Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

2. Konu Cümlesi Sonda

Yazar bazen de metnin başında konuyu/ana fikri açıklamaz. Okuyu­cuya işlediği konuyu/ana düşünceyi tanımlayan, açıklayan, örnekleyen düşünceleri sıralar, onu ikna etmek için düşüncesi ile ilgili önemli bilgileri ve ayrıntıları sıraladıktan sonra kendi düşüncesini açıklar. Bu tür metinler­de konu/ana fikir cümlesi paragrafın sonunda yer alır. Özelden-genele doğ­ru bir anlatım planı izleme yazarların tercihleri arasında ikinci sırayı alır. Konu cümlesi paragrafın sonunda yazıldığında yazar sözü ana fikre götürür. Bu tür metinlerde paragrafların birbirine eklemlenmesi durumunda, met­nin tamamında bağdaşıklığı sağlama işlevi de yapar. Tartışmacı ve ikna edici metinlerde okuyucuya eleştirel bakış açısı sağlamak için sıklıkla konu cümlesi sonda verilir. Bu tür metinlerde ana fikir, özellikle metnin sonunda kullanıldığında karşıt etkileri önlemek için oldukça etkilidir (Beishuizen, Asscher, Prinsen ve Elshout-Mohr, 2003:292; Wang, 2009)

 

Örnek: 2

İHTİYAR ÇİLİNGİR

Koyunpazarı’nda bir ufacık dükkân; bir küçük ocak yanıyor, bir ufak ço­cuk körük çekiyor. İhtiyarlamış, küçülmüş, aksakallı, küçük yüzlü bir adam, gözünde çifte gözlük, mini mini halkaları ateşte ısıtıp zincir bağlıyordu.

Ne hoş manzara, gözüm ilişti. Dükkânın önünde kaldım. Bir çilingir dükkânı. Ufak kilitler, eski zaman kapı halkaları, rezeler, menteşeler, hayvan zincir­leri. Böyle ufak tefek şeyler yapıyor. Bunlardan pek çok da yapmış, dükkânın ötesine berisine asmış.

- Kolay gelsin, usta.

- Kolayı başına gelsin!

Bir tarafa dayanıp durdum. Adamcık, benimle hiç meşgul olmuyor görün­dü. Birer tarafı açık, ufak halkalar hazırlamış, bir halka takıp açık tarafını ateşe tutuyor, o hazır oluncaya kadar bir başkasını ateşten çekip ucunu, kemali dikkat­le kapıyor, bir parça büküyor, onu tekrar ateşe verinceye kadar, evvelki hazır oluyor, böylece muntazam çalışıyordu. Emin olunuz ki, gayet dürüst ve munta­zam bir zincir vücuda geliyor, bir cilası noksan kalıyordu.

Şüphesiz, eski binalarda gördüğümüz o müzeyyen (süslü) edevat, böyle dükkânlarda, bu nezaketle, bu ihtimamla, bu kanaat ve feragatla işlenir, yapılırdı. Sanata böyle bir merbutiyyet-i dindârâne (dindarca bir bağlılık) vardı. Her şeyi inkâr eden küfür devresi gelmemiş olsaydı, şüphesiz bu güzel şeyler sönüp git­meyecekti. - Lanet olsun o zamana ki, bütün mukaddesatı inkâr ettirmiş, kanaat­leri öldürmüş, huzur ve rahatı söndürmüş, demiri kaldırmış, yerine tenekeyi doldurmuştur.-

Ben oradayken, gençten bir adam geldi. Elinde bir değnek vardı. Demirci­ye uzattı. Bu değneğin ucuna beş on halka geçirilecek. Bu genç adam, onunla, her sabah akşam bağa giderken, eşeği dürtecek.

Demirci anladı, ses çıkarmadı, duvardan üç beş halka aldı, sanatına vakıf bir adam sükûnetiyle değneğe taktı. Lâkin genç adam, usûl hilafına değneğin yan tarafına bir halka daha taktırmak istiyordu. Çilingirle aralarında mubahase (karşılıklı konuşma) başladı. Çilingir, “Olmaz, dedi, bunun usûlü böyledir.”

Delikanlı usûlü bozmakta ısrar ediyordu:

- Canım sen tak. Nene lazım…

- Takılmaz evladım… Ben kırk yıldır bu sanatı işlerim

- Canım, parasıyla değil mi? Sen takıver, ötesine karı

İhtiyar, belki ısrar etmeyip takacaktı; ancak "parasıyla içerledi,

İhtiyar, belki ısrar etmeyip takacaktı; ancak "parasıyla" sözüne fena halde içerledi, daha ziyade bir şey demeyerek değneği genç adamın elinden aldı, eski taktıklarını da sökerek iade ettikten sonra,

- Biz para âşıklısı değiliz, var başka yerde yaptır, dedi.

Düşündüm kaldım. Para için işlemediğini iddia eden bu fakir ihtiyar, şüp­hesiz, sanatının âşığıydı. "Filan usta gitti, bu sanatı da götürdü" diyecekler diye, bu dükkânı bekliyordu. Onun nazarında filan şey filan şekilde yapılır, başka türlüsü sanata saygısızlık olurdu. Bunu yıllarca, belki asırlarca ustalar böyle yap­mışlar; öyle ya, onun arkasında bu yolda, bu erkânda gelmiş geçmiş ustalar, pirler (bir sanatın öncüsü, kurucusu) vardı. Dükkânlarını Halık’a ibadet eder gibi açıp kapamışlardı. Sanat, onlara bahşolunmuş bir kerametti.

Evet, bu adam para âşıklısı değildi. O, ustalarının postunda oturur bir sanat halifesiydi. O nasıl derse desin, işlediği sanatta, teraküm etmiş (birikmiş) bir vedaat (emaneder) mevcut olduğunun kaili bulunuyordu. Selahiyattar (selahiyetli) olmayan bir adamın, parayla, onu tebdile (değiştirme) ne hakkı vardı!

(Memduh Şevket Esendal, 1953, s. 165-167)

SON EKLENENLER

Üye Girişi