Kullanıcı Oyu: 3 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

HASAN ALİ TOPTAŞ

"Çünkü ben okuruma -varsa eğer, bir yerlerde yaşıyorsa ya da olacaksa- güveniyorum"
 
1958 yılında Denizli'nin Çal ilçesinin Baklan kasabasında doğmuş Hasan Ali Toptaş. "Küçüklü­ğüm kasabada geçti. Liseyi Çal'da okudum. Uşak'ta Meslek Yüksek Okulu'na bir yıl gittim, yarıda bı­raktım. 1975 olaylı yıllardı. Sonra askerlik yaptım. Annem bir ev kadını. Okula gidememiş. Babam şoförlük yapıyordu. Ben de küçüklüğümde ona epeyce yardım ettim. Askerlikten sonra memuriyete girdim. 1986'da Ankara'ya Sincan'a geldim. 20 yıldır da Maliye Bakanlığı'nda memurum", diyor Hürri­yetle yayınlanan bir söyleşisinde. Yıldız Ecevit'in, 'Yüzyılın son çeyreğindeki Türk edebiyatının birkaç kilometre taşından biri' diye tanımladığı Toptaş, bugüne dek yayımlanan her kitabıyla çok sayıda ödül kazandı. Dil ve anlatıma getirdiği yeniliklerle genç kuşak romancılar arasında kendine özgü, önemli bir yer edindi. Gölgesizler, 1994 Yunus Nadi Roman Ödülü’nü, Bin Hüzünlü Haz 1999 yılında Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü’nü kazanırken, Hasan Ali Toptaş bu ödüller karşısındaki şaşkınlığını Şükrü Erbaş'la Adam Öykü dergisi için yaptığı bir söyleşide şöyle dile getiriyor:

"Ödüller beni hep şaşırttı sözgelimi. En çok şaşırtanı da, birçok yayınevinin geri çevirdiği Bin Hüzünlü Haz'ı, geçen yıl Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencilerinin en iyi roman seçmesi oldu. Ödül törenine davet edildiğimde, bir yanlışlık olduğunu düşünmüş ve inanamamıştım. Aynı ro­man, bu ödülün ve Cevdet Kudret Edebiyat Ödülünün yanı sıra okurdan da ödül aldı aslında, üçüncü baskı yaptı. Bu da şaşırtıcı bir şey benim için. Çünkü o romanı yayımlatabilmek için o kadar çok yere başvurmuş ve öyle laflar işitmiştim ki, bir süre sonra, gerçekten kötü bir şey yazdığımı düşünmeye başlamıştım; Neredeyse suç işlemişim duygusuna kapılmıştım hatta. "Kusura bakmayın, bir kazadır oldu işte, kendimi tutamayıp yazmış bulundum!" diye bağırasım gelmişti. Evet, kimi zaman iyi şeyler de oldu."

 
Ahmet Soner, Yeni Özgür Gündem'de yazdığı "Örnek Bir Yazar" başlıklı yazısında yazarı;

"Kendisiyle yapılan konuşmalara baktım, çok alçakgönüllü bir yazarla karşılaştım. Kitapları büyük yayınevleri tarafından kapışılan, birçok ödül kazanan bir yazar mangalda kül bırakmaz, esip savurur, yüksekten atar oysa. Toptaş ise tam tersine pek sevmiyor konuşmayı, kendinden söz etmeyi... Sorula­ra mümkün olduğunca kısa karşılıklar veriyor. Öykü ve romanı tanımlamaya bile yanaşmıyor", diyerek tanımlarken, edebiyat çevrelerinde yerleşen ortak bir düşünceyi de dile getiriyor. "Alçak gönüllü bir yazar".

A. Ömer Türkeş, Kayıp Hayaller Kitabı üzerine yazdığı bir yazısında Türkçe yazılan romanları ta­kip ettiğini söyleyen pek çok kişinin Hasan Ali Toptaş'ı yakından tanımadığını, hatta hiç okumadığını söylerken bunun nedenlerini şöyle açıklamış:

"Sık yazmadığı için kitap tanıtım dergilerinde röportajları yayımlanmıyor, İstanbul dışında, dışı ne kelime, taşranın tam da kalbinin attığı bir yerde yaşadığı için entelektüel mekânlardan dolayısıyla göz­lerden ırak kalıyor, artık unutulan, doğrusu unutulmak istenen o taşra hayatını konu edindiği için ro­manları zenginlik imgelerine alışkın kentsoylu okuyuculara sevimli gelmiyor belki de... Oysaki zaman­ların iç içe geçtiği, düşle gerçeğin birbirine karıştığı, bilincin farkına bile varılamamış parçalanmışlığı­nın resmedildiği çok katmanlı -ama hikâyesiz- metinleri ve büyülü diliyle, Hasan Ali Toptaş'ın günümüz roman yazımının en özgün ve önemli yazarlarından biri olduğunu hiç tereddüt etmeksizin söyleyebiliyoruz."

"Yazmak bence bir yalnızlıktan bir yalnızlığa yolculuk. Okuru hesaba katsan da böyle bu, katma-san da. Başka bir deyişle, bir öyküye, bir şiire, bir romana başlarken yalnızsın; bitirdiğinde daha da yalnızsın. Metinlerimdeki mahşeri kalabalıkları da ben yalnızlığın başka bir biçimi olarak görüyorum. İçinde bulundukları metnin vazgeçilmez bir malzemesi ya da kurgunun temel bir parçası gibi gözükse­ler de (ki öyledirler, öyle kılınmışlardır), bu mahşeri kalabalıkların, ruhsal yapımdan kaynaklanan, be­nim bile farkına varmadığım çok daha başka nedenleri de olabilir tabii. Çocukluğumdan bu yana bir türlü yenemediğim kalabalık fobim olabilir sözgelimi. Sonsuzluğa Nokta'nın kahramanında da vardır bu fobi; otobüs terminalinin kalabalığından bile korkar o, dehşet verici sahneler hayal eder. Ben fobimi kahramana yükleyerek başımdan defetmeye kalkışmış değilim tabii, o fobi o kahramanın kılındı. Bir anlamda, hem beyhude bir defetme çabası gerçekleştirildi, hem de o fobi o kahramanın yapısını oluş­turan bir malzemeye dönüştürüldü. Kalabalıkla yazmanın ilişkisi bana pek açıklanabilir gibi görünmü­yor. Yazmak, belki de kalabalık bir tenhalık hali."

Şükrü Erbaş -Söyleşi Adam Öykü dergisi Kasım-Aralık 2001 tarihli sayısı.
 
ESERLERİ
 
Ben Bir Gürgen Dalıyım - Roman

Bir gürgenin ümitleri, kaygıları nelerdir biliyor musunuz? Hangi hayallerle, düşlerle dalar rüyalarına Büyüyünce" bir oyuncak mı olmayı ister, bir gitar mı? Son dönem Türk edebiyatının en önemli imlerinden Hasan Ali Toptaş'ın ilk çocuk kitabı Ben Bir Gürgen Dalıyım'ı okurken çocukların güzelli-ı, Beşparmak Dağları'nda yaşayan bir gürgenin çocuksu saflığında bulacaksınız

 
Sonsuzluğa Nokta - Roman

Sıradışı bir yazarla karşıyadır Türk Edebiyatı. Hasan Ali Toptaş, olağanüstü yetenekte bir dil ve kurgu ustasıdır; Türk edebiyatının en güçlü romantik kalemidir. O, geleceğin Türk edebiyatına yasını vuracak birkaç yazardan biridir. - Yıldız Ecevit

 
 Bin Hüzünlü Haz - Roman
 
Adamakıllı kirlenip de kim olduğunu anlamak, dünyada insanoğlunun işleyebileceği ne kadar suç varsa hepsini kocaman bir mıknatıs gibi varlığında toplamak" isteyen bir kahraman var karşımızda, Öte yandan yüzünü bile bilmediği bir sevgiliyi bulmak için umudunu kaybetmeden mahşeri bozkırları, hayat dolu ormanları, gizemli dağları aşıyor, entrikalı saraylara varıyor. Hasan Ali Toptaş, "Gerçek dünyadan yola çıkarak, kelimeler aracılığıyla yeni bir dünya kurmaya çalıştım" dediği romanında okuru dilin büyülü dünyasına yeniden keşfe davet ediyor.

 

*******

Mektep Arkadaşının Çocukları
Baytar mektebinde iken sınıf arkadaşı Hasan Efendi ile Akif (Mehmed Akif) o kadar dosttu ki birbirlerine söz veriyorlardı, ilerde çocuk sahibi olurlarsa, ölenin çocuklarına; kalan bakacaktı.
Bunu bana anlattığı sırada Akif genç ve Hasan Efendi yaşlı olmakla beraber dinçti. Baytar mektebindeki bu fazilet mukavelesinin tatbikine çok vakit vardı. İçimden güldüm. Kendi kendime düşünüyordum:
"Mektepteyken insanlar, umumen, seciye kahramanıdırlar. Fakat yaş ilerleyip de insan hayata karışınca..."
Akif:- Ne düşünüyorsun? dedi.
-Hiç! dedim.
Aradan yıllar geçti. Meşrutiyet'te, Baytar Müdür Umûmisi Abdullah’ı, Ziraat Nâzırı derecesini indirerek başka yere kaldırdı. Akif onun muavini (Genel müdür muavini) idi; öfkeleniyordu:
"Abdullah Bey, Mon-Pelye'de ziraat okumuştu. Ona karşı bu haksızlık reva mıydı?
Bu öfke o kadar şiddetli idi ki, anlıyordum: Kendine ait olmayan bu haksızlıktan Akif, kendi aleyhine bir netice çıkaracaktı. Nitekim ertesi gün, Ziraat Nezaretindeki memuriyetinden istifa etti.
Beylerbeyi'ndeki evinde kendi yağı ile kavruluyordu. O sırada, ona her cuma, sabahtan gittiğim için de öğle yemeklerinde oradaydım." İstifa"dan sonra mazeretler bularak yemeklerden sonra gitmeye başladım: Evin ıstırabı o derece belli idi.
Bir cuma Akif in evinde sekiz çocuk buldum. Teker teker çok sevimli olan çocuklar, bir araya gelince manzara alırlar, malûmdur. Evde sekiz kişilik bir kıya¬met kopuyordu. Âkif beş çocuğuna katılan bu üç çocuğun komşudan gelmiş misafirler olduğunu zannettim ve ertesi cuma bu çocukların gürültüsü ile artık karşılaşmam sandım.
Fakat her cuma, sekiz çocukla sofada aynı kıyamet kopuyordu: Akif de buna katlanıyordu. Bu üç çocuğun ailesi Akif in çocuklarına da fazla hürriyet vermişti.
Bir cuma, sofada, çocuklardan birinin yanağını; hıncımdan çimdikler gibi sıkarak Akif'e sordum:
-Kim bu yavrular? Akif, cevap vermedi.
Odaya girince, bu üç ıstırabını; bu misafir çocuklarım Akif'e takılarak tebrik ettim. Akif in yüzü değişti:
-Misafir çocukları değil, benim çocuklarım! dedi.
Üç beş haftada üç çocuğu nasıl olurdu?
-Hasan Efendi öldü de.,, dedi.
Ve bu çocuklar, kim evvel Ölürse, hayatta olanın bakacağı çocuklardı. Rahmetli Hasan Efendinin çocukları.
Fakat Akif bu çocuklardan daha güzeldi: Mektepte verdiği sözü hâlâ unutmayan bir çocuk.

(Mithat Cemal, Mehmed Akif, 1938)

 

****

Atsız'ın Hocalığı

Atsız'ın Haydarpaşa Lisesi'ndeki ilk öğretmenlik yılında, bizim sınıfta edebiyat dersinden galiba sadece iki kişi kaldı. Diğerleri hep iyi not almışlardı. O iki kişi de şahane tembeldi, Yani bütün dersleri kırıktı. Bu sonuçta ne iltimas vardı, ne de hoşgörü. Atsız herkese 5 alacak kadar edebiyat dersini öğretmişti. Atsız'ın öğretmenliğini gördükten sonra, en haylaz talebe bile nasıl gayrete gelebileceğini, hoca iyi öğretirse dersini pekâlâ öğrenebileceğini anladım. O günden beri bol bol düşük not vererek öğrencileri kırıp geçiren, sınıfın yarısından fazlasını bırakan öğretmenlerin öğretmenliğine şaşarım.
Son kanaat dönemindeki yazılı imtihanda bulunamamıştım. O yüzden, yazılıya giremeyen diğer öğrencilerle birlikte, Atsız, beni de öğretmenler odasına çağırdı ve orada imtihan etti.
Soruların hepsini doğru cevaplandırdım. Nihayet, dudaklarında hafif bir te¬bessümle gözlerimin içine bakarak bir beyit yazdırdı:
"Yüksel ki yerin bu yer değildir
Dünyaya geliş hüner değildir."
- Bu beytin veznini bul bakalım.
Duru bir Türkçe ile yazıldığı ve 5/5'lik hece veznine de uyduğu için şaşırmak üzereydim. Fakat, benim de aruza karşı yatkınlığım artmıştı. Kısa ve uzun hece¬leri çabuk bulabildim:
Mef ûlü / Mefâilün / Feûlün.
Aferin, sana, kocaman bir dokuz numara. Ama bu beyti unutma.
Atsız'ın, Öğrencisi Altan'ın boynuna astığı "barışseverlik" yaftasından sonra, bu ikinci tarizi unutulacak cinsten değildi.
Birkaç antolojiyi karıştırdım ve bu beytin nereden alınmış olduğunu aradım. Namık Kemal'in bir terkib-i bend'i idi. Cezmi romanının kahramanlarından Adil Giray'ın ağzından söylenmişti. Bir hayli uzundu. Bana sorulan vasıta beyitlerinden biri şöyleydi:
Yüksel ki boyun kadar kalırsın
Sa'y eyle ki bihüner kalırsın.
(Tanıdığım Atsız, s. 29-30)

SON EKLENENLER

Üye Girişi