Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

SEVİNÇ ÇOKUM 

1943 yılında İstanbul’da doğdu. Beşiktaş Kız Lisesi'nde okuduktan sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji bölümünden mezun oldu. Üç yıl edebiyat öğretmenliği yaptı. Evlendikten sonra meslek hayatına çekilerek kendisini edebiyat çalışmalarına verdi. Çeşitli dergilerde hikâyeler ve incelemeler yayımladı. Hikâyelerinden başka, bir yandan yazılarını sürdürürken, bir yandan da Türk Edebiyatı Dergilerinin yazı işleri müdürlüğünü yürütmektedir.

Yeni kuşağın gerçekçi hikâyeci ve romancıları arasında yer alan Sevinç Çokum eserlerinde çoğunlukla günümüz olaylarını ve güncel konuları işlemektedir. Giderek daha sağlamlaşan bir dil ve anlatım yapısı içinde toplumun hemen bütün kesitlerini ele almakta, gözlemlerini iç içe giren oluşumlar ve birikimler üzerinde yoğunlaşmaktadır.

Başlıca eserleri: Eğik Ağaç, Bölüşmek, Makina: (hikâyeler) Zor, Bizim Diyar (romanlar.)

( "Zor romanında yazar, çağımız insanlarının bunalımlarını, toplumun her kesitinden kısa notlar vererek incelemekte ve bu arada özellikle büyük şehirlere göç eden köylülerin problemlerini ele almaktadır.)

 

 

ZOR

- Romanın Özeti -

Köyünde türlü çeşit zorluklarla başbaşa bulunan Kerim adındaki bir genç, anne ve babasının ve büyük şehire yerleşmiş bulunan halasının isteğini de göz önünde tutarak İstanbul'a gelir. Fakat yaşam kavgası bir yana; sağdan soldan, yukarıdan, aşağıdan gelen bin bir çeşit telkinler ve baskılar altında engin bunalımların içine düşer. Zaman zaman yeniden köyüne dönüp belki daha yoksun, fakat daha sâkin eski yaşamına kavuşmayı düşünürse de bunu da yapamaz ya da yapmaz. Bu arada köydeki kızkardeşi Sırma da İstanbul'a kendisinin yarıma gelir. Halasının evinde zaten pek rahat olmayan Kerim, kız kardeşiyle birlikte yaşamak üzere, şehrin kıyı semtlerinden birinde gecekondu benzeri bir barınak bulur. Buranın çok şeyi noksandır ama abla ile kardeş - iyimser bir hava ve geleceğe cesaretle bakan bir görüşle - omuz omuza vermek ve yaşam kavgasıyla yiğitçe savaşmak azmindedirler.

Roman - yazarının deyimiyle - "pek çok meseleyi bir arada işleyen, Türk halkının hayatından kesitler veren, alışılmış roman tekniğini zorlayan bir eser"dir. Bu zorlama işinden yazarının pek de ustaca sıyrıldığı henüz söylenemez. Daha çok şey vermek, daha çok şey söylemek istenirken içine düşülen boşluklar ve yer yer göze çarpan zorlamalar eserin okunmasını da hayli güçleştirmektedir. Ancak genç romancının ilerideki yeni eserlerinde bu aşamaları da geçeceği umulabilir.

 

ZOR

- Romandan Bir Parça -

(Kerim'in ablası Sırma, köydeki eşinden ayrılmış, İstanbul'a kardeşi ile buluşmaya gelmiştir.)

"...Bazı akşamlar bir gariplik çöküyordu üstüne. İş çıkışlarında deniz kıyısında oyalanıp, kirli bir akşamın çabucak yaklaşmasını, vapurların, kayıkların gidip gelmesini seyrediyordu. Kimi zaman Beyoğlu'na çıkıyor, başıboş yürüyordu caddede. Nigar Hanım, halası kadar saatlerini kısıtlamıyordu. Böylece ara sokakların bilinmez yanlarını öğreniyordu. Sıcaklar bastırmamıştı henüz. Kazım diyordu ki: "Yaz gelsin, Florya'ya gideriz." Çok kalabalık olurmuş plaj. Yalıları da anlattı ona. Şezlonglara oturup güneşlenirlermiş yalı sahipleri. Buzlu içkiler içerlermiş. Deniz hemen yakınında. O evlerin gibiymiş deniz. Yabancılar sokulamazmış.

Bugün ustası ilk olarak onunla iş dışında konuşmuş, babasını anasını sormuştu. Bir yakınlık doğmuştu aralarında. Çocuk, birden karşısında İsmail Ağa'yı ya da İzzet Bey’i bulmuş gibiydi.

Merdiveni inip çay ocağının bulunduğu düzlüğe vardığında, kapı dibinde, başını yana eğmiş, kendini gizlemek ister bir duruş takınmış bir kadına takıldı gözleri, kadın ansızın başını kaldırdı. Seslendi. Sırma bu...

Çocuk bir yaz rüzgârının, bir kekik kokusunun havada dalgalandığını duydu. Duygusu içinden fışkıracak oldu. Kelimeleri unuttu. Ablası, serince elleriyle ellerini tuttu.

-    Yarım saattir beklerim buracıkta. Sıkıldım, utandım. Gelip geçenler oluyor. Biri, dilenci sandı beni. Dilenciler çok gelir olmalı buraya.

Sırma. İşte yanı başında. Kiraz çiçekleri bostanlar. O uçsuz bucaksız mavilik, böcek sesleri... Yüreğindeki eski sıcaklık yine diriliyor. Sırtında lekeli bir pardösü var Sırma’nın. Diz altında lastiklenmiş çoraplarının kaba kalınlığı. Birden yabancı, aykırı buluyor Kerim onu. Ellerinin kabalığını, dişlerinin bakımsızlığını görüyor. Ablası bu mu? Orman diplerinde biten sarı eflatun ağu çiçeklerine benzerdi. Benekli sarı beyaz kelebeklere...

-    Burada durmayalım. Ustalar gelip geçiyor, şöyle yürüyelim, dedi Kerim.

Yan yana, birbirlerinden biraz açıkta yürüdüler.

-    Ne zaman geldin?

-    Bu sabah geldim oğlanım.

-    Halam anlatmıştır sana.

-    Aklı fikri şendeymiş. Dün gece yengeme gitmiş.

-    Biliyorum.

-    Kem yerlerde dolaşırmışsın. Halamın demesi bu.

Kerim'in yüzü gölgelendi:

-    Ne gibi yerler?

-    Kahveye gider olmuşsun. Oyun moyun... Ne bileyim... Aklım ermez benim. Fevzi onun için kızarmış sana. İyiliğin için...

-    Beni çocuk sanırlar. Bir işim var artık. Çocuk değilim ben.

Kadın, ellerini ceplerine gizlemiş, tutuk, çekingen konuşuyordu. Çocuk Esirgeme Kurumu'nun önünde duraladılar. Çocuk sesleri. Onların gözlerindeki yalnızlığı bulup çıkardılar birbirlerinden.

-    Kaçtın mı abla?

Sırma, susup önüne baktı. Yine köydeymiş gibi Kerim. Seyrek evlerden seslenişler... Bir horoz ötüyor. Kapılar kapalı, kimse yok gibi. Tahta aralıklarda gözler.

İsli duvarlar. Sırma çıplak ayaklarıyla yol kıyısından yürüyor. Yüzü aydınlık ve pembe. İkindi zamanı. Zühre nine'yi yıkadıydı. Duasını alsın diye. Kerim seslerini işitiyordu onların. Sonra suyun tas tas boşalışını.

"Yeter Sırma, yoruldun, yeter gayri. Aklandım paklandım" diyor ninesi.

Mutluluk. Nedir bu? Herkesin ağzında. Köyde kimse kullanmazdı bu kelimeyi. Mutlu. Mutluluk.

-    Şimdi mutlu musun abla? Eniştem nolacak? Anam, babam nolacak? Ne edeceksin buralarda?

-    Taştım gayri. Anam babam bilirler. Onlar bu hasretliği göze almışlardır. Helbet ben de bir iş göreceğim.

-    Eniştem mahkemeye verir mi dersin? Boşar mı seni?

-    Boşasın!.

-    Evlere hizmetçi mi olacaksın?

-    Olurum. Çocuk da bakarım. Ne var bunda oğul? Ayakabılar, kara lastik...

-    Bir ayakkabı alamadın mı ayağına?

-    İş buluncaya kadar bir şey alamam.

Kerim'in gitmeye yeltenişiyle telaşlandı:

-    Dur hele! Seni nerde bulurum? İş yerine gelmem doğru olmaz. Yengenin orayı bulabilir miyim dersin? Nasıl haberleşeceğiz seninle?

Durdu çocuk. Ellerini sıkıntıyla saçlarında gezdirdi, göğe baktı:

-    Halam biliyor evi tarif ediverir sana. Bulursun. Kolay bir yerdedir.

Yürüdü. Bir süre sonra ardına baktı. Elleri ceple-rindeydi. Başı eğilmeyle eğilmeme arasında..."

TÜRK ROMANALRI, Ş.KUTLU

SON EKLENENLER

Üye Girişi