Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

AHMET HİKMET’İ NASIL TANIDIM?

İlk günlerde idi. Sonraki teklifsizlik ve samimiyet daha pek hâsıl olmadığından Servet-i Fünûn’a her gün gitmiyor ve gittiğim zamanlar çok kalmıyordum. O günlerde Cenapla beraber Cahit ve Cavit’in terk ettiği Mektep risalesinde çalışıyorduk. Şimdiki ajans binasının üst katında bir odada bulunan idarehanede haftada üç dört gün buluşur, orada yazı ve tashih işlerini bitirdikten sonra beraberce Servet-i Fünûn'a giderdik.

Fikret oraya kendine mahsus hararet ve galeyanla bütün dostlarını davet ediyor, iktidar sahiplerini toplamaya çalışıyordu. Bu sebeple o zamana kadar tanımadığımız, görmediğimiz birçok adamlara rast geliyor ve birçok kişilerle temas ediyorduk. H. Nazım, A. Nadir gibi daha sonra edebiyatta büyük mevkiler alan kişiler ile Hüseyin Sîret’i, İsmail Safa’yı orada bu esnalarda gördüm, tanıdım.

Yine bir gün Fikret’le idarehanede yalnızdık. İnce, uzun boylu ve centilmen tavırlı bir zat geldi. Bu, hiç görmediğim bir sima idi. Fikret onu hararetle kanepeye oturttu, konuşmaya başladı. Ben kenarda, yazıhanede İngilizce gazetelere bakıyordum. İki dakikalık bir konuşmadan sonra Fikret’in dostlarına hitap ederken tatlı bir ahenk alan sesi yükseldi:

— Rauf Bey...
Başımı kaldırdım. Misafir de ilgi gösterir bir tebessümle bana bakıyordu. Fikret takdim eder bir tavırla:

—    Ahmet Hikmet Bey, Pera Palas’ta hikâyenizi pek beğenmiş ve ondan heveslenerek bir hikâye yazmış, getirmiş, dedi.

Ruhi ve manevi bağların şevkiyle samimi olmaları kaçınılmaz insanlar gibi ikimizde de bir hamle oldu. Ben acele ettim, o iki adım attı. Uzanan ellerimiz birbiriyle kucaklaştı, İşte Ahmet Hikmetle ilk tanışmamız bu şekilde oldu. Kendisi Servet-i Fünûn’dan evvel birkaç ufak dergiye hikâyeler yazmıştı, daha o zaman edebî bir mevcudiyeti var idi. Vazife itibarıyla dış işlerine devam ettiğinden idarehaneye nadir gelir ve geldiği zamanlar yarı resmiyetle beraber bizim bulaşıcı ve galeyanlı neşemize katıldığı olurdu.

Servet-i Fünûn’da birbirini takip eden hikâyeleri oldukça başarı gösteriyor ve herkesi takdir edici olmaya sevk ediyordu. Git gide bütün arkadaşlar gibi onunla da dostluk kuvvetlendi. Bir gece bütün Servet-i Fünûn ileri gelenlerini (...) evine yemeğe çağırdı. Beni birkaç defa hususi davet etti. Samimiyeti kuvvetlendirmek için lazım olan şeyleri yaptı. (...)

Bu kış başında kendisine bir gece Millî Sahne’de rast geldim. Ankara’dan dönmüş, İstanbul’da yerleşmişti. Kim derdi ve nasıl inanılabilirdi ki o zaman bu kadar canlı, bu kadar zinde ve genç görünen bir adam bu kadar çabuk aramızdan çekilecek gidecekti? Ah hayat bu işte... Bir varız bir yokuz... Tahammül etmeli...

Ahmet Hikmet, bu son günlerde o kadar takdir ve övgü ile söz konusu olan Türkçülüğe, Galatasaray Lisesinde edebiyat hocalığını üstlendiği zaman meyletti. Ve bu büyük fikir evvela, yalnız Türkçemizde Arapça ve Farsça kuralların hâkimiyetine ani bir isyandan ortaya çıktı.

Kendisi uymaya mecbur olduğumuz bu kuralları istemiyor, kabul etmiyor ve kaldırıp atmayı gerekli görüyordu. Bir gece Büyükada’da Halit Ziya, o ve biz bu konu hakkında uzun uzun tartıştık. Kendisi bu fikre bütün varlığıyla o kadar bağlanmıştı ki tahammül edemiyor, taşıyor ve coşuyordu:

—    Canım ne demek Allah aşkına, diyordu. Haydi, lisanımız fakir olduğundan tıpkı Fransızların, İngilizlerin yaptığı gibi ecnebi kelimeleri alalım, kullanalım. Bu kuralların ne işi var? Bunlara neden mecbur oluyoruz? Fransızcada birçok Latin kelimeleri var, İngilizcede de birçok Fransız kelimeleri olduğu gibi... Yazarlar bu kelimeleri kullanıyorlar fakat İngilizler bu Fransızca kelimeleri Fransız dil bilgisi kurallarıyla değil sırf İngiliz kaidelerine göre kullanmıyorlar mı? Bizim bu hâlimiz dil meselesinden çıkıyor da âdeta bir esaret oluyor. İnsan konuştuğu, yazdığı dile hâkim olmazsa neye hükmedebilir! İşte bu özdür ki zaman geçtikçe arızalar ve şartlar tesiri altında genişlemiş, derinleşmiş, yükselmiş, uzamış ve bugünkü parlak ve muhteşem Türk varlığının temelini oluşturan milliyet fikrini doğurmuştur. Bu itibarla Ahmet Hikmet sadece bir edip olmakla kalmamış, edebiyatın da üstüne yükselerek bir çeşit millî mürşit mevkiine çıkmıştır. Bu sebepledir ki bütün ediplerin imrenmesine layıktır.

Mehmet Rauf, Edebî Hatıralar

İLGİLİ İÇERİK

ANI NASIL YAZILIR?

ANI İLE BİYOGRAFİ ARASINDAKİ FARKLAR

ANI (HATIRA) TÜRÜ VE ÖZELLİKLERİ

MÂZÎDEKİ HÂTIRALAR

GÜNLÜK

GÜNLÜK-2

GÜNLÜK ÖRNEKLERİ

SON EKLENENLER

Üye Girişi