3. Konu Cümlesi Ortada
Metinde konu/ana fikir cümlesinin başta veya sonda bulunmadığı durumlarda, metnin ortalarına bakmak gerekir. Bu durumlarda konu/ana fikir cümlesi metnin ortasında olup onu iki iki bölüme ayırır.
Konu cümlesinden önce gelen cümleler genellikle ana fikre hazırlık yapan giriş özelliği gösterir. Bu yargılar konuya/ana fikre hazırlık yapar, ana fikir sunulduktan sonra da onu destekleyici başka yargılarla devam edilir. Eğer bu cümleler metnin genelinde ifade edilen fikirleri birbirine bağlamaktadır. Konu cümlesini takip eden paragraf ve/veya cümleler ise genellikle ana fikri açıklar, örnekler, onunla ile ilgili daha fazla ayrıntılara yer verir. Bu tür metinlerde yazarın anlatım planı, özelden genele ve genelden özele anlatım tekniklerinin ikisini bir arada kullanmaya dayanır.
Örnek: 3
BİLGİSAYAR YALNIZLIĞI
Bilgisayar meraklılarının konuşmalarına hiç tanık oldunuz mu bilmem. Programlardan, oynadıkları oyunlardan, bilgisayar dünyasındaki yeni gelişmelerden öyle heyecanla söz ederler; bunları öyle ballandıra ballandıra anlatırlar ki siz, bilgisayar denen nesnenin harikulade, efsanevî bir yaratık olduğuna inanmaya başlarsınız. Çok geçmeden, karşınızdaki adamın, elindeki makinenin âşığı, mahkûmu ve mecburu olduğunu anlarsınız. Övgüleri ve tasvirlerinin parlaklığı, sevgilisinin meziyetlerini nazmeden Divan şairinin marifetlerinden pek aşağı kalası değildir. Anlayacağınız, bilgisayar onlar için mağrur bir sevgili, her nazma katlanılır bir 'Galaca Dilberi'dir.
Meraklılarının meftunu oldukları bu ‘medeniyet harikası’nı hafife aldığımız sanılmasın. O, insanoğlunun işini kolaylaştıran, zamanını bereketlendiren ve hafızasının yükünü hafifleten hatırı sayılır bir ’yardımcı'dır. Artık 'modern' insanın ikinci eli, gözü kulağı olmuştur bilgisayar. Ama bütün marifetlerine rağmen bir makinedir o. Makine ise, olsa olsa kölesi olur insanın. Ahmet Haşim, bir yazısında "Zamanımızın kölesi makinedir" der. "İnsan, daha az çalışmak, daha az yorulmak ve manevi zevklere de hasretmek üzere ilaha çok boş zaman kazanmak için makineyi icat etmiştir."
Bilgisayar âşıkları, ellerinin altındaki aleti, işlerini kolaylaştıran bir 'köle' olarak görmüyorlar gibi geliyor bana. Marifetlerinin çokluğu, bu 'alet'i bir teknoloji ürünü olmaktan çıkarıp, meraklılarının gözünde 'olağanüstü güçlerle donanmış harikulade yaratık' mevkiine yükseltmiş adeta. Denilebilir ki, makine "efsanevî"leştikten sonra insan, yavaş yavaş onun kölesi olmaya durur. Hayranlık bir çeşit 'kutsamaya dönüşür. "Manevî zevklere hasretmek için boş zaman kazandıracak olan araç", zamanı bütün bütün tüketen bir canavar olur. Gönlünü, hayallerini ve zamanını makinesine hasreden bilgisayar meftunu, sınırsız işlem kabiliyetleri karşısında şaşkına döner. Bu şaşkınlık ona, "bütün işlerini tuşlara dokunarak halledebilme" gücüne sahip olduğu havasını verir, işte burası, onun insanlar arasından el ayak çekip kendi dünyasının duvarları arasına kapandığı yerdir. Bilgisayarı ve o... Haşim'in 'O Belde' şiirindeki meşhur dize ne güzel gider buraya: "Bir sen, bir ben, bir de o mâi deniz..."
Teknolojinin ürünü olan araçlar, insanı insandan uzaklaştırmaya başladığı anda efendiliğini ilan etmiş olur. Ne yazık ki onların insana dokunan elleri, gülümseyen yüzleri ve sıcak kalp atışları yoktur.
Aklı başında bilgisayar kullanıcılarına, hatta bu makineye ’ölçülü' bir aşkla bağlı olanlara sözümüz olamaz. Fakat bilgisayarı 'insanüstü' bir nesne konumuna çıkarıp bütün zamanını onun başında geçirenlerin, eşyanın soğuk ve derin yalnızlığına düştüklerini; hayallerini işletmek yerine, çağdaş bir köleliği benimsediklerini söyleyebiliriz.
Hele çocuklar! Bir yaşa kadar çocuklar bilgisayardan uzak tutulmalıdır kanaatimce... Daha sokak oyunlarının o baştan çıkarıcı zevkini tatmadan, tabiatın harikulade dilini çözüp kuşların, balıkların ve çiçeklerin adını bile bellemeden; arkadaş edinmeyi, sevmeyi, paylaşmayı, şarkı söylemeyi öğrenmeden günlerini loş odalarda, sözde zekâ geliştirici bilgisayar oyunlarıyla geçirmemeli çocuklar. Hayalleri gelişmeli önce, tabiatı ve insanı tanımalılar. Koşup oynamayı, acı çekmeyi, mutlu olmayı öğrenmeli; sınırsız gökyüzü mavisini görmeli, çiçek kokularını, suyun ve rüzgârın sesini hissetmeliler...
Çocuklarına iyilik yaptığını sanarak, dünyayı henüz tanımaya başladıklarında, onları bilgisayar karşısına oturtan anne babalar ne büyük bir günah işlemiş olurlar! Şüphe yok ki bir zaman sonra sevgisiz, geçimsiz; paylaşmayı, affetmeyi, gülüp mutlu olmayı bilmeyen çocuklar bulurlar evlerinde. Yalnız, yapayalnız çocuklar...
Jean J. Rousseau ne güzel söyler: "Salıverin çocuğu tabiata!” Bilgisayarların örtüsünü örtün siz de. Salıverin çocukları gün ışıklarına, salıverin oyunlara, şarkılara ve kalabalıklara. Bilgisayar? Tanrılaştırmayın onu, zamanı gelince bir 'köle' olarak kullansın çocuklar. Şimdilik tabiatla, kitaplarla, insanlarla doldursunlar dünyalarını...
(Ali Çolak, 1999, s. 47-49)