbet, yalnızlık duygusuyla alevlenince taşradan gelen için şehir bir çığlık olur. Bu imge, yalnızlığın estetik biçimde dışlaştırılmasıdır.

Kitaptaki ilginç bir durum da kavram olarak geçse bile tema olarak aşkın, hiç işlenmeyişi ya da bir şiire bütünüyle egemen olamayışıdır. Aynı islim üstündeyken şunu da söylemek gerekir, yaşlılıkla birlikte sevgiye sığınış artar şairde.

Mistisizm, öte ve din izlekleri; içerik olarak halk şiirinden alınmış olmakla birlikte söylem olarak kaynağından farklılaştırılmıştır. Nesnelerin birbirine dönüşmesinden hareket ederek yeniden doğuş ya da diriliş, alttan alta onun şiirinde varlığını gösteren bir temadır. “Devir” düşüncesi Gelgit şiirinde ve Toprağın Büyüsü’nün ilk ve son bentlerinde kuvvetle hissedilir.

3. İmge

“Su” imgesi; çeşme, pınar, dere, ırmak, deniz, umman kavramlarıyla Eylül Kuşatması’nın önemli bir yapı taşı olarak görülüyor. Sürüp giden yaşamın, canlılığın, ömrün imgesi olarak algılanmış su. Akengin’de “Suların sesini dinleme saatleri” bile vardır Suyun akışında, gizliden gizliye ona fon oluşturan bir türkü, zaman imgesi olarak da gösterir kendisini. Akengin; su, kar, yağmur, rüzgâr gibi akıcı imgelerle zamanı anlatır.

Rüzgâr; çok renkli, çok kimlikli bir imge salkımı olarak karşımıza çıkar. Ney gibi inleyip çiçeklerle söyleşen rüzgâr; dervişin, çobanın, sözün kısası insanın dostudur. Dirlik, at, vahşî hayvan, uğultu, sayfa onun imgeleşen yüzleridir. Rüzgârda, “dervişlerden kalma emanet” bir giz, mistik bir güç vardır. “Rüzgâr girdi gün görmüş beylerimizin konaklarına”  dizesinde görüldüğü gibi o, çoğunlukla zaman olarak karşımıza çıkar. İshak Paşa Sarayı’nda Rüzgâr’da, onun bu niteliği, daha bir netleşir. Rüzgâr imgesinin böylesi değişen yüzü; Akengin’in, şiirini yoğunlaştırmaktan çok, dağıtışındaki tavırla aynıdır. Kendi içinde dönüşümler yaşayan, bin bir yüzüyle evreni dolaşan zaman; “süzülüp bir şarap” olup insanı da kendi esrik girdabına çeker.

Güz ve eylül imgesiyle kitapta sıkça karşılaşıyoruz. Eylül hüzün ayıdır Akengin için . O, simge olarak yaşlılığı ifade eder. Şair, yılın son mevsimini yaşamın bitişi ile özdeşleştirir. Bu aynılaştırma, Ahmet Haşim’den beri vardır şiirimizde. Ancak Akengin’in çizdiği sonbahar resmine, şefkatli bir elin gölgesi düşer. Bu el, “Ağartmış saçlarını, kalbi şefkatli / Yoluma dur- muş anacığım gibi” dizelerinden anlaşılacağı üzere huzuru da nabzında taşıyan annenin olsa gerek. Acıyan güz, kendisine eren insanı, annelik içgü- düsüyle bağrına basacaktır. Sonbaharın karşıtı, delişmen ve sevdalı bahar imgesinde ise kuşku, korku ve kedere yer yoktur. Güzle, eylülle, akşamla gelen hüznü “yalnızlığın sultanı” olarak betimler şair. Hüzünle yalnızlığı, aynı potada eritir bir bakıma. “Ekmek parası gibi taşıyacaktım yalnızlığımı”  dizesi de bu tavrı sonsuzlaştırır. “Bir semaverlik muhabbet” kadar kısa ve güzel olan ömür; biraz gülüş, biraz gözyaşıyla geçen bir “düğün”dür. Bir “kağnı” gibi sayısız “pençe”ler yiye yiye göçmekte olan “Ömür ki iki dünyanın buluştuğu ırmak”tır. Bu dize, insanı ve serüvenini anlatır bir bakıma. Ömür imgesinin ikiz kardeşi su gibi akan hayat, Akengin’e göre mertlikle yaşanması gereken bir süreçtir. Mertlikte, karşı koyuştan çok, gurur ve yiğitlik vardır. Diğer akışkan metaforlar gibi, hayat da zamanı işaret eder.

Gemi “dünya”, kaptan “Tanrı”, yolculuk “hayat”, o belde ve öte “cennet”, hancı “zaman”, yolcu “insan”, yaprak “gün / günler”, dağ “özgürlük” gibi simgeler; Akengin şiirinin imge sistemini güçlendiren ögelerdir.

4. Renk
Şairin “gözünü çelen” renkler değişik tonlarıyla karşımıza çıkıyor. Mor (3 kez) “derinlik, belirsizlik, çürümüşlük”; mavi  “okşayış, ışık ve deniz”; yeşil (5) “doğa, bereket, şefkat, işaret”; sarı “ışık”; sarışın “hüzün”; kırmızı / kızıl / lâl “canlılık, albeni, kan”; pembe “şeffaflık”; kara / siyah / esmer  “yoğunluk, çaresizlik, gizem”; ak / beyaz / kar beyaz (5) “deneyim, umut, cemre, kar, çok ak, temizlik”; kırçıl “aydınlık” anlamlarıyla estetik boyut kazanmaktadır. Akengin’in skalasına toplu olarak bakıldığında, karşıt renklerden ak ve kara arasında bir denge bulunurken soğuk renklerin (mor, mavi, yeşil) sıcak renklere göre (kırmızı, kızıl, sarı, sarışın, pembe) yoğunluğu görülüyor. Böylesi bir tuval, tutkudan çok dinginlik üzerine kurulan bir şiirin ifadesidir.

5. Ritim ve Ezgi

Eylül Kuşatması’ndaki şiirler, çoğunlukla dörtlük ve bent birimleriyle kurulmuş. Yalnızca Sabadan şiiri (69) heceyle –on üçlü hece ölçüsüyle– diğer şiir- ler serbest nazımla yazılmıştır. Daha çok 12-15 heceden oluşan uzun dizeler, gevşek bir doku oluşturuyor. Çapraz, düz, sarmal ve mâni tipi olmak üzere bütün uyak örgüleri kullanılmış; tam uyak, yarım uyak ve redifle ritim sağ- lanmıştır. Mehmet Kaplan’ın Dıranas için söylediği “Şair çok defa şiir cümlelerini kafiyeden hareket ederek kurar” (1987, 335) saptamasının tersi, Akengin için söylenebilir. Onda uyak, dizeden sonra yerini almaktadır. Önce duygular, hayaller söze dökülmekte; uyaklar son bir fırça vuruşuyla yerine konmaktadır. Ünsüzuyum (aliterasyon), ünlüuyum (asonans), yinelemeler ve ikilemelerle ezgi oluşturulmuştur. Bunların içinde en zengin olarak kullanılan ünsüzuyumdur. “Düşsün, düşen yaprak solsun solan çiçek” (10) dizesindeki “ş” ve “s” ünsüzleri, “Gür nehirlerinin esrarlı şırıltısı” (12) dizesindeki “r” sesi gibi kitapta birçok ünsüzuyum bulmak mümkündür. “Yoz oldu kokusu, soldu be- nizleri” (34) dizesinde “o”, “Nasıl bakardı ufka ve nasıldı dağ başında saadet” (56) dizesinde “a” ünlüuyumları hemen fark edilenlerdendir. Sözcük yinelemelerinde değişik uygulamalar yapılmış. “Şu telinde bir sevda baharının şavkı var / Şu çizgide bir eski yaz gecesi uzar” (9) dizelerinde “şu” ve “bir” sözcükleri simetrik yinelem oluşturuyor. “Şimdi hülyalı atlaslarında kervanlar çözüldü / Bütün ümitler iki bin’e ertelidir şimdi” (13) dizelerindeki “şimdi” sözcükleri, karşıt yinelem meydana getiriyor. “Bir ucu sılada kalbinin, ümitlerde öbür ucu” (16) dizelerindeki “uç” sözcükleri, yan yinelem oluşturuyor. Bunların yanı sıra konuşma dilinde de mevcut olan “gizli gizli, ödeye ödeye, avaz avaz” gibi ikilemeler de yinelemeleri güçlendiriyor. “Andıkça İstanbul’u daldıkça Ağrı Dağı’na / Tutulmuş gönlü ve gururu / İhtirasın alevden ilmiklerle örülü ağına”  gibi, “Çolak Paşanın Dersaadet’e özlem duyması / Ve Ağrı’nın heybetine ortak olma rüyası / Nice ömürler bitirir kan ter içinde” (56) gibi akışkan dize (anjambman)nin birkaç örneği var. “Bu kartal şehrinin dillere destan, som altın / Kapısından desturla giren nice dilber, nice yiğit”  gibi “Bazen ürkek bir güvercin / Kanadında giden zamanı”  gibi az da olsa kırık dize örneklerine rastlıyoruz. Akengin’de geniş cümle örnekleri az. Onun şiir cümlesi çoğunlukla ya tek dizeden ya da Cumhuriyet döneminde çok yıpranmış olan iki dizeden oluşuyor. Durağanlığa dönük olan bu yapı, genellikle cümlenin yana uzamasından kaynaklanıyor. Tekdüzeleşen dize ise tonunu değiştirmeyen bir ezgi ortaya koyuyor. Geniş dize örneklerinin aynı şiirde toplanması; İshak Paşa Sarayı’nda Rüzgâr şiirinin ritim ve ezgi gücünü açıklarken bu saptamanın doğruluğunu da sınıyor. Eylül Kuşatması dize modelini, hecenin ikinci kuşağından değil, öncü hececilerden almıştır.

 6. Üslup

Kitaba betimleyici ve anlatımcı bir üslup egemendir. Betimlemelerle, şiirine zengin bir resim malzemesi sokan şair; yer yer pitoresk diyebileceğimiz bir dizeyi bulur. Çevre betimlemesine verdiği ağırlık, romancı bakış açısına sahip oluşundan kaynaklanıyor olsa gerek. Yahya Akengin’in kendisini ele veren, yalın, açık bir üslubu var. Kitaptaki sayılı simge; anlamı saklamaktan çok, içeriği daha iyi anlatabilmek için seçilmiştir. İçine girmek isteyen herkesi kabul eden bu şiir Yahya Kemal’in aydınlığını anımsatır. “Bugün olmasa da yarın, ille de yarın” diyen şair, iyimser bir havada umudun şiirini söyler. “Sunulası, edende, gelende, geçende, şavk” gibi sözcükler; “Söyledim olmadı küstüm olmadı”, “Barıştım olmadı küstüm olmadı” gibi söyleyişler; “Kubbe kubbe düğüm düğüm”, “dağlara dağlara” gibi kullanımlar; “Ya beni de götür ya sen de gitme” gibi alıntılar; belirgin biçimde halk şiirinin sesini Akengin’in dizelerinde duyurur. Halk ve Divan kültüründen motiflerle bezenmiş bu şiirde, yinelenen güvercin ve ceylan kavramları, güzellik motifi ve geleneğin soluğu olarak hissedilir. “… lakin deniz / Hep deniz, aşk ile çılgın aşk ile sakin deniz” gibi yoğun dizeler olmakla birlikte genellikle uzun dizelerle oluşturulan bu şiir, gevşek dokuludur. Şair, İshak Paşa Sarayı’nda Rüzgâr’da akışkan, kırık ve cümle içinde duran dizelerle –Tevfik Fikret dizesi– yakaladığı geniş anlatımı, diğer şiirlerinde yakalayamamıştır. Çünkü Akengin; biçim ve söyleyişten çok, içeriği daha fazla gözetir. Ancak “kanlı telaş” gibi, “hüzün şalı” gibi özgün imgelere de dikkati çekmemiz gerekir. Yukarıda adı geçen şiirde, diğerlerinden farklı olarak epik bir üslup ve davudi bir ses vardır. Fonda sanki Yahya Akengin’in ağır ağır okuyan, sözcüklerin üzerinde duran sesi duyulur gibidir. Oylum geniş tutulsa bir küçük destan ya da uzun bir şiir ortaya çıkabilirmiş. Buradaki destansı eda, baba sevgisini ve özlemini anlatan Babamın Ardından (33) şiirinde azalarak sürer. Şair; bir tema çevresinde yoğunlaşmaktan çok, gözünün değdiği her şeyi almak isteyen bir hevesle temadan temaya atlar. Evrenin sunduğu çeşitlilik karşısında, şiirine her şeyi doldurma isteği; onun yoğunlaşmasını engelleyen, şiirini dağıtan bir durumdur. Böylece şiirinin oluşumunda çağrışım, önemli bir rol elde eder. Kimi şiirlerinde seslenme tarzını buluruz. Bu bağlamda düşünülebilecek Birileri Var (16) şiirinin üçüncü dörtlüğündeki üslup, Bilge Kağan’ın sesleni- şini andırır.

 7. İzdüşüm
 “Şiirler alır saltanatlar satarım”  dizesinde Orhan Veli Kanık’ın Eskiler Alıyorum (2001, 69) şiirindeki “Eskiler alıyorum / Alıp yıldız yapıyorum” ve “Eskiler verip musikiler alıyorum” dizeleriyle özdeş bir tını vardır. “Mor ikindiler” tamlamasında Ahmet Muhip Dıranas’ın Serenad (2000, 19) şiirindeki “mor akasyalar” Yaz Göç Ediyor (2000, 53) şiirindeki “mor dağlar” sözcük öbeklerine bilinçli bir anıştırma (telmih) var. “Dönmeyen âşık” (53) sözü de Dıranas’ın Olvido şiirinden sızmış. “Gemiler geçmeyen ummanlar” (12) dizesi, Yahya Kemal Beyatlı’nın Itri şiirinin “Gemiler geçmeyen bir umman” (1974, 19) dizesinin yansımasıdır.

8. Sonuç

 Anadolu; coğrafyasıyla, kültürüyle, şairleriyle Akengin’in şiirinde bir bütün olarak vardır. Bu dizelerde şehirle bir türlü barışamayan Anadolu çocuğunun çığlığı duyulur. Şaire göre vatan; sevginin olmadığı şehir değil, bozkır- dır. Büyük şehre bir taşralının gözüyle bakar hep. Bu kadar hır gür, bozulma içinde doğaya kaçmak, masalsı geçmişi özlemek ya da hülyalara sığınmak tek kurtuluş yoludur. Geçmişte bulduğu ise mutantan Osmanlı çağı ve hayal ufuklarının ötesindeki Kaf Dağı’dır. Onun gayesi bir masal evreni yaratmak değil, geçmiş zamanın büyüsünü böylece pekiştirmektir. Ömür, zaman, insan hep akıp gider. Şair, akış içindeki dünyayı bir gurbet, bir ayrılık yeri olarak görse de bu durumu bir trajedi olarak değil, yaşamanın bir gereği olarak kabul eder. Bu davranışa, mistiklerin tanrısal özleyişi egemendir. Hayatın sonu ölüm olduğuna göre Tanrı’ya sığınmak gerekir. Böylece ölüm, ölümsüzlüğe dönüşür. Şairin, ölüm karşısında iç çatışma yaşamamasının nedeni, kalbinde kuşkuya hiç yer vermemesidir. Akengin şiirinin ana izleğini, geçmişe özlem oluşturur. Birçok izlek, geçmişe özlem izleğinin kozasından çıkar, tekrar ona döner. Geçmiş, kendi çocukluğundan öte bir süreç olup Türk’ün Anadolu macerasına kadar uzanır. Tarihe bakış ve geçmiş duyguları bağlamında Yahya Kemal’le yolu bir daha kesişir Akengin’in. Şair, İstanbul’a bakarken bugünü değil; Sadabad, Göksu, Âşiyan, Haliç ile altın bir çerçeve içinde parlayan; ud, tambur ve ney seslerinin gökyüzünü doldurduğu parlak Osmanlı İstanbul’unu görür. Zira hiçbir şehir, bugün değildir onun için. İstanbul’a, Erzurum’a, Bayburt’a baktığında onlarda geçmişin –Italio Calvino’nun deyimiyle söylersek– “görünmez kentler”ini bulur. Akengin’deki geçmişe özlemin nedeni ne olabilir? Babasının okuduğu ila- hiler; Yunus Emre, Köroğlu, Emrah, Zihnî gibi halk şairlerinin dile getirdik- leri Anadolu; doğa içinde geçen çocukluk; dinlediği halk masalları, Dede Korkut Öyküleri; ninesinin ağıtları; “annesinin bohçası”nda derlenmiş zamanlar ve çağın hızlı değişimi, doğal olarak onu geçmişe gönderir.

Kaynaklar Ahmet Haşim (2001), Bütün Şiirleri, 5. Basım, hzl. İnci Enginün-Zeynep Kerman, İstan- bul: Dergâh Yayınları. Akengin, Yahya (2001), Eylül Kuşatması, İstanbul: Türdav Yayınları. Baudelaire, Charles (2001), Kötülük Çiçekleri, Çev. Ahmet Necdet, İstanbul: Adam Ya- yınları. Beyatlı, Yahya Kemal (1974), Kendi Gök Kubbemiz, 5. Basım, İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti. Dıranas, Ahmet Muhip (2000), Şiirler, 3. Basım, İstanbul: YKY. Göker, Cemil (1986), Fransa’da Edebiyat Akımları, Ankara: DTCF Yayınları. Kanık, Orhan Veli (2001), Bütün Şiirleri, 43. Basım, İstanbul: Adam Yayınları. Kaplan, Mehmet (1987), Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar, İstanbul: Dergâh Yayınları.

http://halkbilimifolklor.blogspot.com.tr/2013/10/yahya-akenginin-siiri.html

İLGİLİ İÇERİK

YAHYA AKENGİN ŞİİRLERİ

ŞİİRLER

YAHYA AKENGİN HAYATI ve ESERLERİ

YAHYA AKENGİN ŞİİRİ



YAHYA AKENGİN'İN ŞİİRLERİNDE FİKİR UNSURLARI - DR. GIYASETTİN AYTAŞ
Dr. Gıyasettin AYTAŞ *

ÖZET:

Yahya Akengin son dönem yetişen önemli şairlerimizden biridir. Şiirlerinde his ve hayal unsurlarının yanında fikir unsurlarını da kullanmıştır. Bu çalışmada Yahya Akengin'in Şiirlerinde ele aldığı fikir unsurları ve bunların şiirlerinde ele alınış şekli değerlendirilmiştir.
...
Türk şiirinin kendi kimliğini bulması, taklitten arınarak özgün yapısına kavuşması o kadar da kolay olmamıştır. Şiir tarihimizin gelişim sürecini incelediğimizde, etkilerin ve etkilenmelerin her zaman var olduğunu görmekteyiz. Özellikle şiirin kendine özgü yapısı içerisinde bu etki ve etkilenmelerin sınırlarını kolayca belirlemek pek mümkün görünmüyor. Bir de şiirin tanımında karşılaşılan güçlükler olunca, işin boyutu daha da değişiyor.

Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatı içerisinde şiirin seyir çizgisi, diğer dönemlere göre önemli farklılaşmalar göstermektedir. Önceleri Cumhuriyetin temel prensiplerini yaymaya çalışan şairlerimiz, daha sonraki dönemlerde gelişen siyasi ve sosyal olaylardan etkilenerek, yeni arayışlar ve anlayışlar peşinde koşmoşlardır .

Şiir, his, hayal ve fikir unsurlarından oluşur. Bu unsurlar, çoğu zaman şiirde bir arada ve belli bir oranda yer alırken, kimi zaman da biri diğerinden daha baskın olarak şiire yansır. Şiir eleştirmenleri, bir şiirde bu unsurların hangi ölçüde ve nasıl yer alması gerektiği konusunda fikir birliği içinde değillerdir.

Düşünce karşılığı olarak kullanılan fikir, Tahirü'l -Mevlevî'nin "Edebiyat Lgati"nde şu şekilde tarif edilmektedir: "Fikir, düşünce demektir ki, sözün de, yazının da üss - ül esasıdır. Fikrin bazı meziyetleri vardır: Fikrin zihinde bulunmasına " icâd ", sıraya konulmasına " terkib ", başka şeylerle karıştırılmasına "vahdet" diyorlar. Fikrin bir cihetten doğruluğuna "hakikat", her cihetten doğruluğuna "selâmet" denir." ( Tahir'ül Mevlevi, 1973, 45) Tanpınar ise fikir konusunda, daha farklı bir yaklaşım içerisindedir. Tanpınar'a göre fikir, his ve imaj, insanı zaman zaman ziyaret eden "lütufkâr misafirler"dir . ( Tanpınar , 1977, 16)

Yahya Akengin'e göre fikir, elmanın içerisine sinmiş vitamin gibidir. Akengin fikirle ilgili olarak şunları söylemektedir:

" Elmayı lezzeti, görünüşü dolayısıyla severiz. Vitamin ise kendiliğinden fonksiyonunu icra eder. Elmanın vitamin değeri, yetiştiği toprağın özellikleri ile bağıntılıdır. Şairin fikir yapısını da, içinden yetiştiği ve orada olgunlaştığı kültür ve dünya görüşü tayin eder. "Bende vitamin var." diye haykıran bir elma nasıl olmazsa, "Bende şu fikirler sergilenmiştir." diye bağıran şiir de düşünülemez. Önce bir şiir, kendisine şiirdir dedirtmeli. " ( Aytaş , 1989, 81)

Edebiyat dünyasına ilk adımını Hisar Dergisi'nde atan Yahya Akengin , şiirin yanında, diğer edebi türlerdeki eserleriyle de dikkat çeken çok yönlü bir sanatçıdır. Şiirlerinde his ve hayal unsurlarının yoğunluğunun yanında, fikir unsurları da önemli bir yer tutar. Akengin , kendi şiir dünyası ve şiir anlayışı ile ilgili şunları söylemektedir:

"Şiirimin temaları hakkında saygıdeğer eleştirmenlerin yazdıkları şu ortak tespit var: Hüzün, hasret ve büyük şehir bunalımı... Evet gerçekten öyle... Ancak şunu belirtmek istiyorum: Ben hasreti aksiyonun ilk ve en önemli adımı olarak görüyorum. Hasretini duymadığımız hedeflere varmak mümkün mü? Hüzün de benim neş'emdir ." ( Akengin , 1982, 5)

Akengin , 1969 yılında yayımladığı "İstesen" adlı ilk şiir kitabında diğer unsurlarla beraber, fikir unsurlarına da yer vermiştir. Tarihi değerler ve tarihe ait kavramlar Onun üzerinde durduğu unsurların başında gelmektedir. Akengin , şiirlerinde tıpkı Yahya Kemal gibi, geçmişe ve geçmişin parlak dönemlerine özlem duyar. "Çoruh Destanı" adlı şiirinde, Kopdağı'ndan esen rüzgârla birlikte, geçmişi düşünür.

Bayburt ilimizin sınırları içerisinde yer alan Kopdağı , Birinci Dünya Savaşı'nda Türk yiğitlerinin çetin kış şartlarında amansız mücadelelerine sahne olmuş, düşmana geçit vermeyerek, önemli bir direniş noktası oluşturmuştur. Bir avuç Türk kahramanı, sayıca kendilerinden çok üstün olan düşmana karşı, bu direniş noktasında kahramanca çarpışarak bir destan yaratmıştır. Bu destan, şair Akengin'de de aksini bulmuş ve onun mısralarına yansımıştır.

" Kopdağı'nda "ikinci Plevne"yi dinledim
Yiğitlerle haykırıp analarla inledim
Şehitlerin son sözü var sesimde
Dediler olsun öksüzüme yurt
Kanımızla sonsuzluğa armağan Bayburt." ( Akengin , 1969, 16)

Plevne'de de Gazi Osman Paşa, kendisinden sayıca çok üstün düşman kuvvetlerine karşı, kahramanca direnmiş, büyük bir destan yaratmıştır. Şair, Yahya Kemal'de olduğu gibi, geçmişte kazanılan zaferleri de hatırlayarak düşüncesine zemin oluşturmuştur. Bu düşüncenin oluşturduğu coşkunlukla, kendi ruhunu onların ruhu ile birleştiren şair, bu destana mısraları ile ortak olmuştur.

Tarih yaşanmış bir geçmiştir. Bu geçmişten haberdar olmak, orada elde edilen tecrübeleri gelecek nesillere aktarmak, tarih biliminin görevleri arasında olmakla birlikte, edebi eserlerin de görevidir. Hikâye, roman, tiyatro, şiir gibi edebi eserlerin büyük bir kısmı, konularını tarihten alarak, tarihe farklı bir yorum getirme gayreti içinde olurlar. Edebiyatımızda bu sahada yazılmış yüzlerce örneğe rastlamak mümkündür. Özellikle şiirde Yahya Kemal, tarihten yararlanma konusunda öncü olmuştur.

Her milletin kendi tarihinden övüneceği dönemler vardır. Türk tarihi, bu açıdan bakıldığında, birçok millete nasip olmayan övünç kaynaklarıyla doludur. Yahya Akengin , Türk tarihinin en eski dönemlerinden yola çıkarak, genel bir değerlendirme yapmaya çalışır. On beş bin ağız atlı, Asya içlerinden Anadolu'ya arkalarında izler bırakarak gelmişlerdir.

"Oğuz'dan on beş bin yağız atlı,
Asya içlerinden Hazer boylarından,
Sürüp gelmiş birbirinden süratli
Kona-göçe yürür izlerinden vatan." ( Akengin , 1969, 51)

Tanzimat Türk toplumunun batılılaşma süreci içerisinde, önemli bir dönüm noktasıdır. Türk aydını kendi gerçeğini batıda bulma, batılı olma hevesi ile, geçmişini bir kalemde silme gibi bir yanlışın içerisine düştü. Bu yanlış daha sonraki dönemlerde de devam etti. Kendini ve kendi yaşadığı çağı sorgulamayan aydınlarımız, sürekli yanlışlar komedyası ile oyalanıp durdu. Kimi aydınımız ise, kendi çağını sorgulamış, çeşitli öneriler getirmiş olmasına rağmen, onlar da gerektiği oranda muhatap bulamamışlar. Son yıllarda, öz kimliğinden uzaklaşan, bilhassa dış etkilerle kendine yabancılaşan bir neslin yetişmesi, her Türk sanatçısı gibi, Yahya Akengin'i de endişelendirmiştir. Bu yüzden kendi çağını sorgulamak ihtiyacını duyan Yahya Akengin , "Gel Gör Bizi Yunus Emre" adlı şiirinde, bozulmaya karşı sitemini ve şikayetini dile getirir.

"Dar kalıplar içinde dar boğazlara
Beynimizi kemiren bir çağdayız artık saptık.
Kurşuna dizildi gönlümüz insanlık adına
Kurtuluş arayıp maddeye taptık
Uygarlık adına." ( Akengin , 1969, 47)

Yahya Akengin'in şiirlerinde önemli bir diğer unsur da, bazı kavramlara karşı göstermiş olduğu hassasiyettir. Bu hassasiyeti her fırsatta dile getiren şair, şiirlerinde kimi zaman bu kavramlara özel bir önem verir. Vatan, millet, bayrak, din gibi kavramlar içerisinde, vatanın Yahya Akengin için ayrı bir önemi vardır. Her karış toprağı şehit kanı ile sulanmış olan aziz vatanın, ecdadımızın bize bıraktığı kutsal bir miras olduğunu her fırsatta dile getiren şair, bu uğurda şehit olanlara karşı hayranlığını dile getirirken, Kopdağı'ndaki şehitler tepesinden ilhamını alır.

"Duyarız sesinizi bazı bazı
Alırız selâmınızı...
Kopdağı'nın yücesinde bir anıt
Anıtın üstünde bayrak,
Bayraktan bir rüzgâr ılgıt ılgıt
Alnımızda hürriyetin yazısı,
Alnımız ne de açık..." ( Akengin , 1969, 55)

Kimi zaman, kültürel değerlerimizi yeteri ölçüde algılayamadığımız olmuştur. Millet olma bilincinin bir gereği olarak, mensubu bulunduğumuz milletin bütün değer yargılarını özümsemek ve bu değer yargılarını yaşatmak gibi bir sorumluluğu yerine getirmeliyiz. Ortak kültürel değerlerimizi saymaya kalksak, buna ne kelimeler, ne de sayfalar yeter. Mahalli kimliğin oluşmasında belirleyici bazı unsurların, milli kültür unsurlarımızı pekiştirdiği, bilinen bir gerçektir. Her bölgenin kendine has türküleri, oyunları olmakla birlikte, bu oyun ve türkülerin motifleri aynıdır. Her ne kadar sergilemede bazı farklılıklar olsa bile, bu farklılıkların özü bozacak bir nitelikte olmadığı gözlenir.

Yahya Akengin , şiirlerinde, vatan ve millet sevgisini oyunlarımızla türkülerimizle imgelemiştir. Bu imgelemede ise, mahalli oyunlarımızdan "Bar" kullanılmıştır. Bar, yiğitliğin, mertliğin, ruh disiplininin ne anlama geldiğini sergileyen önemli bir halk oyunumuzdur. Bu oyunda, ritim çok önemlidir. Oyuncular davulun temposu ve zurnanın sesi ile tam bir uyum içerisinde olurları. Yahya Akengin "Bar Başlarken" isimli şiirinde, bu durumu ifade ederken, fikri derinliği de yakalamış olur.

"Seyrine gelenlere selâm dur
Millet için deli gönül bizde bulunur
Savaşı düğün eden davul bizde bulunur
Vur kardeşim, o davula bir daha vur!" ( Akengin , 1969, 46)

Yahya Akengin'in üçüncü kitabının ismi "Çağ Sürgünü" dür. Şair bu kitabındaki şiirleriyle, önemli bir mesafe kaydettiğini göstermiştir. Daha derli toplu, ne yaptığını bilen, şiirin derinliklerini yakalayan, kelime seçimi, imaj zenginliği şiirlerde belirgin bir şekilde kendini hissettirmektedir. Akengin'in şiirlerinin ilhamı Anadolu ve doğduğu topraklardır. Yaşadığı dönemin bir gereği olarak, Anadolu gerçeğini yeniden keşfe çıkan kervana Akengin'in de şiirleriyle katıldığını görüyoruz.

1950'den sonra Türk şiirinde yeni bir dönem başlar. İkinci Dünya Savaşı sonrasında şiirimizde birtakım yeni arayışlar ve bu arayışların temsilcileri ortaya çıkmıştır. Yenilik peşinde koşan, yeniliği yakalamak için ise, geleneği toptan reddeden şiir arayışlarının ilk temsilcileri olarak Garipçiler karşımıza çıkmaktadır. Garip şiir hararetini sırasıyla Maviciler ve İkinci Yeniciler takip etti. Hisar Dergisi etrafında toplanan şair ve yazarlar, bu şiir hareketlerine karşı tepki göstermiştir. Batıyı taklit ederek, milli bir sanatın yaratılamayacağını ifade eden Hisar, Tür sanatının kendi rengi, havası ve özellikleri içinde geliştirilecektir der. Hisar şairlerinin belli başlı ortak özelliklerini Alemdar Yalçın şu şekilde tasnif etmektedir:

1. Türk tarihine ilgi göstermişlerdir.
2. Sosyal konulu şiirlerde Anadolu gerçeğine yönelmişlerdir.
3. Klasik şiirimize yönelmişlerdir.
4. Halk edebiyatını kendilerinden ayrı düşünmemişlerdir.
5. Milli tarihimize sonuna kadar bağılı olmuşlardır.
6. Dilde hem aksiyoner , hem de reaksiyoner tavır almışlardır. (Yalçın, 1983)

Yahya Akengin Anadolu gerçeğini şiirlerinde en çok işleyen şairlerimizden biridir. "Sana Gelirsem İstanbul" isimli şiirinde, Anadolu'yu şu mısralarla dile getirir:

"Üsküdar'da yanık Rumeli türküsüyle
Oturup sabrın şarabını içeceğim...
Gurbet bitiminde Anadolulu güzelle
Bir Köprü'den, bir kendimden geçeceğim ..." ( Akengin , 1969, 45)

Fikrin berraklığını şiirde çoğu kere yakalamak oldukça güçtür. Hele şiirin his ve hayal unsurları ile fikir unsurları çoğu kere birbiri içine girmişse, bu güçlük daha da artmaktadır. Yaha Akengin'in kimi şiirlerinde, fikir unsurlarını diğer unsurlardan ayırmakta zorluk çekilmektedir. Gerçi Akengin , fikri "ben buradayım" diye bağıran bir unsur olarak ele almadığı için, şiirlerindeki fikir unsurlarındaki örtülülük buradan kaynaklanmaktadır. Akengin kimi zaman devlet fikri üzerinde de durmaktadır. Devletin birliği ve bekası için ne gerekiyorsa yapılması gerektiğini ileri süren şair, devletine olan bağlılığını ve sevgisini şöyle dile getirmektedir:

" Kim olursa olsun "süper devlet"
Beh de özgürlüğe siper devlet...
Ben bilirim kendi gücümü elbet
Ben üç kıtayı bilen millet..." ( Akengin , 1969, 59)

Milleti meydana getiren önemli unsurlardan biri de dindir. Türk milleti kendi fıtratına en uygun din olduğu için seçmiş olduğu İslam dinini, uzun yıllar koruyuculuğunu ve kollayıcılığını yapmış, bu uğurda savaşlar yapmış, binlerce şehit vermiştir. Her Türk, kendi öz kimliğinin bir gereği olarak, dini konusunda da oldukça hassastır. Dinimizin kutsal değerleri ve önderleri, sanatçılarımız tarafından da saygıyla anılmış, bunlarla ilgili duygu ve düşünceler eserlere aksetmiştir. Yahya Akengin , "Hicret Duyguları" isimli şiirinde, Hicret'in İslamiyet açısından taşıdığı büyük mana üzerinde durmuş, ferdi duygularını da ortaya koyarak, imanla yaşanan bir dünyaya hicret etmeyi arzu etmiştir. Akengin üç bölümden meydana gelen bu şiirin ilk bölümünde, Peygamberimize karşı sevgisini dile getirir.

"Dünyada nice müjdelere karşı,
Dedin ki ben hüznün peygamberiyim.
Ömründe arasın diye kâinat
Rabbim hem çile verdi sana efendim,
Hem cümle varlığı saran şevkat ." ( Akengin , 1982, 36)

Şiirin ikinci bölümünde ise, Hicret'i sanatkâr bir üslupla yorumlayarak, çağımız insanının burhanını teşhis etmeye çalışır. Akengin'e göre insanlığın Allah'tan uzak kalması, onun bunalımlarının en birinci kaynağıdır. Gerçi burada mistik bir yaklaşımdan söz etmek mümkündür. Ancak, Akengin'in şiirine yüklemiş olduğu fikir unsuru ile, toplumsal gerçeği arama ile uğraşıyor.

"Yazılsın cümle kapılara yeni baştan;
Buhran, insanlığın Allah'tan uza hâlidir.
Yeryüzünde tedirgin ruhumu avutan
Efendimin Allah'a uzanmış elidir." ( Akengin , 1982, 36)

Yahya Akengin'in şiirlerinde vatan sevgisinin de ayrı bir yeri olduğu gözlenmektedir. kimi şair, vatan kavramını değişim anlamlarda kullanırken, Akengin onu ilk anlamıyla kullanmayı tercih eder. "Hilâlsiz Kalmasın Hudutlar" şiirinde, tıpkı Mehmet Akif Ersoy gibi bir yakarışta bulunur. Bilindiği gibi Ersoy İstiklâl Marşında,

"Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sanak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak
O Benimdir, o benim milletimindir ancak. "

derken, Akengin de,

"Ay karartan silâhların namlusundan,
Titreyen yıldızların göz-bebeklerinde,
Yürüdüm yol bulup sınır boylarında;
Hilâlsiz kalmasın günün birinde,
Bizim değil bu uykular bu talan...
Titrerim yıldızlar gibi yurdun iliklerinde." ( Akengin , 1982, 47)

Şiirin kendi kimliği içinde şairin ortaya koyduğu temel düşünceleri yorumlamak için, bu düşüncelerin esere yansıma biçimine bakmak gerekir. Yahya Akengin'in kaleme aldığı şiirlerin tamamına yakın bir kısmında fikir, his ve hayal unsurlarını gölgede bırakacak düzeyde olmadığı, ancak fikir unsurlarını da şairin yeri geldiğince ustaca kullandığını görmekteyiz.

Şiirde tespitlerin, kimi zaman tahliller kadar önemli olduğu görülmektedir. Çünkü, tespit edilen her kavram, tahlil için de önemli veri kaynağı olmaktadır. Yahya Akengin , genellikle his ve hayal unsurlarını şiirlerinde daha çok kullanan bir şair olmakla birlikte, fikir unsurlarını da şiirlerinde kulanmış olması, onun duyarlılıklarının bir başka yönüne ışık tutmaktadır. Şair toplumun bir parçası olma sorumluluğunu, her türlü anlatım yöntemini kullanarak dile getirme gayreti içinde olmuştur.

KAYNAKÇA

Akengin , Yahya, (1969) Akşamla Gelen, Ankara, Hisar Yayınları.
Akengin , Yahya, (1969) İstesen, Ankara, Ayyıldız Matbaası.
Akengin , Yahya, (1982) Saatler ve Çehreler , Ankara, Ocak Yayınları.
Akengin ; Yahya, (1982) Saatler ve Çehreler, Ankara, Ocak Yayınları.
Aytaş , Gıyasettin , (1989) Yeni Milli Edebiyat Akımı'nın (1968-1987) Şiiri Üzerine Bir Araştırma, Ankara , Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
Tahir'ül Mevlevi, (1973) Edebiyat Lügati, İstanbul, Enderun Yayınları.
Tanpınar , Ahmet Hamdi , (1977) "Şiir Hakkında", Edebiyat Üzerine Makaleler , Hazırlayan: Zeynep Kerman , İstanbul, Dergah Yayınları.
Yalçın, Alemdar, (1983) "Garipçiler ve Hisarcılar", İstanbul, Türk Edebiyatı, S. 121, Kasım

* Gazi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi

 

İLGİLİ İÇERİK

YAHYA AKENGİN ŞİİRLERİ

ŞİİRLER

YAHYA AKENGİN HAYATI ve ESERLERİ

YAHYA AKENGİN ŞİİRİ

SON EKLENENLER

Üye Girişi