Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

-8-
DERVİŞ VE ÖLÜM -HÜSREV HATEMİ

Eser kalmasın esrikliğinden,
Güz geçti vedalaş güzelliklerle
Martifal mi okuyorlar martılar?
Ben hiç martı görmemiştim Priştine'de...
Sualler su altında kalsın abe çocuğum,
Soğuracak sorunlarını ergeç
Çelik duvarlı zindanı hiçliğin
Eser kalmasın esrikliğinden
Geçti bu tenin demi, yıprandı beden
Soba söndü tükendi mum
Hadi git yat abe çocuğum
Abe abe abe çocuğum
Abe ço..cu..ğum! ...


ÖLÜM NEDEN SOĞUKSUN ÖYLE- AHMET SELÇUK İLKAN

Kemal'in gemisinde gitti sarıldığım umutlar
İsyanım şimdi Hamit'in Makber'indedir!
Ağlasam sesimi duyar mı mısralarında Orhan Veli?
Dokunabilir mi gözyaşlarıma inceden?
YA Cahit! Bir teselli verir mi Yaş Otuzbeş'inden?
İşte eteklerimde bir yığın gümüş yaprak
İşte Haşim bakıyorum semaya ağlayarak!
İçimde çaresizliğin binbir ahı
İçimde en korkunç yalnızlıklar
Fikret'im bu gecenin de olur mu sabahı?
Bir el var sonsuzluğa alıyor beni
Bir el var çekiyor beni anılardan
Ya o karanlığı bölen sesler
Uğultular, akisler, gölgeler
Nerdesin? Nerdesin? Tecer!
Bak! Bu resme nasıl imrenmedetim
Sanırım ki gülüyor!
Hani o saadetten bile yoksunum şimdi sen kadar
Ama öyle ya Akif'im
Değil yalnız dostlara, sevgililere, analara
Daha nicelerine kucak açar bu topraklar!
Yummak ne çare elleri göğe doğru
Söyle hangi gerçekte bunca yalan var?
Acımı binlerce şiirin anlatamaz Ümit Yaşar!
Ama gel gör ağlayamıyorum gönlümce
Gel gör şuramda nasıl bir yara kanar
Zira; boş değil bu ağıt bu şarkılar
'Ağlarsa anam ağlar, gayrısı yalan ağlar..


ÖLÜM VE OĞLUM -CAN YÜCEL

Ne yaman çiğköfteymiş ki bu ölüm
Şalgam suları iniyor da şakaklarımdan
ben hâlâ susuyorum
Gözlerimle taşlarcasına bir kör kuyuyu...
Nerde kaldı bre saka kuşu
Su gibi bildiğin o su kasidesi?
Ve dudaklarımı sevsinler
bir barut bulutuyla sanki
ortadan biçilmiş bir güneş
Aynı çığlığı mı ezberleyecek dersin
akşamcılar akşama tövbe edinceye dek
Düzayaktı Attar Â'met Efendi’den Kartal Baba Tekkesi’ne
Bu seferki yolum ise
ardımdan gelen kolun
ölüsıra yürüyen kilden,
kirioz bir bayrak
epiy de yokuş üstelik
ve giderayak

Sırtına vurmuş ya da
buruşuk bir şipka biberini
Meyvahoşa koşturuyor
mork çizmeleriyle bir kırkayak
Nasıl koşturduysa tulumbacılar eskiden
yeşil tulumbalarını yangına
Yandım diye böğürmüşüm
Böğrüm yiyince böğrümden
o çiğköfteyi
YANDIM
Öyle bi kuşaktık ki biz oğlum
Yine de sen ölüyorsun
Boynuna sarılınca ben.
Ve o domuz var ya İncildeki
Cümle günahı yüklenip
Uçuruma atlayan domuz
Biz öyle bilem olamıyoruz...
Meşksiz aşklarla senlerin
Başına tacettiğimiz
O güzelim elmayı
Utanmadan o ulusal
Akbabamıza sunuyoruz
Kellerinizle birlikte.
Bu gidişle korkarım
Bi tek ses kalacak bizden
Tıkırtısı farenin
Kendi tahta
kuyruğunu kemiren
Cama vurulmuş güneş kırıldı
Nar daneleri döküldü suya
Yandım diye böğürüyorum.
Ama bu kırkayak oynunda
Öyle yakın ki ölümle oğlum
Uyak oluvermişler adeta.
Ben ne demeye hala
Sözümona bir inci gibi
Acının yanardağ bardağında
Kendi kendime eriyim?
Oysa bu dünya denen ağacın
Türkiye denen çatağında
Öyle bir oğul var ki oğul
Ölüme değil, ölüme
Yaşanmaya bi ölüm bal
Cama vurulmuş güneş kırıldı
Nar daneleri döküldü suya
Gayrı adam oldu diye babam
Oğlum beni sevse ya
Can Yücel


BAHARLA ÖLÜM KONUŞMALARI-CAN YÜCEL
I
Memelerim koparıyor
Yüzyıl süren bir yalnızlık
dile gelmişçesine
Nasıl nasıl bir sevinç yarabbi!
Ve ağrıya
ağrıya tabi,
ağraya
ağraya ağbi...
Nakkaş Tepe de ancak
bezmimize böyle gelmiştir
Gelincikleri ve Nazım Hikmet’leriyle
Yerbilimsel bir hapisten sonra

II
İçimdeki karanlığı patlatacağım
Zifiri bir su akacak
kamışımdan toprağa
Bir kedi yavrulayacak
köpek dişli bir kedi
Ve böğürtlenler köpürecek ağzından
Yedikçe
kendi
kendini
mayhoş
Ya da Posta Nazırı dedemden kalma
Mors’un en morundan bir karga
Konacak karşıki direğin doruğuna
Düşmanlarım öyle doldurmuşlar ki onu
Ne kadar taşlasan boş
oynamıyor yerinden
Ben kargadan korkmam ama
bunun gözleri baykuş
Ve tüyleri güngörmedik deniz dipleri kadar ıslak
Ve ötüyor
ötüyor
ötecek
Beni ışığa bağlayan
(Bağlayın beni ışığa!
Gerin telleri gerin!)
beni ışığa bağlayan
o gelin telleri
o gelin telleri
kopuncaya dek...
Akpembe bahar yelkenleriyle
Güneşin rüzgarına gerilmiş
bir badem ağacı gibi...
İçimdeki karanlığı patlatacağım
Ve beynimin en ölümcül yaşlarıyla
ağlaya
ağlaya
Yepyeni bir insan
pırıl pırıl bir can
bitecek toprağa...

III
İki çöpçü geliyordu karşıdan.
Biri
(Aynen Selahattin-i Eyyubi Haçlılar
Seferinden, sanırsın, pos bıyıklarıyla
Tarihin, süpürmeye gelmiş Prens Adalarını)
Öbürüne
(Marmara’yı bizim Yaşar Küklopsunun o
Anavavza gözüyle dünyanın en güzel
atlarının nered
..........
..........


BİR EFLATUN ÖLÜM – BEHÇET AYSAN

kırgınım, saçılmış
bir nar gibiyim
sessiz akan bir ırmağım
geceden
git dersen giderim
kal dersen kalırım
git
dersen
kuşlar da dönmez, güz kuşları
yanıma kiraz hevenkleri alırım
ve seninle yaşadığım
o iyi günleri,
kötü
günleri bırakırım.
aynı gökyüzü aynı keder
değişen bir şey yok ki
gidip
yağmurlara durayım.
söylenmemiş sahipsiz
bir şarkıyım
belki
sararmış
eski resimlerde kalırım
belki esmer bir çocuğun dilinde.
bütün derinlikler sığ
sözcüklerin hepsi iğreti
değişen bir şey yok hiç
ölüm hariç.
aynı gökyüzü aynı keder.


HÜZÜN, SEVİNÇ VE COŞKUNLUK İÇİN -TURGUT UYAR

“öyle pek derin değil ölüm denilen ırmak
sezmeksizin geçivereceğiz öte yana”
bu kadar bile değil
sezmeksizin yaşanır bile arasıra
yalnız akşamın alacasında
bir sakız sardunyasının tozunda
bindenbire Gümüşane’de
ya da Üsküdar’ın ortasında
yenilgiyle bitince kavga

ölüm ölüm
üstün değilsin aşka

sevinç çılgın bir taraktır saçlarımda
oradan oraya savurur parmaklarımı
caddeleri karışlarım ürkütmez
yarasını okşarım birinin
sevgilimin saçlarını da
ve uzakta bir kış gecesinde
bir mutlunun düşlerine girdiğimi anlarım
bindenbire Kars’ta
ya da Ordu’nun Perşembe’sinde
ürperten bir dalga
ıslatır hepimizi
ıslatır ne kelime

ey dirim
memelerin hep dursun ağzımda

çünkü tarihin ve büyük coşkusu doğanın
kendiliğinden bizden yana
araçlar gereçler silahlar
ve bunları yapanlar
Kerim Mustafa Nazmi Usta
ve çoğalma gücümüz
ve kalbimiz
ve onun çılgın tutkusu
bir esir olarak her yanımızda
başlı başına bir angarya
ne denir
çılgın bir mücevher yakınlığında
ya o büyük coşkun su
birdenbire Diyarbakır’da
Elbistan çarşısında
tam bakırlar dövülür
tam gümüşler işlenirken
tam tonozlanırken saplar
tam bir tanker bir virajda

işte tam o sıra
tam o sıra


YUVARLAK HESAP- METİN ELOĞLU

İşin ucunda çıkarımız var mı?
Bunu böyle düşüneceksin.
Hısım,
Kâr hanesi ne âlemde?
Ona bak...

İstanbul yoksa yok,
Sensizlikse sensizlik,
Acırsa acır, ne yapalım,
Ölüm ölüm bir ölüm!


TEREKE

Ben ölürsem ölürüm, bir şey değil;
Ne olursa garip eşyama olur.
Bir hayır sahibi çıkar mı dersin,
Mektuplarımı iade edecek?
Ya kitaplarını, ya şiir defterim?
Yanarım bakkal eline düşerse.
Kim bilir bu döşekte kimler yatar,
Hangi rüyaları örter bu yorgan!
El sırtında böyle zarif duramaz,
Ismarlamadır elbisem, pardösüm;
Her ayağa göre değil kunduram;
Bu kravat ben bağladıkça güzeldir;
Bu şapkaya kimse böyle giyemez.


DALGIN ÖLÜ- CAHİT SITKI TARANCI

Dün güzel bir kadın geçti
Kabrimin yakınından.
Doya doya seyrettim
Gün hâzinesi bacaklarını,
Gecemi altüst eden.
Söylesem inanmazsınız,
Kalkıp verecek oldum,
Düşürünce mendilini;
Öldüğümü unutmuşum.


ÖLÜM -CAHİT SITKI TARANCI

Sözünde durmadı mavi gökler;
Gün kararıyor gitgide ölüm.
Akşam yeli nedameti söyler;
Nedamet yer etti bende ölüm.
Ne yapsam, gün doğmuyor gönlümce;
Sudur akar kendi bildiğince,
Hangi pencereye koşsam gece;
Gitmiyor bu can bu tende ölüm.

Ne vefasız geçmişten hayır var,
Ne gelecekler imdada koşar,
Çoktandır tekneyi aldı sular;
Çoktandır ümitler sende ölüm.
Cahit Sıtkı Tarancı


OTUZ BEŞ YAŞ – CAHİT SITKI TARANCI

Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne?
Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünüyorsunuz;
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim:
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayâl meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hâtırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız

Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm târumar.

N’eylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında.

CAHİT SITKI TARANCI


SANATKÂRIN ÖLÜMÜ- CAHİT SITKI TARANCI

Gitti gelmez bahar yeli;
Şarkılar yarıda kaldı.
Bütün bahçeler kilitli;
Anahtar Tanrıda kaldı.

Geldi çattı en son ölmek.
Ne bir yemiş, ne bir çiçek;
Yanıyor güneşte petek;
Bütün bal arıda kaldı.
Cahit Sıtkı Tarancı


KORKTUĞUM ŞEY- CAHİT SITKI TARANCI

Gün çekildi pencerelerden;
Aynalar baştan başa tenha.
Ses gelmez oldu bahçelerden;
Gök kubbesi döndü siyaha.

Sular kesildi çeşmelerden;
Nerden dolacak bu taş nerden,
Nergislerin açtığı yerden
Ey kuş uçurtmayan ejderha?

Ne yardan geçilir, ne serden;
Korkuyorum bu gecelerden.
Bel bağladığım tepelerden
Gün doğmayabilir bir daha.
Cahit Sıtkı Tarancı


FÂNİ DÜNYA - CAHİT SITKI TARANCI

İlk günden alıştığımız emektar aydınlık,
Anne yüzünde, dost yüzünde, evlat yüzünde;
Her sabah başlayan şeye doymadık,
Düşümüz gerçeğimiz ne varsa yeryüzünde.
Gökyüzü belledik şu ürperen maviliği,
Başımız darda kalınca el açtığımız yer;
Gökyüzüdür avutan akıllıyı deliyi,
Gökyüzünde bulutlar uçurtmalar ümitler.

Her mevsimiyle insanı ayrı ayrı saran,
Bunca güzelliği nasıl koyup gideceğiz;
Yaman çalacak o çalmayası saat yaman,
Geçmiş ola bir kez yumuldu mu gözlerimiz.

Cahit Sıtkı Tarancı


GÜN EKSİLMESİN PENCEREMDEN- CAHİT SITKI TARANCI

Ne doğan güne hükmüm geçer,
Ne halden anlayan bulunur;
Ah aklımdan ölümüm geçer;
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.
Ve gönül Tanrısına der ki:
– Pervam yok verdiğin elemden;
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

TASNİF DIŞI ŞİİRLER

SON EKLENENLER

Üye Girişi