FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
Cumhuriyet şiirimize yeni duyuşlar getiren şair, 1914 İstanbul'da doğdu. İlköğrenimini Konya, Kayseri, Adana ve Kozan'da; orta öğrenimini Tarsus ve Adana ortaokulundan sonra Kuleli Askerî Lisesi'nde yaptı.
(1933); Harb Okulu'nu bitirdi. (1935). İlk şiir kitabı "Havaya Çizilen Dünya"yı işte bu sıralarda yayınladı. İlk şiiri ise ortaokulda iken "Yeni Adana" gazetesinde çıkmıştı. Piyade subayı olarak Anadolu'nun doğu ve orta bölgelerini, Trakya'nın birçok yerlerini on beş yıl boyunca dolaştı; önyüzbaşı iken subaylıktan ayrıldı (1950). Serbest hayata geçtikten sonra Fransa'ya birkaç aylık bir gezi yaptı (1952). Çalışma Bakanlığı İş Müfettişi olarak sekiz yıl kadar İstanbul'da çalıştı; bu işten ayrılınca, bir arkadaşı ile İstanbul'da "Kitap" Yayınevi'ni açtı (1959) 13. Struga Şiir Festival'inde Altın Çelenk Ödülü'nü aldı (1974). Milliyet Sanat Dergisi'nin düzenlediği ankette en çok oyu toplayarak "Yılın Sanatçısı" seçildi (1975). "Sedat Simavi Vakfı" edebiyat ödülünü kazandı (1977). Yayınlarını yönetmekte bugün. Fazıl Hüsnü Dağlarca; iç ve dış gerçeklere bakarak, bilinçaltına yönelerek şiirimize yeni yeni ürperişler getirir. Şiirleri devamlı bir değişme gösterir; kurallı biçimlerden kuralsız biçimlere, anlamsız özlerden en yalın anlamlara varan şiir türlerini bir bir dener. Bireysel tutkularla toplumsal gerçekleri bol mecazlarla, hayaller ve simgelerle ortaya koyar. Şiirleri çoğunlukla, epik-dramatik, lirik-didaktik ve toplumsal gerçekçilik niteliklerinde görünür. Mısralarının örgüsü; tarihsel gerçeklerle olağanüstülüğünü, en görüneninden en görünmeyene varan izlenimleri, Anadolu'nun kaderini dile getiren düşünceleri kaynaştırır. Her şiirinde bir yeniyi yener gibidir. Asonanslara, söyleyişi kuvvetlendiren tekrarlara, günlük konuşmaların yanı sıra arı dile, muhayyileyi kamçılayan çağrışımlara "ki, ve" bağlaçlarına, şiirin güzelliğini yaratan ses kompozisyonlarına geniş yer verir.
Kendisini rahatça hayallerin kucağına bırakır; bilinçaltına varan hayalleri şiirlerine öz olarak alır. Ona göre; "Sanat eseri hem bir saat gibi içinde bulunduğumuz zamanı, hem de bir pusula gibi gidilmesi gereken yönü işaret etmelidir." Fazıl Hüsnü; şiirden başka, özdeyiş niteliğinde nesir örnekleri de vermiştir. Israrla şiir üzerinde durur. Son dönem edebiyatımızın değerce, sayıca en güzel şiirlerini yazan, en verimli şairlerinden biri sayılmaktadır.
Şiirlerinin toplandığı kitaplar: Havaya Çizilen Dünya (1935), Çocuk ve Allah (1940), Daha (1943), Çakırın Destanı (1945), Taş Devri (1945), Üç Şehitler Destanı (1946), Toprak Ana (1950), Aç Yazı (1951), İstiklâl Savaşı - Samsun'dan Ankara'ya (1951), İstiklâl Savaşı - İnönü'ler (1951), Sivaslı Karınca (1951), İstanbul - Fatih Destanı (1953), Anıt - Kabir (1953), Asû (1955), Delice Böcek (1957), Batı Acısı (1958), Mevlânâ'da Olmak-Gezi (1958), Hoo'lar (1960), Özgürlük Alanı (1960), Cezayir Türküsü (1961), Aylam (1962), Türk Olmak (1963), Yedi Memetler (1964), Çanakkale Destanı (1965), Dışardan Gazel (1965), Kazmalama (1965), Vietnam Savaşımız (1966), Açıl Susam Açıl (çocuk şiirleri, 1967) Kubilay Destanı (1968), 19 Mayıs Destanı (1969), Vietnam Körü (32000 mısralık destan-oyun, 1970), Hiroşima (1970), Dört Kanatlı Kuş (seçilmiş şiirler, 1970); Malazgirt Ululaması (1971), Kuş Ayak (çocuk şiirleri, 1971), Haliç (1972), Kınalı Kuzu Ağıtı (1972); Dana-Çakır'ın Destanı (1972), Arkaüstü (şiirler, 1973); Açyazı - Batı Acısı (1974); Yeryüzü Çocukları (1974), )Yargıçlar, Konuşmalar, Seçme Şiirler (İngilizce - Türkçe, 1974); Yanık Çocuklar Koçaklaması (resimli şiirler, 1976); Horoz (1977); Yaramaz Sözcükler (1979), Çukurova Koçaklaması (1980); Nötron Bombası (1981).
(S. Kemal Karaalioğlu, Ansiklopedik Edebiyat Sözlüğü İnkılâp ve Aka Kitabevleri, İstanbul 1983,)
FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA-2
Fazıl Hüsnü Dağlarca (d. 1914), Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin en uzun soluklu şairidir. Bir bulgucu ve deneycidir. Kendi şiir çizgisini yakalayan ve bunu sürekli olarak yenileyen güçlü bir şairdir. Şiir yazma yeteneği bakımından büyük bir zenginliği yaşar. Bunun için şiirinde birbirinden çok farklı dönemleri görebiliriz. Onun şiir serüvenini yerine oturtmak bakımından Cemal Süreya'nın tespitleri önemlidir:
"Fazıl Hüsnü'nün şiirinde iki dönem görüyorum. Birincisi sezgi dönemi, ikincisi akıl dönemi. Havaya Çizilen Dünya, Çocuk ve Allah, Daha, Çakırın Destanı, Taş Devri (1935-1945) birinci döneme giriyor. İkinci dönem, kesin çizgilerle Asu ile başlayıp günümüzdeki şiirlerine kadar sürüyor. Bir de 1949-1955 yıllar arasında yayımladığı şiirleri var, bunlar da iki dönem arasındaki geçişin özelliklerini taşıyorlar: Üç Şehitler Destanı, Toprak Ana, Aç Yazı, Sivaslı Karınca, Anıtkabir, İstanbul Fetih Destanı." (Süreya 1991: 57)
Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın şiirlerinde insanlığın en eski evrensel sembolleri olan ilk örnekler, şiir aracılığıyla kendilerini ifade etme imkânını bulur. Onun şiirlerinin, millî ve evrensel sembolizm bakımından çözümlendiği takdirde çok önemli mesajlar taşıdıkları görülecektir. İçerik bakımından bu yoğunluğuna rağmen Dağlarca, Kaplan'nın ifadesiyle: "şiirden düşünceye ulaşan güçlü bir şairdir." (Kaplan 1975:160). Millî romantik duyuş tarzından çocukların dünyasına, ferdin iç hayatından toplumcu gerçekçi yaklaşımlara kadar insanı ilgilendiren her şey onun şiirinde yer alır.
Kelimenin şiirin dünyasındaki ayırt edici rolüne inanan Fazıl Hüsnü Dağlarca, bir şair olarak döneminin sanat hayatında merkez olabilecek kudrettedir.
Ömer Özcan ve Mahir Ünlü'nün onun şiirinin yapısal özellikleriyle ilgili açıklamaları kayda değerdir:
"Dağlarca'nın yapıtlarında, gözle görülen ölçü ve uyaktan yoksun, yalnız dizelerin sıralandığı, biçim yönüyle baştanbaşa özgür olan şiirlerden tutun; hece, aruz dizileriyle, dörtlük, beşlik... kümeler hâlinde düzenli uyakları bulunan şiirlere rastlıyoruz.
İlk şiir kitaplarındaki koşuk (nazım) biçimleri çokluk dörtlüklerle, ölçü ve uyaklarla kurulmakta; 'Toprak Ana'dan sonraysa daha çok beşlik, altılıklardan ya da özgür kümelerden oluşan biçimler göze çarpmakta; son yıllarda ise O, kısa şiirler, küçük dörtlüklerden oluşan yapıtlar da vermektedir." (Özcan-Ünlü 1987: 53)
Dağlarca, çok kolay ve rahat yazabilen bir şairdir. Şiirlerini Havaya Çizilen Dünya (1985), Çocuk ve Allah (194,0), Daha (1943), Çakırın Destanı (1945), Taş Devri (1945), Üç Şehitler Destanı (1948), Toprak Ana (1950), Aç Yazı (1951), Samsun'dan Ankara'ya (1951), İnönü'ler (1951), Sivaslı Karınca (1953), Asu (1955), Hoo'lar (1960), Özgürlük Alanı (1960), Cezayir Türküsü (1961), Aylam (1962), Türk Olmak (1963), Yedi Memetler (1964), Çanakkale Destanı (1965), Dışardan Gazel (1965), Kazmalama (1965), Yeryağ (1965), Viyetnam Savaşımız 1966), Açıl Susam Açıl (1967), Kubilay Destanı (1968), Haydi (1968), 19 Mayıs Destanı (1969), Viyetnam Köyü (1970), Hiroşima (1970), Malazgirt Ululaması (1971), Kınalı Kuzu Ağıdı (1972), Haliç (1972), Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1973), Arkaüstü (1974), Yeryüzü Çocukları (1974), Yanık Çocuklar Koçaklaması (1976), Horoz (1977), Balina ile Mandalina (1977), Hollandalı Dörtlükler (1977), Ağrı Dağı Bildirisi (1977), Almanya'da Çöpçülerimiz (1977), İkileşme Anlaşma Anıtı (1977), Pir Sultan Abdal Günleri (1977), Bir Elde Yaşamak (1979), Çukurova Koçaklaması (1979), Türk İstanbul (1979), Anıtlarda Soluk Alan (1979), Çıplak (1981), Uzun İkindi (1981), Yunus Emre'de Olmak (1981), Nötron Bombası (1981), Akşamcı (1985), Sayılarda (1985), Dişi-boy (1985), Takma Yaşamalar Çağı (1986), Şeyh Galib'e Çiçekler (1986), Türk Dil Kurumu Koçaklaması (1986), Sanık Ayağa Kalk (1986), Yurdana (Nene Hatun Görüntüsü (1987), Uzaklarda Giyinmek (1990), Dildeki Bilgisayar (1992) adlı kitaplarında toplamıştır.
Her türlü ideolojik koşullamadan, vazetmekten ve sloganik konuşmadan daima uzak duran ve şiiri, salt kendi ilkeleri doğrultusunda yazma endişesi taşıyan saf şiir arayışları, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin en verimli dil deneyimlerinin yapıldığı bitegen bir süreci kapsar. Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı, Asaf Halet Çelebi, Ahmet Muhip ve Behçet Necatigil gibi Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinin en önemli isimleri bu sürecin mimarlarıdır.
Ramazan Korkmaz - Tarık Özcan CUMHURİYET DÖNEMİ: Şiir 1950 sonrası
TÜRKÇE KATINDA YAŞAMAK
Seslenir seni bana "sonsuz"
Der ki çoğal,
Der ki uzun mutluluğuna
Usun iyiliğin doğruluğun,
Bir bilinmeyenden bir bilinene dek
Türkçe, varolduğumuz.
Türkçe, nice desem seni,
Onca güzelim.
Görünmek derinleşmek,
Dolmak;
Seni düşünürük düşünürüm,
yarı karanlıklarda, dal,
Anlarım onca.
Bir bölü beş, bir bölü dokuz,
Bir bölü bin üç!
Ayrılık anlamların öylesine azar azar dağılır,
Ta doğudaki balık,
Duyar kokusunu
Ta batıdaki yoncanın.
Seslenir seni bana yakın uzak,
Yeryüzü mavisinden gökyüzü yeşiline,
Tutsak uluslar var ya geceler boyu
Onlar için
Yitik özgürlükler için,
Türkçe, haykırmak
O süre yaradılış dar iken
Düz iken, yassı iken,
Daha'lar
Daha'lar
Daha'lar daha'lara karışmış,
Sınırlığın getirmiş yarınları.
Konuşamaz iken, o yusyuvarlakta,
Diyemez iken,
Artısı eksisi almış götürmüş
Toprağın bitkilerden arta kalan sağlığını
Sıcak uzun,
Bir kişiler geleceğine.
Seslenir seni bana bir duru su
İçinde masallar kazımış,
İlk yazıları ilk anıtlara,
Yankılanır alandan alana,
Uçsuz bucaksız evrenden akınlarının uğultusu.
Ama bağışla beni unutmuş'um,
Yıldızı güneşini ayını, utanmadan.
Öyle köksüz günlerim gelmiş
Bozkır çadırlarından çırılçıplak,
Unutmuşum ana demesini bile,
Öykünmüştüm türküsünü ellerin,
Ağzıma bir kara düşmüş bağışla beni.
İşte and içiyorum,
Bütün ölüler adına
Bütün gençler,
bütün doğacak çocuklar adına,
Varacağım deyişine gündüz gündüz,
Varacağım tanrıya dek,
Soluğumda soluğun
Seslenir seni bana "Ova"m, "Dağ'ım,
Nere gitsem bulur beni arınmış.
Bir çağ ki akar ötelere,
Bir ak ... ki yüce atalar,
Bir al ... ki ulu oğullar,
Türkçem, benim ses bayrağım
Fazıl Hüsnü DAĞLARCA
ÜÇ ŞEHİTLER DESTANI' ndan
- DURDUK, SÜNGÜ TAKMIŞ KAFİR -
Durduk, süngü takmış kâfir ayakta,
Bizde süngü yok.
Bir hayret kızıllığı akardı üstümüzden
Dehşetten daha çok
Durduk, süngüsü düşmanın pırıl pırıl,
Önümüze çıktı bir gündüz bir gece.
Korku değil hâşâ,
Bir büyük düşünce.
- MEHMETÇİK –
Atıldı Mehmetçik, büyüyü bozdu,
Bir düşman süngüsüne, göğsünden
Bu şehadetle kayalar yarıldı sanki
Dipçik gürültüsünden.
Soruyordu herkes birbirine:
"Parlayan şey bu mu?"
Muzaffer oluyordu bileklerimizde,
Tarihin ilk dipçik hücumu.
Hayran oluyordu koca gökyüzü
Göğüslerimizde büyüyen bahta
28 Mart günü bir Adsız-tepe'de
Çeliğe karşı tahta.
- SÜNGÜLERİN UCUNDA -
Son altmış adım bize bir yudum şerbet
Düşen kahramanın sevgisiyle al,
Köyde mi görmüştük, ormanda mı,
Bizim içimize sığmış o kartal?
Son kırk adımın lezzeti daha hızlı;
Başladı hayatımızda şehitlerce bir yarış.
İlerledik cihan cihan,
Karış karış!
Son yirmi adımı uçuyorduk,
Almıştı herkes dipçiğini avucuna.
Yine bir duraklama,
Geldik düşman süngüsünün ucuna.
- MUSTAFA KEMAL -
Mustafa Kemal'i gördüm düşümde,
"Daha!" diyordu.
Uğruna şehit olasım geldi hemen,
"Sabaha!" diyordu.
Al bir kalpak giymişti al,
Al bir ata binmişti al,
"Zafer ırak mı?" dedim,
"Aha!" diyordu.
- TABUR BİR MUCİZE İÇİNDEYDİ -
Bir muhabbet sarmıştı her yönü
Vatanı ve bizi seven
Çoğalmıştık bir uçtan bir uca, bir rüya gibi
Büyüyordu ova kendiliğinden.
Neydi damarlarımızda çoğalan, çoğalan?
Neydi bu tepenin adı?
İçimizde sadece vatan değil,
Yeryüzü kadar bir şey vardı.
Ateş mi gelirmiş, yel mi esermiş?
Akıyoruz, hayatımız nerede pek belli değil.
Kurtulmuşuz bedenden artık,
Kimse ayaklı elli değil.
- MUSTAFA KEMALLERCE -
Atılıyorduk kâfire,
Hepimizin bir yanı hilâl gibi,
Bir göz vardı üstümüzde göklerden,
Mustafa Kemal gibi!
Savaşırken yaşamak,
Anam südü kadar helâl gibi,
Ölüm hem büyüktü, hem kolaydı,
Mustafa Kemal gibi.
Atılıyorduk bir devre,
Tarihlerden süzülmüş bir hâl gibi :
Hepimiz, hepimiz,
Mustafa Kemal gibi!
Fazıl Hüsnü Dağlarca
( 1914 - 2008 )