Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

MEHMET AKİF'TEN SEÇMELER
 
   
Âkif için kelimelerin mefhumu tek, bu mefhumların rengi tekti. Renkler kalın çizgilerle ayrılmıştı. Birinin nerede başlayıp ötekinin nerede bittiği belli olmayan ve bir mefhu­ma girmiş iki renk onun dünyasında yoktu. Bir işin "takri­ben" ligi onun gözünde yalan kadar çirkindi. "Kırmızı"ya "pembe" diyorsanız cürümdü. Ona dörtte gidecekken dördü on geçe gitmişseniz geç kaldığınız bu on dakika kabahatti. Bundan, o, kocaman bir namus mefhumu çıkarıyordu. Ben de bu iriyarı namusa bazen kızıyor, bazen gülüyordum. Treni kaçıramazdınız: Namusa mugayirdi.

Meşrutiyet'in ilk seneleri, bir cuma, adam boyu kar yağdı. O gün Akif in haz etmediği şeyler işlemedi: Araba, tramvay, şimendifer ve vapur... Çapa'daki bizim eve o gün sütçü ekmekçi gibi adamlar bile gelmediler. Öğle yemeğin­den sonra biz hâlâ ekmekçiyi beklerken nihayet kapı çalın­dı; fakat... Akif Bey gelmişti! Bıyığının yarısı donmuştu. Şaşırdım, nasıl geldiğini merak ettim: "Beylerbeyi'nden nasılsa Beşiktaş'a bir vapur işlemişti." "Bu kadar mı?" dedim-Tabii ki bu kadardı ve tabii ki Beşiktaş'tan Çapa'ya işleyen bir şey yoktu; ancak bunu sormaya da lüzum yoktu; çünkü Beşiktaş'tan Çapa'ya bu havada insanlar yürüyerek de gelirdi. Bu karda, tipiye, yaya yürünülen mesafeye ben şaştıkça Akif de benim hayretime şaşıyordu:

“Gelmemem için kar, tipi kâfi değil, vefat etmem lazımdı. Çünkü geleceğim diye söz vermiştim."

İnsanların birbirlerine verdikleri sözün bu kadar korkunç bir şey olması o gün beni ürküttü.

“Akif" dedim, "Sen eğer verilen sözün manasını bu türlü diyorsan bana izin ver de ben bu türlü anlamayayım. Benim verdiğim sözün şiddetli bir lodosa bile tahammülü yoktur!"

"Ben böyleyim" dedi.

"Ben de böyleyim" dedim.

Bu vakıadan sonra ona söz vermekten korktum. Dediğim gibi. onun gözünde ne karayel fırtınası, ne diz boyu kar "mazereti meşrua" değildi.

 

***

 

Namık Kemâl'in "Ne kadar insan varsa, o kadar mâbud var." diyen bu beytine de bayılıyordu:

Verir mabuda herkes kendi idrâkince bir suret,
Bakılsa çeşm-i ibretle aceb büthânedir âlem.

Sonra şiirlerinde dervişliği ve kalenderliği zemm ede Müslümanlığı kılıç ve çekiç dini diye seven Akif insanların hayatını "Bir kaç çıplağın bir kefen giymek için dünyaya koşa koşa geldikleri" tarzında izah eden şu beyti beğeniyordu:

Ez beyâban-i âdem tâ ser-i sahra-i vücûd,
Betelâş-i kefeni âmede uryân-i çend.

 

Sinirlerine dokunaç bir mısra vardı:
Milletim nev'i beşerdir, vatanım ruy-i zemin!
Bu mısrayı okuduğum gün acı acı gülerek:

"Sen de bu yalana inanıyor musun? Bir Avrupalının nev'i beşerinde, rûy-i zemininde Türkler ve Müslümanlar dahildir sanıyor musun? Cartesien Avrupa yalanıdır, ancak Thomiste Avrupa doğrudur", dedi. Sonra tuhaf bir şey anlattı:

"Umumi Harp'te biz üç kişi4 Berlin'e gittiğimiz zaman Alman hükümeti bize ne dedi bilir misin? "Türklerle ittifak ettik diye Rayiştakda Katolik mebuslar bağırıyorlar, Müslümanlar ve Türkler gibi vahşilerle medeni Alman mil­leti nasıl birleşir." diyorlar. Makaleler yazınız da Türklerin ve Müslümanların da insan olduklarını bu adamlara karşı isbat edelim." dedi.

"Acayip! "dedim.

"Bundan daha acayibi var!" dedi, "yine Umumi Harpte Viyana'daydım. Bir gece Viyana kiliselerinin çanları çalma­ya başladı, otelin penceresinden baktım, caddede her elde bir mum herkes haykırıyordu. Kendi kendime: "Müttefikimiz Viyanalılar galiba cephede bir muzafferiyet kazandılar." dedim. Sokağa fırladım. Bir dükkâncıya:

"Bir zafer haberi mi var?" dedim. Adam:

" Zafer de söz mü?" dedi, İngilizler Müslümanlardan Kudüs'ü aldılar. İngiliz ordusu Allenby'nin kumandasında Kudüs'e girdi. Mukaddes şehir "hilâl’den kurtuldu, "haç"a kavuştu."

Akif bunu anlattıktan sonra gözlerime dik dik baktı:
"Milletim nev'i beşer, vatanım ruy-i zemin! Öyle mi?" dedi. Sonra ilave etti:

"Biz bu yalana inanırsak, ne milletimiz kalır, ne ruyi zeminimiz! Avrupa'nın nev'i beşerinde ben yoksam benim nev'i beşerimde de o yoktur."

Ve Akif kendi nev'i beşerini bir şiirinde sayar:

 

... Tunuslu, Efganlı,
Transıvallı, Buharalı, Çinli, Sudanlı,
Habeşli, Hiveli, Kaşgarlı, Yerli, Hersekli,
Serendibin, Cavanın, Mağrib'in bütün şekli;
Hülasa attığı kollar, muhit-i Garbî'den,
Hecan hecan dolaşıp, müntehâ-i Şark'a giden,
O dûdîmân-i kerîmin sayılmaz evlâdı.,

olan Müslümanlar.


MİTHAT CEMAL KUNTAY' Mehmet Akif adlı eserinden

SON EKLENENLER

Üye Girişi