Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

YAŞASIN MI, YAŞAMASIN MI? 

Genç doktor, henüz dünyaya getirdiği bebeğe dikkatle baktı: Birkaç kilo ağırlığında kırmızı bir et parçasıydı bu. Erkekti. Bir bacağı, ötekinden bir hayli kısa idi.

Bebek, kentin fakir mahallelerinden birinde yaşayan çok fakir bir ailenin onuncu ço­cuğu olarak dünyaya gelmişti. Üstelik istenmemiş bir çocuktu.

Doktor bir an düşündü: Bebeğin yaşaması da, yaşamaması da elinde idi. Gerekli işle­ri yapmazsa çocuk ölebilir, kimse de kendisine bir şey diyemezdi. Böylece, ana-baba da bir yükten kurtulmuş olurdu. Aile, çul çuval içinde zar zor geçiniyordu. Dokuz çocuğun hepsi cılız, hastalıklı idi. Böyle bir çaresizlik yuvasına gidecek bu bebek de sürüne sürü­ne yaşayacak toplumun da başına dert olacaktı.

Bunun dışında, çocuk, yaşamı boyunca arkadaşlarının alaylarından, itip kakmaların­dan da kurtulamayacaktı. Kendisine, belki "Topal karga" diye ad takacaklardı. Bu ad onu yaşamı boyunca rahatsız edecekti.

Genç Doktor "Kııthanasie" yanlısı idi. Yani, çaresiz hastalıklara yakalanmış olanla­rın, ıstırap çekmemeleri için, öldürülmesi yanlısı idi. Bu yüzden, eski İsparta'da, sakat, hastalıklı bebeklerin, topluma yük olmamaları için, bir uçurumdan aşağı atılarak yok edilmelerini yerinde buluyordu.

Doğa yasaları, sakata yaşama hakkı tanımıyordu. Yaşamı için savaşımda bulunma­yacak canlı yok olup gidiyordu. Sadece insanlardı hastalıkları, sakatlıkları yaşatmaya çalışan; bundan da birçok sorunlar doğuyordu.

Evet, bebeğin yaşamı da, ölümü de doktorun elindeydi. Çocuk esasen yaşamın tadını da alamamıştı. Bilinci de yoktu henüz. Istırap çekmeden ölebilirdi.

Birden, aklına, daha öğrenci iken, Fakültede, arkadaşlarıyla yaptığı tartışmalar gel­di. Bunların hemen hepsi, doktorun görevinin, her ne pahasına olursa olsun hastayı ya­şatmak olduğunu savunuyorlardı. Tıp mesleğinin babası "Hippocrate" doktorun göre­vinin hastayı yaşatmak olduğunu daha 2300 küsur yıl önce söylememiş iniydi? Bütün doktorlar, fakülteden çıkarlarken, bilginin bu sözlerini meslek yemini olarak tekrarla­mıyorlar mıydı?

Evet, bunları o da biliyordu. Fakat, kendisi bu yemine Hippocrate yemini yerine "hypocriıe" yemini adını takmıştı. Yani "iki yüzlülük yemini".

Bütün bu düşünceler, doktorun aklından, bir saniye içinde, yıldırım hızı ile geçti. Yitirilecek başka zaman yoktu. Kesin kararın hemen verilmesi gerekli idi, yoksa ölüme mi bırakacaktı?

Sonunda, insancıl yanı ağır bastı. Doktor, dudaklarını yavaş yavaş bebeğin dudakla­rına yapıştırıp hızla üfledi, bebeğe ilk nefesi verdi. Sonra nefesleri yineledi... Ve bekle­di. Çok geçmeden, bebeğin yüzüne hafif bir kırmızılık geldi. Mini mini taze ciğerlerden hafif bir çığlık yükseldi. Bebek yaşama girmişti.

Fakat doktor, hâlâ tereddütte idi: iyi mi yapmıştı, kötü mü?

Son bir işlem olarak bebeğe ad takma işi kalmıştı. Anne, istemediği halde dünyaya getirdiği bu bebeğe ad takma işini doktora bırakmıştı.

Doktor ad bulmakta fazla tereddüt göstermedi, çocuğa köpeğinin adını taktı. Nasıl olsa, kenar mahalle köpekleri gibi, yarı aç, yarı tok, sürünerek yaşayacaktı.

Aradan 20 yıl geçti... Doktor, şimdi orta yaşın ortalarına gelmişti. Bu 20 yılın olayla­rı, karşılaştığı sefalet sahneleri, kendisine yepyeni düşünceler getirmişti. Şimdi her şeyi başka bir gözle görüyordu. Saçlarına ilk aklar düşmeye başlamıştı. Doktor, zengin semtlerde epey para yaptıktan sonra, fakir semtlerden birinin göbeğinde açmıştı yeni muayenehanesini. Şimdi birçok hastaları parasız iyileştiriyor, hatta ilâçları da, parasız yine kendi veriyordu.

Doktor, yaşamını böyle sürdürüp giderken bir gün büyük bir felâketle karşılaştı: Bi­ricik oğlu ile karisi bir araba kazasında yaşamlarını yitirmişler, iki yaşındaki kızlarını yetim bırakmışlardı. Doktor, bebeği büyütmeye başladı.

Aradan on yıl geçmişti ki, 12 yaşındaki kız, bir gün yatağından kalkamadı. Boynu kaskatı olmuştu. Kollarında, bacaklarında tuhaf ağrılar belirmişti. Yürüyemiyordu.

Hastalığa önce "çocuk felci" teşhisi kondu. Tutmadı. Sonra, bunun, az rastlanır vi-rüslü bir hastalık olduğu anlaşıldı. Hastalık o kadar az görülen türdendi ki, tıp kitapla­rında bile buna fazla yer verilmemişti. Doktor bile, kaç yıllık fakülte, hastane, muaye­nehane çalışmalarında böyle bir hastalıkla karşılaşmamıştı. Ne olacaktı? Torunu, her an başkasının bakımına bağlı bir yaşam mı sürecekti?

Derken, bir arkadaşı kendisine genç bir doktordan söz etti. Bu genç doktor, bu tür hastalıkları iyileştiren bir yöntem bulmuş, hatta bu iş için bir de hastanemsi bir yer aç­mıştı.

Doktor, bu genç doktora telefon ederek randevu aldı. Kararlaştırılan günde torunu­nu kendisine götürdü. Genç doktorun adı kendisine yabancı gelmiyordu. Vaktiyle ken­disinin bu adda bir köpeği vardı. Ve doktor topallıyordu, iyice topallıyordu. Bir bacağı ötekinden kısaydı.

Sakat ayağına ısrarla bakıldığını gören hastane sahibi genç doktor gülümsedi: "Aya­ğıma bakıyorsunuz değil mi? Doğuştan böyleyim. Bu yüzden, okul arkadaşlarım bana "Topal karga" lakabını takmışlardı. Beni bu adla çağırdıkları zaman çok mutlu olu­yorlardı. Ben de bunu görerek seviniyordum. Lakap bana da mutluluk vermeğe başla­dı. Şimdi bu adı asıl adımdan daha çok seviyorum. Asıl adımı, beni hastanede dünyaya getiren bir doktor takmış."

Doktorun birden rengi uçtu. Ağzı kurudu. Yutkunması zorlaştı. Demek yıllar önce dünyaya getirdiği, ailesine, topluma ve kendi kendisine yük olmasın, sefalet içinde sü­rüngen yaşamı geçirmesin diye ölüme bırakmayı bir an için aklından geçirdiği bebek bu doktordu. Yıllar önceki manevi körlüğünden ötürü bir an utandı.

Ayağa kalktı. Torununu birkaç aylık bir tedaviden sonra iyileştirecek bu sağlık, can­lılık ve insan sevgisi dolu ışıl ışıl genç doktora elini uzattı. Kapıdan çıkarken de kendi kendine: "Topallık körlükten çok daha iyi bir sakatlık" diye mırıldandı.

Vehbi BELGİL (Cumhuriyet, 2 Mart 1982)

Öykünün Özeti

Doktor, bir bacağı kısa bir erkek çocuğunun doğduğu ilk anda, yaşaması için veril­mesi gereken ilk nefesi çocuğa vermeden önce derin düşüncelere dalar. Çocuğun ailesi yoksuldur, istenmeden doğmuştur, diğer kardeşleri de cılız, hastalıklıdır. Çocuk itilip kakılacaktır, "topal karga" diye alay edilecektir... Doktor görevinin yaşatmak olduğu­nu anımsar, geçen tartışmaları düşünür. Sonunda insancıl duyguları ağır basar, çocuğa ilk nefesi verir ve çocuk yaşama gözlerini açar. iyi mi yapmıştır, kötü mü? Ama çocu­ğun yaşamasına karar vermiştir. Çocuk yaşasın mı, yaşamasın mı? sorununu, elinde ol­madan "yaşasın" biçiminde çözüme bağlamıştır. Çocuğa köpeğinin adım vermiştir Doktorun 20 yıl sonra oğlu ve oğlunun karısı bir araba kazasında ölmüşlerdir. Kız çocuklarına doktor bakmak zorunda kalmıştır. 10 yıl sonra torunu 12 yaşındayken ne­deni bilinmeyen bir hastalığa yakalanmıştır. Kendisine tavsiye edilen genç doktora gi­der. Genç doktorun adı kendisine yabancı gelmez, o adda köpeği vardır. Gözü, genç doktorun ayağına takılır. Bunu sezen genç doktor: "doğuştan böyle olduğunu, arka­daşlarının "topal karga" demelerinden mutlu olduğunu, adını hastanede bir doktorun taktığım" söyler. Kendisi hastane sahibi başarılı bir doktordur.

Yaşlı doktor her şeyi anlar: "Topallık, körlükten çok daha iyi bir sakatlıktır" diye mırıldanır.

Yukarıdaki özet, biraz daha kısa yapılabilirdi.

SONUÇ:

Özet çıkarırken neyin özetini, nasıl, neden çıkaracağımızı bilmeliyiz. Cümlelerimiz "kısa, öz" olmalı; gereksiz ayrıntılara girmemeli; yalnız ana düşünceyi oluşturan ayrın­tılara yer vermeliyiz. Üçüncü tekil kişiye, geniş zaman kipine göre anlatmalıyız, özet çıkarmayı yapa yapa öğreniriz. Derslerde başarı, çok yazmamıza bağlıdır. Özet çıkar­mak hem bir yazma yoludur; hem bir anlama, kavrama yoludur. Böylece tekrar yapma­mız gerekirse, çıkardığımız özet zaman kazancı sağlayacak, işimizi kolaylaştıracak, ba­şarımızı da artıracaktır.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR:

ÇAĞLAYANLAR ÖZETİ

KEREM İLE ASLI ÖZETİ

ESER ÖZETLERİ

LEHÇE, ŞİVE, AĞIZ

ANLATIM BOZUKLUKLARI

SON EKLENENLER

Üye Girişi