KARACAOĞLAN HAYATI ve ŞİİRLERİ
Ünlü saz şairi.
Türk halk (âşık) edebiyatının yetiştirdiği en önemli isimlerdendir. Halk şairleri arasında hakkında en çok araştırma ve yayın yapılmasına rağmen doğum tarihi bilinmemekte, yaşadığı dönem yüzyıl olarak bile tahmin edilememekte, ihtimaller, XV. yüzyıl sonları ile XVIII. yüzyıl başları arasında iki yüzyıldan fazla bir zamanı içine almaktadır. Latîfî'nin 1546'da tamamlanan Tezkire'sinde bir manzum parçaya (s. 83), III. Murad devrindeki bir düğünü (1582) tasvir eden Surnâme-i Hümâyundaki ibarelere (TSMK, Hazine, nr. 1344, vr. 54; Tecer, 1/10 1954), s. 8-9), Âlî Mustafa Efendi'nin XVI. yüzyıl sonlarında yazdığı Mevâidü'n nefâis fi kavâidi'l-mecâlis’inde zikrettiklerine göre (bk. bibi.) XVI. yüzyıl, hatta belki de XV. yüzyılın sonlarında yaşadığının ileri sürülmesine karşılık Karacaoğlan'a ait şiirlerin en eski örneklerine XVII. yüzyıl cönklerinde rastlandığını, bu şiirlerde geçen olay ve kişilerin XVII. yüzyıla ait olduğu, şiirlerinin dilinin de bu dönemin özelliklerini taşıdığı sanılarak şairin yaşadığı dönemin XVII. yüzyıldan daha önce olamayacağı görüşü benimsenmiştir. Daha yakın yıllara ait yayınlarda ise ortaya konan delillerin telif edilerek şiirlerde bahsedilen olay ve kişilerin XVII. yüzyılda bulunabileceği kadar XVIII. yüzyılda da olabileceği, başka ipuçları da dikkate alınarak Karacaoğlan adında belki birden fazla (Başgöz'e göre beş) şairin yaşamış olabileceği ileri sürülmüştür (ayrıntılı bilgi için bk. Karaer, s. 4-28; Başgöz, s. 47-81).
Şiirlerindeki yer adları oldukça geniş bir coğrafyayı kapsayan Karacaoğlan'ın doğduğu ve yaşadığı yer de kesin olarak belli değildir. Araştırmacıların büyük çoğunluğu Toroslar ve Güney Anadolu'da, özellikle Maraş-Antep dolaylarında yaşadığını belirtmekle beraber Kırşehirli (Ergun, s. 3), Kilis, Rumeli (Elçin, s. 301-303) ve Belgratlı (Radloff, s. 297) olduğunu söyleyenler de vardır (Karaer, s. 12-14). Karacaoğlan'ın memleketi hakkında yapılan son ve ciddi bir araştırmada ise şairin Maraş yöresinden olabileceği ileri sürülmüştür (Emirmahmudoğlu, sy. 346 11978], s. 8325-8329). Karacaoğlan'ın nerede öldüğü ve mezarının nerede olduğu da belli değildir. Mezarının bulunduğu yerler arasında Mersin, Adana. Maraş ve Erzurum zikredilmekle beraber bunların hiçbirinin kesin olduğu söylenemez (Karaer, s, 38-40).
Karacaoğlan'ın hayatı hakkındaki şüpheler şiirleri için de geçerlidir. Her saz şairi gibi onun şiirlerini de söylendiği ilk şekilleriyle tesbit etmek mümkün olmamıştır. Yaygın bir şöhrete sahip olduğu bilinen Karacaoğlan'a kendisinin olmayan birçok şiirin mal edilmiş olması muhtemeldir. XIX. yüzyılda biri Yozgat'ta, diğeri Güney Anadolu'da Küçük Karacaoğlan adıyla anılan iki adaşı da bulunan Karacaoğlan'ın 500 civarında şiiri olduğu tahmin edilmektedir. Ancak bunların pek çoğunda birbirine benzer dörtlük ve mısralara rastlanması, bir kısmının Karacaoğlan'a ait olmadığını veya birbirinin varyantı olabileceğini düşündürmektedir. Ona ait olduğu kabul edilen şiirlerdeki hâkim özellik şairin dış dünyayı, bilhassa sevgilisinin güzelliğini büyük bir samimiyetle dile getirmesidir. Âşık edebiyatının en belirgin özelliklerinden biri sayılan irticâli söyleyiş yeteneği ve samimiyet Karacaoğlan'da pek çok halk şairinin ulaşamadığı bir seviyededir. Buna dilinin sadeliği, mahallî ve çarpıcı unsurları ustaca kullanması da eklenince Karacaoğlan şiirinin gerçek çehresi belirlenmiş olur. Şiirlerinde maddî hazları ve güzellere düşkünlüğünü pervasızca dile getirmesi Nedim'i hatırlatmaktadır. Dinî motiflere çok az yer veren Karacaoğlan'da tasavvuf düşüncesi hemen hemen hiç yoktur. Bu durum eserlerinin "lâdinî" bir nitelik taşıdığını göstermekle beraber onun dine ve dinî unsurlara karşı saygısız yahut inançsız olduğu anlamına gelmez. Molla Hünkâr diye adlandırdığı Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'den ve Hacı Bektâş-ı Velî'den bahsetmesi de şairin Mevlevî veya Bektaşî olduğunu göstermez. Ayrıca Hatâî'ye ait bir manzumenin Karacaoğlan'a maledilip Pîr Sultan Abdal'a nazîre söylediği ileri sürülerek onu Hurûfî ve kızılbaş kabul etmek de gerçekleri yansıtmamaktadır (Köprülü, s. 321-322).
Lirik, didaktik ve pastoral olmak üzere üç grupta toplanabilecek olan Karacaoğlan'ın şiirlerinde aşk, ayrılık, gurbet, tabiat, yoksulluk, zamandan şikâyet gibi konuların yanında ölümden de bahsedilmekle beraber tasavvuf! yönü ağır basan halk şairlerinde olduğu gibi ölüm bir kurtuluş değildir. Karacaoğlan için aslolan bu dünyadaki ömrünü arzuları ve hazları doğrultusunda geçirmektir. Bundan dolayı o bir hayal şairi değil bir duygu şairidir. Duygularını aynen dile getirmek onun en önemli özelliklerinden biridir.
Karacaoğlan'ın şiirlerindeki dil ve söyleyiş güzelliği Türk halk şairlerinin pek çoğuna öncülük etmiş, ancak bu güzelliğe az sayıda şair ulaşabilmiştir. Şiirlerinde yer yer görülen ve edebiyat tarihçileri tarafından eleştirilen şekil hatalarını ise şaire değil hemen bütün halk şairlerinde görüldüğü gibi bunların zamanla ağızdan ağza nakledilirken değişmesine, tesbit edilirken ortaya çıkan müstensih hatalarına bağlamak daha isabetli olur. Başta koşma olmak üzere türkü, semai, varsağı ve destan nazım şekillerini kullanan Karacaoğlan şiirlerinin tamamını 4 + 4 + 3 yahut 6 + 5 = 11'li veya 4 + 4 = 8'li hece kalıbıyla yazmıştır. Yine diğer halk şairleri gibi bir şiirde değişik duraklı aynı hece kalıbını kullanmak Karacaoğlan'ın nazmındaki yaygın şekil kusurlarından biridir. Daha çok yarım kafiye kullanması, aralarında küçük farklar bulunan mısra ve dörtlükleri değişik şiirlerde tekrar etmesi şairin diğer bir kusuru olarak görünmektedir. Şiirlerinde yer yer Arapça ve Farsça kelimelere rastlanmakla beraber şiirlerini günümüzde de kolayca anlaşılan sade bir Türkçe ile yazmıştır.
Halk şiirinde başlı başına bir ekol olan Karacaoğlan XVII. yüzyıl şairlerinden Âşık Ömer, Kayıkçı Kul Mustafa ve Gevheri, daha sonraki yüzyıllarda Dadaloğlu, Ruhsatî, Dertli, Bayburtlu Zihnî ve Seyrânî başta olmak üzere pek çok şairi etkilemiş ve bu şairler tarafından taklit edilmiştir. Daha yakın devirde ise Rıza Tevfik Bölükbaşı, Faruk Nafiz Çamlıbel, Necip Fazıl Kısakürek ve Cahit Külebi'nin bazı şiirlerinde Karacaoğlan'ın etkisi görülür.
Karacaoğlan ve şiirleri üzerinde ilk ciddi çalışmayı Sadettin Nüzhet Ergun Halk Şâirleri: Karacaoğlan adlı eseriyle yapmıştır (Konya 1927). Bu çalışmada Karacaoğlan'ın 273 şiirini yayımlayan Sadettin Nüzhet, daha sonra Karacaoğlan: Hayatı ve Şiirleri adıyla bu eserin genişletilmiş baskılarını yapmıştır (18. bs., İstanbul 1963). Karacaoğlan ve şiirleri üzerinde çalışan, tematik inceleme ve tahlilde bulunan, şiirlerinden değişik hacimlerde derleme ve seçme yapan pek çok araştırmacı arasında (bk. Sefercioğlu, bibi.) önemlileri M. Fuad Köprülü, Cahit Öztelli, M. Necati Karaer ve Müjgân Cunbur'dur.
Şiirlerinin önemli bir kısmı günümüzde halk türküsü olarak okunan ve efsanelere de konu olan Karacaoğlan (Yaşar Kemal, s. 114-198) yakın dönemlerde halk için yazılmış romanların kahramanı olarak yer almıştır (Selâmı Münir Yurdatap, Karacaoğlan ile Karacakız, İstanbul 1939; Râsih Yukay, Karacaoğlan ile Benli Kız, İstanbul 1943; Muharrem Zeki Korgunal.
Nuri ALBAYRAK, DİA, cilt, 24
KARACAOĞLAN HAYATI ve ŞİİRLERİ
Adı, Türk saz şiiri ile birlikte hatırlanan Karacaoğlan hakkındaki bilgilerimiz, onu çeşitli bilinmeyenlerin içinden alıp gün ışığına çıkarmağa yetmemektedir. "O, hangi yüzyılda ve nerede yaşamıştır?" sorusuna kesin bir cevap vermek mümkün değildir. 16. ve 17. yüzyıllara ait bazı kaynaklarda ondan doğrudan veya dolayısıyla bahsedilmesi, araştırıcıların onu belli bir zamana bağlamasına engel olmaktadır. Ayrıca, sadece cönklere bağlı kalan bazı Karacaoğlan mütehassıslarının derleme konusuna eğilmemesi de bu yanılmanın diğer bir sebebidir. 70 yıldan beri ona dair yazılanlarda büyük gelişmeler kaydedilmiş, hatta bu zaman dilimi içinde bazı araştırıcıların görüşlerinde değişiklikler bile görülmüştür.
Bizce Karacaoğlan güneylidir ve 16. yüzyılda yaşamıştır. Bu görüşümüzle ilgili olarak şunları söyleyebiliriz:
Gelibolulu Mustafa Alî Efendi'nin 1008 (1599-1600)'de tamamladığı Mevâidü'n-Nefâis fi Kavâ'idi'l- Mecâlis adlı eserinde Karacaoğlan'ın adı geçmektedir. Adı burada, şiirleri beğenilmeyen bazı âşıkların, bunları başkalarına isnat etmeleri vesilesiyle yer almaktadır, (haz. O. Ş. Gökyay, 76).
1518 yılında tamamlanan bir Surnâme'de, Sultan III. Murad'ın aynı yıl yaptırdığı sünnet düğünü gece gece anlatılmaktadır. On birinci gecenin anlatılması sırasında, eğlence ve insan tasvirleri sırasında yer verilen şu ifade dikkati çekicidir: "...kimi Karacaoğlan türküsü ile gönlün eğlendirir".
16. yüzyıl divan şairlerinin şiirlerini içine alan bir mecmuayı inceleyen Ahmet Kutsi Tecer'in tespit ettiği bir Karacaoğlan şiirinin varlığı da şüpheleri ortadan kaldıracak güçtedir.
Karacaoğlan'ı 17. yüzyıla bağlayan araştırıcılar, Ali Ufkî'nin Mecmuâ-î Sâz ü Söz adlı eserine, Âşık Ömer'in Şairname 'sindeki mısralara, arka arkaya yazılmış bulunan Gevheri ve Karacaoğlan şiirlerinin üzerinde yer alan "Aldı Gevheri", "Aldı Karacaoğlan" ibarelerine ağırlık vermektedirler. Bunlar ve diğer hususlar Karacaoğlan'ı 17. yüzyıla bağlayamayacağı gibi, ikinci bir Karacaoğlan'ın varlığını da açığa çıkaramayacaktır. Bütün bu kaynaklan inceleyen Başgöz'ün de belirttiği gibi, birbirleriyle bir türlü uyuşamayan tarihler bütün tahminleri boşa çıkarmaktadır. Karacaoğlan'ın köyü diye tanıtılan Varsak'taki Ahmet Efendi'nin görüşleri de, 270 yıl sonra, şairimize bir aile aramaktan öte bir fantezidir. Öztelli'nin bu konudaki ısrarları da, verilen tarihlerin birbiriyle ters düşmesi neticesinde boşa gitmektedir.
Balkanlardaki bir Karacaoğlan'ın varlığı, bir şiirdeki "Bosna Güzeli"nin varlığına bağlanmaktadır. Halbuki, aynı şiirin diğer hanelerinde Frenk, Çerkeş, Bulgar güzelleri ile "Şehrî" güzellerden de söz edilmektedir. Ya, bir ömür boyu, peşinde koşup durduğu köylü güzelleri, M. Cunbur'un adlarını birer birer saydığı Anadolu güzelleri nerededir? Çünkü, bu şiirde âşığımız sadece, kendi çevresinin dışındaki güzelleri anlatmaya çalışmıştır. Azerbaycan'da da çok sevilen Karacaoğlan'ın şiirlerindeki diğer güzellerin adlarına bakarak bir de Azerbaycanlı Karacaoğlan'dan bahsetmemiz gerekecektir ki biz bu görüşe katılmıyoruz.
Karacaoğlan bölge dilini başarıyla kullanan, güzelleri medhederken tabiattaki meyve ve sevimli bazı hayvanları benzetme unsuru olarak ele alan, canlı tasvirleriyle şiirine renk katan bir âşığımızdır. Çok dolaşması, şiirlerin çeşitli adlarla süslenmesine vesile olmuştur.
Âşık Ömer, Hızrî gibi eski şairlerin Şairnâme\eriyle, yüzyılımızın şairlerinden Feryâdî (öl. 1987), Hasreti, Kul Gazi ve Sefil Selimî'nin Şairname’lerinde Karacaoğlan'a yer verilmiştir.
Şiirlerinde daha çok 11 heceli mısraları tercih etmiştir. Semaî ve varsagılarıyla şöhret kazanmasına rağmen daha çok koşmasına sahibiz. Destan diyebileceğimiz şiirlerinin sayısı çok azdır.
Dinî konuda ve taşlama türünde pek az şiiri vardır. İrticalen şiir söylemesi, daha çok yarım ve tam kafiyeye yer vermesine yol açmıştır. Bu söyleyişin başka bir tezahürü de, ilk mısralarda görülen benzerliklerdir:
30 kadar şiiri "Evvel bahar yaz aylan gelende" mısraı ile, 10 kadar şiir ise "Yaz gelip de beş aylan gelince" mısraı ile başlamaktadır.
Yapılan yeni değerlendirmelerin Karacaoğlan(lar) konusundaki şüpheleri ortadan kaldıracağına inanıyoruz. Yakın bir gelecekte yeni şeyler söyleyebileceğimizi tahmin ediyorum.
Dinle sana bir nasihat edeyim
Hatırdan gönülden geçici olma
Yiğidin başına bir ış gelince
Anı yâd illere açıcı olma
Mecliste arif ol kelâmı dinle
El iki söylerse sen birin söyle
Elinden geldikçe sen iyilik eyle
Hatıra dokunup yıkıcı olma
Dokunur hatıra kendisin bilmez
Asilzadelerden hiç kemlik gelmez
Sen iyilik et de o zayi olmaz
Darılıp da başa kakıcı olma
El ariftir yoklar senin bendini
Dağıtırlar tuzağını fendini
Alçaklarda otur gözet kendini
Katı yükseklerden uçucu olma
Muradım nasihat bunda söylemek
Size lâyık olan onu dinlemek
Sev seni seveni zay'etme emek
Sevenin sözünden geçici olma
Karaca'oğlan söyler sözün başarır
Aşkın deryasını boydan aşırır
Seni bir mecliste hacil düşürür
Kötülerle konup göçücü olma
Ala gözlü benli dilber
Koma beni el yerine
Altun kemerin olayım
Dola beni bel yerine
Hecine gönlüm hecine
Yiğide ölüm geçine
Al beni zülfün ucuna
Sallanayım tel yerine
Gel kız karşımda dursana
Şu benim hâlim bilsene
Zilfünden bir tel versene
Koklayayım gül yerine
Karac'oğlan der n'olayım
Kolun boynuma dolayım
Nazlı yâr kölen olayım
Kabul eyle kul yerine
İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif Elif diye
Deli gönül abdal olmuş
Gezer Elif Elif diye
Elifin uğru nakışlı
Yavru balaban bakışlı
Yayla çiçeği kokuşlu
Kokar Elif Elif diye
Elif kaşlarını çatar
Gamzesi sineme batar
Ak elleri kalem tutar
Yazar Elif Elif diye
Evlerinin önü çardak
Elifin elinde bardak
Sanki yeşil başlı ördek
Yüzer Elif Elif diye
Karacaoğlan eğmelerin
Gönül sevmez değmelerin
İliklemiş düğmelerin
Çözer Elif Elif diye
Bana kara diyen dilber
Kaşların kara değil mi
Yüzünü sevdiren gelin
Kaşların kara değil mi
Boyun uzun belin ince
Yanakların olmuş gonca
Salıverirsin kolunca
Beliğin kara değil mi
Utanırım akar terim
Güzellikte yok benzerin
En sevgili makbul yerin
Saçların kara değil mi
Hayatı efsanelere karışmış, efsane efsane söylenmiş bir halk ozanı...
Nerde akşam orada sabah, nerde Karacaoğlan orda şenlik... Halkın yüreğinden geçeni söylemiş, kendi vurgun yüreğini konuşturmuş, şu dünya denilen aynadan gelmiş geçmiş... On yedinci yüzyılın yüz akı, sanat anıtı, cennet kuşu...
Karacaoğlan, sanıldığına göre, 1606'da doğdu.
Üstüne pek çok hikâyeler söylenir, ağıtlar yakılır... Bunların en dokunaklısı, karısını yeğenine kaptırmasıdır. Adana'nın Feke ilçesine bağlı, Gökçeli köyünde doğmuş... Kozan dağlarından, Kara İlyas adında, Farsak soylu bir yoksulun çocuğu. Babası ölmüş, anası Gök Hoca diye bilinen bir çerçi ile evlenmiş... Karacaoğlan, babalığının yanında barınamadığından, vermiş kendini yollara. Belen köyünde Kozanoğlu'nun kapısına sığınmış...
Karacaoğlan, adı gibi karaca, albenili ve sırım gibi bir yiğit. Kozanoğlu 'nün kapısında hizmet görürken, ağanın kızına vurulmaz mı?.. Biraz saz tıngırdatması varmış, çökmüş saza,
başlamış yüreğini yakan derdi, ağanın kızı Elif’e söylemeye. Yanaşmaya kız verilir mi? Vermemişler! Almış başını Karacaoğlan, Maraş'a gitmiş... Orada bir kahvede bir yandan çıraklık etmiş, bir yandan saz tımbırdatmış... Saz ozanlığını iş edinmiş kendine... Çalmış, söylemiş, sonunda nasıl olmuşsa olmuş, Elif’i ile buluşup başgöz olmuşlar.
KARACAOĞLAN YÜREĞİNİ ÇIRA GİBİ YAKTI , SELLER BOŞALTI
Karacaoğlan’ın zenaati, gayrı ozanlık... Almış yârini, ablasının bulunduğu, Farsak köyüne göçmüş... Sevimli, girişken, ayağına tetik olduğundan, hep köylüler sevmişler... Nerede düğün olsa çağırılır, güzel sesiyle söylediği türküler dinlenirmiş... Derken, önce ablası, ardından eniştesi ölmez mi?.. Bütün varlık kalmaz mı haşarı yeğenine!.. Karacaoğlan'ın parada, pulda gözü yok ama, yeğeninin gözü Elifte...
Elif, önceleri olmazlanmış, kaş çatmış, dudak büzmüş ama, oğlanın yüreği soğuyacak gibi değil!.
Hiçbir şeyden haberi olmayan Karacaoğlan'ı yakın bir köyde düğüne çağırmışlar. Atlanıp gitmiş... Düğün, güzel olmasına güzel de Karacaoğlan'ın yüreği küsük... Çalmış, söylemiş ama, nafile... Sabaha karşı, herkes kan uykusuna yattığı sıra, atına binip evine gelmiş... Eve girince bir de ne görsün!... Yeğeniyle sevgili Elif’i, açık saçık divanda uyuya kalmamışlar mı?.. Al baltayı, kes ikisini de!.. Ama öyle yapmamış Karacaoğlan, sırtından şalını indirip uyuyanların üstüne örtmüş ve çıkmış, gitmiş köyden... Gidiş, o gidiş!..
Ela gözlüm, ablak sunam
Dal boynumu eğdin bugün
Her bakışın kan ederdi
Tatlı cana kıydın bugün
Yüce dağdan bakınırdın
Lâle sümbül takınırdın
Engellerden sakınırdın
Engellere uydun bugün
Fani, Karaoğlan fani
Veren alır tatlı canı
Sevmediğim karadonu
Ta karşımda giydin bugün
Bu konuya dair şiirleri çoktur. Bu şiirinde olayı daha da açık-seçik görebiliyoruz:
Azgın, ağalar, zemane azgın.
Şahin yuvasına dönüyor kuzgun
Tarlası arı da bideri bozgun
Neyleyim yiğeni, day olmayınca
Söylerim söylerim, sözümden almaz
Denksiz bir cahildir, hal hatır bilmez
Hısım kavim, dosta hiç güven- olmaz
Atadan, dededen soy olmayınca
Karacaoğlan, yiğit, yiğiti över
Asılmış meyveler dalını eğer
Güzelim kıymeti bin altın değer
Netmeli güzeli, huy olmayınca
Karacaoğlan yüreğini çıra gibi yaktı, gözlerinden kanlı seller boşalttı ama, bir daha köyüne dönmedi. Kırk yıl, yaya-yapıldak kışın ovalarda, yazın yaylalarda gezindi durdu. Çaldı, söyledi, ağladı, güldü... Kendisi ile koca bir Anadolu'yu ağlatıp, güldüre ömrünü tamam etti:
Hasta oldum, odalarda yatarım
Ağalar, göçecek zaman da geldi
Tutuştu bir uçtan, yandı yüreğim
Bürüdü dağları duman da geldi
Yazılarda Arap atlar yarışır
Bayram olur, kanlı-kinli barışır
Dediler sevdiğin ille görüşür
Divane gönlüme güman da geldi
Omuz verip arkasında götüren
Meme verip beşiklerde yatıran
Adam edip meclislere getiren
Derdimin ortağı, anam da geldi
Felek, meyve yüklü dalım taşladı
Göz göz oldu, yaralarım işledi
Hocam geldi, Yâsin'lere başladı
Baktım, sağ yanıma imam da geldi
Karacaoğlan der ki,bu muydu payım
Çekildi bârhânem, yüklendi tayım
Kazıldı mezarım, ılındı suyum
Çırpına çırpına sunam da geldi
ANADOLU HALKI, KARACAOĞLAN'A BAĞLANMIŞTI
Karacaoğlan’ın şiirleri, yüzyıllar boyu, halk ağzında, dilinde yaşayarak, aktarıla aktarıla 19. yüzyıla kadar gelmiş ve ancak bu yüzyılda yazıya dökülmüştür. Anadolu halkı, Karacaoğlan'ı o kadar benimsemiştir ki kim güzel bir türkü yazsa, hemen Karacaoğlan'a bağlanır. Bu yüzden birçok yabancı şiir, Karacaoğlan'ın şiirleri arasına karışmıştır.
Hayatı gibi, ölümü de efsanelere karışmıştır. Bir söylenene göre, Tarsus civarındaki "Eshab-ı Kehf" mağarasına bir girmiş, bir daha çıkmamıştır. İşte ölümü diye bilinen tarih, bu söylentiye göre hesaplanmış ve 1679 bulunmuş. Bir başka ve daha gerçeğe yakın söylentilere göre Mut'un kuzeyindeki Karacaoğlan tepesinde yatıyor. İster Eshab-ı Kehf mağaralarının sır vermez karanlığında uyusun, ister Mut'un bir tepesinde kemikleri toprağa karışsın, şiirleri bütün tazeliği ile kitaplarda değil, dudaklarda yaşıyor...