Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

SİS  -TEVFİK FİKRET

1902 yılının şubat ortalarında İstanbul’un —şehri zaman zaman saran— ünlü sislerinden biri yine bütün ufukları kaplamıştı. Uzun yıllardan beri gittikçe yoğunlaşarak artan istibdat yönetimi de o sıralarda ortamı iyiden iyiye pençesine almış bulunmaktaydı. Çoğu şiirlerini birer olaydan edindiği ilhamlarla meydana getiren Tevfik Fikret, Âşiyân’ın penceresinden seyrettiği bu tabiat olayı ile ülkeyi saran büyük karanlık arasında bir bağlantı kurdu ve en tanınmış eserlerinden biri olan, kendisini ve edebî kişiliğinin en belirgin ürünlerinden biri bulunan «Sis» manzumesini kaleme aldı. «Sis», alabildiğine kötümser ve karamsar bir hava içinde, İstanbul’u ve onun kişiliğinde Türk toplumunu kınayan, hattâ dostça suçlayan bir eserdir.

Sarmış yine âfâkını bir dûd-ı muannit;

Bir zulmet-i beyzâ ki pey-â-pey mütezâyid.

 

Tazyikinin altında silinmiş gibi eşbâh,

Bir tozlu kesafetten ibaret bütün elvâh!.

 

Bir tozlu ve heybetli kesafet ki nazarlar 

Dikkatle nüfuz eyleyemez gavrine, korkar.

 

Lâkin sana lâyık bu derin sütre-i muzlim;

Lâyık bu tesettür sana, ey sahn-ı mezâlim.

 

Ey sahn-ı mezâlim, evet ey sahne-i garrâ,

Ey sahne-i zî-şâ’şaa-i hâile-pîrâ!.

 

Ey şa’şaanın, kevkebenin mehdi, mezarı;

Şarkın ezelî hâkime-i câzibe-dârı,

 

Ey kanlı muhabbetleri bî-lerziş-i nefret 

Perverde eden sîne-i meshûf-ı sefâhet;

 

Ey Marmara’nın mâl derâğuşu içinde 

Ölmüş gibi dalgın uyuyan tûde-i zinde;

 

Ey köhne Bizans, ey koca fertüt-ı musahhir,

Ey bin kocadan arta kalan bîve-i bâkir;

 

Hüsnünde henüz tazeliğin sihri hüveydâ,

Hâlâ titirer üstüne enzâr-ı temâsâ!.

 

Hâriçten, uzaktan açılan gözlere süzgün 

Çeşmân-ı kebûdunla ne munis görünürsün.

 

Munis, fakat en kirli kadınlar gibi munis;

Üstünde coşan giryelerin hepsine bî-his.

 

Tesis olunurken daha, bir dest-i hiyânet 

Bünyânına katmış gibi zehr-âbe-i lânet.

 

Hep levs-i riyâ dalgalanır zerrelerinde,

Bir zerre-i saffet bulamazsın içerinde.

 

Hep levs-i riyâ, levs-i hased, levs-i teneffû;

Yalnız bu... Ve yalnız bunun ümmîd-i tereffû.

 

Milyonla barındırdığın ecsâd arasından 

Kaç nâsiye vardır çıkacak pâk ü dırahşân?..

 

Örtün evet ey hâile, örtün evet ey şehr;

Örtün ve müebbed uyu ey fâcire-i dehr!..

 

Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar,

Kaatil kuleler, kal’alı zindanlı saraylar;

 

Ey dahme-i mersûs-ı havâtır, ulu mâbed;

Ey gurre sütunlar ki birer dıv-i mukayyed.

 

Mâzileri âtilere nakletmeye me’mur 

Ey dişleri düşmüş, sırıtan kaafiie-i sûr;

 

Ey kubbeler, ey şanlı mebânî-i münâcât;

Ey doğruluğun mahmil-i ezkârı minârât,

 

Ey sakfı çökük medreseler, mahkemecikler;

Ey servilerin zıll-ı siyâhında birer yer

 

Temin edebilmiş nice bin sâil-i sâbir; 

"Geçmişlere rahmet!.." diyen elvâh-ı mekaabir,

 

Ey türbeler, ey her yeri pür velvele bir yâd;

İkaaz ederek sâmit ü sâkin yatan ecdâd;

 

Ey mâ’reke-i tin ü gubâr eski sokaklar,

Ey her açılan rahnesi bir vak’a sayıklar

 

Virâneler; ey mekmen-i pür-hâb-ı eşirrâ,

Ey kapkara damlarla birer mâtem-i ber-pâ

 

Temsil eden âsûde ve fersûde mesâkin,

Ey her biri bir çaylağa, bir leyleğe mevtin

 

Gam-dîde ocaklar ki merâretle somutmuş; 

Yıllarca zamandan beri, tütmek ne, unutmuş...

 

Ey midelerin zehr-i takaazâsı önünde 

Her zilleti bel’eyleyen efvâh-ı kadide.

 

Ey fazl-ı tabiatle en âmâde ve mün’im 

Bir fıtrata makrûn iken aç, âtıl ü akim,

 

Her nimeti, her fazlı, her esbâb-ı rehâyı 

Gökten dilenen züll-i tevekkül ki... mürâî!..

 

Ey savt-ı kilâb, ey şeref-i nutk ile mümtâz 

İnsanda şu nankörlüğü tel’în eden âvâz...

 

Ey girye-i bî-fâide, ey hande-i zehrin,

Ey nâtıka-i acz ü elem: nazra-i nefrîn.

 

Ey cevf-i esâtîre düşen hâtıra: nâmus,

Ey kıble-i ikbâle çıkan yol: reh-i pâ-bûs;

 

Ey şahsa —masûniyyet ve hürriyete makrûn— 

Bir hakk-ı teneffüs veren efsâne-i kanûn;

 

Ey va’d-i muhâl, ey ebedî kizb-i muhakkak,

Ey mahkemelerden mütemâdi kovulan hak;

 

Ey savleti evham ile bî-tâb-ı tahassüs

Vicdanlara temdîd edilen gûş-ı tecessüs ;

 

Ey bîm-i tecessüsle kilitlenmiş ağızlar,

Ey şöhret-i millîye ki mebgûz ü muhakkar;

 

Ey seyf ü kalem, ey iki mahkûm-ı siyâsî,

Ey behre-i fazl ü edeb: Çehre-i mensi;

 

Ey bâr-ı hazerle iki kat gezmeye me’lûf

Eşraf ü tevabi, koca bir unsur-i ma’rûf;

 

Ey re’s-i fürû-berde ki ak pak, fakat iğrenç,

Ey taze kadın, ey onu takibe koşan genç;

 

Ey mâder-i hicran-zede, ey hemser-i muğber,

Ey kimsesiz âvâre çocuklar; hele sizler,

 

Hele sizler!..

 

Örtün ey hâile, örtün evet ey şehr;

Örtün ve müebbed uyu ey fâcire-i dehr!..

 

KELİMELER, AÇIKLAMALAR :

Afâk: ufuklar; dûd-ı muannid: inatçı duman (sis); zulmet-i beyzâ: beyaz karanlık; 

pey-â-pey: adım adım, durmadan, gittikçe; mütezâyid; artan, çoğalan; 

tazyik: baskı, ağırlık; eşbâh: şeyler, cisimler, şekiller; kesâfet: yoğunluk; 

elvâh:levhalar, şeyler, eşyalar, görüntüler; gavr: çukur, derinlik, iç; 

sütre-i muzlim: karanlık örtü; tesettür: örtünme; sahn-ı mezâlim: zulümler alanı; 

sahne-i garrâ: parlak, şaşaalı; hâile-pîrâ: trajedilerler süsleyen, trajik; 

kevkebe: alay, debdebe, tantana; mehd: beşik, bî-lerziş: titremeksi-zin; 

perverde etmek: beslemek, geliştirmek; 

meshûf-ı sefâhet: sefihlikle dolu ve ona susamış; derâğûş: kucaklayış; 

tûde-i zinde: canlı yığın; 

fertût-ı musahhir: hâlâ çekiciliği bulunan bunak kocakarı;

bîve-i bakir: bâkir dul; hüveydâ: belirli, görünen; enzâr: bakışlar; 

çeşmân-ı kebûd: mavi göz; mû-nis: uysal, cana yakın; 

girye: gözyaşı, ağlayış; bünyân: temel; zehrâbe-i 

lanet: lânetin zehirli suyu; levs: kirlilik; teneffû: yararlanma; 

tereffû:yükselme, ilerleme; ecsâd: cesetler; nâsiye: alın; dır ahşan: parlak, temiz; 

fâ-cire: fitneci kadın; dehr: dünya, âlem; 

dahme-i mersûs-ı havâtır: anıların kurşuna kaplı mezarı; 

mebânî-i munâcât: Tanrı’ya yakarma yapüarı (camiler, mescitler;

mahmil-i ezkâr: anmaların yükünü taşıyan; miânrât: minareler; 

sakf  saçak; zill-ı siyah: karanhk gölge; sâil-i sâbir: sabırlı dilenci; 

elvâh-ı mekaabir: mezar levhaları, görüntüleri, 

ikaz etmek: uyandırmak, hatırlatmak; sâmit: sessiz;

mâ’relce: savaş yeri; tın: çamur; gubar: toz; rahne: yara, çukur, oyuk; 

mekmen: pusu yeri; eşirrâ: kötü kişiler, hırsızlar, katiller; 

ber-pâ: ayakta; fersude: yıpranmış; mesâkinn: evler, barınaklar; mevtin: vatan olmuş; 

gam-dîde: gamlı; merâret: acılık; somutmak: somurtmak; takaza: sıkıştırma, başa kakma; 

beveylemek: yutmak; efvâh-ı kadide: kadide dönmüş ağızlar;

âmâde: hazır; 

mün’im: nimetler veren; fıtrat: yaradılış; 

makrûn: ulaşmış, kavuşmuş; âtıl: tembel; akim: kısır, yetersiz, bitkin; 

esbâb-ı rehâ: kurtuluş yollan; züll-i tevekkül: tevekkül etme alçaklığı; 

savt-ı kilâb: köpek sesleri; 

şeref-i nutk ile mümtaz olmak: konuşabilme şerefine kavuşmuş olmak; 

telvin etme: lânetleme; âvâz: yüksek sesle haykırmak; hande-i zehrin: zehirli gülüş; 

nâtika-i acz ü elem: elemin ve acnn dile gelişi; nazra-i nefrin: nefret dolu bakış; 

cevf-i esâtir: mitolojik çağların boşluğu; ikbâl: ilerleme, yükselme; 

reh-i pâ-bûs: ayak öpme yolu; ma-sûniyyet:dokunulmazlık; 

efsâne-i kanun: kanun denen efsane, masal (burada uygulanmayan Kanun-u Esası kastediliyor); 

va’d-i muhal: (burada) tutulmamış yerine getirilmemiş vaat; 

kizb-i muhakkak: yalanın ta kendisi;

savlet-i evhâm:vehimlerin saldırısı; 

temdid etmek: ulatmak; gûş-ı tecessüs: gözetleyen, dinleyen kulak (burada hafiyelik ve jurnalcilik kastediliyor) ;

bim-i tecessüs: gözetlenmek korkusu; 

mebguz: kine ve gayza uğrarmş; muhakkar: hakarete uğramış;

seyf: kılıç; behre: pay, nasip; men?î: unutulmuş; 

bâr-ı hazer: sakınma ve korkma yükü; me’lûf: alışkın;

 

eşrâf ü tevabi: ilerigelenler, kendilerini soylu, şerefli kişiler bilip de padişaha yaltaklık edenler;

ma’rûf: tanınmış, bilinen; re’s-i fürû-berde:yere kapanmış baş; mâder: anne;

hemser-i muğber: gücenikliğin arkadaşı.

 

İLGİLİ İÇERİK

TEVFİK FİKRET'İN ŞİİRLERİ

ŞİİRLER

TEVFİK FİKRET TOPLU ŞİİRLERİ

TEVFİK FİKRET HAYATI ve ESERLERİ

TEVFİK FİKRET- BALIKÇILAR ŞİİRİNİN İNCELMESİ

SON EKLENENLER

Üye Girişi