Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

KARACAOĞLAN HAYATI ve ŞİİRLERİ

KARACAOĞLAN

Ünlü saz şairi.

Türk halk (âşık) edebiyatının yetiştirdiği en önemli isimlerdendir. Halk şairleri ara­sında hakkında en çok araştırma ve yayın yapılmasına rağmen doğum tarihi bilinmemekte, yaşadığı dönem yüzyıl olarak bile tahmin edilememekte, ihtimaller, XV. yüzyıl sonları ile XVIII. yüzyıl başları ara­sında iki yüzyıldan fazla bir zamanı içine almaktadır. Latîfî'nin 1546'da tamamla­nan Tezkire'sinde bir manzum parçaya (s. 83), III. Murad devrindeki bir düğünü (1582) tasvir eden Surnâme-i Hümâ­yundaki ibarelere (TSMK, Hazine, nr. 1344, vr. 54; Tecer, 1/10 1954), s. 8-9), Âlî Mustafa Efendi'nin XVI. yüzyıl sonların­da yazdığı Mevâidü'n nefâis fi kavâidi'l-mecâlis’inde zikrettiklerine göre (bk. bibi.) XVI. yüzyıl, hatta belki de XV. yüz­yılın sonlarında yaşadığının ileri sürülme­sine karşılık Karacaoğlan'a ait şiirlerin en eski örneklerine XVII. yüzyıl cönklerinde rastlandığını, bu şiirlerde geçen olay ve kişilerin XVII. yüzyıla ait olduğu, şiirleri­nin dilinin de bu dönemin özelliklerini ta­şıdığı sanılarak şairin yaşadığı dönemin XVII. yüzyıldan daha önce olamayacağı görüşü benimsenmiştir. Daha yakın yıl­lara ait yayınlarda ise ortaya konan delil­lerin telif edilerek şiirlerde bahsedilen olay ve kişilerin XVII. yüzyılda bulunabile­ceği kadar XVIII. yüzyılda da olabileceği, başka ipuçları da dikkate alınarak Karacaoğlan adında belki birden fazla (Başgöz'e göre beş) şairin yaşamış olabileceği ileri sürülmüştür (ayrıntılı bilgi için bk. Karaer, s. 4-28; Başgöz, s. 47-81).

Şiirlerindeki yer adları oldukça geniş bir coğrafyayı kapsayan Karacaoğlan'ın doğ­duğu ve yaşadığı yer de kesin olarak belli değildir. Araştırmacıların büyük çoğun­luğu Toroslar ve Güney Anadolu'da, özel­likle Maraş-Antep dolaylarında yaşadığı­nı belirtmekle beraber Kırşehirli (Ergun, s. 3), Kilis, Rumeli (Elçin, s. 301-303) ve Belgratlı (Radloff, s. 297) olduğunu söyle­yenler de vardır (Karaer, s. 12-14). Kara­caoğlan'ın memleketi hakkında yapılan son ve ciddi bir araştırmada ise şairin Maraş yöresinden olabileceği ileri sürülmüş­tür (Emirmahmudoğlu, sy. 346 11978], s. 8325-8329). Karacaoğlan'ın nerede öldü­ğü ve mezarının nerede olduğu da belli değildir. Mezarının bulunduğu yerler ara­sında Mersin, Adana. Maraş ve Erzurum zikredilmekle beraber bunların hiçbirinin kesin olduğu söylenemez (Karaer, s, 38-40).

Karacaoğlan'ın hayatı hakkındaki şüp­heler şiirleri için de geçerlidir. Her saz şa­iri gibi onun şiirlerini de söylendiği ilk şe­killeriyle tesbit etmek mümkün olmamış­tır. Yaygın bir şöhrete sahip olduğu bili­nen Karacaoğlan'a kendisinin olmayan birçok şiirin mal edilmiş olması muhte­meldir. XIX. yüzyılda biri Yozgat'ta, diğe­ri Güney Anadolu'da Küçük Karacaoğlan adıyla anılan iki adaşı da bulunan Kara­caoğlan'ın 500 civarında şiiri olduğu tah­min edilmektedir. Ancak bunların pek ço­ğunda birbirine benzer dörtlük ve mısralara rastlanması, bir kısmının Karaca­oğlan'a ait olmadığını veya birbirinin var­yantı olabileceğini düşündürmektedir. Ona ait olduğu kabul edilen şiirlerdeki hâkim özellik şairin dış dünyayı, bilhassa sevgilisinin güzelliğini büyük bir samimi­yetle dile getirmesidir. Âşık edebiyatının en belirgin özelliklerinden biri sayılan irticâli söyleyiş yeteneği ve samimiyet Karacaoğlan'da pek çok halk şairinin ulaşa­madığı bir seviyededir. Buna dilinin sade­liği, mahallî ve çarpıcı unsurları usta­ca kullanması da eklenince Karacaoğlan şiirinin gerçek çehresi belirlenmiş olur. Şiirlerinde maddî hazları ve güzellere düş­künlüğünü pervasızca dile getirmesi Ne­dim'i hatırlatmaktadır. Dinî motiflere çok az yer veren Karacaoğlan'da tasavvuf dü­şüncesi hemen hemen hiç yoktur. Bu du­rum eserlerinin "lâdinî" bir nitelik taşı­dığını göstermekle beraber onun dine ve dinî unsurlara karşı saygısız yahut inanç­sız olduğu anlamına gelmez. Molla Hün­kâr diye adlandırdığı Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'den ve Hacı Bektâş-ı Velî'den bah­setmesi de şairin Mevlevî veya Bektaşî olduğunu göstermez. Ayrıca Hatâî'ye ait bir manzumenin Karacaoğlan'a maledilip Pîr Sultan Abdal'a nazîre söylediği ile­ri sürülerek onu Hurûfî ve kızılbaş kabul etmek de gerçekleri yansıtmamaktadır (Köprülü, s. 321-322).

Lirik, didaktik ve pastoral olmak üzere üç grupta toplanabilecek olan Karacaoğ­lan'ın şiirlerinde aşk, ayrılık, gurbet, tabi­at, yoksulluk, zamandan şikâyet gibi ko­nuların yanında ölümden de bahsedil­mekle beraber tasavvuf! yönü ağır basan halk şairlerinde olduğu gibi ölüm bir kur­tuluş değildir. Karacaoğlan için aslolan bu dünyadaki ömrünü arzuları ve hazları doğrultusunda geçirmektir. Bundan do­layı o bir hayal şairi değil bir duygu şairi­dir. Duygularını aynen dile getirmek onun en önemli özelliklerinden biridir.

Karacaoğlan'ın şiirlerindeki dil ve söy­leyiş güzelliği Türk halk şairlerinin pek ço­ğuna öncülük etmiş, ancak bu güzelliğe az sayıda şair ulaşabilmiştir. Şiirlerinde yer yer görülen ve edebiyat tarihçileri ta­rafından eleştirilen şekil hatalarını ise şaire değil hemen bütün halk şairlerinde görüldüğü gibi bunların zamanla ağızdan ağza nakledilirken değişmesine, tesbit edilirken ortaya çıkan müstensih hatala­rına bağlamak daha isabetli olur. Başta koşma olmak üzere türkü, semai, varsağı ve destan nazım şekillerini kullanan Ka­racaoğlan şiirlerinin tamamını 4 + 4 + 3 yahut 6 + 5 = 11'li veya 4 + 4 = 8'li hece kalıbıyla yazmıştır. Yine diğer halk şairle­ri gibi bir şiirde değişik duraklı aynı hece kalıbını kullanmak Karacaoğlan'ın nazmındaki yaygın şekil kusurlarından biri­dir. Daha çok yarım kafiye kullanması, aralarında küçük farklar bulunan mısra ve dörtlükleri değişik şiirlerde tekrar et­mesi şairin diğer bir kusuru olarak görün­mektedir. Şiirlerinde yer yer Arapça ve Farsça kelimelere rastlanmakla beraber şiirlerini günümüzde de kolayca anlaşılan sade bir Türkçe ile yazmıştır.

Halk şiirinde başlı başına bir ekol olan Karacaoğlan XVII. yüzyıl şairlerinden Âşık Ömer, Kayıkçı Kul Mustafa ve Gevheri, da­ha sonraki yüzyıllarda Dadaloğlu, Ruhsatî, Dertli, Bayburtlu Zihnî ve Seyrânî baş­ta olmak üzere pek çok şairi etkilemiş ve bu şairler tarafından taklit edilmiştir. Da­ha yakın devirde ise Rıza Tevfik Bölükbaşı, Faruk Nafiz Çamlıbel, Necip Fazıl Kısakürek ve Cahit Külebi'nin bazı şiirlerinde Karacaoğlan'ın etkisi görülür.

Karacaoğlan ve şiirleri üzerinde ilk ciddi çalışmayı Sadettin Nüzhet Ergun Halk Şâirleri: Karacaoğlan adlı eseriyle yap­mıştır (Konya 1927). Bu çalışmada Kara­caoğlan'ın 273 şiirini yayımlayan Sadet­tin Nüzhet, daha sonra Karacaoğlan: Hayatı ve Şiirleri adıyla bu eserin ge­nişletilmiş baskılarını yapmıştır (18. bs., İstanbul 1963). Karacaoğlan ve şiirleri üzerinde çalışan, tematik inceleme ve tahlilde bulunan, şiirlerinden değişik ha­cimlerde derleme ve seçme yapan pek çok araştırmacı arasında (bk. Sefercioğlu, bibi.) önemlileri M. Fuad Köprülü, Ca­hit Öztelli, M. Necati Karaer ve Müjgân Cunbur'dur.

Şiirlerinin önemli bir kısmı günümüzde halk türküsü olarak okunan ve efsane­lere de konu olan Karacaoğlan (Yaşar Ke­mal, s. 114-198) yakın dönemlerde halk için yazılmış romanların kahramanı ola­rak yer almıştır (Selâmı Münir Yurdatap, Karacaoğlan ile Karacakız, İstanbul 1939; Râsih Yukay, Karacaoğlan ile Benli Kız, İs­tanbul 1943; Muharrem Zeki Korgunal.

Nuri ALBAYRAK, DİA, cilt, 24


 

KARACAOĞLAN HAYATI ve ŞİİRLERİ

Adı, Türk saz şiiri ile birlikte hatırlanan Karacaoğlan hakkındaki bilgileri­miz, onu çeşitli bilinmeyenlerin içinden alıp gün ışığına çıkarmağa yetmemekte­dir. "O, hangi yüzyılda ve nerede yaşamıştır?" sorusuna kesin bir cevap ver­mek mümkün değildir. 16. ve 17. yüzyıllara ait bazı kaynaklarda ondan doğ­rudan veya dolayısıyla bahsedilmesi, araştırıcıların onu belli bir zamana bağla­masına engel olmaktadır. Ayrıca, sadece cönklere bağlı kalan bazı Karacaoğlan mütehassıslarının derleme konusuna eğilmemesi de bu yanılmanın diğer bir se­bebidir. 70 yıldan beri ona dair yazılanlarda büyük gelişmeler kaydedilmiş, hatta bu zaman dilimi içinde bazı araştırıcıların görüşlerinde değişiklikler bile görülmüştür.

 Bizce Karacaoğlan güneylidir ve 16. yüzyılda yaşamıştır. Bu görüşümüzle ilgili olarak şunları söyleyebiliriz:

Gelibolulu Mustafa Alî Efendi'nin 1008 (1599-1600)'de tamamladığı Mevâidü'n-Nefâis fi Kavâ'idi'l- Mecâlis adlı eserinde Karacaoğlan'ın adı geçmekte­dir. Adı burada, şiirleri beğenilmeyen bazı âşıkların, bunları başkalarına isnat etmeleri vesilesiyle yer almaktadır, (haz. O. Ş. Gökyay, 76).

 1518 yılında tamamlanan bir Surnâme'de, Sultan III. Murad'ın aynı yıl yaptırdığı sünnet düğünü gece gece anlatılmaktadır. On birinci gecenin anlatıl­ması sırasında, eğlence ve insan tasvirleri sırasında yer verilen şu ifade dikkati çekicidir: "...kimi Karacaoğlan türküsü ile gönlün eğlendirir".

16. yüzyıl divan şairlerinin şiirlerini içine alan bir mecmuayı inceleyen Ahmet Kutsi Tecer'in tespit ettiği bir Karacaoğlan şiirinin varlığı da şüpheleri ortadan kaldıracak güçtedir.

Karacaoğlan'ı 17. yüzyıla bağlayan araştırıcılar, Ali Ufkî'nin Mecmuâ-î Sâz ü Söz adlı eserine, Âşık Ömer'in Şairname 'sindeki mısralara, arka arkaya yazılmış bulunan Gevheri ve Karacaoğlan şiirlerinin üzerinde yer alan "Aldı Gevheri", "Aldı Karacaoğlan" ibarelerine ağırlık vermektedirler. Bunlar ve di­ğer hususlar Karacaoğlan'ı 17. yüzyıla bağlayamayacağı gibi, ikinci bir Karacaoğlan'ın varlığını da açığa çıkaramayacaktır. Bütün bu kaynaklan inceleyen Başgöz'ün de belirttiği gibi, birbirleriyle bir türlü uyuşamayan tarihler bütün tahminleri boşa çıkarmaktadır. Karacaoğlan'ın köyü diye tanıtılan Varsak'taki Ahmet Efendi'nin görüşleri de, 270 yıl sonra, şairimize bir aile aramaktan öte bir fantezidir. Öztelli'nin bu konudaki ısrarları da, verilen tarihlerin birbiriyle ters düşmesi neticesinde boşa gitmektedir.

Balkanlardaki bir Karacaoğlan'ın varlığı, bir şiirdeki "Bosna Güzeli"nin varlığına bağlanmaktadır. Halbuki, aynı şiirin diğer hanelerinde Frenk, Çerkeş, Bulgar güzelleri ile "Şehrî" güzellerden de söz edilmektedir. Ya, bir ömür bo­yu, peşinde koşup durduğu köylü güzelleri, M. Cunbur'un adlarını birer birer saydığı Anadolu güzelleri nerededir? Çünkü, bu şiirde âşığımız sadece, kendi çevresinin dışındaki güzelleri anlatmaya çalışmıştır. Azerbaycan'da da çok sevi­len Karacaoğlan'ın şiirlerindeki diğer güzellerin adlarına bakarak bir de Azer­baycanlı Karacaoğlan'dan bahsetmemiz gerekecektir ki biz bu görüşe katılmıyo­ruz.

Karacaoğlan bölge dilini başarıyla kullanan, güzelleri medhederken tabiat­taki meyve ve sevimli bazı hayvanları benzetme unsuru olarak ele alan, canlı tasvirleriyle şiirine renk katan bir âşığımızdır. Çok dolaşması, şiirlerin çeşitli adlarla süslenmesine vesile olmuştur.

Âşık Ömer, Hızrî gibi eski şairlerin Şairnâme\eriyle, yüzyılımızın şairlerin­den Feryâdî (öl. 1987), Hasreti, Kul Gazi ve Sefil Selimî'nin Şairname’lerinde Karacaoğlan'a yer verilmiştir.

Şiirlerinde daha çok 11 heceli mısraları tercih etmiştir. Semaî ve varsagılarıyla şöhret kazanmasına rağmen daha çok koşmasına sahibiz. Destan diyebile­ceğimiz şiirlerinin sayısı çok azdır.

Dinî konuda ve taşlama türünde pek az şiiri vardır. İrticalen şiir söylemesi, daha çok yarım ve tam kafiyeye yer vermesine yol açmıştır. Bu söyleyişin baş­ka bir tezahürü de, ilk mısralarda görülen benzerliklerdir:

30 kadar şiiri "Evvel bahar yaz aylan gelende" mısraı ile, 10 kadar şiir ise "Yaz gelip de beş aylan gelince" mısraı ile başlamaktadır.

Yapılan yeni değerlendirmelerin Karacaoğlan(lar) konusundaki şüpheleri ortadan kaldıracağına inanıyoruz. Yakın bir gelecekte yeni şeyler söyleyebilece­ğimizi tahmin ediyorum.

 Dinle sana bir nasihat edeyim

Hatırdan gönülden geçici olma

Yiğidin başına bir ış gelince

Anı yâd illere açıcı olma

 

Mecliste arif ol kelâmı dinle

El iki söylerse sen birin söyle

Elinden geldikçe sen iyilik eyle

Hatıra dokunup yıkıcı olma

 

Dokunur hatıra kendisin bilmez

Asilzadelerden hiç kemlik gelmez

Sen iyilik et de o zayi olmaz

Darılıp da başa kakıcı olma

 

 El ariftir yoklar senin bendini

Dağıtırlar tuzağını fendini

Alçaklarda otur gözet kendini

Katı yükseklerden uçucu olma

 

 Muradım nasihat bunda söylemek

Size lâyık olan onu dinlemek

Sev seni seveni zay'etme emek

Sevenin sözünden geçici olma

 

Karaca'oğlan söyler sözün başarır

Aşkın deryasını boydan aşırır

Seni bir mecliste hacil düşürür

Kötülerle konup göçücü olma

 

 Ala gözlü benli dilber

Koma beni el yerine

Altun kemerin olayım

Dola beni bel yerine

 

Hecine gönlüm hecine

Yiğide ölüm geçine

Al beni zülfün ucuna

Sallanayım tel yerine

 

 Gel kız karşımda dursana

Şu benim hâlim bilsene

Zilfünden bir tel versene

Koklayayım gül yerine

 

Karac'oğlan der n'olayım

Kolun boynuma dolayım

Nazlı yâr kölen olayım

Kabul eyle kul yerine

 

 

İncecikten bir kar yağar

Tozar Elif Elif diye

Deli gönül abdal olmuş

Gezer Elif Elif diye

 

Elifin uğru nakışlı

Yavru balaban bakışlı

Yayla çiçeği kokuşlu

Kokar Elif Elif diye

 

 

Elif kaşlarını çatar

Gamzesi sineme batar

Ak elleri kalem tutar

Yazar Elif Elif diye

 

Evlerinin önü çardak

Elifin elinde bardak

Sanki yeşil başlı ördek

Yüzer Elif Elif diye

 

Karacaoğlan eğmelerin

Gönül sevmez değmelerin

İliklemiş düğmelerin

Çözer Elif Elif diye

 

 

Bana kara diyen dilber

Kaşların kara değil mi

Yüzünü sevdiren gelin

Kaşların kara değil mi

 

Boyun uzun belin ince

Yanakların olmuş gonca

Salıverirsin kolunca

Beliğin kara değil mi

 

 

Utanırım akar terim

Güzellikte yok benzerin

En sevgili makbul yerin

Saçların kara değil mi

 

Hayatı efsanelere karışmış, efsane efsane söylenmiş bir halk ozanı...

Nerde akşam orada sabah, nerde Karacaoğlan orda şenlik... Halkın yüreğinden geçeni söylemiş, kendi vurgun yüreğini konuşturmuş, şu dünya denilen aynadan gelmiş geçmiş... On yedinci yüzyılın yüz akı, sanat anıtı, cennet kuşu...

Karacaoğlan, sanıldığına göre, 1606'da doğdu.

Üstüne pek çok hikâyeler söylenir, ağıtlar yakılır... Bunların en dokunaklısı, karısını yeğenine kaptırmasıdır. Adana'nın Feke ilçesine bağlı, Gökçeli köyünde doğmuş... Kozan dağlarından, Kara İlyas adında, Farsak soylu bir yoksulun çocuğu. Babası ölmüş, anası Gök Hoca diye bilinen bir çerçi ile evlenmiş... Karacaoğlan, babalığının yanında barınamadığından, vermiş kendini yollara. Belen köyünde Kozanoğlu'nun kapısına sığınmış...

Karacaoğlan, adı gibi karaca, albenili ve sırım gibi bir yiğit. Kozanoğlu 'nün kapısında hizmet görürken, ağanın kızına vurulmaz mı?.. Biraz saz tıngırdatması varmış, çökmüş saza,

başlamış yüreğini yakan derdi, ağanın kızı Elif’e söylemeye. Yanaşmaya kız verilir mi? Vermemişler! Almış başını Karacaoğlan, Maraş'a gitmiş... Orada bir kahvede bir yandan çıraklık etmiş, bir yandan saz tımbırdatmış... Saz ozanlığını iş edinmiş kendine... Çalmış, söylemiş, sonunda nasıl olmuşsa olmuş, Elif’i ile buluşup başgöz olmuşlar.

 

KARACAOĞLAN YÜREĞİNİ ÇIRA GİBİ YAKTI , SELLER BOŞALTI

Karacaoğlan’ın zenaati, gayrı ozanlık... Almış yârini, ablasının bulunduğu, Farsak köyüne göçmüş... Sevimli, girişken, ayağına tetik olduğundan, hep köylüler sevmişler... Nerede düğün olsa çağırılır, güzel sesiyle söylediği türküler dinlenirmiş... Derken, önce ablası, ardından eniştesi ölmez mi?.. Bütün varlık kalmaz mı haşarı yeğenine!.. Karacaoğlan'ın parada, pulda gözü yok ama, yeğeninin gözü Elifte...

Elif, önceleri olmazlanmış, kaş çatmış, dudak büzmüş ama, oğlanın yüreği soğuyacak gibi değil!.

Hiçbir şeyden haberi olmayan Karacaoğlan'ı yakın bir köyde düğüne çağırmışlar. Atlanıp gitmiş... Düğün, güzel olmasına güzel de Karacaoğlan'ın yüreği küsük... Çalmış, söylemiş ama, nafile... Sabaha karşı, herkes kan uykusuna yattığı sıra, atına binip evine gelmiş... Eve girince bir de ne görsün!... Yeğeniyle sevgili Elif’i, açık saçık divanda uyuya kalmamışlar mı?.. Al baltayı, kes ikisini de!.. Ama öyle yapmamış Karacaoğlan, sırtından şalını indirip uyuyanların üstüne örtmüş ve çıkmış, gitmiş köyden... Gidiş, o gidiş!..

 

Ela gözlüm, ablak sunam

Dal boynumu eğdin bugün

Her bakışın kan ederdi

Tatlı cana kıydın bugün

 

 

Yüce dağdan bakınırdın

Lâle sümbül takınırdın

Engellerden sakınırdın

Engellere uydun bugün

 

Fani, Karaoğlan fani

Veren alır tatlı canı

Sevmediğim karadonu

Ta karşımda giydin bugün

 

Bu konuya dair şiirleri çoktur. Bu şiirinde olayı daha da açık-seçik görebiliyoruz:

 

Azgın, ağalar, zemane azgın.

Şahin yuvasına dönüyor kuzgun

Tarlası arı da bideri bozgun

Neyleyim yiğeni, day olmayınca

 

Söylerim söylerim, sözümden almaz

Denksiz bir cahildir, hal hatır bilmez

Hısım kavim, dosta hiç güven- olmaz

Atadan, dededen soy olmayınca

 

Karacaoğlan, yiğit, yiğiti över

Asılmış meyveler dalını eğer

Güzelim kıymeti bin altın değer

Netmeli güzeli, huy olmayınca

Karacaoğlan yüreğini çıra gibi yaktı, gözlerinden kanlı seller boşalttı ama, bir daha köyüne dönmedi. Kırk yıl, yaya-yapıldak kışın ovalarda, yazın yaylalarda gezindi durdu. Çaldı, söyledi, ağladı, güldü... Kendisi ile koca bir Anadolu'yu ağlatıp, güldüre ömrünü tamam etti:

 

Hasta oldum, odalarda yatarım

Ağalar, göçecek zaman da geldi

Tutuştu bir uçtan, yandı yüreğim

Bürüdü dağları duman da geldi

 

Yazılarda Arap atlar yarışır

Bayram olur, kanlı-kinli barışır

Dediler sevdiğin ille görüşür

Divane gönlüme güman da geldi

 

Omuz verip arkasında götüren

Meme verip beşiklerde yatıran

Adam edip meclislere getiren

Derdimin ortağı, anam da geldi

 

Felek, meyve yüklü dalım taşladı

Göz göz oldu, yaralarım işledi

Hocam geldi, Yâsin'lere başladı

Baktım, sağ yanıma imam da geldi

 

Karacaoğlan der ki,bu muydu payım

Çekildi bârhânem, yüklendi tayım

Kazıldı mezarım, ılındı suyum

Çırpına çırpına sunam da geldi

 

 

ANADOLU HALKI, KARACAOĞLAN'A BAĞLANMIŞTI

 

Karacaoğlan’ın şiirleri, yüzyıllar boyu, halk ağzında, dilinde yaşayarak, aktarıla aktarıla 19. yüzyıla kadar gelmiş ve ancak bu yüzyılda yazıya dökülmüştür. Anadolu halkı, Karacaoğlan'ı o kadar benimsemiştir ki kim güzel bir türkü yazsa, hemen Karacaoğlan'a bağlanır. Bu yüzden birçok yabancı şiir, Karacaoğlan'ın şiirleri arasına karışmıştır.

Hayatı gibi, ölümü de efsanelere karışmıştır. Bir söylenene göre, Tarsus civarındaki "Eshab-ı Kehf" mağarasına bir girmiş, bir daha çıkmamıştır. İşte ölümü diye bilinen tarih, bu söylentiye göre hesaplanmış ve 1679 bulunmuş. Bir başka ve daha gerçeğe yakın söylentilere göre Mut'un kuzeyindeki Karacaoğlan tepesinde yatıyor. İster Eshab-ı Kehf mağaralarının sır vermez karanlığında uyusun, ister Mut'un bir tepesinde kemikleri toprağa karışsın, şiirleri bütün tazeliği ile kitaplarda değil, dudaklarda yaşıyor...

SON EKLENENLER

Üye Girişi