Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

 

KARACAOĞLAN HAYATI ve ŞİİRLERİ

Adı, Türk saz şiiri ile birlikte hatırlanan Karacaoğlan hakkındaki bilgileri­miz, onu çeşitli bilinmeyenlerin içinden alıp gün ışığına çıkarmağa yetmemekte­dir. "O, hangi yüzyılda ve nerede yaşamıştır?" sorusuna kesin bir cevap ver­mek mümkün değildir. 16. ve 17. yüzyıllara ait bazı kaynaklarda ondan doğ­rudan veya dolayısıyla bahsedilmesi, araştırıcıların onu belli bir zamana bağla­masına engel olmaktadır. Ayrıca, sadece cönklere bağlı kalan bazı Karacaoğlan mütehassıslarının derleme konusuna eğilmemesi de bu yanılmanın diğer bir se­bebidir. 70 yıldan beri ona dair yazılanlarda büyük gelişmeler kaydedilmiş, hatta bu zaman dilimi içinde bazı araştırıcıların görüşlerinde değişiklikler bile görülmüştür.

 Bizce Karacaoğlan güneylidir ve 16. yüzyılda yaşamıştır. Bu görüşümüzle ilgili olarak şunları söyleyebiliriz:

Gelibolulu Mustafa Alî Efendi'nin 1008 (1599-1600)'de tamamladığı Mevâidü'n-Nefâis fi Kavâ'idi'l- Mecâlis adlı eserinde Karacaoğlan'ın adı geçmekte­dir. Adı burada, şiirleri beğenilmeyen bazı âşıkların, bunları başkalarına isnat etmeleri vesilesiyle yer almaktadır, (haz. O. Ş. Gökyay, 76).

 1518 yılında tamamlanan bir Surnâme'de, Sultan III. Murad'ın aynı yıl yaptırdığı sünnet düğünü gece gece anlatılmaktadır. On birinci gecenin anlatıl­ması sırasında, eğlence ve insan tasvirleri sırasında yer verilen şu ifade dikkati çekicidir: "...kimi Karacaoğlan türküsü ile gönlün eğlendirir".

16. yüzyıl divan şairlerinin şiirlerini içine alan bir mecmuayı inceleyen Ahmet Kutsi Tecer'in tespit ettiği bir Karacaoğlan şiirinin varlığı da şüpheleri ortadan kaldıracak güçtedir.

Karacaoğlan'ı 17. yüzyıla bağlayan araştırıcılar, Ali Ufkî'nin Mecmuâ-î Sâz ü Söz adlı eserine, Âşık Ömer'in Şairname 'sindeki mısralara, arka arkaya yazılmış bulunan Gevheri ve Karacaoğlan şiirlerinin üzerinde yer alan "Aldı Gevheri", "Aldı Karacaoğlan" ibarelerine ağırlık vermektedirler. Bunlar ve di­ğer hususlar Karacaoğlan'ı 17. yüzyıla bağlayamayacağı gibi, ikinci bir Karacaoğlan'ın varlığını da açığa çıkaramayacaktır. Bütün bu kaynaklan inceleyen Başgöz'ün de belirttiği gibi, birbirleriyle bir türlü uyuşamayan tarihler bütün tahminleri boşa çıkarmaktadır. Karacaoğlan'ın köyü diye tanıtılan Varsak'taki Ahmet Efendi'nin görüşleri de, 270 yıl sonra, şairimize bir aile aramaktan öte bir fantezidir. Öztelli'nin bu konudaki ısrarları da, verilen tarihlerin birbiriyle ters düşmesi neticesinde boşa gitmektedir.

Balkanlardaki bir Karacaoğlan'ın varlığı, bir şiirdeki "Bosna Güzeli"nin varlığına bağlanmaktadır. Halbuki, aynı şiirin diğer hanelerinde Frenk, Çerkeş, Bulgar güzelleri ile "Şehrî" güzellerden de söz edilmektedir. Ya, bir ömür bo­yu, peşinde koşup durduğu köylü güzelleri, M. Cunbur'un adlarını birer birer saydığı Anadolu güzelleri nerededir? Çünkü, bu şiirde âşığımız sadece, kendi çevresinin dışındaki güzelleri anlatmaya çalışmıştır. Azerbaycan'da da çok sevi­len Karacaoğlan'ın şiirlerindeki diğer güzellerin adlarına bakarak bir de Azer­baycanlı Karacaoğlan'dan bahsetmemiz gerekecektir ki biz bu görüşe katılmıyo­ruz.

Karacaoğlan bölge dilini başarıyla kullanan, güzelleri medhederken tabiat­taki meyve ve sevimli bazı hayvanları benzetme unsuru olarak ele alan, canlı tasvirleriyle şiirine renk katan bir âşığımızdır. Çok dolaşması, şiirlerin çeşitli adlarla süslenmesine vesile olmuştur.

Âşık Ömer, Hızrî gibi eski şairlerin Şairnâme\eriyle, yüzyılımızın şairlerin­den Feryâdî (öl. 1987), Hasreti, Kul Gazi ve Sefil Selimî'nin Şairname’lerinde Karacaoğlan'a yer verilmiştir.

Şiirlerinde daha çok 11 heceli mısraları tercih etmiştir. Semaî ve varsagılarıyla şöhret kazanmasına rağmen daha çok koşmasına sahibiz. Destan diyebile­ceğimiz şiirlerinin sayısı çok azdır.

Dinî konuda ve taşlama türünde pek az şiiri vardır. İrticalen şiir söylemesi, daha çok yarım ve tam kafiyeye yer vermesine yol açmıştır. Bu söyleyişin baş­ka bir tezahürü de, ilk mısralarda görülen benzerliklerdir:

30 kadar şiiri "Evvel bahar yaz aylan gelende" mısraı ile, 10 kadar şiir ise "Yaz gelip de beş aylan gelince" mısraı ile başlamaktadır.

Yapılan yeni değerlendirmelerin Karacaoğlan(lar) konusundaki şüpheleri ortadan kaldıracağına inanıyoruz. Yakın bir gelecekte yeni şeyler söyleyebilece­ğimizi tahmin ediyorum.

 Dinle sana bir nasihat edeyim

Hatırdan gönülden geçici olma

Yiğidin başına bir ış gelince

Anı yâd illere açıcı olma

 

Mecliste arif ol kelâmı dinle

El iki söylerse sen birin söyle

Elinden geldikçe sen iyilik eyle

Hatıra dokunup yıkıcı olma

 

Dokunur hatıra kendisin bilmez

Asilzadelerden hiç kemlik gelmez

Sen iyilik et de o zayi olmaz

Darılıp da başa kakıcı olma

 

 El ariftir yoklar senin bendini

Dağıtırlar tuzağını fendini

Alçaklarda otur gözet kendini

Katı yükseklerden uçucu olma

 

 Muradım nasihat bunda söylemek

Size lâyık olan onu dinlemek

Sev seni seveni zay'etme emek

Sevenin sözünden geçici olma

 

Karaca'oğlan söyler sözün başarır

Aşkın deryasını boydan aşırır

Seni bir mecliste hacil düşürür

Kötülerle konup göçücü olma

 

 Ala gözlü benli dilber

Koma beni el yerine

Altun kemerin olayım

Dola beni bel yerine

 

Hecine gönlüm hecine

Yiğide ölüm geçine

Al beni zülfün ucuna

Sallanayım tel yerine

 

 Gel kız karşımda dursana

Şu benim hâlim bilsene

Zilfünden bir tel versene

Koklayayım gül yerine

 

Karac'oğlan der n'olayım

Kolun boynuma dolayım

Nazlı yâr kölen olayım

Kabul eyle kul yerine

 

 

İncecikten bir kar yağar

Tozar Elif Elif diye

Deli gönül abdal olmuş

Gezer Elif Elif diye

 

Elifin uğru nakışlı

Yavru balaban bakışlı

Yayla çiçeği kokuşlu

Kokar Elif Elif diye

 

 

Elif kaşlarını çatar

Gamzesi sineme batar

Ak elleri kalem tutar

Yazar Elif Elif diye

 

Evlerinin önü çardak

Elifin elinde bardak

Sanki yeşil başlı ördek

Yüzer Elif Elif diye

 

Karacaoğlan eğmelerin

Gönül sevmez değmelerin

İliklemiş düğmelerin

Çözer Elif Elif diye

 

 

Bana kara diyen dilber

Kaşların kara değil mi

Yüzünü sevdiren gelin

Kaşların kara değil mi

 

Boyun uzun belin ince

Yanakların olmuş gonca

Salıverirsin kolunca

Beliğin kara değil mi

 

 

Utanırım akar terim

Güzellikte yok benzerin

En sevgili makbul yerin

Saçların kara değil mi

 

Hayatı efsanelere karışmış, efsane efsane söylenmiş bir halk ozanı...

Nerde akşam orada sabah, nerde Karacaoğlan orda şenlik... Halkın yüreğinden geçeni söylemiş, kendi vurgun yüreğini konuşturmuş, şu dünya denilen aynadan gelmiş geçmiş... On yedinci yüzyılın yüz akı, sanat anıtı, cennet kuşu...

Karacaoğlan, sanıldığına göre, 1606'da doğdu.

Üstüne pek çok hikâyeler söylenir, ağıtlar yakılır... Bunların en dokunaklısı, karısını yeğenine kaptırmasıdır. Adana'nın Feke ilçesine bağlı, Gökçeli köyünde doğmuş... Kozan dağlarından, Kara İlyas adında, Farsak soylu bir yoksulun çocuğu. Babası ölmüş, anası Gök Hoca diye bilinen bir çerçi ile evlenmiş... Karacaoğlan, babalığının yanında barınamadığından, vermiş kendini yollara. Belen köyünde Kozanoğlu'nun kapısına sığınmış...

Karacaoğlan, adı gibi karaca, albenili ve sırım gibi bir yiğit. Kozanoğlu 'nün kapısında hizmet görürken, ağanın kızına vurulmaz mı?.. Biraz saz tıngırdatması varmış, çökmüş saza,

başlamış yüreğini yakan derdi, ağanın kızı Elif’e söylemeye. Yanaşmaya kız verilir mi? Vermemişler! Almış başını Karacaoğlan, Maraş'a gitmiş... Orada bir kahvede bir yandan çıraklık etmiş, bir yandan saz tımbırdatmış... Saz ozanlığını iş edinmiş kendine... Çalmış, söylemiş, sonunda nasıl olmuşsa olmuş, Elif’i ile buluşup başgöz olmuşlar.

 

KARACAOĞLAN YÜREĞİNİ ÇIRA GİBİ YAKTI , SELLER BOŞALTI

Karacaoğlan’ın zenaati, gayrı ozanlık... Almış yârini, ablasının bulunduğu, Farsak köyüne göçmüş... Sevimli, girişken, ayağına tetik olduğundan, hep köylüler sevmişler... Nerede düğün olsa çağırılır, güzel sesiyle söylediği türküler dinlenirmiş... Derken, önce ablası, ardından eniştesi ölmez mi?.. Bütün varlık kalmaz mı haşarı yeğenine!.. Karacaoğlan'ın parada, pulda gözü yok ama, yeğeninin gözü Elifte...

Elif, önceleri olmazlanmış, kaş çatmış, dudak büzmüş ama, oğlanın yüreği soğuyacak gibi değil!.

Hiçbir şeyden haberi olmayan Karacaoğlan'ı yakın bir köyde düğüne çağırmışlar. Atlanıp gitmiş... Düğün, güzel olmasına güzel de Karacaoğlan'ın yüreği küsük... Çalmış, söylemiş ama, nafile... Sabaha karşı, herkes kan uykusuna yattığı sıra, atına binip evine gelmiş... Eve girince bir de ne görsün!... Yeğeniyle sevgili Elif’i, açık saçık divanda uyuya kalmamışlar mı?.. Al baltayı, kes ikisini de!.. Ama öyle yapmamış Karacaoğlan, sırtından şalını indirip uyuyanların üstüne örtmüş ve çıkmış, gitmiş köyden... Gidiş, o gidiş!..

 

Ela gözlüm, ablak sunam

Dal boynumu eğdin bugün

Her bakışın kan ederdi

Tatlı cana kıydın bugün

 

 

Yüce dağdan bakınırdın

Lâle sümbül takınırdın

Engellerden sakınırdın

Engellere uydun bugün

 

Fani, Karaoğlan fani

Veren alır tatlı canı

Sevmediğim karadonu

Ta karşımda giydin bugün

 

Bu konuya dair şiirleri çoktur. Bu şiirinde olayı daha da açık-seçik görebiliyoruz:

 

Azgın, ağalar, zemane azgın.

Şahin yuvasına dönüyor kuzgun

Tarlası arı da bideri bozgun

Neyleyim yiğeni, day olmayınca

 

Söylerim söylerim, sözümden almaz

Denksiz bir cahildir, hal hatır bilmez

Hısım kavim, dosta hiç güven- olmaz

Atadan, dededen soy olmayınca

 

Karacaoğlan, yiğit, yiğiti över

Asılmış meyveler dalını eğer

Güzelim kıymeti bin altın değer

Netmeli güzeli, huy olmayınca

Karacaoğlan yüreğini çıra gibi yaktı, gözlerinden kanlı seller boşalttı ama, bir daha köyüne dönmedi. Kırk yıl, yaya-yapıldak kışın ovalarda, yazın yaylalarda gezindi durdu. Çaldı, söyledi, ağladı, güldü... Kendisi ile koca bir Anadolu'yu ağlatıp, güldüre ömrünü tamam etti:

 

Hasta oldum, odalarda yatarım

Ağalar, göçecek zaman da geldi

Tutuştu bir uçtan, yandı yüreğim

Bürüdü dağları duman da geldi

 

Yazılarda Arap atlar yarışır

Bayram olur, kanlı-kinli barışır

Dediler sevdiğin ille görüşür

Divane gönlüme güman da geldi

 

Omuz verip arkasında götüren

Meme verip beşiklerde yatıran

Adam edip meclislere getiren

Derdimin ortağı, anam da geldi

 

Felek, meyve yüklü dalım taşladı

Göz göz oldu, yaralarım işledi

Hocam geldi, Yâsin'lere başladı

Baktım, sağ yanıma imam da geldi

 

Karacaoğlan der ki,bu muydu payım

Çekildi bârhânem, yüklendi tayım

Kazıldı mezarım, ılındı suyum

Çırpına çırpına sunam da geldi

 

 

ANADOLU HALKI, KARACAOĞLAN'A BAĞLANMIŞTI

 

Karacaoğlan’ın şiirleri, yüzyıllar boyu, halk ağzında, dilinde yaşayarak, aktarıla aktarıla 19. yüzyıla kadar gelmiş ve ancak bu yüzyılda yazıya dökülmüştür. Anadolu halkı, Karacaoğlan'ı o kadar benimsemiştir ki kim güzel bir türkü yazsa, hemen Karacaoğlan'a bağlanır. Bu yüzden birçok yabancı şiir, Karacaoğlan'ın şiirleri arasına karışmıştır.

Hayatı gibi, ölümü de efsanelere karışmıştır. Bir söylenene göre, Tarsus civarındaki "Eshab-ı Kehf" mağarasına bir girmiş, bir daha çıkmamıştır. İşte ölümü diye bilinen tarih, bu söylentiye göre hesaplanmış ve 1679 bulunmuş. Bir başka ve daha gerçeğe yakın söylentilere göre Mut'un kuzeyindeki Karacaoğlan tepesinde yatıyor. İster Eshab-ı Kehf mağaralarının sır vermez karanlığında uyusun, ister Mut'un bir tepesinde kemikleri toprağa karışsın, şiirleri bütün tazeliği ile kitaplarda değil, dudaklarda yaşıyor...

SON EKLENENLER

Üye Girişi