NEV-SÂLİK-İ NEV TARH-I CÜNÛN-I DİGERİZ BİZ - ŞEYH GALİB
GAZEL
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Nev-sâlik-i nev tarh-ı cünûn-ı digeriz biz
Çün tirkeş-i pür-tîr vatan der-seferiz biz
Bî-sûziş-i aşk istemeziz tûl-ı hayâtı
Mânend-i şerer böyle ölünce gideriz biz
Murg-ı kafes-âmûz-ı şifâhâne-i mevciz
Zincîr-be-gerden nice dîvâneleriz biz
Mir’âtıyız ol mâh-ı perî-sûretin ammâ
Gamhânemize gelse dahi bî-haberiz biz
Müjgânlarımız gevher-i mir’ât-ı kadehtir
Hayrân-ı nazar-bâde o mahmûr-seriz biz
Bir germ nigâhıyle geçirmekteyiz ömrü
Şem’iz bu safâ bezmine mahv-ı nazarız biz
Bir reng-i nümâyiş ten ibârettir edâmız
Bî-sûd u ziyân şu’le-i yâkut-ı teriz biz
Ma’nâ gibi bir beytte güncîdeyiz ammâ
Gezmekte ağızdan ağıza derbederiz biz
Yâkût-ı sirişkiz yerimiz dîde vü dildir
Ateşle sudan hâsıl olur bir güheriz biz
Tıfl-ı dilimiz kâğıd-ı bâd oynu dilerse
Târ-ı nazarı çetr-i felekten keseriz biz
İskendere zehrâb-ı fenâdan veririz câm
Hızrız velî râh-ı ademe râhberiz biz
Bî-pâ vü ser uyduk reviş-i mürşid-i Rûma
Döndükçe bu gerdûn ile Gâlib döneriz biz
Yâd eylemez olduk haber-i Yûsuf-ı Mısrı
Südlücede bir mâh ile şîr ü şekeriz biz
GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ
Biz bambaşka bir delilik yolunun yepyeni yolcularıyız. Oklarla dolu okluk gibi kendi yurdumuzda yolculuk ediyoruz.
Aşk içinde yanmadıkça uzun bir ömür istemeyiz. Biz kıvılcım gibi böyle ölünceye kadar yanarak gideriz.
Biz dalga tımarhanesinin kafeste yetiştirilmiş kuşlarıyız. Boğazımızda zincir bir sürü delileriz.
Biz o peri görünüşlü ay yüzlü güzelin göründüğü aynayız ama, gam çektiğimiz evimize gelse bile haberimiz olmaz.
Kirpiklerimiz kadeh aynasının cevheridir. Biz şaraba gözünü dikip öylece bakakalmış başı sarhoşlarız.
Sevgilinin bir sıcak bakışıyla ömrümüzü geçirmekteyiz. Bu tertemiz zevk ve safâ toplantısında onun bakışıyla eriyip yok olmadayız.
Tavrımız yanıltıcı bir görünüşten ibarettir. Aslında ne yararımız ne zararımız olan temiz yakutun bir parıltısıyız biz.
Anlam gibi bir beyte sığmışız biz ama biz ağızdan ağıza dolaşan başıboşlarız.
Biz gözyaşı yakutuyuz. Yerimiz göz ve gönüldür. Ateşle sudan meydana gelen bir mücevheriz. (Beyitte gönül ateş, göz de sudur)
Gönlümüzün çocuğu kâğıttan uçurtmalarla oynamak isterse, bakış ipini gök kubbesi çadırından kesiveririz biz. (Uçurtma ipi yapmak üzere çadırın ipi kesilirse çadır yıkılır)
İskender’e yokluğun zehirli suyu ile dolu kadehi veririz. Biz Hızır’ız ama yokluk yolunun kılavuzuyuz. (Zehirli yokluk suyu öldürür. İkinci mısradaki yokluk ise Fenâfillahtır.
İskender hayat suyunu bulup içememiş ve ölümsüzlüğe erememiştir)
Baştan ve ayaktan geçip Anadolu mürşidinin yoluna uyduk… Gâlib! Bu gökkubesi döndüğü sürece biz de döneriz. (Rum ülkesinin mürşidi Mevlânâ Celâddin’dir. Dünya durdukça yani gökler döndükçe biz de semâ ederiz denmiş)
Artık Mısır’ın Yusuf’unun haberini beklemez olduk. Biz şimdi Sütlüce’de ay yüzlü bir güzelle sütle şeker gibi karışıp kaynaşmışız. (Hz. Yûsuf güzelliğiyle tanınmıştır. Mâh-ı Ken’ân’dır. Hz. Yâ’kub onun haberini beklemiştir. Südlüce’de mevlevî büyüklerinden Yûsuf-ı Sîneçâk’ın mezarı vardır. Gâlib Galata mevlevîhanesinden önce Sütlüce tekkesi yanında bir ev almış ve burada oturmuştur)
İLGİLİ İÇERİK
ŞEYH GALİB – TARDİYE- İNCELEMESİ