Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

FUZÛLÎ- SU KASİDESİ ŞERHİ


1.Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
  Kim bu denli dutuşan odlara kılmaz çare su

2.Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
  Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su

3.Zevk-i tiğından aceb yok olsa gönlüm çâk çâk
  Kim mürûr ilen bırakır rahneler dîvâre su

4.Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözin
  İhtiyât ilen içer her kimde olsa yara su

5.Suya versin bağban gülzarı zahmet çekmesin
  Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin gülzâre su

Ohşadabilmez gubârını muharrir hattına
Hâme tek bakmaktan inse sözlerine kare su

6.Ârızın yâdiyle nemnâk olsa müjgânım n'ola
  Zayi olmaz gül temennâsiyle vermek hâre su

7.Gam günü etme dîl-i bîmardan tiğin diriğ
  Hayrdır vermek karanû gecede bîmâre su

8.İste peykânın gönül hecrinde şevkim sâkin et
  Susuzum bu sahrede benim içün are su

9.Ben lebin müştâkıyım zühhâd kevser tâlibi
  Nitekim meste mey içmek hoş gelir huşyâre su

10.Ravza-yı kûyuna her dem durmayıp eyler güzâr
  Âşık olmuş gâlibâ ol serv-i hoş reftâre su

11.Su yolun ol kûydan toprağ olup tutsam gerek
  Çün rakîbimdir dahi ol kûya koyman vare su

12.Destbûsi arzûsiyle ger ölsem dostlar
  Kûze eylen toprağım sunun anınle yâre su

13.Serv ser-keşlük kılur kumrî niyâzından meger
  Dâmenin duta ayağına düşe yalvara su

14.İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile
  Gül budağının mîzacına gire kurtâre su

15.Tînet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme
  İktidâ kılmış tarîk-i Ahmed-i Muhtâr'e su

16.Seyyid-i nev'i beşer deryâ-yı durr-i istifâ
  Kim sepiptir mu'cizâtı âteş-i eşrâre su

Kılmak için taze gülzâr-ı nübüvvet revnakın
Mu'cizinden eylemiş izhar seng-i hâre su

Mu'ciz-i bir bahr-i bî-pâyan imiş âlemde kim
Yetmiş andan bin bin âteşhâne-i küffâre su

17.Hayret ilen parmağın dişler kim etse istima
  Parmağında verdiği şiddet günü Ensâr'e su

18Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât
  Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâra su

Eylemiş her katrede bin bahr-i rahmet mevchîz
El sunup urgaç vuzu için gül-i ruhsâre su

19Hâk-i pâayine yetem der ömrlerdir muttasıl
   Başını taştan taşa vurup gezer âvâre su

Zerre zerre hâk-i dergâhına ister salar nûr
Dönmez ol dergâhtan ger olsa pâre su

Zikr-i na'tın virdini derman bilir ehl-i hatâ
Eyle kim def-i humar için içer meyhâre su

Yâ Habîballah yâ Hayr'el-beşer müştâkınım
Eyle kim lebteşneler yanıb diler hemvâre su

Sensin ol bahr-i kerâmet kim Şeb-i Mi'rac'da
Şeb-nem-i feyzin yitirmiş sâbit ü seyyâre su

Çeşm-i hûrşidden her dem zülâl-ı feyz iner
Hâcet olsa merkâdin tecdîd eden mi'mâre su

20.Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dîl-i sûzânıma
  ebr-i ihsanın dönen tek lü’lü-i şehvare su

21Yümn-i na'tınden güher olmuş Fuzûlî sözleri
  Ebr-i nîsandan dönen tek lü'lü-i şehvâre su

Hâb-ı gafletten olan bîdâr olanda rûz-i haşr
Hâb-ı hasretten dökende dîde-i bîdâre su

22.Umduğum oldur ki Rûz-i Haşr mahrûm olmayam
  Çeşm-i vaslın vere ben teşne-i dîdâre su

 

Günümüz Türkçesi
1. Ey göz! Gönlümdeki (içimdeki) ateşlere göz yaşımdan su saçma ki, bu kadar (çok) tutuşan ateşlere su fayda vermez.
2. şu dönen gök kubbenin rengi su rengi midir; yoksa gözümden akan sular, göz yaşları mı şu dönen gök kubbeyi kaplamıştır, bilemem..
3. Kılıç gibi keskin bakışlarının zevkiyle gönlüm m olsa şaşılamaz; çünkü duvarı doğen nehir suları orada gedikler, oyuklar bırakır.
4. Yaralı gönül senin ok temrenine benzeyen kirpiklerinin sözünü korka korka söyler; elbette yarası olan suyu ihtiyatla çekine çekine içer.
5. Bahçıvan nafile yorulmasın ve gül bahçesini sele versin-(boş yere su vermesin, çünkü) gül bahçesini bin kere sulasa. senin yüzün gibi bir gülün açılmasına imkân yoktur.
6. Senin yanağını anarak kirpiklerim yaşarsa, ıslansa ne olur? (şaşılır mı?) Gül açılacağını umarak dikenine su vermek boşa gitmez.
7. Gam gününde, hasta gönülden kılıç gibi keskin bakışlarını esirgeme; karanlık gecede hastaya su vermek hayırlı bir iştir.
8. Gönül! Sevgilinin, (göğsüme saplanan) temrenlerini ara; (onları çekip çıkar da, o temrenlerin yerinden fışkıracak kanı bana içirerek) ondan ayrı olduğum günlerin hasret susuzluğumu ve iştiyakımı gider, dindir. Susuzum; bu göğsümün sahrasında bir kere de benim için (bu tarzda) su ara.
9. Ben dudağın için şiddetli bir arzu taşıyorum, sofular ise Kevser istiyorlar. Tabii, sarhoşa şarap , ayık insana da su içmek hoş gelir.
10. Su, durmadan, sevgilinin Ravzası civarına doğru akıp gidiyor. Galiba o da, o selviye benzeyen nazlı gidişli güzele âşık olmuş.
11. Toprak olarak, sevgilinin bulunduğu yere giden suyun yolunu kessem gerektir. Çünkü su benim rakibimdir, artık onu oraya gitmeye bırakmam.
12. Dostlarım! Onun elini öpmek arzusunu gideremeden ölürsem toprağımdan bir testi yapın ve sevgiliye onunla su verin ki hiç olmazsa mezar toprağımdan yapılan testi onun ellerine ve dudaklarına değsin.
13. Selvi, kumrunun yalvarmasına karşı dik başlılık ediyor. Su, selvinin eteğine sarılıp ayağına düşsün, yalvarsın da selviyi hu dik başlılıktan, inatçılıktan vazgeçirsin.
14. Gül dalı, güle renk almak için hile ile bülbülün kanını içmek ister. Su, gül dalının damarına girip bir yolunu bulsun da zavallı bülbülü kurtarsın.
15. Su Hazreti Peygamberin gösterdiği yola girmekle, tertemiz tabiatını insanlara apaydın göstermiştir.
16. Muhammet insanların ulusu ve seçkinlik incisinin denizidir ki onun mucizeleri kötülerin 'su serpip o ateşi söndürmektedir.
…..
17. Kızgın bir günnde, Muhammed’ın, Medine'deki Yardımcılarına parmağından o şiddet, o savaş gününde su verdiğini kim işitse hayretinden parmağını ısırır.
18. Onun dostu, yılan zehri içse abıhayat olur Fakat düşmanı su içse, su mutlaka yılan zehrine döner.
19. Ömürler süren yıllardır ki, su peygamberin mezarına varayım diye başını taştan taşa vurup avare gezer, dolaşır.
…………………………..
20. Cehennem korkusu yanık gönlüme gam ateşi salmıştır; fakat senin ihsanının bulutu o ateşi su serperek söndürür diye umuyorum.
21. Seni övmenin kutluluğu ve uğurluluğu ile Fuzuli’nin sözleri, nisan bulutundan düşüp büyük inciye dönen su damlası gibi, inci olmuştur.
22. Umduğum şudur: kıyamet gününde yüzünü görmekten mahrum olmayayım ve buna susamış olduğum için, vuslat çeşmen, susuzluğumu gidersin.

Not: Anlamı verilmeyen ve izah edilmeyen beyitler

Ohşadabilmez gubârını muharrir hattuna
Hâme tek bahmahdan inse gözlerine kara su

(Hattatın beyaz kâğıda bakmaktan, kalem gibi, gözlerine kara su inse (kör olsa, kör oluncaya kadar uğraşsa yine de gubârî (yazı)sını, senin yüzündeki tüylere benzetemez. )

Kılmağ içün tâze gül-zârı nübüvvet revnakın
Mu’cizinden eylemiş izhâr seng-i hâra su

(Katı taş, Peygamberlik gül bahçesinin parlaklığını tazelemek için (ve onun) mucizesinden dolayı su meydana çıkarmıştır.)

Mu’cizi bir bahr-ı bî-pâyân imiş âlemde kim
Yetmiş andan min min âteş-hâne-i küffara su
(Hz. Peygamberimiz’in mûcizeleri dünyada uçsuz bucaksız bir deniz gibi imiş ki, ondan (o
mucizelerden), ateşe tapan kâfirlerin binlerce mâbedine su ulaşmış ve onları söndürmüştür.)

Eylemiş her katreden min bahr-ı rahmet mevc-hîz
El sunup urgaç vuzû içün gül-i ruhsâra su

(Abdest (almak) için el uzatıp gül (gibi olan) yanaklarına su vurunca (sıçrayan) her bir su damlasından binlerce rahmet denizi dalgalanmıştır.)

Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr
Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su
(Su, onun eşiğinin toprağına zerrecikler halinde ışık salmak (orayı aydınlatmak) ister. Eğer parça parça da olsa o eşikten dönmez.)

Zikr-i na’tün virdini dermân bilür ehl-i hatâ
Eyle kim def-i humâr içün içer mey-hâra su
(Sarhoşlar içkiden sonra gelen bat adrysını gidermek için nasıl su içerlerse, günahkârlar da senin na’tının zikrini dillerinde tekrarlamayı (dertlerine) derman bilirler.)

Yâ Habîballah yâ Hayre’l beşer müştakunam
Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su
(Ey Allah'ın sevgilisi! Ey insanların en hayırlısı! Susamışların (susuzluktan dudağı kurumuşların) yanıp dâimâ su diledikleri gibi (ben de) seni özlüyorum.)

Sensen ol bahr-ı kerâmet kim şeb-i Mi'râc’da
Şebnem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyâra su
(Sen o kerâmet denizisin ki mi'râc gecesinde feyzinin çiyleri sabit yıldızlara ve gezegenlere su ulaştırmış.)

Çeşme-i hurşîdden her dem zülâl-i feyz iner
Hâcet olsa merkadün tecdîd iden mimâra su
(Kabrini yenileyen (tamir eden) mimara su lazım olsa, güneş çeşmesinden her an bol bol saf, tatlı ve güzel su iner.)

Hâb-ı gafletden olan bîdâr olanda rûz-ı haşr
Eşk-i hasretden tökende dîde-i bîdâra su
(Kıyamet günü olduğu zaman, gaflet uykusundan uyanan düşkün (yahut aşık) göz, (sana duyduğu) hasretten su (gözyaşı) döktüğü zaman,)

Vezni:
Fâ i lâtün Fâilâtün Fâilâtün Fâilün

İZAHLAR:
Bu kaside bir “na’t”tır. Divan Edebiyatında, peygamber hakkında yazılan kasidelere na’t denir. Kaside, Allah’ın birliğinden bahseder, Allah’a karşı dua ve yalvarışı tazammun eylerse ona da tevhid yahut münâcât denir. Divanların tertibinde, en başa münacatlar, sonra na’tler, onlardan sonra dört halife ve on dört imam hakkında yazılmış olan kasideler ve nihayet te zamanın büyüklerinin methi için yazılan kasideler konur. Kasideleri tarihler ve musammatlar; onları da kafiyelerinin son harfleri sırasınca gazeller takip eder. En sonda rubailer, kıt’alar ve tek beyitlerle mısralar bulunur.
Duyuşlarındaki hususiyet, ifadesindeki derin samimiyet dolay isiyle Fuzûlî’nin Su kasidesi diye tanılan bu na’ti, nev’inin en muvaffakiyetli bir örneğidir.

1. Gözyaşı manasına Farsça eşk kelimesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda okumalıdır.
Od, Türkçe ateş demektir.
Bu denlü; böyle, bu türlü, bu kadar demektir. Türkçe olan bu tabir eski eserlerimizde çok kullanılmıştır.
Tutuşan kelimesinin dutuşan suretinde kullanılması Azerî lehçesinin hususiyeti iktizasındandır.
Gerek bu beytin ilk mısraının kafiyesi olan odlare kelimesinde, gerek daha aşağıdaki beyitlerin kafiyelerinde nesne ekinin; sesli harfleri kalın olan bu kelimelere hep “e” olarak getirildiği görülüyor. Odlara, devvâra, diuâra, gülzâra şekillerinde olmaları lâzım gelen kelimelerin odlare, devvâre, dîvâre, gülzâre diye kullanılmaları bunların çâre, yâre gibi kelimelerle kafiyelenmiş olmalarından dolayıdır. Eskiden kullandığımız Arap yazısı, dilimizin fonetik hususiyetlerine uymadığı için, diğer bütün ekler gibi, “e, a” nesne eki de gerek kalın, gerek ince sesli olan kelimelerde daima “e” olarak yazılırdı. Divan Edebiyatının kafiye telâkkisi de, kelimelerin söylenişlerinde kulakla fark edilen ses uygunlundan ziyade yazılı şekillerine da andığı için bugünkü telakimize göre kusurlu gibi görünen bu kasidenin kafiyeleri de eskilerce kusurlu sayılmazdı ve zaten bu türlü kelimeler, öteki mücerret kelimelerin ahengine göre söylenirdi.

2. Âb-gûn: (f. st) Su renginde; mavi. “N” ile biten hecelerin hususiyetine göre, burada da gûn hecesi uzatılmadan okuna-caktır.
Günbed-i devvâr: (f. s. t.) Daima dönen kubbe, yani, gökyüzü.
Bu Farsça sıfat tamlaması bir tamlayan gibi alınarak sonuna rengi tamlananı getirilmekle, fakat bu sefer Türkçe mizin kaidesiyle - bir isim tamlaması yapılmıştır. Bu terkibin aslı günbed-i devvârın rengi iken, tamlayan eki kullanılmamıştır.
Bu beyitte âb-gûn kelimesinin âb hecesiyle devvâr kelimesinin vâr hecesi, vezinde, bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatılarak okunmalıdır.
Bilmezem, bilmem kelimesinin Azerî lehçesinde söyleniş arzıdır.
Muhit olmak; ihata etmek, kuşatmak demektir.
İkinci mısraın başındaki ya kesilmesi yahut, yoksa demek icabında uzatılacaktır ifadesi biraz karışıkça olan bu beyitte muhtelif edebi sanatlerın misallerini de bulabiliriz:
Evvela, şair, pek çok ağladığını anlatmak için, gözünden gökyüzünü kapladığını söyleyerek mübâlağa yapmış oluyor.
Sonra, gökyüzünün neden mavi olduğunu bilmez görünüyor; bu da bir tecâhülü âriftir.
Nihayet, gökyüzünün maviliğinin, gözyaşlarının orasını kaplamış olmasından ileri geldiğini söyliyerek de hüsnü ta'lîl yapmış oluyor.
Tecâhülü ârif, bir mana inceliği dolayısıyla, hakikati bilmiyormuş gibi davranmak sanatıdır. Fuzûlî’nin, gökyüzünün kendiliğinden mavi renkte olduğunu bilmediği düşünülemez; ancak, yaşları gökyüzünü kaplayacak kadar çok ağladığını anlatmak için hakikati bilmezden geliyor.

3. Bu beyitte kılıç manasına gelen Farsça tîğ kelimesi, asıl lûgat manasından başka bir manada kullanılmıştır, yani mecâzdır. Güzellerin keskin bakışları sevenlerin gönüllerini kılıç gibi yaraladığı için, daima yapılan bir teşbihe dayanarak, Fuzûlî de buradaki tîğ kelimesini bakış yerine kullanmıştır. O halde hu mecaz bir istiâredir.
Zevk-ı tîğ: (f. is. t) Kılıcın zevki, kılıçla kesilmekten duyulan zevk.
Aceb yoh, Azerî lehçesince, bunda şaşılacak bir şey yok demektir.
Parça parça, paramparça demek olan Farsça çâk çâk kelimelerinden bilhassa birincisini, vezinde, bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatarak okumalıdır.
Bırağur, bırakır kelimesinin Azeri lehçesine göre söyleniş tarzıdır.
Şair bu beyitte, sevgilisinin bakışlarının kendi gönlünde, kılıç gibi, yaralar açmasından zevk aldığını söylüyor. Birinci mısradaki tiğ kelimesiyle ikinci mısraın sonundaki su kelimesinin münasebeti vardır: kılıç haline getirilen çeliğin mukavemetini arttırmak ve keskinliğini temin etmek için onu usulünce suya daldırırlar ki buna kılıca su vermek denir.

4. Vehm ilen; vehm ile, korka korka demektir.
Dil-i mecrûh: (f. s. t.) Yaralı gönül.
Temren, yani okun en ucunda bulunan sivri demir demek olan Farsça peykân kelimesi de burada istiare olarak, kirpik yerine kullanılmıştır.
Peykânın sözün, Türkçe bir isim tamlaması olup tamlayan ve tamlanan ekleri kullanılmamıştır. Tamam söylenişi peykânının sözünüdür.
Yâre, Türkçe olan yara ya, eski şairlerimizin, Fars telâffuzuna uydurarak verdikleri şekildir.
Bu beytin manasını iyice anlayabilmek için yaralılara, fena tesir yapar diye, su verilmediğini hatırladıktan sonra sevgilinin oka benzeyen kirpiklerinin şairin gönlünde yaralar açtığını onlara ait sözlerin ise - temrene de su verilmiş olduğu için -yaralı kalbine su serptiğini, yani içine ferahlık verdiğini; fakat sevgilinin kirpikleri haddi zatında yaralayıcı olduğu için, yaralının ihtiyatla su içmesi gibi, şairin o kirpiklerin lâfını da korka korka ettiğini düşünmek lâzımdır.
Mecruh Kelimesinin rûh hecesini vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatarak okumak lâzımdır.

5. Suya versün; sele versin, bıraksın ki su alıp götursun demektir.
Bâgbân kelimesinin bağ hecesini, vezinde, bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda uzatarak okumak lâzımdır
Tek, Türkçe bir teşbih edatıdır; yüzün tek, yüzün gibi demektir.

6. Arızın yâdı, bundan önce de görüldüğü gibi, tamlayan eki kullanılmamış Türkçe bir isim tamlamasıdır ve “arızının yâdıyle, yanağını anarak “ demektir.
Nola, “ne ola”nın kısaltılmış şeklidir. Bunun yerine bugün kullandığımız tabirler “ne olur?” ve “ne var?”dır.
Bu beytin manasını iyice kavramak için, yanak ile gül ve kirpik ile diken arasındaki benzeyiş münasebetlerini düşünmek lâzımdır. Şair diyor ki: “Bahçıvan gül elde etmek için nasıl onun dikenini de suluyorsa, ben de senin güle benzeyen yanağına kavuşmak için ağlıyorum, dikene benzeyen kirpiklerimi ıslatıyorum.”
Bu beyitte, eski şairlerin çok kullandıkları söz sanatlarından leffü neşir vardır.
Leffü neşir, bir cümlede veya beyitte iki veya daha ziyade şeyi zikrettikten sonra onlarla münasebetli olan şeyleri zıkretmiye denir. Burada da önce arız, yâd, nemnâk olmak ve müjgân kelimeleri söylenmiş; ikinci mısrada ise bunlara karşılık olmak üzere gül, temenna, su vermek ve hâr kelimeleri kullanılmıştır.
Leffü neşir, nesirden ziyade nazma yakışan bir sanat telâkki edilir. Eskiler bu sanatı leffü neşri mürettep (tertipli leffü neşir) ve leffü neşri müşevveş, (karışık leffü neşir) diye iki kısma ayırmışlardır. Mürettep leffü neşirde aşağıdaki kelimeler yukarıdakilerin sırasınca zikredilir. Müşevveşte ise bunların sırası karışık veya çaprazlama olur. Fuzûli’nin bu beytindeki leffü neşir, müretteptir.

7. Dil’i bimâr: (f.s t.) Hasta gönül. Bu terkipteki “bimâr” kelimesinin “mâr” hecesini, vezinde, bir kapalı ve bir açık karşılımı olacak surette uzatarak okumak lâzımdır.
Birinci mısraın üçüncü kelimesi olan “etme” fiili sondai diriğ kelimesine aittir; “diriğ etme”, esirgeme demektir
Hayrdır kelimesinin “hayr” hecesini de, vezinde, bir kapalı bir açık hece kıymetince okumalıdır
Karanğu, karanlık kelimesinin eski şeklidir. Doğru şekli (n) harfinin genizden gelen bir sesle (karaňu) olarak yazılış ve okunuşudur.
Gice, gece demektir. Arap yazısıyla bu kelime gice yazılırdı ve eski söylenişe göre de “g” den sonraki sesli harfi “e” ile “i” arasında ses verirdi.
Bu beyitte de leffü neşir vardır; Birinci mısradaki “gam günü” ne mukabil ikinci mısrada “karanlık gece” terkibi zikredilmiştir. Şair, gam gününü bir karanlık geceye benzetiyor Kılıçla su arasındaki münasebetten dolayı, aşağıdaki hastaya su vermek tabirinin karşılığı ise gönülden kılıcı esirgememektir. Bu suretle de şair, sevgilisinin keskin bakışlarıyla gamlı zamanında sevinç ve ferahlık duyacağını anlatıyor.

8. Ayrılık manasına gelen Arapça “hicr” kelimesinin asıl söylenişi “hecr” suretinde ise de bizde daima hicr diye kullanılır.
Sâkin etmek; sakin kılmak, teskin etmek, yatıştırmak demektir.
Susuzam; susuzluktan yanıyorum demek olan susuzum kelimesinin Âzerî lehçesine göre söylenişidir.
Kılıca olduğu gibi, okun temrenine de su verildiği düşünülünce, yukarıdaki beyitte, susuzluğun giderilmesi ile peykân arasındaki münasebet meydana çıkar.

9. Men, Âzerî lehçesinde ben demektir.
Muştakıyam, Azeri lehçesinde müştakıyım ve lebin muştakıyam da lebinin müştakıyım, yani dudağını istiyorum, dudağına hasret çekiyorum demektir.
Hüşyâr; aklı başında, ayık manasına gelir. Bu kelime hem hûşyâr suretinde, birinci hecesi uzatılarak; hem de burada olduğu gibi uzatılmayarak kullanılır. Farsça “huş”, akıl manasınadır ki bu kelime de, yerine göre, hem uzatılarak, hem de uzatılmayarak söylenir.
Bu beytin birinci mısraındaki leb (dudak) kelimesiyle alt mısradaki mey (şarap ) kelimesi arasındaki renk ve sarhoş etme bakımından olan benzerliği ve sonra su ile Kevser arasındaki açık münasebeti düşününce beyit daha ziyade renk ve mana kazanır. Bu beyitte de lüffü neşir vardır.
Zahidin cem i olan zühhâd kelimesinin hâd hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatarak okumak lâzımdır.


10. Arapça olan ravza kelimesi bahçe demek olup ayrıca cennet manasını da taşır. Na’t, peygamberimiz için yazıldığına göre, (ravza) kelimesi, onun türbesi manasındadır.
Asıl manası geniş yol, sokak, köy, mahalle olan Farsça “kûy” kelimesi, eski şiirimizde, çok defa canana, sevgiliye muzaf olarak, sevgilinin bulunduğu, oturduğu yer manasıyla kullanılmıştır. Onun için bu beyitteki:
Ravza-i kûy, Farsça isim tamlaması da, peygamberimizin bahçe gibi güzel türbesi manasına gelir. Tamlanan, tamlayana benzeme münasebeti ile bağlanmış olduğu için, terkipten, sevgilinin kuyunun bir cennet halini almış olduğu manası çıkıyor.
Selvi demek olan Farsça serv kelimesi burada, istiare olarak, uzun boylu güzel manasıyla kullanılmıştır. Eski şairler uzun boyun ve böyle uzun boylu bir güzelin sembolü olarak selviyi alırlardı. Bu ağacın, Divan Edebiyat mahsullerinde adı geçen, başlıca çeşitleri şunlardır:
Serv-i âzâd; dümdüz olan selvidir ki dalları hep yukarıya doğrudur. Selviye âzâd, yani kurtulmuş, kayıtsız sıfatının verilmesi, bazılarına göre, meyvesiz oluşundan; bazılarına göre ’ hava tesirleriyle alâkası olmayarak yaz kış yeşilliğini muhafaza etmesinden dolayıdır.
Ser-i sehî; bu da dümdüz selvidir.
Serv-i nâz; yeni yetişen selvidir. Bu cins selvinin dalları, servi azadın aksine olarak, etrafına sarkar.
Hoş-reftâr: (f. st) Güzel gidişli.
Serv-i hoş-reftâr: (f. s. t.) Güzel gidişli selvi. Bu terkibin buradaki manası, salına salına, nazlı nazlı yürüyen güzeldir.
Alelumum ağaçla olduğu gibi, selvi ile de suyun münasebeti bulunduğu için, akarsuların selvi diplerinden dolana dolana akışları, şairlere, suyun selviye âşık olduğunu tasavvur ettirmiştir. Bu bir hüsnü ta’lîldir; ancak, bu beyitteki “galiba” kelimesi bu hüsnü tâlîlin manasına zayıflattığı için yarım hüsnü tâlîl olmuş olur.

11. Bu beyitteki toprağ ve dutsam kelimeleri toprak ve tutsam kelimelerinin Azerî lehçesinde aldığı şekillerdir.
Su yolun terkibini de su yolunu, suyun yolunu olarak anlamalıdır.
Koyman; koymam, bırakmam ve vâre; varsın, gitsin demektir.
Birinci mısradaki kûydan kelimesinin “kûy” hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatarak okumak lâzımdır.

12. Dest-busî; el öpme demek olup Farsçada dest (el) ve bus (öpen) kelimelerinden yapılmış olan vasfı terkibinin sonuna “i” eki getirilmek suretiyle meydana gelmiş bir isimdir. Bu kelimeyi okurken dest hecesine, vezinde, bir kapalı ve bir açık hece kıymeti vermelidir.
Arzu kelimesinin “Ar” hecesinin de, vezinde, bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda uzatılarak okunması lâzımdır
Eylen; eyleyin, yapın demektir.

13. Duta; tuta, tutsun demektir.
Kumruların, cami avlusu gibi, selvi ağaçlarının bulunduğu yerlerde dolaşıp tünedikleri malûmdur. Şair, kumrunun dem çekmesini, güzel boylu selviye olan sevgisinden ileri gelen bir yalvarma gibi ve selvinin rüzgâr estikçe sallanmasını da “Olmaz! Olmaz! diye başını iki tarafa sallayıp inat etmesi, razı olmaması suretinde tasavvur ediyor. Ancak, selvinin dibinden akan su, onun eteğine sarılıp yalvarırsa belki onu razı edebilir, bu inatçılığından vazgeçirebilirmiş.

14. Bülbülün kanın, bülbülün kanını demektir. Sondaki nesne eki olan “ı” kullanılmamıştır.
Farsça olan reng kelimesi hem bildiğimiz “renk,” hem de “hile” manasına gelir; burada tevriyeli olarak, her iki manayı verecek surette kullanılmıştır.
Arapça olan mizâç; tabiat, yaradılış demektir. Burada mizacına girmek, Türkçemizdeki damarına girmek, suyuna göre gitmek, tabirinin tam karşılığı olarak kullanılmıştır. Onun için hem razı etmek, hem de gül dalının su dolaşan damarlarına girmek manasına gelir. Su, kana karıştığı takdirde, tabiî kanın rengi açılır, kırmızılığı azalır, dikenli dalın da hiddetini yumuşatır, giderir.

15. Bu beyit, kasidenin girîz beyitidir. Bundan evvelki beyitler ise nesîb (nesip) yahut (teşbîb) denilen kısmı teşkil eder. Peygamber methi bundan sonra başlayacaktır ki bu girîz beyti, asıl maksat haricinde tasvirleri ihtiva eden nesipten methe giriş için bir vasıta, bir münasebet düşürme vazifesini görmekte-
Tıynet-ı pak: (f. s. T. ) temiz yaradılış; saf tabiat
Rûşen kılmak; apaçık, apaydın olarak meydana koymak demektir.
Ehl-i âlem: (f. is. t.) İnsanlar İktidâ etmek; uymak, tabi olmak demektir.
Ahmed-i Muhtar: (f. is. t.) Hazreti peygamber; Muhammet.
Tarîk-i Ahmed-i Muhtar: (f. is. t.) Peygamberin yolu; Müslümanlık.
Müslümanlıkta kalp temizliği esas olduğuna göre, Fuzûlî suyun da berrak haliyle bir Müslüman yaradılışına sahip olduğunu söylüyor.

16. Nev'-i beşer: (f. is. t.) insan cinsi; insanlar.
Seyyid-i nev'-i beşer: (Zincirleme f. is. t.) İnsanların efendisi, ulusu.
Istıfâ; seçme, seçkinlik manasınadır. Peygamberin sıfatlarından olan Mustafâ da ıstıfâ kelimesinin ailesindendir ve seçilmiş demektir.
Dürr-i ıstıfâ: (f. is. t.) Seçkinlik incisi, Peygamber, Allah nazarında insanların en seçkini olduğu için Fuzûlî ona seçkinlik incisi diyor. Hattâ bununla da kalmayarak: Deryâ-yi dürr-i ıstıfâ; şeklindeki zincirleme isim tamlamasıyla onu, seçkinlik incisinin bulunduğu deniz yapıyor.
Sepüptür: Azerî lehçesince serpmiştir demektir.
Âteş-i eşrâr: (f. is. t.) Şerirlerin, kötü kimselerin ateşi.

17. İlen; “ile” yerine kullanılmıştır.
Parmağın dişler; parmağını dişler, ısırır, hayret eder, demektir.
Ensâr; Medine halkından olup Muhammed’e yardım edenler ve Müslümanlığın tutunup yayılmasında hizmetleri geçenlerdir
Tebük gazvesi esnasında, çölde susuz kaldıkları bir günde, parmaklarından su akıtıp etrafındakilere ve hayvanlarına vermesi, peygamberin mucizelerinden biri olarak zikredilir.

18. Birinci mısradaki dostu -ki aslı dustu’dur- kelimesinin ilk hecesini, vezinde, bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda uzatarak okumak lâzımdır.
Zehr-i mâr: (f. is. t.) Yılan zehri.
Ab-i hayât: (f. is. t.) Hayat suyu.

19. Hâk-i pây: (f. is. t.) Ayak toprağı, ayağın bastığı yer. Bu terkip, bu beyitte olduğu gibi, mezar manasına da gelir.
Yetem; yeteyim, varayım demektir.
Bizim ömür suretinde kullandığımız Arapça ömr kelimesini, vezinde, bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak gibi okumalıdır.
Fuzûlî burada, suların dağlarda, kırlarda döne dolaşa akmalarını peygambere hasretlerinden dolayı onun mezarına yüz sürmek içinmiş diye gösteriyor ki bu da hüsnü tâlil misallerinden biridir.

20. Bîm-i dûzah: (f. is. t.) Cehennem korkusu.
Nâr-i gam: (f. is. t.) Gam ateşi.
Dil-i sûzân: (f. s. t) Yanık, ateşli gönül.
Ebr-i ihsân: (f. is. t.) İhsan, lûtuf bulutu.
Sepe; serpe, serpsin demektir.
İslâm akidelerine göre, yarın ahrette Hazreti Muhammet kendi ümmetinden sevdiklerine Allah nezdinde şefaat ederek onları cehennemde yanmaktan kurtaracaktır. Bu sebepten Fuzûlî de cehennem korkusuyla peygamberin şefaatine sığınmaktadır.

21- Yumn-i na’t: (f. is. t.) Na’tin uğuru, bereketi.
Fuzulî sözleri, Fuzûlî’nin sözleri demektir.
Ebr-i nîsân: (f. is. t.) Nisan bulutu.
Dönen tek, döndüğü gibi, dönüşü gibi demektir.
Lü’lü’-i şehvâr: (f. s. t.) İri inci, şahlara yakışır büyük inci.
Eskilerin inandıklarına göre, inci yapan istiridyenin kabukları, yani sedefi aralık dururken nisan yağmurunun bir damlası içine düşünce kapanırmış ve sonra o su damlası sedefin içinde inciye dönermiş.
Sedefin içinde birden fazla inci bulunursa taneler küçük olur; fakat bir tek inci bulunursa büyük ve yuvarlak olur ki bu incinin değeri de o derece fazladır. Eski şiirlerde, böyle büyük ve yuvarlak incilere, şehvâr’dan başka tek olduğu için yetim ve yekdâne, yuvarlak olduğu için galtan sıfatları da verilir. Dür-i şehvâr yahut şâhvâr dür-i yetim, dür-i yekdâne, dür-i galtan hep iri ve kıymetli inci demektir.

22. Oldur, odur demektir.
Rûz-i haşr: (f. is. t.) Kıyamet günü. Bu güne rûz-i kıyâmet, rûz-i hisâb, rûz-i cezâ da denir.
Olmayam, olmayayım demektir.
Çeşme-i vasl: (f. is. t.) Kavuşma pınarı. Fuzûlî kıyamet gününde peygambere kavuşmayı, bağrı yanık bir adamın bir pınardan kana kana su içmesine benzetiyor.
Teşne-i dîdâr: (f. is. t.) Yüze susamış olan; bir güzel yüzü görmeğe susamış olan.

N.H.ONAN, İ.D.ANTOLOJİSİ

 

İLGİLİ İÇERİK

 

FUZULİ HAYATI ve ESERLERİ

FUZULİ-ÖYLE SERMESTEM Kİ İDRAK ETMEZEM...

FUZULİ-BERCESTELER

FUZULİ-ÂL-İ ABÂ MERSİYESİ

FUZULİ - LEYLÂ VE MECNUN AÇIKLAMASI

SU KASİDESİ SANATLARI

SU KASİDESİ ve GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ

SU KASİDESİ VE AÇIKLAMASI

SU KASİDESİ'NDEKİ EDEBİ SANATLAR

SU KASİDESİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER - ZÜBEYR SELİM

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi