5.Konu Cümlesi Belirtilmeyen Metinler
Yazar kimi zaman metninde, konuyu/ana fikri açıkça ifade eden bir cümleye yer vermeyebilir. Bu tür metinlerde okuyucu konuyu/ana fikri kendi izlenimlerinden, sezgisiyle keşfeder. Okuyucu içerisinde fazlaca ipucunu barındıran metinden genel bir ifade oluşturmak için bilgileri bir araya getirmelidir. Bu tür anlatım tekniği betimleyici yazılarda, mecazlı, metaforik anlatımın yaygın olarak kullanıldığı öyküleyici metinlerde ve şiir metinlerinde sıklıkla görülür.
Bu tür metinlerde bir konu/ana fikir cümlesi bulunmadığı içi için okuyucu metin yazarının amacını belirlemekte zorlanabilir. Ana fikrin ifade edilmediği ve anında belirgin olmadığı bir tür metinlerle karşılaşan okuyucu, önce metnin genelinde işlenen, vurgulanan özel yargıları bulmalı kenar notu olarak özetlemeli, ardından kendisine şu soruyu sormalıdır: “Yazar bu yargılardan hareketle benim ne bilmemi istiyor?”. Çoğu zaman okuyucunun verdiği cevap metnin konusu/ana fikir ifadesi olacaktır
Örnek: 1
İKİ İYİ İNSAN
Ev sahibi kadın yukarıda kıyametler koparmaya başlayınca alttaki kiracıya evden çıkmak düştü. Kadının maksadı kirayı arttırmaktı. «Kızımı oturtacağım!» bahanesiyle edepsizliğin temposunu gün geçtikçe arttırdı. Kiracı «efendi» bir adamdı. Kirayı bir miktar attırması mümkün olsa bile bu kadar üzüntü ve eziyetten sonra bu evde oturamazdı.
Kış ile baharın birleştiği günlerdeydi. Takvim, bahar günlerini yaşıyorsa da kiracı ve hemşehrileri paltoları ve sobalarıyla mis gibi, kış günlerinin çilesini çekiyorlardı. Bu mevsim, ilk göç mevsimidir şehirlerde... Ev değiştirmek mecburiyetinde olan kiracılar yazlı - kışlı ikamet için «nakli - hane» ederler. Bundan bir iki ay sonra da ikinci göç, sayfiye göçleri başlar.
İşte kiracı da bu ilk göç mevsiminde ev arıyordu. Bir taraftan tomurcuklanan ağaçlar gözü, gönlü aldatırken, bir taraftan da sinsi soğukların, deli rüzgârların, sırnaşık yağmurların insanların yakasını bir türlü bırakmadığı bu mevsimde kiracı, daire dönüşlerinde durmadan ev aradı. Yetişmiş kızıyla karısı, rızıklarını bekler gibi, ortalık kararana kadar her akşam onun yolunu beklediler.
Kiracı : «Allah insanı dünyada mekânsız, ahrette imansız bırakmasın» sözünün ifade ettiği mânayı, hiç bir zaman bu günlerdeki kadar geniş ve derin hissetmemişti. Meskenlerini sırtlarında taşıyan kaplumbağalarla salyangozlara gıpta ettiği de az değildi. Kesesine, gönlüne göre bir şey bulmadan eve döndüğü akşamlar bütün ailenin neş'e ve iştihası kaçıyordu. Ertesi güne bağlı bir vaad veya ufak bir ümitle döndüğü zaman tepelerinden gelen curcunayı duymayacak kadar iyimserleşiyorlardı.
Nihayet bir taraftan kendisi, bir taraftan da karısıyla kızı araya araya bir ev bulabildiler. Peşini, hava parası filân da yoktu. Müstakildi de! Ailenin dizlerine inen karasular ter damlaları gibi dökülüp gitmişti; memnundular. Lâkin ev sahibi olan adamcağızla fiyatta anlaşamıyorlardı. Bütün bu anlaşmazlık on liraya dayanıyordu. Kiracı bu evi kaçırmak niyetinde değildi. Terk edeceği evde çektiklerini, sokak sokak dolaşırken beyninin ve ayaklarının geçirdiği buhranları bu çatı altında bir - iki günde unutuvereceğine emindi. Bütün evin yükünü tek başına sırtında taşıyacak kadar hafif hissediyordu kendini.
Ev sahibinin de gözü onu tutmuştu. Belki bir-iki gün nazlandıktan sonra «peki!» deyiverecekti. Zira adamcağız, kızını verecekmiş gibi, hakkında ince ve derin bir soruşturma yapmıştı.
Bu evi bulduğu günden beri kiracı'nın geceleri uykusu kaçtı. Her sabah evin önünden geçerken pencerelerine hasretle bakıyor, perde göremeyince seviniyor, ümitleniyordu. Gençliğinde hiçbir kadın ve aşk mes’elesinin kendisini bu derece meşgul etmediğini ve yormadığını düşündükçe on lira için direnen ev sahibine için için kızıyor, kiraya verecek ikinci bir eve sahip olan bir insanın bu derece hassas, oluşunu bir türlü anlayamıyordu. İçindekilerin çıktığı fiyattan beş para aşağı veremezmiş!.. Tabiî, sermayeden zarar eder sonra!..
Bir gece, kiracı dâhiyane bir fikir buldu. Sabah olur olmaz kızma ve karışma anlattı; kahkahalarla gülüştüler. Yukarıda hantal vücudunun bütün ağırlığım tabanlarına vererek löpür löpür gezinen, tavandan gök gürültüsü gibi gümbürtüler yağdıran ev sahibesi bu kahkahaları kendine sanarak hizmetçisine bir şeyler söyleyip bastı kahkahayı. Hiç altta kalır mı?
Adamcağız evini pek âlâ on lira fazlasına verebilirdi. Hele evlerin gittikçe pahalılaştığı şu son günlerde!
Bu düşünce ve eza, vicdan azabı halini almaya başladı kiracıda. Günahını, suçunu kendine affettirmek için evin ufak tefek tamirini kesesinden yaptırmaktan başka çare bulamamıştı. Keser, testere elinden düşmediği gibi, her ay da beş - on liralık masraf ediyordu. Eski ve ahşap evin sık sık bozulan musluklarını, elektrik düğmelerini baştan aşağı değiştirdi; boyattığı sokak kapısı pırıl pırıl oldu. Damı aktardı, sakat kiremitleri yeniledi. Sözün kısası o akan ve kokan evi, oturduğu iki yıl içinde adam etti. Ev sahibi bu değişikliği, bu gayreti gördükçe kiracısına dualar ediyor:
—İnşallah buradan ev alır da çıkarsınız, diyordu, benim evim uğurludur, bütün kiracılar ev alarak çıktılar...
Kiracı bu iltifata inanmış görünerek tatlı bir rüyada gülümser gibi gülüyor, başını sallayarak:
—İnşallah, inşallah... diye mukabele ediyordu. Ev sahibine, yaşama cilvesinin zoruyla, oynadığı oyunun içini tırmalayan pişmanlık ve vebalinden kurtulmak için oturduğu evin asık suratını çiçekler gibi güldüren kiracı, yirmi dördüncü kirayı verirken ay sonuna kadar çıkacaklarını söylediği zaman neredeyse ev sahibinin yüreğine inecekti.
Kiracı, kızım evlendiriyordu. Kimsesi olmayan damat, sahibi bulunduğu evde karısının anası ve babasıyla beraber oturmak istiyordu.
Kiracı bu evden çıkacağına kızının evlenmesi kadar seviniyordu, içinde tüy gibi bir hafiflik vardı. Öyle ya, ev sahibine evinden daha fazla kira alabilmek için fırsat çıkmıştı. Kendisi oturduğu müddetçe onun her ay on liralık rızkına mâni olmuştu ama evi de bir başkasına aşağı yukarı yirmi lira farkla kiralanabilecek bir hale getirmişti. Bu, geniş vâdeli bir ödeşme olmuştu.
Kiracı artık müsterihti.
Ev sahibi, kiracısının arkasından çok yakın birisini; arkadaştan, evlâttan, sevgiliden, ana babadan daha yakın bir insanı kaybetmiş gibi ağlıyordu:
Ben demedim mi azizim, benim evim uğurludur diye... Siz iki ev almış sayılırsınız. Allah selâmet versin!..
(Naci Enver Gökşen, 1951, s.32-37)
Okuma Eğitimi, Yrd. Doç. Dr. Halit KARATAY, Berikan yayınevi, Ank., 2011
- << Önceki
- Sonraki