Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

ÇİÇEK TEFSİRİ - MUSTAFA KUTLU

Hastaneden çıkınca güneşi açmış gördü, her yan şıkır şıkır bir ışığa boğulmuştu.
Allah, Allah” dedi içinden “Ben içeri girerken bu güneş neredeydi?"

Yürüdü.

Yürürken adımlarına yayılan hafiflik dikkatini çekti. “Ulan on yaş gençleştim sanki” diye sevindi.

Yaya geçidinin başında kalabalığa karışıp yeşilin yanmasını bekledi. Işık yanınca ilerledi. Geçidin ortasında refüje baktı:

— Aa! Laleler!

Laleler açmış!

O durunca acele ile yürüyen bir iki kişi çarptı kendine. Söylenip gittiler. Refuj boyunca ileri doğru baktı. Caddeyi ikiye bölen bu dar alanda bir çiçek cümbüşü vardı. Laleler, papatyalar, nergisler.

Karşıya geçti.

Her yan çiçek.

Çiçeklerden kendini alamıyor.

Ağaçlara bakıyor, tomurcuklar patlamış, ilk çıkan yaprakları bir keçi yavrusu kadar sevimli ve parlak.

Utanmasa eğilip yüzünü gözünü çiçeklere sürecek. Utanmayı bir yana savuruyor yaya kaldırımın yanındaki lalelere eğilerek yüzünü gözünü sürüyor.

Kalkıp bir daha bakıyor onlara.    

Yüreği kabarmış, yaş gözünün ucuna kadar gelmişti, Sizi bana gönderen Rabbime şükürler olsun.” dedi.

Ne trafik gürültüsü, ne korna, ne motor sesi. Çiçeklerin türküsüne kapılıp ilk gördüğü mescide kadar yürüdü.

Ufak, temiz bir mescit. Bombe, İçeride leylak kokusu. “Aferin müezzine sağa sola damlatmış kokudan.” Mihrabın önüne kadar gitti. Tekbir alıp iki rekât şükür namazı kıldı. Uzun uzun dua etti. Tahliller olumlu çıkmış, o şüphe edilen kötü hastalığa yakalanmamıştı.

Duvardaki hatlara, minberin ahşap oymalarına, çinilere ayrı ayrı; uzun uzun baktı.

İşte nefes alıyor, kalbi tıkır tıkır çalışıyor, midesi iyi, morali yerinde. “Her nefeste Allah demek lazım.” diye geçirdi içinden. Hatta daha ileri gitti. Kötü hastalık gelmiş olsaydı bile “Kahrın da hoş lütfun da hoş. diyebilmeliydi.

Nerdeee!

Aylardır ter basan uykular, zor atılan adımlar. Korku, şüphe, sıkıntı içinde kalmıştı.
“Ben o mertebede değilim Yarabbi. Bana çekeceğim yükten ağırını verme. Bizi hastalıkla, açlıkla, yoklukla imtihan etme. Kahrın da hoş lütfun da hoş, demek için insanın veli olması lazım. Ben kimim ki? Bir aciz kulum. Nerde bende o teslimiyet? Bugünüme şükrolsun.” deyip çıktı mescitten.

Çınar dallarında cıvıldaşan kuşları dinledi. Gökyüzünde salman bembeyaz bulutlara baktı. Ayakkabılarını giydikten sonra mescidin küçük avlusunda dikilip derin derin nefes aldı.
Ne güzel şey nefes almak.

Şu çiçeklerin, kuşların arasında olmak.

Bir taksiye adayıp dükkâna geldi.

Mal sahibi, abus bir çehre ile oturuyordu. Tesbihini şakırdatmasından epeyce sinirli olduğu anlaşılıyordu.

Selam verdi, çırağa "Misafire çay söylemek yok mu oğlum!" diye çıkıştı. Daha tezgâh gerisine geçip oturmadan, mal sahibi, tesbihi kesip dikenli sesi ile tısladı.

-    Nerde kaldın efendi? Sabah beri seni bekliyorum.

-    Hastaneye gitmiştim. Çay alır mısınız?

-    Bırak şimdi çayı mayı. Sana verdiğim süre doldu. Ne diyorsun? Dükkândan çıkacak mısın yoksa mahke...

Adamın cümlesini tamamlamasına fırsat vermedi.

-    Çıkacağım tabii. Sen gönlünü ferah tut. Oğlum çay söyle, Refik Bey e de söyle, varsın içmesin.

-    Çıkıyorum dedin, yanlış duymadım değil mi? Mal sahibini hayretlere boğan neşeli bir eda ile:

-    Elbette. Lâkin bir hafta izin ver bir dükkân bulayım.

Mal sahibinin yüzü güldü, teşbihi yeniden döndürmeye başladı, ayak ayak üstüne attı:

-    Tamam. Şimdi oldu işte. Gelsin çaylar.

Bunun gibi on dükkânı vardı. Para gani. Ama adam adam değil. Keyifle konuşmasını sürdürdü:

—    Dükkânı tezden bul. Bak ne güzel. Mahkemelere falan düşmedik. Nedir yani? Olabilir. Kirayı veremeyen bir sen değilsin.

—    Doğrudur Refik abi. Ben de dedim ki Refik abimi niye üzeyim. Daha geride, daha ucuz bir dükkan tutarım. Rızkı veren Allah.

Çaylar gelmişti. Refik Efendi höpürdeterek ilk yudumu çekti:

—    Aferin sana, akıllı adamsın, dedi.

Çayım bitirince memnun-mütebessim çıktı. Öğleden sonra ufak tefek alışveriş oldu. İkindi üzeri oğlan telefon açtı:

—    Ne oldu baba?

Baba umutlandı, raporu, hastaneyi soracak sandı:
—    Ne, ne oldu?

—    Canım dükkânı diyorum, çıkmıyoruz değil mi? Maçası sıkıyorsa mahkemeye gitsin.
Kalbinde bir kristal kırıldı. Bir an sessiz kaldı. Bir an. Çabuk atlattı. Cevap verdi:

—Tersine. Boşaltıyoruz dükkânı. Bir hafta süre aldım. Daha geride daha küçük bir dükkân bakacağız. Oğlan sıkıntı ile yükseltti sesini:

—    Yahu baba, eller her geçen gün büyüyor, biz küçülüyoruz. Oldu mu yani.
Babası acıyla gülümsedi:

—    Oldu, oldu. Küçük güzeldir.

—    Hıh! Küçük güzelmiş. Ne yani, laf mı bu şimdi.

—    Sen bırak dükkânı, bir şey soracağım.

—    Buyur.

—    Laleler açmış, gördün mü?

—    Ne lalesi ya!


Mustafa KUTLU, Hayat Güzeldir

SON EKLENENLER

Üye Girişi