Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

YARATILIŞ DESTANI

Türklerin Altay-Yakut zamanında çıkan bir destandır. Ayrıca ilk Türk destanlarından olma özelliğine de sahiptir. Asya kıtasının çeşitli bölgelerinde yaşayan Türk boyları ve Altay Türkleri arasında söylenmektedir. Türk destanları arasında en eskisidir. V. Radlov tarafından saptanıp yazıya geçirilmiştir.

Destanın özeti şöyledir:

Her şeyden önce su vardı. Yer, ay, gök, güneş yoktu. Tanrı Kara Han (Kuday) ile Kişi vardı, ikisi de birer kara kaz gibi su üzerinde uçuyorlardı. Tanrı Kara Han bir şey düşünmüyordu. O sırada Kişi, yeli bulup suyu dalgalandırdı. Kara Han'ın yüzüne su sıçrattı. Bunu yapınca da kendisinin Tanrı'dan güçlü olduğunu sandı; daha yüksekte uçmak istedi. Ama uçamadı; suya düşüp dibe battı. Boğulmak üzereydi. "Bana yardım et!" diye bağırıp Kara Han'dan yardım istedi.

Tanrı Kara Han izin verdi, Kişi su yüzüne boğulmadan çıktı. Sonra Tanrı, 'Sağlam bir taş olsun!" dedi. Suyun dibinden bir taş yükseldi. Kara Han ile Kişi, bu taşın üzerine oturdular. Kara Han, Kişi'ye "Suya dal, suyun dibinden toprak çıkar!" diye buyruk verdi. Kişi, Tanrı'nın buyruğunu yerine getirdi. Suyun dibinden çıkardığı toprağı Kara Han'a götürdü. Kara Han, Kişi'nin getirdiği toprağı suyun üzerine serperken "Yer olsun!" diye buyurdu.

Buyruk yerine geldi, yeryüzü yaratıldı. Kara Han, yine Kişi'ye "Suya dal, suyun dibindeki topraktan çıkar!" diye buyruk verdi. Kişi, suya daldığında, bu kez kendim için de toprak alayım diye düşündü. İki avucuna da toprak doldurdu; bir avucundakini Kara Han'dan gizlemek için ağzına attı. Dileği, Kara Han'dan gizli kendine göre bir yer yaratmaktı. Avucundaki toprağı getirip Kara Han'a uzattı. Kara Han, toprağı suyun üzerine serpip genişlemesini buyurdu. Kara Han'ın suya serptiği toprak gibi, Kişi'nin ağzındaki toprak da büyüyüp genişlemeğe başladı. Kişi korktu; soluğu kesildi, öleyazdı. Kaçmağa başladı. Ancak, nereye kaçsa yanı başında Tanrı Kara Han'ın varlığını hissediyordu. O'ndan kaçamıyordu. Çaresiz kaldı, Tanrı'ya yalvarmağa başladı: "Tanrı! Gerçek Tanrı! Bana yardım et". Kara Han, Kişi'ye "Ağzındaki toprağı ne için sakladın" dedi. Kişi, "Kendime yer yaratmak için saklamıştım" diye yanıt verdi. Kara Han da, "Öyleyse at ağzından ve kurtul" dedi. Kişi'nin ağzındaki toprak yere dökülürken küçük tepeler oluştu. Kara Han, "Artık sen günahlı oldun" dedi, "Bana karşı geldin. Kötülük düşündün. Bundan sonra sana uyanlar, senin gibi kötülük düşünenler senin gibi kötü kişi olacak; bana uyanlar ise iyi ve pak kişiler olacak, güneş ve aydınlık yüzü görecek. Ben, gerçek Kurbustan adım almışımdır; bundan sonra senin adın da Erlik olsun. Günahlarını benden saklayanlar senin adamın olsun, günahlarını senden saklayanlar benim adamım olsun”.

Yeryüzünde, dalsız budaksız bir ağaç yeşerdi. Kara Han, bu dalsız budaksız ağaçtan hoşlanmadı. "Dalları, yaprakları olmayan ağaca bakmak güzel değil. Bu ağacın dokuz dalı olsun!" dedi. Dalsız budaksız ağaç birden dokuz dallı oldu. Kara Han, "Dokuz dalın her birinin kökünden, birerden dokuz kişi türesin; bunlar dokuz millet olsun!" dedi. Erlik, bunlar olurken büyük bir gürültü duydu. Nedir acaba diye düşündü. Kara Han ’a gürültünün nedenini sordu. Kara Han, "Ben bir hakanım, sen de kendince bir hakansın. İşittiğin gürültüyü yapanlar benim insanlarımdır !" dedi. Erlik, Kara Han'dan bu insanları kendisine vermesini istedi. Kara Han, "Olmaz!" diye karşıladı; "Sen git kendi işine bak !"

Erlik'in canı sıkıldı. Hele bir gidip şu insanları göreyim diyerek kalabalığın yanına vardı. Orada insanlardan başka yaban hayvanları, kuşlar ve daha nice yaratıklar vardı. Erlik, Kara Han bunları nasıl yarattı acaba, bunlar ne yer, ne içerler diye düşündü. O düşüne dursun, insanlar ağacın yemişlerinden yemeğe başlamışlardı. Erlik baktı ki, insanlar ağacın yalnızca bir yanındaki yemişleri yiyorlar, öte yandakilere ellerini sürmüyorlar. İnsanlara bunun nedenini sordu. İnsanlar, şu yanıtı verdiler: "Tanrı bize o yandaki yemişlerden yemeği yasakladı. Biz yalnızca Tanrı'nın izin verdiği, ağacın gün doğusundaki yemişlerden yiyoruz. Şu gördüğün yılan ile köpek, yasak yandaki yemişleri yemememiz için bekçilik ediyor." Bu yanıt, Erlik'i sevindirdi. Erlik Körmös, insanlardan Doğanay (Törungey) denilen erkeğe yaklaştı. Ona "Kara Han size yalan söylemiş. Asıl, yasakladığı yemişlerden yemeniz gerekir. Onlar daha tatlıdır. Bir deneyin; göreceksiniz" dedi. Erlik, uyumakta olan yılanın ağzına girdi; ağaca çıkmasını söyledi. Yılan, ağaca çıkıp yasak yemişlerden yedi. Doğanay'ın karısı Ece (Eje), yanlarına geldi. Erlik, Doğanay ile Ece'ye de yasak yemişlerden yemelerini söyledi. Doğanay, Kara Han'ın sözünü tutarak yasak yemişlerden yemedi. Karısı Ece dayanamadı, yedi. Yemiş çok tatlı idi. Alıp kocasının ağzına sürdü. Doğanay ile Ece'nin tüyleri birden döküldü. Utandılar. Kaçıp, her biri bir ağacın ardına saklandılar.

Kara Han oraya geldi. İnsanlar, kaçışıp bir köşeye gizlenmişlerdi. Kara Han, "Doğanay! Ecei Doğanay! Ece!” diye haykırdı, "Neredesiniz?". Doğanay ile Ece "Ağaçların arkasındayız" dediler, "Karşına çıkamıyoruz, utanıyoruz". Sonra, olanları bir bir anlattılar. Kara Han, bildiği şeyleri duymanın öfkesi içinde her birine ayrı cezalar verdi. "Şimdi sen de Erlik'ten bir parça oldun" diyerek yılana verdi ilk cezayı. "İnsanlar sana düşman olsun; seni görünce vurup, ezip öldürsünler !" dedi. Ece'ye döndü, "Sen, Erlik'in sözüne uydun. Yasak yemişi yedin. Cezanı çekeceksin. Çocuk doğuracaksın. Doğururken de acı çekeceksin. Sonunda öleceksin, ölümü tadacaksın". Doğanay'a da şöyle diyerek cezasını verdi: "Erlik'in gösterdiğini yedin. Benim sözümü dinlemedin, Körmös Erlik'in sözüne uydun. Onun adamları onun dünyasında yaşar, karanlıklar dünyasında bulunur. Benim ışığımdan yoksun kalır. Körmös (Şeytan, Erlik) bana düşman oldu; sen de ona düşman olacaksın. Benim sözümü dinleseydin, benim gibi olacaktın. Dinlemediğin için dokuz oğlun, dokuz da kızın olacak. Bundan sonra ben, insan yaratmayacağım. Artık, insanlar senden türeyecek." Kara Han, Erlık'e de kızdı. "Benim adamlarımı niçin aldattın ?" diye sordu öfkeyle. Erlik "Ben istedim, sen vermedin" dedi, "Ben de senden çaldım. Artık, hep çalacağım. Atla kaçarlar ise düşürüp çalacağım. İçip içip esrirler (sarhoş olurlar) ise birbirlerine düşürüp dövüştüreceğim. Suya girseler, ağaçlara çıksalar bile yine çalacağım". Kara Han da, "Öyleyse; dokuz kat yerin altında ayı, güneşi olmayan karanlık bir dünya vardır. Seni oraya atıyorum" diyerek Erlik'i cezalandırdı. Her şey bitince, bütün insanlara birden ceza verdi. "Bundan sonra kendi yemeğinizi kendiniz kazanacak, gücünüzle elde edeceksiniz; benim yemeğimden yemek yok" dedi, "Artık, yüz yüze gelip sizinle konuşmayacağım. Bundan sonra size Gök Oğul'u (May-Tere) göndereceğim".

Gök Oğul, insanlara birçok şey öğretti. Arabayı da Gök Oğul yaptı. Ot köklerini, yenilebilecek otları insanlara öğretti. Erlik, Gök Oğul'a yalvardı: "Ey Gök Oğul, bana yardım et. Kara Han'dan izin dile. Yanına çıkmak istediğimi söyle. Yardım et bana". Gök Oğul, Erlik'in dileğini Kara Han'a iletti. Kara Han aldırış etmedi. Gök Oğul, altmış yıl yalvardı.

Sonunda Kara Han, Erlik'e haber gönderdi: "Düşmanlıktan vazgeçersen, insanlara kötülük etmezsen sana izin veririm, yanıma gelirsin!” Erlik, söz verdi. Kara Han'ın katına çıktı. Baş eğdi. "Beni kutsa. Bana izin ver, ben de kendime gökler yapayım" diye yalvardı. Kara Han, izin verdi. Erlik, kendisi için gökler yaptı. Adamlarını topladı, yaptığı göklere yerleştirdi; kendisi de başlarına geçti. Çok kalabalık oldular. Kara Han'ın en sevgili kullarından olan Ulu Kişi (Mandı-Şire), bu duruma çok üzüldü. Üzüntü içinde düşündü: "Bizim öz kişilerimiz yeryüzünde sıkıntı çekip yoruluyor. Erlik'in adamları ise, göklerde keyfedip duruyor." Ulu Kişi, bu üzüntü içinde Erlik'e savaş açtı. Erlik, daha güçlü çıktı. Ateş ile vurup Ulu Kişi'yi kaçırdı. Ulu Kişi, Kara Han'ın katına çıktı. Kara Han, "Nereden geliyorsun ?" dedi. Ulu Kişi, "Erlik'in adamlarının gökte oturması, bizim adamlarımızın ise yeryüzünde bin bir güçlük içinde yaşamaları ağırıma gitti. Erlik'in yandaşlarını yere indirmek, göklerini başına yıkmak için Erlik'le savaştım. Gücüm yetmedi, o beni kaçırdı" diye üzgün ve ağlamaklı yanıt verdi. Kara Han, üzülmemesini söyledi. "Erlik'e benden başka kimsenin gücü yetmez" dedi, "Erlik'in gücü senden çoktur. Ama gün gelecek, senin gücün Erlik'in gücünden üstün olacak". Ulu Kişi'nin yüreği serinledi, rahat rahat uyudu.

Gün geldi, Ulu Kişi güçleneceğini anladı. O gün Kara Han, Ulu Kişi'yi yanına çağırdı. "Var git. Güçlendin artık. Erlik'in göklerini başına yıkacak güce kavuşturdum seni. Dileğine ereceksin" dedi, "Sana, kendi gücümden güç verdim". Ulu Kişi şaşırdı: "Yayım yok, okum yok. Kargım yok, kılıcım yok. Kupkuru bir bileğim var. Yalnız bilek gücüyle Erlik'i nasıl yok edebilirim?". Kara Han, Ulu Kişi'ye bir kargı verdi. Ulu Kişi, kargıyı alıp Erlik'in göklerine gitti. Erlik'i yendi, kaçırdı; göklerini kırdı geçirdi. Erlik'in gökleri parça parça oldu, yeryüzüne döküldü. O güne değin dümdüz olan yeryüzü, o günden sonra kayalıklarla, sivri dağlarla doldu. Görklü Tanrı'nın özene bezene yarattığı güzelim yeryüzü eğri büğrü oldu. Erlik'in bütün yandaşları yere döküldü; suya düşenler boğuldu, ağaca çarpanlar sakatlanıp can verdi, sivri kayaların üstüne düşenler öldü, hayvanlara çarpanlar hayvanların ayakları altında kaldılar.

Erlik, varıp Kara Han'dan kendine yeni bir yer istedi. "Benim göklerimin yıkılmasına sen izin verdin; barınacak yerim kalmadı" dedi. Kara Han, Erlik'i yerin altındaki karanlıklar ülkesine sürdü. Üzerine yedi kat kilit vurdu.

"Burada gün ışığı, ay ışığı görmeyesin. Üzerinde sönmez ateşler olsun, iyi olursan yanıma alır, kötü olursan daha derinlere sürerim" dedi.

Bunun üzerine Erlik, "Öyleyse ölmüş kişilerin canlarını bana ver; gövdeleri senin olsun, canları benim" dedi. Kara Han, "Hayır, onları da sana vermeyeceğim" dedi, "İstiyorsan kendin yarat". Erlik eline çekiç, körük ve örs aldı. Vurmağa başladı. Her vuruşta bir hayvan ortaya çıktı. Kurbağa, yılan, ayı, domuz, deve ve kötü ruhlar yeryüzünü doldurdu. Sonunda Kara Han, Erlik'in elinden çekici, örsü, körüğü aldı; ateşe attı. Körük bir kadın, çekiç bir erkek oldu. Kara Han, kadını tutup yüzüne tükürdü. Kadın bir kuş olup uçtu. Bu kuş, eti yenmeyen, tüyü işe yaramayan Kurday denilen kuştur. Kara Han, erkeği de tutup yüzüne tükürdü. O da bir kuş olup uçtu; adına Yalban kuşu dediler.

Bu olanlardan sonra Kara Han, insanlara "Ben size mal verdim, aş verdim. Yeryüzünde iyi, güzel, pak olan ne varsa verdim. Yardımcınız oldum. Siz de iyilik yapın. Ben, göklerime çekileceğim, tez dönmeyeceğim" dedi. Yardımcı ruhlarına döndü: "Gün Aşan (Şal-Yime); sen, içki içip aklını yitirenleri, körpe çocukları, tayları, buzağıları koru. Onlara kötülük gelmesin. Sağlığında iyilik yapmış olanların ruhlarını yanına al; kendini öldürenlerinkini alma. Zenginlerin malına göz dikenleri, hırsızları, başkalarına kötülük edenleri koruma. Benim için, bir de hakanları için savaşıp ölenlerin ruhlarını da yanına al, benim yanıma getir, insanlar! Size yardım ettim. Kötü ruhları (körmösler) sizden uzaklaştırdım. Kötü ruhlar size yaklaşırsa, onlara yiyecek verin, ama onların yiyeceklerinden yemeyin; yerseniz, onlardan olursunuz. Şimdi ben aranızdan ayrılıyorum, ama yine geleceğim. Beni unutmayın, geri gelmez sanmayın. Geri döndüğümde iyiliklerinizin, kötülüklerinizin hesabını göreceğim. Şimdilik benim yerimde Ağca Dağ (Yapkara), Ulu Kişi ve Gün Aşan kalacaklar; size yardımcı olacaklar. Ağca Dağ! Gözlerini dört aç. Erlik senin elinden ölenlerin ruhlarını çalmak isterse, Ulu Kişi'ye söyle; o güçlüdür. Gün Aşan! Sen de iyi dinle. Kötü ruhlar, yeraltındaki karanlıklar ülkesinden yukarı çıkmasınlar. Çıkarlarsa, hemen Gök Oğul'a bildir. Ona güç verdim. O, kötü ruhları kovar. Alma Ata (Bodo-Sungkü), Ay'ı ve Güneş'i bekleyecek. Ulu Kişi, yeryüzünü ve gökyüzünü koruyacak. Gök Oğul, kötüleri iyilerden uzaklaştıracak. Ulu Kişi, sen de kötü ruhlarla savaş. Güç gelirse benim adımı çağır. İnsanlara iyi şeyleri, iyi işleri öğret. Oltayla balık avlamayı, tiyin (sincap) vurmayı, hayvan beslemeyi öğret".

Sonra, Kara Han uzaklaştı. Ulu Kişi, Kara Han'ın sözlerini yerine getirdi. Olta yaptı, balık avladı. Barutu buldu, sincap vurdu. Gün geldi, Ulu Kişi kendi kendine mırıldandı: "Bugün beni yel uçuracak, alıp götürecek". Bir yel geldi, Ulu Kişi'yi uçurup götürdü. Bunun üzerine Ağca Dağ insanlara "Ulu Kişi'yi Tanrı Kara Han, yanına aldı. Artık, onu bulamazsınız. Gün gelecek, beni de yanına çağıracak. Nereye isterse oraya gideceğim. Öğrendiklerinizi unutmayın. Kara Han böyle istedi" dedi. İnsanları kendi haline bırakıp o da gitti.

 


TÜRKLERİN YARATILIŞ DESTANI -NİHAT SAMİ BANARLI-RESİMLİ T.ED.TARİH


Daha hiç bir Şey yokken Tanrı Kayra Han’la uçsuz bucaksız su vardı. Kayra Han’dan başka gören, sudan başka görünen yoktu. Ay, yıldızlar, gök ve toprak yaratılmamıştı. Bütün tanrıların en büyüğü, varlıkların başlangıcı, insanoğullarının da ilk atası, Tanrı Kayra Han’ın bu sade sudan âlemde cam sıkılıyordu. O, yalnızlık içinde düşünürken suda bir dalga belirdi. (Akine) Ak Ana (denilen bir kadın hayâli görünerek) Tanrı’ya “Yarat!” dedi, yine suya gömüldü.


Bunun üzerine Kayra Han, kendine benzer bir varlık yaratarak Kişi adını koydu. Kayra Han’la Kişi, sonsuz suyun semasında iki siyah kaz gibi, rahatça uçmaya koyuldular. Fakat Kişi bundan memnun olmadı. Hayatında değişiklik aradı. İlk olarak kendisini yaratandan daha yüksekte uçmaya kalktı. Onun bu duygusunu sezen Tanrı, Kişi’den uçma gücünü aldı. Kişi suya yuvarlandı. Boğulmak üzereyken yaptığına pişman olarak Tanrıdan imdat diledi.


Tanrı “Yüksel!” emrini verdi. Kişi suyun derinliğinden çıktı ve Tanrının yine suyun içinden yükselttiği bir yıldıza oturarak batmaktan ve boğulmaktan kurtuldu.
Kişi, artık uçamaz diye, Tanrı Kayra Han Dünya’yı yaratmayı düşündü. Kişi’ye suyun dibine dalıp bir avuç toprak çıkarmayı emretti. Fakat o, bu toprağı çıkarırken de kötülükler düşündü: Toprağın bir kısmını ağzına saklayarak ileride kendisi için gizli bir dünya yaratmayı tasarladı. Avcundaki toprağı su yüzüne serpince Tanrı Kayra Han, toprağa “Büyü!” emrini verdi. Bu toprak dünya oldu. Fakat “Büyü!” emrini alınca Kişi’nin ağzındaki toprak da büyümeğe başladı. O kadar büyüdü ki Tanrı “Tükür!” buyurmasaydı kişi boğulacaktı.


Kayra Han'ın tasarladığı dünya önce dümdüz topraktı. Fakat Kişi’nin ağzından dökülen ıslak toprak dünyaya fırlayarak yeryüzünü bataklıklar ve tepeciklerle örttü. Buna çok kızan Tanrı, Kişi’yi kendi ışık âleminden kovdu ve ona Şeytan: Erlig adını verdi.


Sonra, yerden dokuz dallı bir ağaç bitirerek her daim altında ayrı bir adam yarattı. Bunlar dünyadaki dokuz insan cinsinin ataları oldular.
Toprağın yeni insanları güzel ve iyi’ydiler. Erlig onları kıskandı. Kayra Han’dan onları kendine vermesini istedi. Tanrı razı olmadı. Fakat şeytanları kötülüğe sürükleyerek, kendine çekmeyi biliyordu Kayra Han, şeytana kapılan insanların bu akılsızlığı, kızarak onları kendi hallerine bıraktı. Erlig’i yeniden lanetleyerek, toprak altındaki karanlıklar dünyanın üçüncü katma sürdü. Kendisi için de göğün on yedinci katında bir nur âlemi yaratarak oraya çekildi İnsanları büsbütün başıboş bırakmamak için de onlara doğru yolu gösterecek bir melek gönderdi


Erlig, Tanrı Kayra Han’ın semasını görünce, o da kendisi için bir gök yaratmak istedi ve (birçok yalvarışlarla) Tanrıdan bu izni aldı.
Erlig’in tebaası, yâni kandırdığı fenâ ruhlar, gök’le yer arasındaki yenidünyada Kayra Han’ın dünyasındaki insanlardan daha iyi (daha serbest) yaşıyorlardı. Bu durum Kayra Han’ın canını sıktı. Erlig’in dünyasını yıkmak için oraya kahraman Mandişere’yi gönderdi. O, kuvvetli mızrağıyla vurarak, korkunç gök gürültüleri arasında bu dünyayı parça parça etti.


Parçalanan bu dünya aynı gürültülerle, Erlig ve insanlar için yaratılan ilk dünyanın üzerine yıkıldı. İri, dünya parçaları yeryüzünün biçimini bütün bütün bozdular. Eski düz dünya, şimdi yüksek dağlar, derin boğazlar, balta girmem ormanlarla dolmuştu.


Kayra Han, Erlig’i dünyanın en alt katına sürdü. Orada ne güneş, ne ay, ne de yıldız ışığı vardı. Tanrı, Erlig’e dünyanın sonuna kadar orada oturmayı emretti.
Tanrı Kayra Han, şimdi, on yedinci kat gökten kâinatı idare etmektedir. Diğer gök katlarından yedinci katta Gün Ana, altıncı katta Ay Ata oturmaktadır.



Yaratılış destanının ana çizgileri bunlardır. Bu masal XIX. asırda Prof. W. Radloff tarafından, Şamani Altay Türkleri arasında derlenmiştir. Henüz diğer Asya ve dünya mitolojisiyle mukayeseli, ciddî bir tetkiki yapılmamış olan bu yaratılış destanında Türk mitolojisi, Türk düşünüş ve inanışı bakımından mühim çizgiler vardır.
Bunlar arasında Kişi’nin, kendisini yaratandan daha yükseklerde uçmaya kalkması ve hayatında durmaksızın değişiklik arayan ruhta olması, derin bir insanlık görüşünün ifadesidir.


Fakat bundan daha mühim bir çizgi, Tanrı’ya bile yaratma ilhamının bir kadın hayâli tarafından verildiğini düşünen fikrî ve estetik görüştür.
Yalnız bu görüş, üzerinde hassasiyetle durmağa değer bir manaya sahiptir. Yunan mitolojisinde kadın’ın ve kadın tanrıların gerek doğuşları gerek çevrelerinde yarattıkları aşk, ihtiras ve sanat hayatlarıyla nasıl âlemler dolduran bir vazife gördükleri çok iyi bilinir.


Bir misal olarak Aphrodite’nin doğuşu böyle bir mana taşır. Lâtinlerin Venüs dedikleri bu güzellik tanrıçası, tanrı kanıyla denizköpüğünden doğmuştur: Semada iki Allah vuruşmuşlar, bunlardan birinin kanı Akdeniz’in sularına dökülmüş; deniz, Tanrı kanını saygıyla taşıyarak, onu köpüren dalgalarıyla itip sahile götürmüştür. Kıbrıs kıyılarına yaklaşınca da yolda Tanrı kanıyla denizköpüğünün birleşmesinden bedenlenen Aphrodite, kanatlı meleklerin ihtiramla karşıladıkları bir ilahe olarak karaya ayak basmıştır. Eski Yunan hayâline, kadın güzelliği ve Allah Fikriyle Akdeniz estetiğinin verdiği ilhamla işlenen bu efsane, XV. asır İtalyan ressamı Bottlcelli’nin Venüs’ün Doğuşu tablosunda bütün güzelliğiyle canlıdır. Aynı konuda Batı sanatının her bölümünde pek çok eser verilmiştir.


Buna mukabil, Türk yaratılış Masalı’nda Allah’ın hayâlinde canlanıp ona yaratma ilhamı veren kadın için gerek dünya, gerek Türk sanat ve tefekkürü hareketsiz kalmıştır.
Yaratılış Efsanesi’nde eski Türkler’in Tanrı Kayra Han tasavvurundaki tek Tanrı inanışı; bütün varlıkları ve diğer tanrıları, tek ve büyük bir kudretin yarattığı inancı, bilhassa Türk iman hayatının sonraki asırları bakımından ayrıca mühimdir.


İlk insanların dokuz dallı bir ağaç altında, dokuz insan soyunun ataları olarak yaratıldığını belirten, gerek sayı gerek hayâl bakımından çok manalı kompozisyonda, muhteşem bir ağaç ve İnsan tablosudur.


Yaratılış masalının türlü rivayetlerinde, bunlardan başka, Türkler tarafından kabul edilmiş çeşitli dinlerin; eski ve yeni, türlü inanışların izleri vardır.

SON EKLENENLER

Üye Girişi