Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

MAİ ve SİYAH ÖZETİ - HALİT ZİYA UŞAKLIGİL

KİTABIN ADI: MAİ ve SİYAH

KİTABIN YAZARI: HALİT ZİYA UŞAKLIGİL

YAYIN EVİ: İNKILÂP VE AKA KİTABEVLERİ

BASIM YILI: 1980

1.KİTABIN KONUSU: Hayalleri olan bir gencin lise son sınıfta babasını kaybetmesiyle hayallerinin yıkılışı ve beraberindeki hayat mücadelesi.

2.KİTABIN ÖZETİ: Ahmet Cemil, babasının ölümünden sonra, binbir güçlükle okulu bitirir ve kız kardeşini ve annesini beslemek için çalışmak zorunda kalır. Bunun için elinden fazla bir şey de gelmemektedir. Çünkü yabancı dil bilmekten başka bildiği bir şey yoktur. Ona kalsa, bütün çalışmalarını şiir üzerinde toplamayı; edebiyatımıza bir başka yön vermeyi ister. Ancak hayat mücadelesi onu çok genç yaşta karşılar.

Ali Şekip, Hüseyin Nazmi gibi arkadaşlarıyla başlıca tartışma konusu budur zaten. Raci gibi kendisini kıskanan, arkasından dedikodular yaratan birine rağmen şiirde bir şeyler yapacağına inanır. Bir yandan, Ahmet Cemil, bu sarı, uzun saçlı, mavi gözlü, kalem parmaklı genç, Hüseyin Nazmi’nin kızkardeşi Lamia’yı sever. Tek kaygısı onunla evlenmek, ona layık bir yuva kurabilmektir. Fakat bu mümkün olabilir mi? Olabilecek mi? Hep bunu hayal eder.

Okulu bitirdikten sonra, zavallı genç çok sıkıntılı günler geçirir. Evlerine gittiğin öğrencilerin şımarıklıklarına katlanmak zorunda kalır. Ekmeğini kazanır ama neler pahasına! Böylelerinden para kabul etmeğe mecbur kalmak ona pek ağır gelir. Başka çare de yoktur. Pek dayanamaz hale gelince, bu sefer kitapçılara polis romanları tercüme etmeye kalkar. O çağlarda pek sayılı olan bu kitapçılar da onun derisini yüzerler. Geceler boyu göz nuru dökerek yaptığı anlamsız tercümelere hiç denecek kadar az para verirler. Ne öyle eserleri tercüme etmek ister, ne de parasını üzüle üzüle almaya razı olur.

Ahmet Cemil, günün birinde “Mirat-ı Şuun” adlı gazetede çalışmaya başlar. Hayatı az çok düzene girer. Hatta gazete sahibinin oğlu Vehbi Efendi, Ahmet Cemil’in kız kardeşi İkbal’le evlenir. O zaman Süleymaniye’de eski bir evde oturan Ahmet Cemil, kız kardeşini mutlu görmek hevesiyle güzel bir düğün yapar. Ama bu evlilik, o zamanın evlenme şartları yüzünden başarılı olmaz. Evlenenler daha önce birbirlerini tanımadıkları için bağdaşamazlar. Vehbi Efendi çok kaba, durmadan içen, küstah bir kimsedir. Öyle alçak bir heriftir ki, karısı hamile olduğu sıralarda beslemelerini okşayarak onlarla gönül eğlendirir. Ahmet Cemil bu adiliklere dayanamaz. Gülle dokunmaya kıyamadığı biricik kız kardeşinin hırpalanmasına, hatta dövülmesine razı olmaz. Bir gece, Vehbi, İkbal’i öyle hırpalar, durumunu düşünmeden öyle bir tekme atar ki zavallı kadın çocuğunu düşürür. Ahmet Cemil, çıldırmış bir halde, arkadaşı Ali Şekip’in dükkânına kendini atar. Ali Şekip’e anasından aldığı küpeleri, yüzükleri emniyet sandığına rehin etmekte kendisine yardım için gitmiştir. Kız kardeşini ölümden kurtarmak gerekmektedir. Hiçbir önlem zavallı İkbal’i ölümün pençesinden kurtaramaz.

Hüseyin Nazmi, uzakça bir görevle dış işlerine tayin edilmiştir. Memmundur. Ahmet Cemil, bir gün onu ziyarete gider. Bir aya kadar memleketten ayrılacak olan Hüseyin Nazmi, sevineceğini sanarak Ahmet Cemil’e başka bir haber daha verir. Lamia’yı evlendiriyorlardır. O zaman Ahmet Cemil Lamia’ya ait tek tük hatıra kırıntılarını bir daha yaşar. Bunlar, Lamia’nın çocukluğu ile ilgilidir. Zihninde, kızı, ailesinin ısrarıyla evlenmeyi kabul etmiştir diye tasarlar. Bir an sevgisini itiraf etmeyi düşünür. Ama yoksulluğu, işsizliği aklına gelince bir yuva kuramayacağını kabullenir. Bundan da vazgeçer.

Önce kardeşi, sonra Lamia… Geriye ne kalmıştır? Eseri mi? Genç adam, bütün ömrünü koyduğu şiirlerini bir an bile duraklamadan ocağa atıp yakar. Yaşamı gözlerinde yaşlar, ağzında acı bir lezzetle seyreder. O esrin bir anlamı kalmamıştır artık.

Mademki Hüseyin Nazmi gidiyor, o da gidecektir. Bir gün Taksim bahçesinde otururken ileriye ait tasarlarını, tasarladıklarını hatırlar. Şimdi o da Anadolu’da bir görev alıp gidecektir işte. Kendisine kırgınlıktan başka bir şey sağlamayan bu İstanbul’dan kaçacaktır. Kararını yerine getirir. Dertli anasını alarak bir vapura biner. Gece karanlığında, son defa İstanbul’u, Cihangiri seyreder. Deniz karanlık, gece karanlıktır. Vaktiyle Tepebaşında, gece, gözlerine bir elmas yağmuru gibi görünen ışıklar sanki sönmüştü. Şimdi her taraf simsiyahtı. Oda, güneşten, hayatın biçareliğiyle alay eden ışıktan kaçarak, sonsuz bir yoklukta mutlu ve rahat, yuvarlanıp gidecektir.

3.KİTABIN ANAFİKRİ: İnsan hayatta karşısına çıkan zorluklara karşı mücadele etmeli, hayallerle gerçekleri birbirine karıştırmamalıdır.

4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRMESİ:

AHMET CEMİL: Başarılı bir lise hayatı sürerken, son sınıfta babasını kaybeder ve hayat mücadelesine çok erken başlar. Amacı şiire başka bir yön vermek iken babasının ölümü her şeyi alt üst eder. Hayalleri olan bir gençtir. Babasının ardından kızkardeşi İkbal’in ölümü, son olarak da yakın dostu olan Hüseyin Nazmi’nin kızkardeşi Lamia’nın evlenmesiyle tüm hayalleri yıkılır.

HÜSEYİN NAZMİ: Ahmet Cemil’in en yakın dostudur. O da Ahmet Cemil gibi şiire düşkündür. İlbal’in ağabeyidir.

İKBAL: Ahmet Cemil’in kızkardeşidir. Özellikle babasının ölümünden sonra annesine ve ağabeyine bağlılığı artmıştır.

LAMİA: Hüseyin Nazmi’nin kızkardeşidir. Güzel ve alımlı bir genç kızdır. Ahmet cemil’in kendisine olan aşkından habersizdir.

5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:

Eser, dili ağır olduğu için pek anlaşılmamakta, devamlı dipnotlara bakma ihtiyacı hissedilmektedir. Buna rağmen olayların anlatılışı akıcı bir dille ifade edilmektedir. Hayat şartlarının zor olduğu bir dönemde yazılan eser, insanın maddi durumunun hayatını nasıl etkilediği açık bir şekilde ortaya konmuştur.

6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:

İstanbul’da doğdu. İstanbul’da başladığı öğrenimini İzmir’de tamamladı. Öğretmenlik yaptı, çeşitli memurluklarda bulundu. Edebiyat hayatına 1884’te atıldı. Geniş bir kültüre ve bilgiye sahipti. Servet-i Fürun edebiyatının nesir alanında en güçlü kalemi oldu. Türk edebiyatının en büyük romancısı olarak kabul edildi. Romanlarındaki konularda çoğunlukla aydınlar arasından şetçiği halde, hikâyelerinde daha çok halkın yaşayışını konu olarak seçmiştir.

HALİD ZİYA UŞAKLIGİL

1866 yılında İstanbul’da doğdu. Öğrenimini İzmir’de bir Fransız okulunda tamamladı. Öğreniminin ardından banka memurluğu ve öğretmenlik görevlerinde bulundu. İzmir’deyken arkadaşlarıyla beraber Hizmet, Nevruz, Ahenk gazetelerini çıkardı. İlk edebi denemelerini buralarda yayınladı. 1893’te İstanbul’a taşındı. Reji ve Düyun-ı Umumiye idarelerinde görev aldı. 1896’da Serveti Fünun topluluğuna katıldı ve bu, topluluğun nesirdeki en önemli temsilcisi oldu. Serveti Fünun topluluğundayken Mai ve Siyah, Aşkı Memnu gibi başarılı romanlar yazdı. Serveti Fünun dergisi kapandıktan sonra, yazı hayatından çekildi. 1908 İhtilali’nden sonra çeşitli roman denemeleri oldu. Bu dönemlerde ayrıca devlet kademelerinde de görev aldı. Cumhuriyet’ten sonra kendi eserleri üzerine çalıştı. 1945’te İstanbul’da öldü. Türk romanının oluşumunda çok büyük bir etkiye sahiptir. Modern Türk romanının kurucusu sayılmaktadır. Eserlerinde sosyal hayattan çok ferdi konuları işlemiştir. Özellikle Batıklaşan Türk toplumunun durumu eserlerinde işlediği konulardan biridir. En büyük kusuru eserlerinde sanatlı bir dil kullanmasıdır. Başlıca eserleri, Mai ve Siyah, Aşkı Memnu, Kırık Hayatlar, Kırk Yıl (Hatıra Kitabı) ve Saray ve Ötesi (Hatıra Kitabı)dir.

 

ROMANLARI OYUNLARI

  • NEMİDE -KÂBUS
  • BİR ÖLÜNÜN DEFTERİ -FÜRUZAN
  • SEFİLE -FARE
  • FERDİ VE ŞÜREKÂSI
  • AŞK-I MEMNU ANILARI
  • KIRIK HAYATLAR -KIRK YIL
  • HİKÂYELERİ -SARAY VE ÖTESİ
  • BİR YAZIN TARİHİ -BİR ACI HİKÂYE
  • SOLGUN DEMET
  • SEPETTE BULUNMUŞ SANAT VE EDEBİYAT
  • HEPSİNDEN ACI ÜZERİNE
  • AŞKA DAİR -SANATA DAİR
  • ONU BEKLERKEN
  • İHTİYAR DOST
  • KADIN PENÇESİ

 

 

 

 

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi