Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

SAİT FAİK’LE YILLAR

Akşama doğru, gün inceliyor. Anadoluhisarı’nda eczanede tanıştığımız Belkıs öğretmen, öğrencilerine Sait Faik’i sevdiremediğinden yakınıyor. Ayaküstü konuşuyoruz. “Kestaneci Dostum”u, “Haritada Bir Nokta”yı okumuşlar sınıfta; öğrenciler “âdeta mecburen” dinlemişler…

 “Her şey değişti” diyor Belkıs Öğretmen, “kestaneci çocuğun alınyazısı artık kimseyi ilgilendirmiyor...”

Belki dün de ilgilendirmiyordu; geçen elli altmış yıla rağmen kestaneci çocuklar hep aynı alınyazısında sönüp gittiler.

Birden, lise ikinci sınıfta, öğretmenimiz Bâkiye Ramazanoğlu’yla, “Mahalle Kahvesi”ni tartışmamız geliyor aklıma. O sınıftan kaç öğrenci, bugünün altmış beşlikleri hatırlar, kestiremiyorum. Ama Bâkiye Hanım’ın sözleri, belleğimde, dün söylenmiş gibi:

“Mahalle Kahvesi’nin sonunda yazar, yaşanmış kötülüğü bilerek değiştirir. Sait Faik hayatımızın çirkin değer yargılarına her zaman karşı çıkan bir hikâye ustasıydı.”

Sait Faik’i yeni yeni okuyordum. Varlık Yayınevi “Bütün Eserleri” dizisinin kitaplarını art arda yayınlıyordu. “Mahalle Kahvesi”nde ‘kötü yol’a düşmüş genç kızı, o sessiz ve uzak duran kahvecinin kurtardığını düşlüyordu hikâyeci...

“Son Kuşlar”da doğayı yok edenler ilençle dile getirilir. “Haritada Bir Nokta”da hikâyeci, yazmak çabasını bir ihtiras saymışken, hayatın çirkinlikleri, haksızlıkları karşısında yeniden kaleme sarılır. “Kestaneci Dostum” sokakların hunharca öğüttüğü çocuklara bir ağıt, bir yas şiiridir.

Bu öyküler, o güne kadar okuduğum öteki öykülere benzemiyordu. Dümdüz, hatta konusuz, bununla birlikte nasıl karmaşık, içe işleyici, nasıl yoğun! Katman katman açılan bir derinlik duyumsanıyordu.

O dönemler, yaklaşık yarım yüzyıl önce, hiç değilse edebiyatseverler arasında, Sait Faik’i okuyanlar, özümseyenler çoğunluktaydı. Edebiyat çevrelerinde bir sevgi, dostluk yazarı olduğu söylenirdi.

Yalnızca sevgi hikâyecisi değil

Sait Faik bence yalnızca sevgi, dostluk hikâyecisi değildir. Sevgiden söz açışları, bir ‘aşkınlık’, özgürlük sorunu yerine geçmiştir. Kumpanya’da yer alan “Kriz” hikâyesi Necmi’nin sevgi arayışlarını dile getirir. İnsan sevgisi öylesine yoğundur ki, Karagümrüklü Necmi, bilgiç aydınların, sanat münakaşalarında, yanan Louvre Müzesi’nde, küçük bir çocuğu kurtaracakları yerde, La Gioconda’yı kurtarma ülkülerini, ereklerini iğrenç bulur...

Bunlar bence hep mektuplardır, kime gönderildiği handiyse bilinmeyen mektuplar. “Bitmemiş Senfoni”den alıntılıyorum:

“Yazmayacaksın biliyorum, ama yazacak gibi olduğun zamanların olacak. O günlerde aklından bana mektup yaz. Bana öyle mektuplar bir iki defa gelmiştir.”

İnsanların birbirlerine kurallarla, sınırlarla yasak oluşu Sait Faik’te trajik bir süreçtir. İlk öykülerinden Alemdağda Var Bir Yılan’a, o, artık yazınsal bir sayıklamayı çağrıştıran metinlerini bu trajik süreci zaman zaman yorumlayarak yansıtır. Özellikle son dönem hikâyeleri sanrıyla beslenmiş, sanrılar ortasında kaleme getirilmiş gibidir.

Sait Faik’in asıl değeri bir yandan da anlatımında aranmalıdır. Dünyaya bakışını yansıtırken, kişisel bir anlatım geliştirmiştir. Öykü dilini, tıpkı yaşamdan beklediği gibi, kuralların, sınırların dışına taşarak, estetik düzeyde yükseltir.

İlk okuyuşta bozuk denebilecek, çapaklı bir sözdizimi. Oysa kentten doğaya, doğadan kalabalıklara, adanın ıssızlığından büyük kentlerin, sözgelimi İstanbul’un uğultusuna çarpıp duran, çoğu kez kimsesiz bireyde içselleşen bu hikâyecilikte Türkçe tılsımlanır.

Leyla Erbil “Sait Faik’te Göz” adlı yazısında diyor ki:

“Sait Faik’in yazı masası cebindeydi. Zihin kuşlarını uçuşturan her şeyi, cebinde taşıdığı, ‘bakkal defteri’ dediği sarı yapraklı defterine eski Türkçe olarak geçirirdi. Bir park kanepesinde, bir meyhane masasında ya da dizlerinin üzerinde yazabilirdi!”

Bir gezginin, bir göçebenin dünyasını andıran bu tutum, ardı sıra içtenliği getirir. Ayrıca, konformist değerleri geri çevirişi simgeler. Leyla Erbil’in sıfatlandırışıyla bu çok anlamlı “berduşluk” ahlâk olarak, dünya görüşü, yaşama biçimi olarak git git öne çıkar.

Biz yaştakiler, bizlerden beş on yaş büyüklerin coşkun tanıtmalarına borçlu olarak, Sait Faik tutkunuyduk. 1960’ların sonunda, sözgelimi Ayhan Bozfırat’ın, Fikret Ürgüp’ün Sait Faik’ten hikâyeler okumalarını hatırlıyorum.

Böyle okumalı geceler olurdu. Hatta, Fikret Ürgüp gürültülü patırtılı bir klüpte cebinden ilk basım Son Kuşlar’dan “Kırlangıç Yuvasındaki Kadın”ı okumuştu, iyice alaca ışıkta, bize değil, belki kendine... Şimdi hâlâ öyle geceler oluyor mu, bilmiyorum.

Ayhan Bozfırat, Sait Faik çizgisinde öyküler yazmazdı. Alman edebiyatının kimi yazarlarında rastladığımız alegorik bir öykü dünyası vardı Bozfırat’ın. Gelgelelim söz Sait Faik’e gelince, dediğim gibi, Sait Faik’ten daima birkaç sayfa okurdu Ayhan Bozfırat. “Öyle Bir Hikâye”yi Ayhan Bozfırat’tan dinlemiştim:

“Bir ahlâkımız olacak ki, hiçbir kitap daha yazmadı. Bir ahlâkımız, bugün yaptıklarımıza, yapacaklarımıza, düşündüklerimize, düşüneceklerimize hayretler içinde bakan bir ahlâkımız.”

Çağdaş edebiyatımızın yetkin yazarı Ahmet Hamdi Tanpınar’ın tuhaf bir yargısı var; Sait Faik’in atası olarak Esendal’ı gösteriyor: “Filhakika ilerde bahsedeceğimiz Sait Faik gibi, genç nesil hikâyecilerinin çoğunun eseri yerli tesir olarak ona (Memduh Şevket Esendal’a) bağlıdır tarzında bir iddia hiç de mübalağalı sayılmaz.”

Sait Faik için Tanpınar şunu da söylüyor: “Tabiatı parça parça keşfettikçe mesut oluyordu. En trajik hikâyelerinde bile bu yüzden bir aşk nağmesi edası vardır.”

Bana sorarsanız, “aşk nağmesi edası” çoğu kez dış görünümdedir. İç görünümde, derinde, trajik olan daima sürüp gider. Tabiatın keşfine gelince, bu çabayı, Sait Faik’teki bu endişeli, huzursuz, içten içe öfkeli, kırgın, hayli sarsıntılı çabayı en güzel yorumlayan yazarımız Vedat Günyol: Dile Gelseler’deki olağanüstü incelikli “Yalnızlığın Yarattığı Adam” yazıları...

Bütün perspektifler iç içedir

Toplumsaldan bireysele, bireyselden kişisele, bütün perspektifler, Sait Faik’te iç içedir. Onun hikâyesini bambaşka kılan, bu perspektif bolluğu, çeşitliliğidir. Ruh çözümlemesi dört bir yandan kuşatır.

Yine Tanpınar, Sait Faik’in son öykülerini “surréalisme”e bitiştiriyor. (Böylesi bir yakınlaştırmayı Attilâ İlhan da dile getirirdi.) Belki yola çıkış olarak. Yoksa son öyküler, hele Alemdağda Var Bir Yılan’da yer alanlar, içsel sızının hikâyeye getirdiği sayıklamalar olarak alımlanabilir.

Belkıs Öğretmen’e o akşamüzeri, “Siz seviyorsunuz ya, büsbütün umutsuz olmayalım” dedim.

Belki yetiştiğim yıllarda da Sait Faik hak ettiği ilgiyi ‘gerçekten’ devşirmiyordu. Belki o dönemde de edebiyata tutkun birkaç bin okurla sınırlıydı kitaplarının satışı.

Günümüzdeki sorun, öyle sanıyorum ki, okuma sanatının bilinmezliğinden kaynaklanıyor. Bir şiir, bir öykü, roman, deneme nasıl okunur, üzerinde hiç durulmuyor. Eleştiri usul usul aradan çekildi. Okur için kılavuz alanlar gitgide daralıyor. Dünkü yazarlarımızın eserlerini bugünde yaşatmak boşuna bir çaba gibi alımlanıyor.

Bunlara rağmen, günümüzden yarına, Sait Faik üzerine yeni ve çok başka yorumların, değerlendirişlerin kaleme alınacağına inanıyorum. Onun, tabiatı “parça parça” keşfetme kaygısı, “varlık sebebini arayan adam”la birleştirilecek ilerde.

Çünkü, acı hayaller, sanrılar, karabasanlar ortasında varlık sebebini arayan adam, o “berduş”, birçok küskün hayata yarın da seslenecek…

SON EKLENENLER

Üye Girişi