Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

MEHMET AKİF ERSOY - ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE İNCELEMESİ

Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- "bu: bir Avrupalı! "
Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!


Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer. (1)
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da, (2)
Ostralya'yla berâber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ'ûna da züldür bu rezîl istîlâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefîl,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahrîbe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermîler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat îman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlâhî o metîn istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkîf edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi;
"O benim sun'-i bedî'im, onu çiğnetme" dedi.
Âsım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.

Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, (3)
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni târîhe" desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
"Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, (4)
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.

Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...

Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.

(1) İlk baskılarda:...kum gibi, mahşer mi, hakîkat mahşer.
(2) İlk baskılarda:...duruyor karşında,
(3) İlk baskıda: Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
(4) İlk baskılarda: Ebr-i nîsânı açık...
Mehmet Akif Ersoy

ŞEHİD OĞLU ŞEHİD

Çanakkale Zaferini İstiklâl Savaşımızın ruhu gibi hiç kimse Mehmet Akif kadar kudretli anlatamadı ve anlatamayacaktır. Çünkü ustalığı, noksansız imam ve mucizeli üslubunun yanı sıra, ayrıca 1915’lerin bütün kasvet ve sevinçlerini yaşatmak da lâzımdır. Onun için biz de böyle kudsiyetli bir günün hatırasına, Mehmet Akif'in "Çanakkale" şiirini tahlile çalışacağız.

Akif, zaferin müjdesini Necit ve Medine seyahati dönüşünde yolda iken almış ve savaşı görerek değil tahayyül ederek bu ihtişamlı şiirini yazmıştı. Şiir, Çanakkale Zaferinin kendisi kadar eşsiz bir sanat zaferidir. Ayrıca o zafer bütün tazeliği ile ancak Mehmet Akif'in şiirinde, ancak o şiir sayesinde yaşayacaktır.

Bilmek lâzımdır ki, tarih olayları ne kadar ulu ve heyecanlı da olsalar, tarih adamları ne kadar büyük ve değerli de olsalar, sanatın gücü eğer onlara ulaşamamış, sanat onları kanatlan üzerine almamışsa, zaman içinde alelâdeleşir, bir tarih yaprağında kalır, halta hiç olmamışa dönerler.

Çanakkale şehitlerini anan ve onlara seslenen bu şiir Vatanî-Millî-İslâmî temada, bir destandır. Ancak destanı olduğu ölçüde "lirik" bir şiirdir. Bu tür şiirler bizde Tanzimat'tan sonra görülüyor. Namık Kemal ve sonrakilerin "vatan, millet, hürriyet" temlerinde, yiğitlik (hamaset) şiirleri çoktur. Fakat vatanî, millî temalarda lirizmin büyük ustası bizde Mehmet Akif’tir.

Güçlü şairlerin çoğu, lirizmi, ferdi aşk duygularım, ölüm karşısında ıstıraplarım veya tabiatın güzelliklerini anlatarak sağlamışlardır. Mehmet Akif ise, samimiyeti çok daha güç olan bir alanda lirizm yapıyor. Vatan dertlerini, milletin ümitlerini,
Hz. Peygamberin ve şehidin yüceliklerini şiirli unsurlarla anlatıyor.

O kadar ki: "Hayır, hayal ile yoktur benim alış verişim" diyen ve çoğu şiirlerinde tasvir, ülkü ve düşünce şairi olan Mehmet Akif, Çanakkale Şehitleri, İstiklâl Marşı, Bülbül gibi parçalarında lirik şiirin bütün unsurları ile ses ve söz musikisini, hayal ve mecazın erişilmezlerini de kullanmıştır.

Burada kolaylık olsun diye, Çanakkale şiirinin, tamama yakın bir kısmını, "bölümlere" ayırarak sunacağız.

İlk bölüm, Mehmet Akif’in. Çanakkale'ye saldıran düşmanlar hakkındaki görüş, düşünüş ve hicivlerini açığa vuruyor. Çirkinleşen, istilâcı, sömürgeci, mütevazı, haksız renge bürünen kalpsiz, duygusuz, maddeci ”sözde medeniyet" burada ağır dille yeriliyor. Batı, "medeniyet" diye, silâhlar, zulümler, sömürgeci ruh ve bu ruhun derlediği "sürüler” ile üzerimize gelmiştir:

Materyalizme ve emperyalizme karşı en kuvvetli hicivler dolu fikirlerle birlikte, her mısraı filmlik, resimlik unsurlarla da dolu olan bu bölümde, anlaşılması güç bazı kelimeler şunlardır:

Kesif: Kalabalık, yoğun,
Tahaşşüd: Yığmak,
Mahlûk-ı asil: bazılarının asil dedikleri yaratık.
İkinci bölüm, Çanakkale Savaşını, kudretle tasvir eden, güçlü denemeler, nükteler, sesler ile muharebenin dehşetini ebedileştiren beyitleri içine alıyor.
Batı'nın getirdiği en güçlü kara, deniz, hava silâhları karşısında yalnız göğsündeki "kat kat iman" ile zafer kazanan Mehmetçiğin övgüsü dile gelen bu bölümde, şu kelimeleri bilelim:
Lağam: Patlayıcı maddeler için yeraltı kanalı.
Enkâz-ı beşer: İnsan vücudu yıkıntıları, parçaları.
Şühedâ: Şehitler
Rükû Namazda eğilmek.
Hilâl: Türk ve İslam bayrağındaki yarım ay. Şair, onun uğrunda ölen gençleri güneşlere benzetiyor. Ayrıca, bir yeni ay doğabilmesi için, birçok günler güneşin battığını (batması gerekliğini) da hatırlatarak "hüsnü tâlil sanatı" yapıyor.
Aşağıdaki üçüncü bölüm ise şehitlere doğrudan seslenmekte olup manzumelerin en şiirli bölümüdür.
Tevhid: Birlik, Allah’ın birliğine inanma (inananlar)"Lailâhe İllâlah" diyen Müslümanların bütünü.
Bedr: Hz.Muhammed’in, İslamlığı putçulara karşı kurtaran savaşı. Bedir gazası.
Makber: Mezar.
Herc ü merc: Alt üst etmek.
"0 kitap": tarih,
İstiâb: İçine alma.
Edvar : Devirler, çağlar.
Vahiy: Tanrı’nın peygambere gönderdiği bilgi. Allah’tan gelen ilham.
Ridâ: Örtü, sanduka örtüsü.
Lâhd: Mezar.
Ecrâm: Yıldızlar.
Süreyya: Ülker lakım yıldızı.
Lebriz etmek: Doldurmak.
Mağrib: Batı, güneşin batma yeri.
Ağuş: Kucak.

Mehmet Akif in, hayal, mecaz, fantezilerle, şehitler için özel bir kâinat kurduğu ve bütün eserleri içinde en fazla "şair ve şairane" olduğu bu bölümde, şehitleri yücelten takdis eden düşünceler de vardır.

"Bu topraklar için toprağa düşmüş" diye çok hususi bir üslupla anlatılan şehit, öyle büyük iş başarmıştır ki, onu mükâfatlandırmak ancak ecdadın (cennetteki Müslüman ataların) gökten inerek onun temiz alnını öpmeleri olabilir. O büyük varlık tarihe de sığdırılamaz, onu ancak ebediyetler içine alabilir.

İslam birliğini, Allah imanını küfre ve haçlılara karşı Çanakkale'de kurtarmış olan şehit Mehmetçikler, ancak "Bedr’in arslanları" ile kıyaslanabilir. Onlara mezar da yapılamaz, onların yeri, Yüce Peygamber’in şefkatle açılmış kucağıdır.

Bölümdeki asıl şairane yanlar ise, Akif in, Türk şehitleri için tasarladığı, fakat sonunda yine ona lâyık bulmayarak beğenmediği mekân tasavvurudur.

Akif, şehidin türbesini, bulunduğu tabiatın ortasında, tamamıyla tabiat unsurlarından, bir de İslami manevi kavramlardan seçip toplamıştır.

Kâbe gibi İslam’ın en mukaddes timsalini, getirip yerde kanlar içinde uzanmış şehidin başına "taş diye" dikecektir. Bu taşın üzerine, Allah’ın Peygamberine ilham etliği derinlikte sözler (kitabe) yazacaktır. Sonra gökkubbeyi yıldızlı koyu mavi bir kumaş (örtü) gibi dip şehidin üzerine çekecektir.

Şimdi şehide türbe yapmak sırası gelmiştir: Bu türbenin tavam mor (nisan) bulutlarından çatılacak, bu türbeye en gösterişli avize olarak da yedi kandilli Süreyya (Ülker takımyıldızı) seçilecektir.

Gündüzleri avizesinin yedi kandilini fecr ile (tan ışıkları ile) dolduracak... Akşamları ise, rengârenk tüllenen günbatısı yerini, sargı bezi gibi alıp onun yaralarını saracaktır.
Velhasıl tabiatın gece ve gündüzündeki bütün renk ve ışıkları toplayıp, şehidin (kefensiz) naşı üzerine yayacak fakat yine de onun hatırasına hiçbir minnet borcunu ödeyememiş olacaktır.

Ahmet KABAKLI, Tercüman, 21 Mart 1976

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi